• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: ESERLERİNİN İNCELENMESİ

2.1. SAFAHAT VE HOPHOPNAME’NİN GENEL TANITIMI 1.Safahat Hakkında 1.Safahat Hakkında

2.2.6. Sosyal Adaletsizlik-Yoksulluk

Mehmet Akif, eserlerinde ele aldığı konuları işlerken dönemini gerçek yaşamın içinden alınmış tasvirlerle yansıtır. Bu eserlerde farklı sorunlar konu edilirken sık sık geçim sıkıntısı çeken, yoksullukla mücadele eden kahramanlarla karşılaşmamız hiç de tesadüfî değildir. Safahat’a bakıldığında yoksulluk ve geçim derdini tasvir eden mısralar hem sayı hem de özellikleri bakımından dikkat çekicidir. Çünkü buradaki kahramanların büyük çoğunluğunu yoksullar oluşturmaktadır. Örnek olarak “Küfe”de Hasan ve annesi, “Hasta”da hasta çocuk, “Seyfi Baba”da Seyfi Baba ile oğlu, “Yemişçi İhtiyar”da elinde terazisi, sırtında küfesi sokak sokak dolaşarak meyve satan ihtiyar adam, “Kör Neyzen”de ney üfleyerek dilencilik yapan ihtiyar adam, “Meyhane”de

175 A.g.e., s.271.

92 çamaşır yıkayarak geçimini sağlayan kadın gibi kahramanlar o dönem toplumunda büyük zorluklarla hayatta kalmaya çalışan bir kısım insanların zorlu yaşam şartlarını görmemize yardımcı oluyor. Hayatlarını çok zor şartlar altında sürdürmekte olan ve daha çok çocuk, kadın ve yaşlılar arasından seçilmiş olan bu kahramanlar, aslında toplumun sahip çıkmadığı, korunmaya muhtaç insanlardır. Aşağıda Safahat’tan aldığımızı bazı örneklere bakarak Akif’in yoksulluk konusunu nasıl işlediğini daha net görebiliriz.

“Meyhane”de bu mekân, sadece içinde değil, dışında bile aşağılık rüzgârların estiği bir yer olarak tasvir edilir. İyilik ve yüceliğin asla yer almadığı bu ortamın müdavimleri hem maddi hem manevi yönden sefil insanlardır. Ailelerini bile ihmal eden bu işsiz-güçsüz, amaçsız insanları ne geçmiş ne de gelecek ilgilendirmektedir.

Meyhane denen bu köhne mekân, ailenin yıkılmasına neden olur. Şiirde bahsi geçen bir aile reisi de buranın müdavimlerindendir. O, içki içen, kumar oynayan, yoksulluk içerisinde perişan hâlde olan ailesini tamamen unutmuş birisidir. Yoksulluktan çaresiz kalan karısı, bu adamı evine döndürmek için toplumun bütün değerlerince kendisine yasaklanmış olan bu sefil ortama gelmek zorunda kalır ve oradakilere ailesinin kötü koşullardaki durumunu anlatarak kendisine yardım edileceğini bekler. Fakat oradaki muhtemelen kendi aileleri de benzer koşullar içinde olan sefil insanlar, kadına yardım etmek yerine, onu çalçenelikle suçlarlar. Zaten bilincini ve ruhunu yitirmiş olan koca, oradakilerin tahriklerine kapılarak karısını aşağılar ve boşar.

Akif, Şark milletlerinin en büyük düşmanının cehalet olduğunu belirtir ve bu cehaleti onların yüz karası ve fakirliğinin de sebebi olarak görür. Bu yüzden de cehaletin bataklığı olarak gördüğü mahalle kahvelerinin ısrarla kapatılmasını ister. Bu şiirde, yoksulluğun gerçekçi tasvirlerle anlatımının yanı sıra “aile kutsaldır, saygı gösterilip korunmalıdır ve meyhane, ailenin düşmanıdır” düşüncelerine de dikkat çekilmiştir.

93 Mehmet Akif, “Seyfi Baba” şiirinde yoksul sokakları, birbirine yaslanarak güçlükle ayakta kalabilen ahşap evleri, ibadetten başka işleri olmaması gerekirken hayat şartları sebebiyle çalışmak zorunda bırakılmış, kapılarını pek az kişinin çaldığı yaşlıları tasvir etmiştir. Bu şiirde anlatıcı durumunda olan şairin, sokakları tasviri bile, yoksul, bakımsız, hizmet götürülmemiş sokaklar üzerinden insana götüren bir hakikati imler:

Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde;

Boşanan yağmur iliklerde, çamur ta belde.

Hani, çoktan gömülen kaldırımın, hortlayarak,

“Gel!” diyen taşları kurtarmasa, insan batacak.

Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine, Boğuyordum müteveffayı bütün aferine.

Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek, Düştü artık bize göllerde pekâlâ yüzmek!

Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim, Çifte sandal, yüzüyorduk, o yüzer, ben yüzerim!176

İstanbul’un yağmur sonrası âdeta denize dönmüş fakir bir semtinde Seyfi Baba’nın evine feneriyle yüzerek gitmekte olduğunu tasvir eden şair, fenerinin ışığını tuttuğu “fakirlik”i büyük bir gerçeklikle tasvir eder:

Kâh olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara;

(…)Kâh bir ma’bed-i fersûdenin üstünden aşar;

Vakt olur pek sapa yerlerde, bakarsın, dolaşır;

Sonra en korkulu eşhâsa çekinmez, sataşır;

Gecenin sütre-i yeldâsını çekmiş, üryan, Sokulup bir saçağın altına güya uyuyan Hânüman yoksulu binlerce sefilân-ı beşer;

176 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Hece Yayınları, Ankara, 1991, s.75.

94 Sesi dinmiş yuvalar, hâke serilmiş evler

Kocasından boşanan bir sürü bîçare karı;177

Burada fakirlik manzarasının tasviriyle birlikte, devletin yoksun olduğu cemiyette milletin yoksul olacağına da işaret edilir.

Yaşlı, yoksul Seyfi Baba’ya yardım etme çabasının anlatıldığı “Seyfi Baba”da önce İstanbul’un çamurlu, bakımsız bir sokağından geçilerek nihayet Seyfi Baba’nın evine ulaşılır. İhtiyarın iş arayan, sefil yaşantısı olan oğlu evde değildir. Bir komşusu ise bir ara ona bakmaya gelmiş ve ıhlamur bırakmıştır. Bakıma muhtaç durumda, evde yapayalnız kalan bu adamcağız, para kazanmak için dam aktardığı sırada üşütüp hastalanmıştır. Şair, gece onun yanında kalır, gece boyunca ona bakar ve iyileştirmeye çalışır. Sabah buradan ayrılmadan, para yardımı yapmak için kendi para kesesini açtığında bir onluğunun bile olmadığını görür ve ağzından “Ya hamiyetsiz olaydım ya param olsa idi.”- sözleri dökülür. Akif, şiirde yoksulluk temasının yanında, toplumsal yaşamda yaşlılara sahip çıkılması gerektiği düşüncesine de vurgu yapmaktadır.

“Hasta”da olay, Halkalı Ziraat Mektebi’nde geçmektedir. Şiirde yatılı okuyan, kimsesiz, yoksul bir gencin veremden, çevresindekilerin duyarsızlığından, sevgisizliğinden çektikleri ve bu ağır yaşamın onun dış görünüşü üzerindeki etkileri birlikte anlatılır:

Bir uzun boylu çocuk... Lâkin o bir levha idi!

Öyle bir levha-i rikkat ki unutmam ebedi, Rengi uçmuş yüzünün, gözleri çökmüş içeri.

Elmacıklar iki baştan çıkıvermiş ileri.

O şakaklar göçerek cepheyi yandan sıkmış;

Fırlamış alnı, damarlarla beraber çıkmış, Betbeniz kül gibi olmuş uçarak nur-i şebab;

177 A.g.e., s.76.

95 O yanaklar iki solgun güle dönmüş, bitab!

O dudaklar morarıp kavlamış artık derisi;

Uzamış saç gibi kirpiklerinin her birisi!

Kafa yük gibi kesilip boynuna, çökmüş bağrı;

İki değnek gibi yükselmiş omuzlar yukarı.178

Okul idaresi, bu hasta genci üzmeden okuldan göndermek ister. Hem gidecek bir yeri olmayan, hem de doktorun teşhisine göre üç dört günlük ömrü kalan genç, bu koşullarda okuldan ayrılmak zorunda kalır. O, arabacıdan kendisini İstanbul’un ücra bir köşesine götürmesini ister ve bir şilte üzerine uzanıp ölmeyi hayal eder.

Akif, derin bir acıma hissi ile hayat mücadelelerini anlattığı bu insanlara toplumun sahip çıkmamasını dolaylı yoldan tenkit eder. “Köse İmam”da sanatçı, kimlere çok acıdığını ve onlar için toplumdan neler beklediğini şu şekilde ifade eder:

Üç sınıf halka içim parçalanır, hem ne kadar!

İhtiyarlar, karılar, bir de küçükler; bunlar Merhamet görmeli, yüz görmeli insanlardan;

Yoksa insanlığı bilmem nasıl anlar insan!179

Mehmet Akif, cehalet, eğitimsizlik, toplumdaki eşitsizlik gibi sebeplerin yanı sıra savaşın sebep olduğu yoksulluk üzerinde de durur. Safahat’ta 1912-1922 yılları arasında yazılmış olan, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı’nın doğurduğu acıların dile getirildiği “Hakkın Sesleri”, “Hatıralar”, “Asım” ve “Gölgeler”de tasvir edilen manzaraların, cereyan eden olayların esas kahramanı, yoksul halktır.

“Asım”da Türk köylüsünün ve köyünün cahillik, fakirlik ve ilgisizlik yüzünden düştüğü trajik durum ve tasvirler Köse İmam tarafından anlatılmaktadır. Köylünün ve köyün içler acısı durumu, I. Dünya Savaşı yıllarının sosyal ve ekonomik yönden oluşturduğu yıkım bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilir. Görünen trajik tablo

178 A.g.e., s.26-27.

179 A.g.e., s.130.

96 karşısında Köse İmam, âdeta yaşamaktan bezer ve bu manzaraları görmektense ölmeyi daha üstün tutan bir duygu içine girer.

Hocazade, bir düğün ziyareti münasebetiyle gittiği bir köyü, köyde gördüğü insanları ve tabiatı tasvir eden bir hikâye anlatır. Hikâyede anlatılan tabiat ve coğrafyanın bakımsız, verimsiz hâli ile köylünün hastalıklı, zayıf, yaşama azmini yitirmiş görünümleri birbiriyle özdeşleşmekte, bu ise Akif’in fikirlerini sarsmaya yetmektedir:

Sıtmadan boynu bükülmüş de o dimdik Türk’ün, Düşünüp durmada öksüz gibi küskün küskün.

Gövde teşrihlere dönmüş, bacaklar değnek, Daha yaş yirmi iken eller, ayaklar titrek.

Öyle seksenlik adamlar aramak pek yanlış;

Kırk onun ömrüne son merhale olmuş kalmış.

Değişik sanki arslan gibi ırkın torunu!

Bense İslam’ın o gürbüz, civan unsurunu.

Kocamaz derdim, asırlarca sorulsaydı eğer!

Ne çabuk elden ayaktan düşecekmiş meğer!...180

Akif, Anadolu’daki ıssızlık, viranlık, boşluk gibi insana gurbette olduğu hissini veren manzaraları verirken, memleketin bu hâlini son demlerini yaşayan bir insana benzeterek anlatmaktadır. Bu duygular karşısında ise yalnız Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, Orhan Gazi, Yavuz Selim, Yıldırım Beyazıt gibi Osmanlı padişahlarını ve o devrin fetih havasını hatırlayarak duyduğu acıyı gidermeye çalışır. O, şiirlerinde savaşın yol açtığı yıkımı bir taraftan Allah’ın Müslümanlara verdiği bir ceza olarak görürken, diğer taraftan bunda Müslümanların da suçlu oldukları düşüncesini savunur. Ona göre

180 A.g.e., s.362-363.

97 yoksulluk, savaş ve diğer tüm sıkıntıların sebebi, Müslümanların bilgisizliği, azimsizliği, ümitsizliği, uyuşmuşluğu ve tembelliğidir.

Biliyoruz ki Akif, olaylar sonrasında ümitsizliğe düşerek hayata karşı kayıtsız kalınmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Bu nedenle de köyün ve köylünün içler acısı hâli, sefaleti canlı tablolar hâlinde anlatıldıktan sonra, köy ve köylünün eski mutlu günleri de hatırlanır. Bu hatırlama, insanlara sadece olumsuzlukları gösterip onları ümitsizliğe sevk etmek yerine, olması gerekenleri de kendilerine gösterebilmek amacıyla yapılır.

Ümitsizliğin yerine ümidin hâkim kılındığı bölümde, okuyucuya nasıl bir köy, köylü ve toplum modeli hedeflendiği gösterilmiştir.

Akif’in hedeflediği köyde bereketli tarlalar, çok sayıda hayvanlar ve sağlıklı çocuklardan bahsedilir. Burada insanlar büyük küçük demeden gündüzleri çalışmakta, akşam olunca ezan sesiyle cemaat oluşturup namaza durmaktadırlar:

Gündüzün kimse görünmez: kadın erkek çalışır;

Varsa meydanda gezen tostopaç oğlanlardır.

Akşam olmaz mı, fakat toplar ahaliyi ezan, Son cemaat yeri hatta adam almaz bazan, Güneş afaka henüz arz-ı ved etmişken, Yükselir Kâbe’ye doğrulmuş alınlar yerden.

Önce bir dalgalanır, sonra eder hepsi karar;

Örülür enli omuzlarla birer canlı hisar.

Bu yaman safların ahengi hakikat müthiş:

Sanki yalçın kayalar yan yana perçinlenmiş, Öyle bir cephe kesilmiş ki: müselsel iman;

Hangi imana dokunsan taşacak itminan.

Ah o yekparelik eyyamı hayal oldu bugün;

98 Milletin hâlini gör, sonra da maziyi düşün.181

Mehmet Akif Ersoy, şiirlerine cemiyetin sosyal yaşamını, eğilimlerini, alışkanlıklarını, yoksulluklarını konu alarak okuyucunun toplumsal vicdanına seslenmeye, ideal insanı betimlemeye, İslamcılık düşüncesine dikkat çekmeye çalışmıştır. O, eksik yönlerden bahsederken devletin zaafa düşmesiyle milletin de perişan olacağına dair tarihsel dersi hatırlatmış, tarihe, topluma, İslam dünyasının o günlerde içinde bulunduğu çaresizliğe işaret ederek herkesi birliğe çağırmış ve bu yolla bir “millî tarih şuuru oluşturmak” için tasviri kullanmıştır.

Mirze Elekber’in de içinde bulunduğu toplum, eğitimsizlik içinde, yeniliye kapalı, dinî bilgiden yoksun mollaların çoğunlukta olduğu, toplumu gerçek manâda aydınlatmaya çalışan aydınların ise neredeyse dışlandığı, zenginlerin yoksullara ilgisiz kaldığı, köylülerin ağaları, işçilerin ise işverenleri tarafından ezildiği yaşam tarzı şekline sahip bir cemiyet olarak özetlenebilir. Toplumun sahip olduğu bu eksiklikler, Hophopname’de ayrı ayrılıkta ele alınmıştır.

Sabir, yoksulluk konusundan bahsederken en başta dinin insanlar tarafından yanlış anlaşılması ve bilgisiz mollaların İslam’ı işlerine geldiği gibi kullanması gerçeğine yönelir. Biliyoruz ki dinî bayramlar, sosyal yardımlaşma ve bütünleşme açısından duygu, tutum ve davranışların en çok öne çıktığı anlar olup, toplumsal hayatın diğer unsurlarına çeşitli düzeylerde etki eden önemli noktaları oluştururlar. Fakat bu kutlamalarla ilgili farklı zaman dilimlerinde toplumlarda zayıflamalara veya sapmalara rastlanabilmektedir. Şair de bayramların bu hususta arzu edilen manada hakiki fonksiyonlarından uzaklaştığını, zengin tabaka ile fakir tabaka arasında bir uyuşmazlık ve çatışmanın mevcudiyetini dile getirdiği şiirinde, molla ve zenginlerin sadece para

181 A.g.e., s.366.

99 kazandıkları için sevindiklerini ama bayramda çocuklarının karşısına çıktıklarında sevinemeyen, mahcup olan, sıkıntı çeken, üzülen fakirlerin de olduğunu belirtir:

Ey döken mollaların kamına şerbet, novruz!

Eğniyalarla kuran meclisi-işret, novruz!

Sende herkes sevinir, bes niye ancak fukara Çekir evladını görünce hecalet, novruz?! 182

Müslüman toplumlarda insanların yaşamına hareketlilik ve neşe getiren bayram hazırlıkları ve alış-verişler, genelde bayram öncesinde yapılmakta, bayram günlerinde ise akrabalar, komşular ve dostlar ziyaret edilmektedir. Fakat şair, mevzu bahis dönemde Ramazan Bayramı’nın bu esas işlev ve anlamın dışına çıkıldığına dikkat çekmeye çalışır:

Bakülü diyor ki:

Ramazan eydinin icrasını herçend bize Hezeratı-ulema birce gün ilan etti;

Biz o bir günde de açtık dükkân, aldık, sattık, Ancak onlar kara mahlûk ile bayram etti.183

Burada ulemanın Ramazan Bayramı’nı bir gün ilan ettiğinden, bu bir günü de esnaf ve halkın ticaret ve alış verişle geçirerek bayramı toplumsal yaşamda esas fonksiyonundan uzaklaştırdığından bahsedilmektedir. Oysaki dinin gereğince Müslümanların yakın çevresiyle ilişki kurması, çevresinde olup bitenlere kayıtsız kalmaması ve fakir fukaranın hâlini bizzat hissetmesi gerekmektedir. Sabir de insanların bu prensipleri unuttuklarını, bir tek kendilerine bu hassasiyeti daha yoğun hatırlatan Ramazan ayında yardım ve ziyaretleri hatırladıklarını, ama bunda da pek samimi olmadıklarını dile getirir:

Bu sebepten bir ili biz de iki pay ederik:

182 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, II Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.35.

183 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, I Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.303.

100 Bir payı on bir, ikinci payı bir ay ederik,

On bir ay nale çekip, ağlayıp ah-vay ederik, Bir ayı leblebi-kişmiş yiyip ohgay ederik, Çünkü bu eyd biz İslam’da azamdır, emu!

Şiveyi-mezhebi-Zerdüst, eseri-Cemdir, emu!

Bu bir ayda giyinip sallanırık behcet ile Elli elli olarak ev gezeriz işret ile Gireriz her eve, her menzile cemiyet ile İçeriz çay, yeriz hil noğulu lezzet ile

Çok da ev sahibinin iş-gücü dirhemdir, emu!

Eydde borç eylemek debi müsellemdir, emu! 184

Bu şiirde Müslümanların yılın on iki ayından on birini yoksulluk, sıkıntı ve ihtiyaç içinde feryat ederek geçirdikleri, sadece Ramazan ayında giyinip eğlendikleri, ziyarette bulunup yiyip-içtikleri, ancak ziyaret ettikleri yoksul ev sahiplerinin ikramlarını borç yaparak temin edebildikleri için o esnada bile borç hesaplamakla meşgul oldukları ve ne yazık ki zenginlerin bu durumu pek umursamadıkları anlatılır.

Ekonomik bakımdan toplumun üst tabakasında yer alan varlıklı insanların ihtiyaç sahiplerine yardım konusundaki tutum ve davranışlarını şair, “Mahi Ramazandır” şiirinde daha açık biçimde ortaya koymaktadır:

Sabr eyle hele, yağlı karınlar dolar ise, Dövrede pilav kalmaya imkân olur ise, Ger sür-sümüğünden bu taamın kalır ise, Bir şey yetişir hem sana kısmet olur ise, Şimdi helelik sofra da, kazan da bizimdir!

Şerbet de bizim, kâse de, fincan da bizimdir!

184 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, II Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.36.

101 Sen her kapıda bin kere yahu da dersin,

Bir köhne libas olmasa, cecim de giyersin, Bir paslı çörek düşse yavansız da yeyersin, Ger düşmese, aç kalmayı da meşk eyleyersin, Biz muhteremiz, nimeti-elvan da bizimdir!

Kaymak da bizim, kahve de, galyan da bizimdir!185

Burada zenginlerin yoksullara sabrı tavsiye ettiklerini, onları hor gördüklerini, şayet kendi varlıklı sofra arkadaşlarından geriye arta bir şeyler kalırsa onlara nasip olacağını, eski elbiseler giymelerini, o da yoksa kilim benzeri şeylerle örtünebileceklerini ve kuru ekmeği yavan şekilde de olsa yiyebileceklerini düşündüklerini görüyoruz. Kendilerini muhterem olarak gören bu zatlara göre şan-şöhret, kaynayan kazan, mükellef sofralar, çeşitli nimetler sadece kendilerine aittir.

Durumu özetleyecek olursak zengin insanlar topluma karşı olan sorumluluklarını yerine getirmemekte ve toplumsal dayanışma, kardeşlik ve bütünleşme konusunda işlevsiz kalmaktadırlar. Oysaki bu durumun tersi yaşanmakta olsa insanlar arasında da her zaman mutluluk, sevinç hâkim olurdu:

Olsaydı sefa zümreyi-irfan arasında, Kalsaydı vefadan eser eyan arasında, Dursaydı sadakat bey ile han arasında, Kalmazdı keder zerrece insan arasında!186

Toplumdaki kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunun daha fazla yaşandığı günlerden bir diğeri Kurban Bayramı’dır. Bu günün özellikle ihtiyaç sahibi kimselerin toplum tarafından unutulmadıklarının onlara hissettirilmesi ve sosyal yaşamlarını idame ettirmelerine katkı sağlayarak topluma kazandırılması gibi pek çok açıdan sosyal işlevi bulunmaktadır. Fakat Sabir, hiciv üslubuyla döneminin zengin Müslümanlarının dinî

185 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, I Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.192.

186 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, II Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.57.

102 öğretilerin tersine davrandıklarını, İslam’da inananların Allah için kestikleri kurbanları ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaları istense de buna uymadıklarını belirtir:

Bayram olcak şevketliler, şanlılar, Devletliler, pullular, milyonlular, Tirboyunlar, şişkarınlar, canlılar Kurban kesir Helilüllah aşkına, Fakir-fükur gezir Allah aşkına.

İki komşu birbirinin milleti, Her ikisi bir peygamber ümmeti Biri kesir kurban, pişirir eti, Bayram edir Helilüllah aşkına, O biri de bakır Allah aşkına.

Görür müsün bizim Hacı Pirini, Paylamıyor etin ondan birini, Komşu sorur parmağının kirini, Hacı yiyor Helilüllah aşkına, Yatır, şişir, köpür Allah aşkına.187

Bazı mısralarını örnek verdiğimiz bu şiirinde, zengin ve varlıklı kimselerin, şöhret ve itibar sahibi kişilerin, hep kendilerini düşünen, fakir fukarayı gözetmeyen, aynı millet ve dine mensup olmalarına rağmen Kurban Bayramı’nda ihtiyaç sahibi kimselerle kurbanlarını paylaşmayan toplum üyelerinin, yardımlaşma konusunda gerek insanî, gerekse dinî değerleri tamamen bir kenara bırakarak, paylaşma duygu ve

187 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, I Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.316.

103 tutumlarından yoksun kaldıklarının ve sonuç olarak yoksulların Kurban Bayramı’nda dahi yine et yiyemediklerinin tasviri verilmiştir.

Sabir, yaşadığı toplum içerisinde zenginle yoksul arasında uçurum oluşmasının bir diğer sebebinin de insanların, menfaat ve paralarını imandan ve dinî değerlerden daha önemli gördüklerinden kaynaklandığını ifade etmektedir:

Pulu ancak yakışır çinleyesin senduke, Ne ki, harç eyleyesin millete, dindaşa, ete!

Öyle zehlem gedir, Allah da bilir, milletten, Oluram süst adı gelcek, dönürem taşa, ete!

Adı puldursa pulun, leyk özü can yongarıdır, Vermek olmur kohuma, komşuya, kardeşe, ete!

Vererem dinimi, imanımı, amma pulumu Vermerem “Behlül” ağa, rahatol, aşa, ete!188

Gördüğümüz gibi sahip olduğu maddi varlığını paylaşmaktansa dinini satmayı daha üstün tutan bazı zengin ama cimri kişiler için yoksullara yardım etmek, onlarla paralarını, mallarını paylaşmak söz konusu bile değildir. Servet sahipleri, devletin dahi sahip çıkmadığı yoksulların, onlar gibi temiz elbiseleri olmadığı ve sadece eski bir çuha veya cüppe giydikleri, onlara itibar sağlayacak servet, şal, elbise gibi eşyalara sahip olmadıkları için bu ihtiyaç sahiplerine tepeden bakmakta, kendi sosyal çevreleriyle ilişki içinde bulunmalarını istememektedirler:

Aldanma, fakirin olamaz aklı, zekâsı, Çün yoktur onun sen gibi pakize libası, Yok serveti, yok devleti, yok şalı, abası, Var köhne çuhası, dehi bir tekçe kebası;

188 A.g.e., s.127.

104 Bu çarkıfelek tersine devran edir imdi,

Fele de özün dâhilî insan edir imdi.189

Bu örneğe göre, insana yüksek itibar kazandıran şeyleri, para ve servetin dışında düşünememe alışkanlığı yaygın olan söz konusu toplumda parasal başarı, mevcut kültür tarafından belirlenmiş amaç olarak algılandığı için alt tabakada yer alan insanların bu başarıyı yakalama yolunda uyumsuzluk içinde bulunduklarından söz edilebilir.

Ayrıca serveti sayesinde büyük nüfuz sahibi olan üst tabakadaki insanlar, kendilerini paradan daha başka şeylerle kabul ettirmeye çalışarak daha aşağıdakileri kendi aralarına girmekten men etmek için kapalı bir zümre teşkil etmeye çalışmış, kendi özelliklerini sonradan başkalarının kazanamayacağı şeyler gibi göstermişlerdir. Mirze Elekber, benzer hususları ele aldığı şiirinde zenginin zengine olan tavsiyesini dile

Ayrıca serveti sayesinde büyük nüfuz sahibi olan üst tabakadaki insanlar, kendilerini paradan daha başka şeylerle kabul ettirmeye çalışarak daha aşağıdakileri kendi aralarına girmekten men etmek için kapalı bir zümre teşkil etmeye çalışmış, kendi özelliklerini sonradan başkalarının kazanamayacağı şeyler gibi göstermişlerdir. Mirze Elekber, benzer hususları ele aldığı şiirinde zenginin zengine olan tavsiyesini dile