GENÇ POLONYA DÖNEMİ
EDEBİYATI
Stanisław Wyspiański
• Wyspiański, eserlerinin bir bölümünde yaşadığı dönemi anlatır. Sanatçının tarihle hesaplaşması yerini şu huzursuz edici düşünceye bırakır: Yüzyılı aşkın bir esir olma sürecinde, burada ve şimdi ne yapmak gerekir?
•
• Bu gün bile güncelliğini, tazeliğini koruyan en önemli eseri “Düğün” 1901’de Krakov’da sahnelendi. Bu eser, realist ve sembolist öğeler içeren töresel bir oyun olmasının yanı sıra, ulusal ve vatansever konuları anlatan çok katmanlı bir yapıya sahiptir. “Düğün”, Wyspiański’nin yakın dostu şair Lucjan Rydel’in kendi çevresinden gelen, soylu ve eğitimli bir hanım yerine, basit bir köylü kızıyla, Jadwiga Mikołajczykówna ile yaptığı evliliği anlatır.Rydel ile Wyspiański’nin araları bu oyundan sonra açıldı. Ancak eserdeki ‘şair’ olan Tetmajer, Wyspiański’ye çok şık bir jest yaptı. !901’de ‘Tygodnik Ilustrowany’nın 42. sayısında “Düğün”ü, Mickiewicz’in “Atalar”ına, Słowacki’nin “Kral Ruh”una, Krasiński’nin “İlahi Olmayan Komedya”sına benzetti. Çoktan beri görülmeyen şiirsel bir destan olarak niteledi. Krakov’un Bronowice köyünde olan bu düğün, köylüyü ve soylu kökenli aydın sınıfı bir araya getiren bir nedendir. Bir yanda Krakov’un seçkin- sanatçı tabakasının temsilcileri olan gazeteciler, şairler, ressamlar, müzisyenler diğer yanda muhtar, köy ağası, köylülerden oluşan kız tarafı...
• Wyspiański Stanisław,Wesele, içinde Giriş, Jan Nawkowski, Wrocław, 1981, s. XXXIV
• “Düğün”ün ilk perdesi yergisel komedi
havasındadır. Durum komedisi, tip komedisi ile ilk
perdenin tüm sahnelerinde iç içe geçer. Zaten bu
iki ayrı dünyanın bir araya getirilmesi, doğal olarak
komik sahnelere neden olur. İki grubun temsilcileri,
tüm iyi niyetleriyle anlaşmaya çalışırlar. Ne var ki
kültürel uçurumun derinliği bunu olanaksız kılar. İki
grup için de tek ortak nokta Polonya’dır. Köylüyü ve
aydın kesmi birbirine bağlayan vatan sevgisidir.
• II. perdede komedi öğeleri yerini sembolik ve metaforlu motiflere bırakır. Kasım ayı, Polonya geleneğine göre ruhlar ayıdır. İnanışa göre, bu ayda, yaşayanlar, öteki dünyadakilerle ilişkiye girerler. Bu sıra dışı düğünde de ölüler, tarihsel kişiliklerin ruhları görünmeye başlar. Wyspiański’nin bu yapıyı kurmaktaki
sanatsal düşüncesi basittir. Kahramanlara görünen ruh, göründüğü kahramanın vicdanı, bilinç altındaki kompleksleri ve işlediği suçları ile özdeşleşir. Masum bir eğlence, birden ulusal başarısızlıkların analizine dönüşür. Her iki grup da, kişisel günahlarının ve tarihsel kusurlarının yükleri ile böylece yüzleşir.
•
• III. perdede metafizik öğeler vardır. Düğüne katılanlar, doğa üstü güçlerin, şafakta ulusu zafere götürecek bir ayaklanmaya girişmesini beklerler. Ama bu hareket gerçekleşmez. Çünkü Polonyalılar inançsızlık, egoizm, boş vermişlik, düşüncesizlik gibi günahları işlemişlerdir. Düğün sahipleri ve tüm konuklar, esrikli bir dansa girişir ve gerçekle ilişkilerini keserler.
• Wyspiański’nin “Düğün”ü, sembolist öğelerle ve Polonya tarihine yapılan sayısız göndermelerle doludur. Bu hermetik (içine kapalı) eser, ne yazık ki bu nedenle yabancılar tarafından zor anlaşılır. Ne var ki Polonyalılar için, yazılışından bu yana yüz yıl geçmesine karşın, hâlâ güncelliğini korur. Çünkü
“Düğün”, ulusal kimlik ve karakter üzerine yazılmış en büyük eserdir.
Wyspiański bu başyapıtı, Krakov halk dilini de kullanarak muhteşem bir ritm anlayışıyla şiir dizeleri halinde yazmıştır.
•
• “Kurtuluş”un (Wyzwolenie) 1903’te gerçekleşen prömiyeri de önemli bir olaydı. Bu eserinde Wyspiański, bağımsızlığını yitirmiş halk için yeni bir özgürlük arayışına girişmişti. 3 perdelik oyunda Shakespearevari ‘tiyatro içinde tiyatro motifi’ vardır. Oyun, Krakov’un bir tiyatrosunda geçer.
Başrolde yönetmen Konrad (Mickiewicz’in ‘Atalar”ının baş kahramanı) oynar.
• I. perdede Konrad, tarihsel kostümlere bürünmüş aktörlerle Polonya tarihine yön veren tutucu düşünceleri değerlendirir. Bu perde, Sarmat mitinin değersizliğini anlatan bir işleve sahiptir.
• II. perdede ise Konrad, metafor özellikleri olan ve kendisine Polonya’nın geleceği ile ilgili düşüncelerle saldıran maskelerle tartışır. Eski düşüncelere karşı yenilerini savunur. Ona göre Polonya, diğer Avrupa ülkeleri gibi normal bir biçimde işlev gören, çağdaş bir ülke olarak kurulmalıdır. Maskelerse, onu ölü geleneklere itelerler.
• III. perdede Konrad umutsuzca ölmüş romantik idealler karşısında, çağdaş Polonya düşüncesini savunur. Aktörler, onu Vavel Sarayı’nın yer altı kral mezarlarına götürürler.
Başlarında dahi bir şair vardır. Konrad, “Defol Şair, sen tiransın!” diye bağırır. Çünkü romantik şiirin vatansever bir ateşlilikle kanlı ayaklanmalara neden olduğunu
düşünmektedir. Derin düşüncelere sahip olmayan şiir, Konrad’ın gözünde verimsiz heyecan yaratan, değersiz bir şiirdir. Bu eserin final sahnesi yoktur. Oyunun açık kompozisyonu
yönetmenlerin sembolik yorumları özgürce kullanmalarına olanak verir. Eser, düzyazı
şeklinde yazılmıştır. Ama romantik şiir ölçüsünde yazılmış bölümleri de vardır. “Düğün”den daha çok evrensel bir karaktere sahip olan eser, Rusça, İtalyanca, Fransızca ve Almanca’ya çevrilmiştir.
• Konrad’a esin veren Musa’nın ağzından, Wyspiański önemli bir açıklama yapar. Antik kaynağa dayanan ve ulusa ruhsal arınma sağlayacak olan ‘devasa tiyatronun’
belirlenmesidir, bu. Konrad’ın kişiliğinde yazarın özyaşamöyküsel çizgilerine rastlamak da olasıdır. Çünkü “Kurtuluş”un kahramanı gibi, Wyspiański de romantik geleneğe bağlıdır, ama yanı zamanda bu geleneğin ölü ve anakronik hatlarını devam ettirmek istemez.
• “Kurtuluş”, sanatçının tamamlanmış son eseridir. Daha sonra “Zygmunt August’a başladıysa da, bu oyunu bitirememiştir.
• Wyspiański plastik sanatlarla olan ilgisini de ömrünün sonuna dek kesmedi. Olağanüstü başarılı bir portre ressamıdır. Empresyonist teknikle yaptığı Parenśki Kardeşlerin
portreleri bu sava örnek olarak gösterilebilir. Kendi çocuklarının portrelerinden oluşan çocuk başları çalışmaları da çok başarılıdır. Karakov çevresini model olarak aldığı peyzaj çalışmaları da sanat eleştirmenleri tarafından çok beğenilir.
• Yayımlanmış şiir kitabı bulunmamasına karşın, Wyspiański şiir de yazdı. Ne yazık ki şiirleri oyunları kadar başarılı değildi. Şiirlerinde babasının atölyesine döner ve bitmemiş heykellerin küçük bir çocukta uyandırdığı estetik duyguları anlatır.