• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: ESERLERİNİN İNCELENMESİ

2.1. SAFAHAT VE HOPHOPNAME’NİN GENEL TANITIMI 1.Safahat Hakkında 1.Safahat Hakkında

2.2.8. Batı-Doğu Karşılaştırması

Yurtsever istiklal şairimizin Mehmet Akif’in dinî-felsefî temele dayalı çözümlemeler yaptığı önemli konulardan birisi, hiç kuşkusuz içinde yaşadığı dönemde

206 A.g.e., s.114.

207 A.g.e., s.145.

116

“hasta adam” olarak nitelendirilen Doğu’nun geri kalmışlığı, parçalanmışlığı, durağanlığı ve sömürgeleşmesi sorunudur. Onun bu konudaki yargıları, daha çok Doğu ile Batı arasında yaptığı karşılaştırmalarda ortaya çıkar.

Mehmet Akif’in Müslümanların yaşadığı tüm ülkelere yönelik gezileri ve sosyolojik gözlemleri, belli bir perspektifin ürünüdür ve bu perspektif, açıkça Batılıdır.

O, Doğu’ya Batı uygarlığının gelişmiş yüzü olan bilim, eğitim ve sanayi gibi temel ölçütler ışığında baktığı için gözlem içerikli metinlerini de daima Doğu-Batı karşıtlığı temelinde sunmuştur. Akif’in Batı’ya ilişkin bilgisini âdeta Doğu’yu değerlendirmek için bir ayna olarak kullandığını söylemek mümkündür. O, Batı’ya baktığında, özellikle Berlin deneyimine dayanarak, bilime dayalı güçlü bir uygarlık görürken, bir diğer yandan da Almanya, Fransa ve İngiltere örneğini esas alarak, ahlaksal çöküş, bilimin gücünü kötüye kullanan sömürgeci bir Batı uygarlığı görür.

Batı’nın bilim, eğitim ve sanayide gelişmişliği, Doğu’nun ise bu alanlarda geriliği Akif’i, İslam dünyasının klasik çağında bilim ve bilimsel başarıları ile kendi dönemindeki Müslümanların geriliği ikilemi sorunsalı içine sokar. İçinde bulunduğu bu durum, şairi geçmişe yer yer özlem duyan, yer yer de işlevsel atıflar yapan, gözlediği nesnel koşullara köklü ve derin bir iç acısıyla eleştirel açıdan yaklaşan bir düşünüre dönüştürür. Bu yüzdendir ki onun Doğu’ya ilişkin birçok söyleminde, güçlü bir içsel çelişki, hayal kırıklığı ve sitem gözlenir.

Güçlü Batı uygarlığı karşısında özellikle bilim açısından geri kalan Doğu’nun tarihten güç alan yeni açılım olanaklarını gören Akif’te İslam’ın klasik çağındaki refaha dönüş arzusu güçlü bir şekilde ortaya çıkar. Fakat onun bu arzusu, o zamanın koşullarına dönmeyi değil, eski zamanın ruhunu kavrayıp asrın bilimsel gerçekleriyle sentez etme, İslam’ın uygarlık yaratan yüzünü ön plana çıkarıp, Batı uygarlığının bilimsel başarılarıyla birleştirme anlayışını esas alır.

117 Mehmet Akif’in, Doğu uygarlığının kendisine görünen yüzüne yönelik en çarpıcı tasvirlerini Safahat’ta yer yer gözlemlesek de, daha özlü ve kuşatıcı bir biçimde

“Fatih Kürsüsünde” konuşan vaizin dilinde ve “Gölgeler”de yer alan “Şark” şiirinde ortaya koyduğuna şahit oluruz. Burada vaizin dilinden verilen katı-eleştirel betim, uyarı yapma amaçlıdır:

Dönün de atıl olan Şark’ı seyredin: Ne geri!

Yakında kalmayacak yeryüzünde belki yeri!

Zaman zaman görülen ahiret kılıklı diyar;

Cenazeden o kadar farkı olmayan canlar;

Damarda seyri belirsiz, irinleşen kanlar;

Sürünmeler, geberip gitmeler, rezaletler;

Dilencilikle yaşar derbeder hükümetler;

Esaretiyle mübahi zavallı milletler;

Harabeler, çamur evler, çamurdan insanlar;

Ekilmemiş koca yerler, biçilmiş ormanlar;

Durur sular, dere olmuş helâ-yı cariler;

Sıtmalar, tifolar, türlü mevt-i sâriler;

Hurafeler, üfürükler, düğüm düğüm bağlar;

Mezar mezar dolaşıp, hasta baktıran sağlar...

Ataletin o mülevves teressübatı bütün!

Numune işte biziz... Görmek isteyen görsün!

Bakın da hâline, ibret alın şu memleketin!

Nasıldın ey koca millet? Ne oldu akıbetin?

Yabancılar ediyormuş -eder ya- istikrah

118 Dilenciler bile senden şereflidir billâh.

Vakaarı çoktan unuttun, hayâyı kaldırdın;

Mukaddesatı ısırdın, Huda’ya saldırdın!

Ne hatıratına hürmet, ne ananâtını yâd;

Deden de böyle mi yapmıştı ey sefil evlât.”208

Türk toplumunun ve İslam âleminin Batı’nın teknik gelişmesi ve medeniyetinin karşısında ayakta kalabilmesi ve varlığını sürdürebilmesi için en büyük problemi olan tembelliğini bir kenara bırakıp, çalışması, teknikte ve bilimde Batı medeniyetine mutlak surette yetişmesi gerekmektedir. Akif, bu güzergâhta neler yapılması gerektiği konusunu da Batı ile Müslümanları mukayese ederek şöyle ortaya koyar;

“Çünkü medeniyetin bu kısımlarında onlara (Batılılara) yetişemezsek yaşamamıza, bize, Allah’ın emaneti olan İslam Dinini yaşatmamıza imkân yoktur. Biz Müslümanlar, gevşekliğe, eğlenceye, ahlaksızlığa döküldük. Avrupalılar ise gözlerini açtılar, alabildiğine terakki ettiler. Görüyoruz ki, denizlerin dibinde gemi yüzdürüyorlar. Göklerde ordular dolaştırıyorlar…( Onların) neleri varsa hepsini elde etmek için çalışmak Müslüman fertlerin her birine farzı ayindir.”209

Akif, Doğu’nun Batı karşısındaki geri kalmışlığı konusunda eleştirilerini Müslümanlara yönlendirir:

“Çalış” dedikçe, şeriat çalışmadın, durdun;

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!

Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup oraya, Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya! 210

Akif, hayranı olduğu Doğu medeniyetinin Batı medeniyetine göre çok geride olmasını genel olarak batıl inanışlar, bilgisizlik, tembellik, kendine güvensizlik gibi

208 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Hece Yayınları, Ankara, 1991, s. 248-250.

209 Mustafa Eski, Millî Mücadelede Mehmet Akif Kastamonu’da, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1983, s. 6

210 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Hece Yayınları, Ankara, 1991, s. 252.

119 sebeplerle açıklar ve Doğu dünyasının maddi ve manevi kalkınmasını İslam dini ve Çağdaş Batı medeniyeti temeline bağlar. Ona göre bu bağlamda din ilerlemeye mani değildir ve manevi kalkınma İslam dini ile maddi kalkınma ise Batı medeniyetini benimsemekle olacaktır. Akif, uyuşukluk içerisinde gördüğü, en kısa zamanda kalkınmasını arzu ettiği Doğu’ya şu şekilde seslenir:

Ey koca şark, ey ebedi meskenet!

Sen de kımıldamaya bir niyet et!

Korkuyorum Garb’ın elinden yarın, Kalmayacak çekmediğin melanet!211

Akif, eski zihniyeti eleştirirken Sadi’nin kaderciliğe, tevekkülcülüğe, dünyadan el etek çekmeye karşı olan bir öyküsünü de anlatır:

“Bir gün rızkının peşine düşen birisi, akşam olunca bir ağaçta konaklar. O sırada, ayakları yaralı bir tilkinin açlıktan kıvrandığını gözler. Tilki açlıktan ölmek üzereyken, bir aslan bir ceylanı avlar ve karnını doyurduktan sonra oradan ayrılır.

Kötürüm tilki, leşe yaklaşır ve karnını doyurur. Bu olayı gözlemleyen kişi, Tanrı’nın takdirini düşünerek, Tanrı ne yüce, herkesin rızkını veriyor, diye akıl yürütür. Bu akıl yürütmenin ardından bir mağaraya çekilir ve çalışmadan, ibadete yönelir ve rızkını bekler.”212

Tabi ki boş boş beklemenin sonucunda hiçbir şey gelmez ve o, tam bitkin düşmüşken tanrısal bir ses duyulur:

Dolaş da yırtıcı bir aslan kesil be hey miskin, Niçin yatıp, kötürüm tilki olmak istersin?

Elin kolun tutuyorken çalış, kazanmaya bak, Ki, artığınla geçinsin senin de bir yatalak.213

211 A.g.e., s.291.

212 A.g.e., s.258.

213 A.g.e., s.259.

120 Akif, Batı’daki gelişmeleri takip etmeleri ve eğitim almaları için gönderilen gençlerden oradaki pozitif bilimlerdeki gelişmeleri ve yenililikleri getirmelerini talep eder. Akif’e göre Tanzimat’la başlayan Avrupa’ya öğrenci gönderme sürecinde ne yazık ki bu gençlerin bazıları Avrupa medeniyetine ulaşabilmek için İslam dinini ve Türklüğü bırakmak gerektiğine inanmış, şahsiyetlerini, kültürlerini kaybederek dönmüşlerdir.

Şiirinde bu düşünceleri daha sonra onun batılılaşma fikirleri takip eder:

Mütefekkir geçinenler ne diyor size de bakın:

Medeniyette tealisi umu men Şark’ın, Başka yollarda selâmet gözeten gafildir.

Bakarak hangi zeminden yürümüş Avrupalı, Aynı izden sağa yahut sola hiç sapmamalı.

Garb’ın efkârını mal etmeli Şark’ın beyni;

Duygular çıkmalı hep aynı kalıptan; yani, İçtimai, edebi, hâsılı her meselede, Garb’ı taklit etmezsek, ne desek beyhude, Bir de din kaydını kaldırmalı, zira o bela Bütün esbabı terakkimize engel hâlâ!214

Akif, aydınların halkı kendi yollarından gitmediği için hakir görmesini, halkın ise yeni tip insanı kabul etmemesini, yenilik nâmına gelen her şeye karşı çıkmasını, aydın ile halk arasındaki kopukluğu ve birbirinden nefret edişi, Batılılaşma hareketlerine tepkilerin nedenini millette ilmin olmayışına, aydınların yanlış yaklaşımına ve Batı’dan faydalanmanın doğru anlaşılmamasına bağlar:

Hele ilânı zamanında şu melun harbin Bize efkâr-ı umümiyyesi lâzım Garb’ın;

O da “Allah’ı bırakmakla olur” herzesini

214 A.g.e., s.187-188.

121 Halka iman gibi telkin ile dinin sesini

Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün!215

Akif’e göre, her milletin kültürü farklı olduğu için herhangi bir milletin taklidi, taklit eden milleti çöküşe götürecek, taklitle yapılan yenilikler çözüm sağlamayacaktır:

Ne yapsa Avrupa, bizlerce asl olan hareket:

O hâlde “biz dahi yaptık” deyip hemen taklit, Bu tür bir yenilikten ne hayredersin ümit?216

Bir zamanlar Avrupa krallarına emirler veren devlet yöneticileri, Tanzimat’tan sonra Avrupa devletlerine yakın olma ihtiyacı hissetmiş, onlardan yardım dilenmeye başlamışlardır. Nitekim yardımı beklenen Avrupa devletlerinin niyeti başkadır. Akif, bu durumu şu şekilde eleştirir:

Şimal’e doğru gidersin: Soğuk bir istikbal, Cenub’a niyet edersin: Açık bir istikbal!

“Aman Grey” bize senden olursa medet…

Kuzum Puankere! Bittik… İnanet et, kerem et!”

Dedikçe sen, dediler karşıdan: “İnanet ola!”

Dilencilikle siyaset döner mi, hey budala?

Siyasetin kanı servet; hayatı satvettir;

Zebun-kuş Avrupa bir hak tanır ki: Kuvvettir.

Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri, Üzengi öpmeğe hasretti Garp’ın elçileri!

O ihtişamı niçin elinden bıraktın da,

Bu gün yatıp duruyordun ayaklar altında.217

215 A.g.e., s.202.

216 A.g.e., s.232.

217 A.g.e., s.252.

122 Millî benliği koruyarak da Avrupa medeniyetinin yakalanabileceğini savunan Akif, meselelere getirmiş olduğu çözüm önerileriyle pek çoklarına göre realist bir şairdir.

Devletin her konuda Batı’ya bağımlı durumda olduğu Tanzimat’tan sonraki dönemde açılan Mülkiye, Tıbbiye, Bahriye ve Ziraat gibi eğitim kurumlarında gerekli millî kültür ve ahlakî değerler verilmemiştir. Bu yüzden de Akif, bu okullarda ne tip insan yetiştirildiğine dair merakını mısralarında şöyle ifade eder:

Çok güzel, hiç biri hakkında sözüm yok; yalnız, Ne yetiştirdi ki şunlar acaba? Anlatınız!

İşimiz düştü mü tersaneye yahut denize, Mutlaka âdetimizdir, koşarız İngiliz’e Bir yıkık köprü için Belçika’dan kalfa gelir;

Hekimin hazıkı bilmem nereden celbedilir.

Mesela bütçe hesabatını yoktur çıkaran…

Hadi maliyeye gelsin bakalım Mösyö Loran Hani tezgâhlarınız nerde? Sanayi nerde?

Ya Brüksel’de, ya Berlin’de, ya Mançester’de!218

Akif’e göre Batı her şeyi ile de doğru değildir, hatta Batı kültüründe İslam ahlak ve kültürüyle uzlaşmayan, zıtlık teşkil eden öğeler de çoğunluktadır. O, ahlak anlayışı açısından örnek alınmaması gerektiğini düşündüğü Batı’nın sadece ilim, edebiyat, sanayi yeniliklerinden faydalanmak gerektiğini savunurken, kültürel Batılılaşma taraftarı olan aydınlara şu mısralarla serzenişte bulunur;

Fransız’ın nesi var? Fuhşu, birde ilhadı;

Kapıştı bunları “Yirminci asrın evladı!”

Ya Alman’ın nesi var? Zevki okşayan? Birası;

218 A.g.e., s. 377

123 Unuttu ayranı matuha döndü kahrolası!

Heriflerin, hani, dünya kadar bedayii var;

Ulumu var, edebiyatı var, sanayii var.

Giden, bir avuç olsun getirse memlekete;

Döner muhitimiz elbet muhit-i marifete.219

Safahat’ta Batı ülkelerinden İngiltere, Amerika, Almanya ve Rusya’nın ismi geçse de sadece Almanya olumlu yönleriyle tanıtılır, diğer ülkeler ise Müslümanları sömüren ve onları yok etmek isteyen düşman devletler olarak ele alınır. Özellikle de

“Süleymaniye Kürsüsünde” adlı manzumedeki vaiz ile Rus arasında geçen diyalog, bir bakıma Çarlık hükümetinin Osmanlı Devletine, genel olarak Müslümanlara bakışını temsil etme açısından çok önemlidir. Vaizin “Müslüman düşmanı” adlandırdığı ve gördüğü yerde kaçıp uzaklaştığı bu Rus, Müslümanlara “sefil ümmet”, “barbar çetesi”

ve “leş” gibi sıfatlar yüklemektedir:

Hasır üstünde bu rüyaları görmekte iken, İki melun gözün altında ayıldım birden:

Müslüman düşmanı bir Rus tanırım çoktandır…

Nerde görsem, kaçarım, çiftelidir çünkü katır!

Hele Osmanlı’ların namı anıldıkça biter;

Ne eyer kabil olur sırtına vurmak, ne semer!

Rusya’dayken beni gördükçe gelir, derdi: ‘İmam, Oku sen yoksa işin… Öldü sizin hasta adam!

Çıkmıyor varis-i meşruu da bizden başka…220

Belirttiğimiz gibi Safahat’ta olumlu örnek olarak gösterilen Avrupa ülkesi, sadece Almanya’dır. “Fatih Kürsüsünde”de vaiz, savaşta büyük kayıplar vererek yenilen Almanların kısa sürede nasıl hızla kalkındıklarını anlatır. Almanlar, yöneticisi,

219 A.g.e., s.275.

220 A.g.e., s.180.

124 aydını ve halkı birlik olmuş, önceliği eğitime vermiş, vatanın kalkınması için azimle ve ümitle çalışmışlardır. Zamanla oluşturdukları “muallimler ordusu” nun yetiştirdikleri Alman askerleri, Sedan’da Fransızları yenmiştir.221

Akif’e göre Doğu uygarlığında benzer şekilde yıkıntılar olsa da bu uygarlık sağlam temele sahiptir ve bu temelle, Batı’nın bilim ve sanatı birleştirilirse, ancak o zaman erdemli uygarlık oluşacaktır. Bunun gerçekleşmesi için ise bir zihniyet yeniliğine sahip olmak, çalışmak, mesai harcamak, atâletten vazgeçmek, irade göstermek ve doğa yasalarını keşfetmek, her şeyi Tanrı’dan beklememek, esbaba sarılmak gerekmektedir.

Örneklerden de görüldüğü üzere Batı’nın bilim ve tekniğine olumlu bakan Akif, onların ahlakî yozlaşmalarına karşı olmakla birlikte, yaşadığı koşulların da etkisiyle sömürgeci-emperyalist Batı konusunda oldukça duyarlıdır. O, Doğu’nun geri kalmışlığında ve parçalanmışlığında emperyalizm öğesini görmezden gelmez. Akif’in emperyalizmin ve her türlü kötülüğün nedenini önce insanın kendisinde araması gerektiği gerçeği oldukça dikkate şayandır:

Eğer vücudunu bir parçacık gözetseydin;

Eğer taharet-i vicdana dikkat etseydin;

Bu hâle gelmeye kalmazdı orta yerde sebep.

Batak da, bit de o murdar ataletinden hep! 222

Onun bu konuda altını çizdiği bir diğer husus da emperyalist Batı’nın halkları zayıf düşürmek için elinden geleni yaptığı gerçeğidir:

“Avrupalılar, zapt etmeyi kararlaştırdıkları memleketin ahalisi arasına önce tefrika sokarlar, senelerce milleti birbiriyle boğuştururlar. Sersem ahali bu suretle yorgun düştükten sonra, gelip çullanırlar. Bu gün de işte bize karşı aynı siyaset kullanıldı. Zaten her yerdeki siyasetleri budur. Hindistan’da, daha evvel Endülüs’te,

221 A.g.e., s.266.

222 A.g.e., s.261.

125 sonraları Cezayir’de, İran’da hep böyle yaptılar. Takip ettikleri siyaset, hep aynı siyasettir; değişmez.”223

Tüm bunlardan yola çıkarak söylenebilir ki Akif, Batı uygarlığının bir medeniyet-i fâzıla ve medeniyet-i insanîyye olmadığı kanaatindedir:

“Avrupa medeniyeti, bir medeniyet-i fâzıla, bir medeniyet-i hakikiye-i insanîyye değildir. Fakat ne yapılır? Önünde durulamaz. Makine kesilmiş herifler: Uğraşıyorlar, çabalıyorlar, maddi namütenahi terakkiye mazhar oluyorlar. Sonra da gelip bizi eziyor ve parçalıyorlar.”224

Akif, bu yüzden de gerektiği zaman, Batı’yla işbirliği yapılabileceğini, ancak bunu yaparken, çok uyanık olmak gerektiğini, dinî, siyasî, ekonomik vb. çıkarlarımızı gözetmek gerektiğini, onların hep kendi çıkarlarının peşinde olduğu gerçeğini asla göz ardı etmemenin vacipliğini vurgular.

Akif’in eserlerini incelediğimizde onun, geçmişinde parlak bir uygarlık yaratmış olan Doğu’nun içine düştüğü durum ve kurtuluş için sunduğu önerilerin oldukça anlamlı ve bugünün Doğu insanına hâlâ önemli mesajlar verecek nitelikte olduğu sonucuna varıyoruz:

“Bu heriflere karşı olan duygumuzu, hiçbir vakit onların ilimlerine, sanatlarına sıçratmamalıyız. Çünkü medeniyetin bu kısımlarında onlara uymazsak yaşamamıza, milletimizi yaşatmamıza imkân yoktur. Biz Müslümanlar bin tarihinden itibaren çalışmayı bıraktık. Atâlete, ahlaksızlığa döküldük. Avrupalılar ise gözlerini açtılar, alabildiğine terakki ettiler. Görüyorsunuz ki, denizlerin dibinde gemi yüzdürüyorlar.

Havlarda ordular dolaştırıyorlar. Mademki vatanın müdafası farz-ı ayındır; bu farzın mütevakkıf olduğu esbâbı elde etmek farz-ı ayındır. O hâlde onların kuvvet namına neleri varsa, hepsini elde etmek için çalışmak, hepimize farzı ayındır.”225

223 Ersoy, Mehmet Akif, Hutbe ve Mevâiz, Sırat-ı Müstakim, cilt: IX, no: 320, 1912.

224 Ersoy, Mehmet Akif, “Fatih Kürsüsünden Vaaz”, s. 296.

225 Mehmet Akif Ersoy, Nasrullah Kürsüsünden Türk Milletine Hitap, s. 309.

126 Azerbaycan’ın sınırlarını aşarak Hindistan, İran, Türkiye, Orta Asya ve birçok Şark ülkelerinde bilinen, okunan Sabir, Şark’ın Batı karşısındaki geriliğine her zaman üzülmüş, bu durumdan kurtulmanın yollarını aramış, zaman zaman ümitsizliğe düşmüştür:

Ne Şark olaydı, ne Egsayi-Şarg hem ne Japonya, Ne onların hüneri halka dersi-ibret olaydı!226

1905 yılında Rusya’nın ardından Türkiye, İran ve Çin’de başlayan inkılâplara büyük ümitle bakan Sabir, bu vesileyle Şark’ın artık Batı sömürgesinden kurtulup, gelişmiş uygarlıklar seviyesine yükseleceğine inanıyordu. Bu nedenle de özellikle Azerbaycan’ın sınır komşuları olan İran, Türkiye ve Rusya’daki özgürlük harekâtları onun eserlerinde kendine daha fazla yer bulmuştur.

Sabir de dönemindeki bazı aydınlar gibi memleketinin kurtuluşu için Batı’nın sahip olduğu teknoloji ile bilimden yararlanılması gerektiğini savunur. O, eserlerinde Batı medeniyeti ile Doğu medeniyetini karşılaştırır. Batı medeniyetinin bilim ve teknolojide elde ettiği başarılar karşısında Doğu medeniyetinin gerilemesi ve buna sebep olan unsurlar üzerinde durur:

Gerçi pervaz etti ayroplan dünen bir kuş gibi, Âlemi hayrette koydu ilmi irfan namına;

Leyk bizler tek, hâlâ kadir değildir uçmaya, Reht-i hab içre yatarken hüri kılman namına…227

Mirze Elekber’in Hophopname’de çeşitli vesilelerle tanıtmaya çalıştığı Batı medeniyetinin iki yüzü vardır. Birinci yüzü, Doğu ülkelerine uyguladığı sömürgeci politikasını, ikinci yüzü ise bilim ve teknolojide elde ettiği başarıları yansıtmaktadır.

Batı medeniyetinin birinci yüzü oldukça acımasızdır. Batı ülkeleri, Doğu dünyasında

226 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, I Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.205.

227 A.g.e., s.306.

127 ayrılık tohumları ekmekte, bunun sonucunda ortaya çıkan tefrika ve kargaşadan yararlanarak bu ülkeleri birer birer yutmaktadır:

Bir tuhaf çalgı ile oynatıyor Avrupalı Şimdi yunanlı ile bir sürü Osmanlıları.228

Mirze Elekber, Doğu’nun Batı karşısında geri kalmışlığından söz ederken, onun gelişmesini engelleyen etkenler üzerinde de durur. Bu etkenlerden biri eğer Batı’nın yürüttüğü sömürgeci, tefrikacı siyaset ise, diğer önemli etken dini yanlış ve kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayarak, halkı yanlış yönlendiren din adamlarıdır. Böyle bir din yorumunun mevcudiyeti ise geniş bir kesimi oluşturan orta ve alt tabakada yer alan inananları pasifliğe itmekte, kendileri hiçbir şey yapmadan her şeyi Allah’tan beklemelerine sebep olmaktadır:

Koy komşuların alsın ele cümle silahı, Salsın seni davaya eğer kahi-nekahi, Sen dinme ve terpenme, kabul etme günahı, Lanet eyle kalbinde yürekten, getir ahı, Bizler neciyiz, koy özü hüküm etsin İlâhî!

Sal başını aşağı ve hiç bakma yukarı, Lal ol ve danışma!

Ey dil, dehi dinme ve sükût et, seni tari, Mal ol ve danışma!229

Sabir, Müslümanların dünyaya karşı pasif tutumlarını, gaflet içerisinde yaşadıklarını ve talihlerine teslim olduklarını, “Terpenme, Amandır, Bala, Gafletten Ayılma” şiiriyle dile getirmeye devam etmektedir:

Terpenme, amandır, bala, gafletten ayılma!

Açma gözünü, habi cehaletten ayılma!

228 A.g.e., s.287.

229 A.g.e., s.102.

128 Laylay, bala, laylay!

Yat, kal dala, laylay!

Açsan gözünü rencü meşakkat göreceksen, Millette gam, ümmette küduret göreceksen, Kıldıkça nazar millete hayret göreceksen, Çek başına yorganını, nikbetten ayılma!230

Sanatçı, Doğu insanının, Müslüman halkın bilime karşı düşmanca tutum ve tavır takınmasında, bilgisiz ve geleneğe bilinçsiz bağlı din adamlarını sorumlu tutmaktadır.

Bu yüzden de özellikle liyakatsiz ve ilimsiz din adamlarının toplumda sebep oldukları negatif fonksiyonları şiirlerinde sıralamaktan geri kalmamaktadır. Batı’daki insanlar, misyonerler dahi hedeflerine ulaşmak için ilmî ve bilimsel faaliyetlere rağbet ederken, Müslümanların ve onları aydınlatma fonksiyonunu yerine getirmesi beklenen din düşünürlerinin bu bilimlerin tahsilini dinadına haram ilan ederek rağbet etmemelerinin ve engel olmalarının yanlışlığını göstermeye çalışmıştır:

Misyonerler bu güzel emre ederken ikdam Biz niçin lal oturup eylemeyek bahse devam Hâşâ bu ilimlerin biz ulemayı İslam

Etmişiz bir kere tahsilini İslam’a haram, Bunları bilmez iken biz, niye evladı-avam Okuyup, âdem olup, eylesin ağazi kelâm?231

Din ulemasını eleştirmeye devam eden Sabir, minberde vaaz edenlerin, Müslümanların olaylar karşısında tepkisiz kalmalarına, bilimsel faaliyetlerden uzak durmalarına sebep teşkil ettikleri görüşünü savunmaktadır:

Dindirir asır bizi, dinmeyiriz,

230 A.g.e., s.53.

231 A.g.e., s.252.

129 Açılan toplara tiksinmeyiriz.

Ecnebi seyre balonlarla çıkır, Biz hâlâ otomobil binmeyiriz . Kuş gibi gökte uçar yerdekiler, Bizi gömdü yere minberdekiler.232

Örnekten de gördüğümüz üzere Batı’da ardı ardına buluşlar yapılmakta, bilim ve

Örnekten de gördüğümüz üzere Batı’da ardı ardına buluşlar yapılmakta, bilim ve