• Sonuç bulunamadı

DEĞERLENDİRİLEBİLECEK DİDAKTİK/ÖĞRETİCİ ŞİİRLERİ

Bireyin, ana dilini edinme ve geliştirme sürecinin doğrudan doğruya o dilin edebiyatı ile bağlantılı olduğunu göz önünde bulundurursak, nitelikli edebiyat ürünlerinin de çocuklarla erken bir dönemde tanıştırılması gerektiğini söylemek gerekir.

Toplumsal yapının temel öğelerinden olan çocuğun ruhsal yönden gelişmesinde, eleştiri yeteneğini kazanmasında, ahlakî değerleri benimsemesinde, zihninde iyi kötü ayrımının belirmesinde ve estetik güzellik arayışı noktasında edebiyat, çocuklara yol gösterici olabilmektedir.289

Bu bakımdan hem Türkiye hem de Azerbaycan edebiyatında birçok seçkin ve değerli eser bulunmaktadır. Bu seçkin eserler arasında yer almakta olan ve burada örnekler vererek bahsedeceğimiz Safahat ve Hophopname’nin yetişkin edebiyatının bir parçası olmasına rağmen çocuk edebiyatı sahasında da yararlanılması gereken bir kaynak olduğunu baştan belirtmemiz faydalı olur.

Safahat’ı incelediğimizde Akif’in çocuk psikolojisini ne kadar iyi bildiğini, çocuklara ne kadar değer verdiğini gösteren birçok şiirle karşılaşırız. O, çocukları konu edindiği şiirlerinin yanı sıra millî, ahlakî, kültürel ve evrensel değerlerin ve eğitimin önemine vurgu yaptığı şiirlerinde de aslında çocuklara yönelik önerilerde bulunmaktadır.

Mehmet Akif’in çocuklara karşı özel bir ilgi ve dikkatinin olduğunu onun Safahat isimli eserini, özel ders verdiği talebesine armağan etmiş olmasıyla bir kez daha anlamak mümkündür. Şöyle ki, birinci kitabın 1911’deki ilk baskısında birinci sayfada şu şekilde bir cümle yer almaktadır:

“Evladım Mehmed Ali’ye yadigâr-ı vedadımdır.”

289 Dilek Çetindaş, Safahat’ın Çocukları,1. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 2008, s.871-880.

157 Mehmet Akif’in çocuklarla ilgilenmesi, aslında onun ideali içindir. O, “Asım’ın nesli” dediği idealindeki gençliği hazırlamakla birlikte, cemiyetin geleceğini teminat altına almak için de ilk adım olarak çocukların düzgün yetiştirilmesinin vacipliğine her zaman dikkat çekmiştir. Üç sınıf halkla en başta da çocuklarla bu kadar yakın ilgili olmasının esas sebebini ise şair kendisi, insanlığı anlamanın yolunun çocuklara merhamet, sevgi göstermekten ve onlara yüz vermekten geçmesi olarak açıklıyor:

Üç sınıf halka içim parçalanır, hem ne kadar İhtiyarlar, karılar, bir de küçükler, bunlar Merhamet görmeli, yüz görmeli insanlardan;

Yoksa insanlığı bilmem nasıl anlar insan?290

Akif için ahlak her şeyden önce gelmektedir ve ahlaklı, faziletli nesillerin yetiştirilmesi en önemli meselelerdendir. O, bu husustaki düşüncelerini gelecek için ümit bağladığı modeli, ideal tipi Asım üzerinden ifade etmeye çalışmıştır. Şairin gelecek projesi, geleceğe dair önerdiği insan tipi olan Asım, babasının bir öğrencisi olan Köse İmam’ın oğlu olarak resmedilmiştir.

Nurettin Topçu, Mehmet Akif’in bu ideal kahramanıyla ilgili şunları söylemektedir: “Asım, Akif’in sanatında bir merhaledir. Onda birinci devrenin idealizmi yeni bir davayı doğruluyor. Sanatkâr devrini kurtaracak olan ideal genci sahneye çıkarıyor. Asım’ın şahane heykelini yapıyor. Hakikatte bu hayal ettiği kendi gençliğidir. Esasen Asım, şairin bulunduğu yaşın olgunluğu ile birleştirip yaptığı kendi gençlik heykelidir” 291

Toplumun bilim, eğitim ve erdemle yükseleceğine inanan Akif, şiirlerinde millî şuura sahip, vatanını seven, çağın bilimsel gelişmelerine ayak uydurabilen, aynı zamanda kendi değerlerini de özümsemiş ahlaklı nesillerin yetiştirilmesini arzu etmiş, Safahat’ta da bu değerlere geniş yer vermiştir. Değerler yönünden oldukça zengin olan

290 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Hece Yayınları, Ankara, 1991, s.130.

291 Nurettin Topçu, Mehmet Akif, Dergâh Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1998, s.68.

158 bu kitapda vatanseverlik, aile birliğine önem verme, çalışkanlık, estetik, duyarlılık, bağımsızlık, adil olma, dayanışma, özgürlük, sevgi, saygı, hoşgörü gibi birçok değerin işlenmiş olması çocuklar açısından oldukça önemlidir.

Mehmet Akif’in, özellikle çocuklara yönelik olarak kaleme almasa da şahıs kadrosunda karakter olarak çocuklara yer verdiği birçok şiiri bulunmaktadır. Onun

“Dirvas”, “Fatih Camii”, “Hürriyet”, “Âmin Alayı”, “Bayram”, “Küfe”, “Bebek”,

“Selma” ve “Mezarlık” gibi şiirlerinde esas kahramanlar çocuklardır. Hikâyelerinde Akif’in çocuklarla gençleri ayırmadığı, onları her daim yan yana düşündüğü dikkati çeker. Örneğin “Hasta” şiirinde kahraman olarak bir gençle karşılaşırız. Şaire göre insanlar çocuk yaşta şekillendiği için bu yaşta iyi yetişen çocuklar geleceğin toplumunu oluşturacaklardır.

Eskiden çocukların okula başladığı gün yapılan törene verilen ad olarak bilinen ve Akif’in de şiirinde kullandığı “Âmin Alayı”nda kahramanların çoğu çocuklardır.

Şiirde sokaklarda dolaşırken gördüğümüz elleri bayraklı bir grup çocuğun timsalinde onlar arasından çıkacak olan geleceğin ordusu, yöneticileri hayal edilir. Geleceğin sahibi olacak bu gençlik kervanının yolu ise asla kesilmemelidir.

Akif’in bazı şiirlerinde çarşıda, pazarda ve okulda alakasız kalan çocukların cemiyet hayatında ne gibi yaralar açabileceği, ne gibi sosyal çalkantılara zemin hazırlayacağı anlatılmaktadır. Çocukların okutulması gerektiğinin üzerinde durulduğu

“Küfe” adlı şiirde okula gitmeyi çok istemesine rağmen gidemeyip babadan kalma eski bir küfeyle çalışmak zorunda kalan on üç yaşındaki Hasan karakteriyle karşılaşıyoruz.

İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde yaşayan ve hamallık yapan babası ölmüş olan Hasan, Safahat’taki çocukların yaşça en büyüğüdür. Ne yazık ki babasının ölümüyle, daha o yaşında bir ailenin yükü onun üzerine kalmıştır. Komşunun gelini okumayı çok isteyen Hasan’ın zihninin açık olduğunu söyleyerek yatılı okullarda zabit olan dayısının aracılığıyla ona okuma hayalleri kurdurur:

159

“Hasan, dayım yatı mekteplerinde zabittir;

Senin de zihnin açık… Söylemiş olaydık bir…

Koyardı mektebe… Dur söyleyeyim” demişti hani?292

Fakat Hasan, gördüğü düşün güzelliklerini tanımadan uyandırılır ve babasının sekiz yıl yük taşıdığı küfesiyle karşı karşıya getirilir. Komşu gelinin dayısı olan zabit, onu mektebe koyacak ve o, okuyarak adam olacakken ahengin bozulmasıyla ezmek istediği küfeyi sırtına alarak çarşı pazar dolaşmaya başlamıştır. Hasan, sırtında küfe dolaşırken, yük taşıyabilmek için gelip geçenlerin gözünün içine bakmaktadır.

Annesinin ağzından söylenilen sözler ise onun düşlerini tamamiyle karabasana çevirmiştir:

“Onunla besleyeceksin ananla kardeşini.

Bebek misin daha öğrenmedin mi sen işini?”293

Akif, benimsediği sanat anlayışının ve mensubu olduğu toplumdaki sosyal geleneğin de etkisiyle kabuğuna çekilmek yerine sokakta karşılaştığı Hasan ile annesi arasındaki konuşmalara şahit olduğu zaman, ona öğüt vermekten kendisini alamaz:

“ -Hasan, dinle,

Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetinle.

Benim de yandı içim anlayınca derdinizi…

Fakat baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.

O bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni

Nasıl büyüttü? Bugün, sen de kendi kardeşini, Yetim bırakmayarak besleyip büyütmelisin.”294

Mehmet Akif’in “Küfe”de üzerinde durduğu çocukları üç grupta değerlendirebiliriz. Bunlardan ilki “Bizim çocuk yaramaz, evde dinlenip durmaz”

292 A.g.e., s.36.

293 A.g.e., s.36.

294 A.g.e., s.36.

160 denilen çocuklardır ki, bunlara bebekle oynayan Feride ile Cemile’yi, babasıyla camiye giderek hasırlar üzerinde yuvarlanan çocuk Akif’i ve benzerlerini örnek gösterebiliriz.

İkinci grupta, Hasan’ın perişan bir durumda yük dolu küfeyi taşımaya çalışırken, düşünü kurduğu okuldan çıkarak evlerine koşmakta olan cıvıl cıvıl çocuklar yer almaktadır:

Evet, bu yavruların hepsi, pür-şürud-ı şebab, Eder dururdu birer aşiyan-ı nura şitab Birazdan oynayacak bunların hepsi, ne iyi.295

“Küfe”de yer verilen çocuklardan üçüncüsü ise Safahat’ta en çok karşılaştığımız Hasan ve benzerleri olan öksüzler, yetimler, fakirler, zavallılar, küçük yaşlarda hayatın bütün ağırlığını omuzlarında taşıyanlardır ki Akif, onları “ayaklı sefalet”ler olarak niteler. O, bu çocuklarla ilgili duygu ve üzüntüsünü Hasan’ın içine yuvarlandığı son durumu karşısında söylediği mısralarla şu şekilde ifade eder:

O, yük değil, kaderin bir cezası ma’suma…

Yazık, günahı nedir, bilmeyen şu mahkuma!..296

“Fatih Kürsüsünde” adlı şiirde dinin insanları doğru yolda tutan, huzura götüren manevi bir güç olduğu ortaya koyulurken, bir diğer yandan da din adamının çocuklar karşısındaki sabır ve hoşgörüsünün dini sevdirme açısından önemine de vurgu yapılır.

Çocukların hastalanmasına, öksüz, yetim, aç kalmasına hiç tahammülü olmayan Akif, dört yaşında ölen hemşiresinin kızını anlattığı “Selma” manzumesinde bu duruma neredeyse isyan etmektedir. O, hastalığın çocuğu bırakmamasını bir zulüm olarak görür, buna dayanamaz, hatta kendisi o çocuğun yerine hasta olmak ister:

Ne zâlim illetmiş: Bir çocukla uğraşıyor…

O olmasaydı da ben keşke hasta olsaydım.

Şikayet olmasın amma tahammülüm bitti ...

295 A.g.e., s.38.

296 A.g.e., s.38.

161 Günaha girmedeyim durmuşum da bak şimdi! 297

Şairin yine çocuklara yer verdiği “Hürriyet” manzumesinde ise babaları Yemen’de kalan iki kardeşin vatan şarkısı okuyan çocuk alayına kavuşması ve farkında olmadan hürriyetin nasıl tadını çıkardıkları anlatılır. Burada bahsedilen hürriyet, 1908 meşrutiyetidir. Her tarafta çocukların koşuşmalarını gören iki kardeş yerlerinde duramaz, “Âbaba” dedikleri dedelerinden izin alarak ötekilere katılarak eğlencelerini sürdürürler. Beş ve altı yaşlarında küçüğü kız ve büyüğü oğlan olan bu iki çocuk,

“Yaşasın hürriyet!” çığlıklarıyla koşuşur, ellerindeki kocaman bayraklarla düşe kalka hürriyet sevincine katılırlar.

Mehmet Akif, “Koca karı ile Hz. Ömer” manzumesinde bir taraftan Halife Hz.

Ömer’in İslam cemiyetini gece-gündüz nasıl kolaçan ettiğini, nasıl adalet dağıttığını anlatırken, bir taraftan da açlık çeken çocukların durumundan bahseder. Bu durum karşısında Hz. Ömer’in aç kalan çocukları sevindirmek için nasıl sıkıntı çektiğini ve çocuklara üfleyerek nasıl yemek yedirdiğini dile getiren şair, dolayısıyla çocuklarla devletin en büyük makamındaki kimselerin bile nasıl ilgilenmesi gerektiğini de mesaj olarak iletmiş olur.

Toplumda anne ve babaların ideallerinin çatışmasından ve fikir ayrılığına düşmelerinden kaynaklı olarak ne yazık ki çocukların arada kaldıkları, kötü etkilenerek daima harap oldukları gerçeği de Akif’in dikkatinden kaçmamıştır. O, bu konuyla ilgili görüşlerini “Hüsran-ı Mübin” başlıklı kısa manzumesinde dile getirmiştir:

Başlattığı gün mektebe, duydum ki, diyordu, Rahmetli babam: “Âdem olur oğlum ilerde.”

Annemse, oturmuş, paşalıklar kuruyordu…

Âdemliği geçtik! Paşalık olsun, o nerde?

Âmâlı tezad üzre giderken ebeveynin,

297 A.g.e., s.65.

162 Hep böyle harab olmada etfal ara yerde!298

İçinde bulunduğu çağın gereği olarak oyun ve eğlenceyi çocuklarla birlikte hatırlayan Mehmet Akif’in çocukluk hatıralarına yer verdiği “Fatih Camii” ile kendi çocuklarının oyunlarını ve eğlencelerini anlattığı “Bebek yahut Hakkı-ı Karar” bu açıdan önemlidir.

Şairin yazdığı kısa mukaddimeyi saymazsak Safahat’ın birinci kitabı, “Fatih Camii” adlı şiirle başlar. Bir seher vaktinde Fatih Camii’nin ihtişamlı görünüşü şairi çocukluk yıllarına, sekizli yaşlarındayken bir gün babasının gece, kardeşiyle kendisini erkenden camiye götürmek istediği zamana götürür. O zaman babası onlara şöyle bir tembihte bulunmayı da ihmal etmez:

Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: "Bu gece, Sizinle camiye gitsek çocuklar erkence.

Giderseniz gelin amma namazda uslu durun;

Meramınız yaramazlıksa işte ev, oturun. 299

Babasının uslu durmak şartıyla camiye götürdüğü küçük Akif, çocukluğunu yaşamaktan geri kalmaz. Çünkü çocuk, namazı bitiren son söz olan “âmin” denene kadar kendi dünyasındadır. Akif, insanların camide namaza durmasından yararlanarak hasırlar üstünde koşar, oynar ve başındaki imamesi boncuklu püskülsüz fes yerinde duramaz, dağılan sarık gelişigüzel dolanır.

Mehmet Akif, burada çocukların henüz küçükken zaman zaman camilere götürülerek, mabedin, namazın, cemaatin, ruhları coşturan haşmetini görmeleri, o ruhu tatmaları gibi hususların önemine dikkat çeker. Ayrıca çocukları böyle manevi havası yüksek yerlere zorlamadan teşvik ederek, heves uyandırarak götürülmelerinin de önemini göz önünde bulunduran şair, düşüncelerini “Bu gece camiye gitsek çocuklar, giderseniz gelin” gibi yumuşak ifadelerle dile getirir.

298 A.g.e., s.140

299A.g.e., s.23

163

“Fatih Camii”ndeki çocuk Akif’in gördüğümüz oyunlarını, “Bebek yahut Hakkı-ı Karar”da yHakkı-ıllar sonra ev içinde onun kHakkı-ızlarHakkı-ı Feride ve Cemile bir başka şekilde sürdürürler. Bu kez babaları hayatta olan ve istekleri yerine getirilen bu çocuklardan beş yaşındaki Feride ve yedi yaşındaki Cemile’nin timsalinde mutlu yaşayan çocukları da görmüş oluyoruz. Babalarından “hotozlu bebek” isteyen bu küçük kızların isteklerini yerine getirme gücü olan mutlu baba Akif, aldığı bebekleri ve çocuklarının o akşamki sevincini şu şekilde mısralara döker:

Kiraz dudaklı, üzüm gözlü, inci dişli, iki Edalı yosma getirdim. Aman o akşamki Sevinme hâlini bir görmeliydi yavruların!

Durup oturmadılar hiç, dedim: “Yatın da yarın, Bütün gün oynayınız…” Nerde! Kim yatar? O gece, -Yemekte sızmaya meluf olan- Feride’mce,

Kabul olunmayacak söz olursa, yatmaktı.

Yatar mı hiç? O nasıl hisli bir yumurcaktı.300

Manzumede ayrıca, çocuk konuşma tarzının aruz veznine tatbikinin en güzel örnekleriyle de karşılaşırız:

Alıp Feride hazin bir niyâz tavrı hemen:

—Bebeğni ver, acıcık oynayım, kuzum abla!

Demez mi?Kız ne diyor?... Galiba:—“İnayet ola!”

Verir miyim sana ben hiç bebeğmi, yağma mı var?301

Bu küçük ve sevimli kızların ufak tefek didişmeleri ile babalarının zaman zaman araya girmesi, ev içinde mutluluk tablosu oluşturmaktadır. Bu durumun farkında olan

300 A.g.e., s.152.

301 A.g.e., s.154.

164 Akif, bilinçli olarak şiirlerinde zaman zaman kendi çocukluğunu ve çocuklarını öne çıkarmayı ihmal etmemiştir.

Bayram denildiği zaman akla en başta huzur ve mutluluk, coşkulu kalabalıklar, sevinçler, çocuk cıvıltıları gelir. Mehmet Akif de “Bayram”da babasız çocuklara yer verirken çocuklarla bayram arasında bir ilişki kurar, bu günlerde çocukların masum yüzlerinin güldüğü ve bu temiz yüzlerde ümidin görüldüğünü dile getirir:

Bayramda güler çehre-i masum-ı sabavet, Ümmid çocuk suret-i safında ayandır.

Her cebhede bir nur-i mücerred lemeanda;

Her didede bir ruh derna-dem cevelandır. 302

Şair, bayram coşkusunun bütünüyle yaşandığı yerlerden bahsederken özellikle de Fatih’te gördüklerini anlatarak o dönemin bayram manzaralarını, çocuk eğlencelerini okurun zihninde yeniden canlandırmış olur:

Baloncular, hacıyatmazcılar fırıldaklar, Horoz şekerleri, cıv cıv öten oyuncaklar;

Sağında atlıkarınca, solunda tahtırevan;

Önünde bir sürü çekçek, tepende çiftekolan.

Öbek öbek yere çökmüş kömür çeken develer…

Ferağ-ı bal ile birden geviş getirmedeler.

Koşan, gezen, oturan, maniler düzüp çağıran Davullu zurnalı “dans!” eyleyen, coşup bağıran Bu kâinat-ı sürurun içinde gezdikçe

Çocukların tarafındaydı en çok eğlence. 303

Fakat bu mutlu bayram coşkusu içerisinde eğlenenlerin yanı sıra bayramı yaşayamayan mutsuz insanlar da bulunmaktadır. Şöyle ki, kalabalığın içinde yaşlı bir

302 A.g.e., s.56.

303 A.g.e., s.58.

165 kadının yanındakı kız çocuğunun sürekli ağlaması, gelip geçenlerin dikkatini çeker ve çocuğun neden ağladığını sorarlar. Yaşlı kadınsa onlara:

“Yetim ayol… Bana evlât belasıdır bu acı.

Çocuk değil mi? ‘Salıncak!’ diyor…” 304 -sözleriyle cevap verir.

Konuşmanın ardından birileri salıncakçıya yetim sevindirmenin sevabını hatırlatarak ricada bulunur ve ağlayan çocuk da sevinenler arasına katılır. Burada Akif’in vermek istediği mesaj yeterince açıktır; Esas mesele duyarlı olabilmek, ağlayan çocukları salıncağına bindirerek sallayıp avutacak ve onlara bayram sevincini yaşatacak olan bir salıncakçı olabilmek kadar basittir.

“Mezarlık”ta çocuk hayatı, bir gayeye göre yaşamayı, canlılığı, hareketi, çalışmayı temsil eden bir levha şeklinde değerlendirilir. Burada küçüklüğünden itibaren evde, camide ve benzeri yerlerde dinî değerler kazanarak büyüyen, iyi Kuran okumasını öğrenen bir çocuğun, babasının mezarı başında İlâhî kelâmı kaidelerine uygun bir şekilde ve ezbere okuması Akif’in dikkatini çeker:

Gözüm uzaktaki bir medfenin ayakucuna Çöküp ziyaret eden, bir çocukla bir kadına İlişti. Sonra biraz yaklaşınca iyiden iyi Tezahür eyledi: Baktım, çocuk Tebareke’yi Kemal-i vecd ile ezber tilavet eylemede;

Yanında annesi gözyaşlarıyla dinlemede. 305

Mehmet Akif’in hayata bakışına göre her çocuk hem akıl, hem güzel konuşma bakımından iyi yetiştirilmeli, çok geç olmadan cemiyetin problemlerinin farkına varmayıbilmeli, hatta yolsuzluk ve hırsızlıklara karşı mücadele etmeği öğrenmelidir.

304 A.g.e., s.59.

305 A.g.e., s.55.

166 Akif, kabiliyetli çocukların iyi yetiştikleri takdirde neler yapabileceğini en iyi şekilde

“Dirvas” manzumesinde anlatmaya çalışır.

“Dirvas”ta on bir yaşlı çocuk başkahraman, heyet başkanı olarak Emevi Halifesi Hişam’a yaşanan kıtlıktan dolayı yardım istemeye gelir. Beş-on kabilenin baş temsilcisi olarak Halifenin huzuruna çıkan Dirvas, söze başlamadan evvel dua eder, ardından onun yaptığı haksızlıkları, kendi malı bilinen emlakın millete dağıtılması gerektiğini korkusuzca ve çok mantıklı bir şekilde anlatır. Hişam, onu çocuk diye susturmak isterken Dirvas, yine cevap verir:

Teshir ile der: … “Nedir bu azar!

Mikyası mıdır zekâvetin sin?

Dirvas’ı çocuk mu zannedersin?

Bir dinle de sonra gör çocuk mu?

İnsaf nedir o sizde yok mu?

Ben söyleyeyim de bir efendim, Susturmak elindedir efendim." 306

Zekânın yaşla ölçülemeyeceğini, küçük yaşta bir çocuğun da aklı ve zekâsıyla kendini ortaya koyabileceğini ıspat eden Dirvas, Halife Hişam’ın ihtişamlı ve lüks hayatını fakirlerin zor hayatı ile şu şekilde karşılaştırır:

Yok sendeki ihtişama payan Bizlerse alay alay sefilan

Bir yanda demek ki fazla var, çok;

Hayfa ki öbür yanda hiç yok.

Öyleyse biraz tevazün ister Evvel beni dinle, sonra hak ver.

Nerden buldun bu ihtişamı?

306 A.g.e., s.114.

167 Halkın mı, senin mi, Halıkın mı?307

Akif, şiirlerinde çocukların gelecekte nasıl olması gerektiğini anlatırken zaman zaman sert eleştirilere de yer verir:

Ne odunmuş babanız: Olmadı bir baltaya sap!

Ona siz benzemeyin, sonra ateştir yolunuz.

Meşe hâlinde yaşanmaz o zamanlar geçti;

Gelen incelmiş adam devri hemen yontulunuz.

Ama dikkatli olun: Bir kafanız yontulacak;

Sakın aldanmayın: İncelmeye gelmez kolunuz.308

Başka bir şiirinde ise çocuğa ailede verilen eğitimin önemini dile getirirken, halkın fikir özgürlüğünün vacipliğine de dikkat çeker:

Başlasın terbiyeniz, ailelerden oğlum.

Sade hürriyeti ilân ile bir şey çıkmaz;

Fikr-i hürriyyeti hazm ettiriniz halka biraz.309

Belirtmek gerekir ki Safahat, çocuk edebiyatı çerçevesinde yararlanılması gereken önemli bir eser olmakla birlikte bir çocuk şiir kitabı değildir. Çünkü çocuk şiirinde dil, şiirsel olmalı, içerik doğrudan çocuğa hitap etmeli, çocuk dilinin özelliklerinide değişen oranlarda yansıtmalıdır. Safahat’ta ise çocuk dilinin özelliklerini yansıtan yalnızca bir şiir- “Bebek yahud Hakk-ı Karar” adlı manzume bulunmaktadır.

Safahat’ın bahsettiğimiz durumların da göz önünde bulundurulmasıyla birlikte başka tekniklerle çocuk edebiyatı sahasına sokulmasının faydalı olacağı kanaatindeyiz.

Mirze Elekber’in her alanda kendini gösteren yenilikçi düşünceleri ister öğretmenlik mesleğini icra ederken isterse de gazete ve dergilerde yazılar yazarken

307 A.g.e., s.115.

308 A.g.e., s.481.

309 A.g.e., s.131.

168 ortaya çıkmıştır. Çocuk şiirleri açısından değerelendirildiği zaman da bu yenilikçi mücadelenin devam ettirildiğini açıkça görmek mümkün oluyor. Sabir, kadının ailedeki, toplumdaki rolünün büyüklüğünü, yerinin önemini her fırsatta belirtmiş, kadınların ilim sahibi olmasının genç neslin terbiyesi açısından mutlak olduğunun altını çizmiş, bunun yanı sıra aile terbiyesine, ailenin okulla devamlı irtibat hâlinde olmasına önem vererek velilerin çocuklarının terbiyesinde tam sorumluluk taşımaları gerektiğini savurunuştur. Sabir’e göre, aileler çocuklarını en iyi şekilde terbiye ederlerse o çocuklar sağlam düşünceli, vatanını, milletini, çalışmayı seven birer birey olarak topluma kazandırılmış olurlar.

XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan klasik çocuk edebiyatı alanında verilen eserler, kısa zaman sonra yerini ders kitapları yazma alanındaki arayışlara bırakmış ve ilk örneklerini Abbas Sıhhat, Abdulla Şaig gibi aydınların ortaya koyduğu çocuk edebiyatı yeni şeklini almaya başlamış, deyim yerindeyse Sabir’le zirveye ulaşmıştır.

Şairin çocuk şiirleri yayımlanma tarihine göre şöyle sıralanabilir: “Mektep Şarkısı” (20 Aralık 1906-Debistan dergisi), “Mektebe Terğib” (1907-Millî Neğmeler mecmuası), “İlme Terğib” (31 Ağustos 1907-Taze Hayat gazetesi), “Uşak ve Buz”

(1907-Birinci Yıl ders kitabı), “Yaz Günleri” (1907-Birinci 11 ders kitabı), “Ağaçların Bahisi” (1908-İkinci il ders kitabı), “Çiftçi” (1909-Yeni Mektep ders kitabı), “Karga ve Tilki” (1909-Yeni Mekteb ders kitabı), “Mektep Uşaklarına Töhfe” (14 Şubat 1910-Seda gazetesi), “Mekteb Şakirtlerine Töhfe” (25 Şubat 1910-1910-Seda gazetesi), “Tabip ile Hasta” (18 Haziran 1910-Hakikat gazetesi), “Goca Bağban” (21 Haziran 1910-Hakikat

(1907-Birinci Yıl ders kitabı), “Yaz Günleri” (1907-Birinci 11 ders kitabı), “Ağaçların Bahisi” (1908-İkinci il ders kitabı), “Çiftçi” (1909-Yeni Mektep ders kitabı), “Karga ve Tilki” (1909-Yeni Mekteb ders kitabı), “Mektep Uşaklarına Töhfe” (14 Şubat 1910-Seda gazetesi), “Mekteb Şakirtlerine Töhfe” (25 Şubat 1910-1910-Seda gazetesi), “Tabip ile Hasta” (18 Haziran 1910-Hakikat gazetesi), “Goca Bağban” (21 Haziran 1910-Hakikat