• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANA BİLİM DALI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANA BİLİM DALI"

Copied!
103
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANA BİLİM DALI

AVRUPA BİRLİĞİ’NDE İŞSİZLİK:

TEORİ, GÖSTERGE VE PORTEKİZ EKONOMİSİ ÜZERİNE BİR EKONOMETRİK ANALİZ

ONUR ÇELİK

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ADANA/2017

(2)

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANA BİLİM DALI

AVRUPA BİRLİĞİ’NDE İŞSİZLİK:

TEORİ, GÖSTERGE VE PORTEKİZ EKONOMİSİ ÜZERİNE BİR EKONOMETRİK ANALİZ

Onur ÇELİK

Danışman: Prof. Dr. Hüseyin Mahir FİSUNOĞLU

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ADANA/2017

(3)

Bu çalışma, jürimiz tarafından İktisat Anabilim Dalında YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.

Başkan: Prof. Dr. H. Mahir FİSUNOĞLU (Danışman)

Üye: Prof. Dr. H. Altan ÇABUK

Üye: Yrd. Doç. Dr. Hasan GÜL

ONAY

Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını onaylarım.

... /... /2017

Prof. Dr. H. Mahir FİSUNOĞLU Enstitü Müdürü

Not: Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil ve fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ndaki hükümlere tabidir.

(4)

ETİK BEYANI

Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Yazım Kurallarına uygun olarak hazırladığım bu tez çalışmasında;

 Tez içinde sunduğum verileri, bilgileri ve dokümanları akademik ve etik kurallar çerçevesinde elde ettiğimi,

 Tüm bilgi, belge, değerlendirme ve sonuçları bilimsel etik ve ahlak kurallarına uygun olarak sunduğumu,

 Tez çalışmasında yararlandığım eserlerin tümüne uygun atıfta bulunarak kaynak gösterdiğimi,

 Kullanılan verilerde ve ortaya çıkan sonuçlarda herhangi bir değişiklik yapmadığımı,

 Bu tezde sunduğum çalışmanın özgün olduğunu,

bildirir, aksi bir durumda aleyhime doğabilecek tüm hak kayıplarını kabullendiğimi beyan ederim. 17/8/2017

Onur ÇELİK

(5)

ÖZET

AVRUPA BİRLİĞİ’NDE İŞSİZLİK:

TEORİ, GÖSTERGE VE PORTEKİZ EKONOMİSİ ÜZERİNE BİR EKONOMETRİK ANALİZ

Onur ÇELİK

Yüksek Lisans Tezi, İktisat Anabilim Dalı Danışman: Prof. Dr. H. Mahir FİSUNOĞLU

Temmuz 2017, 88 sayfa

2008 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde patlak veren kriz, kısa süre içerisinde tüm dünya üzerinde etkisini göstermiş, ilerleyen süreçte ise kendisini ciddi istihdam sorunları ile hissettirmiştir. Özellikle, 21. yüzyılın başlarında görülen kredi genişlemesinin yarattığı refah artışı, bu krizle birlikte sekteye uğramış ve devam ettirilememiştir.

Buna rağmen, aynı refah düzeyini korumayı hedefleyen birçok ekonomi, bunu yapabilmek için yüksek ve uzun vadeli borç yükünün altına girmek zorunda kalmıştır.

Avrupa Birliği de, bahsedilen kredi genişlemesinin sağladığı refah yıllarını yaşamış, ancak kriz sonrasında güçlü dinamiklere sahip olmayan Birlik üyelerinin yaşadıkları ile daha önce hiç görülmemiş bir şekilde borç krizi ile karşı karşıya kalmıştır. Bunun fark edilmesiyle birlikte krizi derinlemesine yaşayan ekonomiler, kamu yükünü azaltmak hedefi doğrultusunda hemen önlem politikaları izlemeye kalkışmış ancak bu girişim beraberinde devasa istihdam sorunlarını getirmiştir.

İlaveten, Birlik içerisindeki dominant ekonomilerin krizdeki bölgelere yapılacak yardımlar konusunda çekimser kalması işleri daha da karmaşık hale getirmiştir.

Bu çalışmanın amacı, bahsedilen gelişmeler doğrultusunda, Avrupa Birliği’nin, emek piyasası anlamında 2008 Krizi’nden nasıl etkilendiğini açıklamak olacaktır. Bunu yaparken, öncelikle emek piyasasının en büyük problemi olan işsizlik ve ardından istihdam konuları teorik olarak irdelenecek, ardından borç krizinden etkilenen ülkelerin makroekonomik gerçekleri göz önüne alınarak pratikte yer alan/alması muhtemel sonuçlar işsizlik çerçevesinde yorumlanacaktır. Ayrıca, krizin etkilerini yansıtabilmek

(6)

amacıyla, Portekiz başta olmak üzere Yunanistan ve İspanya ekonomileri, genelden özele varan bir üslup ile incelenecek, gerekli makroekonomik veriler ile kriz süresinde yaşanan işsizlik artışı ekonometrik olarak açıklanmaya çalışılacaktır. Bu çalışmalar neticesinde görülecektir ki, varsaydığımız model ve durumlar Portekiz ve Yunanistan için anlamlı görünmüş, İspanya için yeterli bilgi elde edilememiştir.

Anahtar Kelimeler: 2008 Krizi, Avrupa Birliği, İstihdam, İşsizlik, Portekiz.

(7)

ABSTRACT

UNEMPLOYMENT IN EUROPEAN UNION:

THEORY, EVIDENCE AND ECONOMETRIC ANALYSIS FOR PORTUGAL

Onur ÇELİK

Master Thesis, Department of Economics Supervisor: Prof. Dr. H. Mahir FİSUNOĞLU

July 2017, 88 pages

The crisis which has broken out by 2008 is influenced on all the world and appeared as serious employment problems. Particularly increasing of prosperity at the beginning of 21st century could not have been continued due to that crisis.

Contrary to this, some economies that aimed to keep the same welfare level has undergone debt burden. As for European Union, they lived the years with high welfare as well and European countries which has no strong dynamics compared with others had to face great debt crisis as never seen before. With being detected of that, economies, affected profoundly by the crisis set off to create policies in order to discrease the spend of government and that brought about enormous employment troubles.

Moreover, abstention behaving of developed countries concerning help to others in the Union is made the situation complicated for the region.

The purpose of this study will be to explain how European Union has been affected by the crisis in 2008 throughout events in the mean of labor economics. During this period, it will also look into the topic of employment and the unemployment, the biggest problem in labor economics theoretically and then try to create observations by using macroeconomic data of countries influenced by debt crisis virtually. Additionally, in order to show the effect of crisis it will tend to Portugal economy along with Greece and Spain and give a try to determine likely reasons of escalating of unemployment rate by using macroeconomic data and econometric model. As result of those it will be clear

(8)

that assumptions are considerable for Portugal and Greece but not for Spain because no information enabling to support any situation.

Key Words: 2008 Crisis, European Union, Employment, Unemployment, Portugal.

(9)

ÖNSÖZ

Hem lisans hem de yüksek lisans eğitimim boyunca, enerjisi ve iyi niyeti ile hepimize örnek olmuş, hepimizin sevgisini kazanmış olan danışmanım Prof. Dr. Mahir Fisunoğlu’na saygı ve teşekkürü borç bilirim.

Diğer yandan, bir hocanın ötesinde, çevresine olan yaklaşımı ve güzel kişiliği ile arkadaşlığını kazanmaktan ötürü onur duyduğum Yard. Doç. Dr. Faruk Mike Hocam’a, Portekiz’deki araştırma sürecimde özgün kaynaklara ulaşarak, çalışmama zenginlik katabilmemde gerekli ilgi ve alakayı gösteren, desteğini esirgemeyen Minho Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Miguel Portela’ya teşekkür ederim.

Son olarak, üyesi olmaktan her daim gurur duyduğum, her türlü desteklerini daima hissettiğim, gurur duyabilecekleri bir birey olmak için daima çok çalışacağım aileme, özellikle beni ben yapan Annem’e sonsuz sevgilerimi sunar, minnettarlığımı belirtmek isterim.

BAP kapsamında, Avrupa Birliğinde İşsizlik Teori Göstergeler ve Portekiz Ekonomisi Üzerine Ekonometrik Bir Analiz adlı projeden yararlanılmıştır.

Onur ÇELİK Adana 2017

(10)

İÇİNDEKİLER

Sayfa

ÖZET ... v

ABSTRACT ... vii

ÖNSÖZ ... ix

İÇİNDEKİLER ... x

KISALTMALAR ... xiii

TABLOLAR LİSTESİ ... xiv

ŞEKİLLER ve EKLER LİSTESİ ... xv

GİRİŞ ... 1

1. BÖLÜM İŞSİZLİK KAVRAMINA TEORİK YAKLAŞIMLAR 1.1.Genel Açıklamalar ... 3

1.2. İşsizlik ve Türleri ... 5

1.2.1. Açık İşsizlik ... 7

1.2.2. Gizli İşsizlik ... 7

1.2.3. Gayri İradi (Gönülsüz) İşsizlik ... 7

1.2.4. İradi (Gönüllü) İşsizlik ... 8

2. BÖLÜM İKTİSAT OKULLARININ EMEK PİYASASI YORUMLARI 2.1. Genel Bakış ... 10

2.2. Klasik Yaklaşım ... 10

2.2.1. Mahreçler (Say) Yasası ... 11

2.2.2. Faiz ve Ücret Teorisi ... 12

2.2.3. Emek-Değer Teorisi ... 12

2.3. Keynesyen Yaklaşım ... 14

2.3.1. Keynesyen İktisat ve Ortaya Çıktığı İktisadi Ortam ... 14

2.3.2. Keynes Yaklaşımının Temel Varsayımları ... 15

(11)

2.3.3. Orijinal Phillips Eğrisi ... 17

2.4. Monetarist Yaklaşım ... 18

2.5. Neo-Klasik Yaklaşım ... 21

2.5.1. Azalan Verimler Yasası (Emek Talebinin Belirlenmesi ... 22

2.5.2. Boş Zaman ve Çalışma Arasında Tercih (Emek Arzının Belirlenmesi 22 2.6. Yeni Klasik Yaklaşım ... 24

2.7. Yeni Keynesyen Yaklaşım ... 25

2.8. Histeri Hipotezi ... 26

2.9. Sosyalist Yaklaşım ... 26

2.10. Insider-Outsider (İçerdekiler-Dışardakiler) Teorisi ... 28

3. BÖLÜM TEORİDEN PRATİĞE GEÇİŞ: 2008 KRİZİ VE AVRUPA 3.1. 2008 Küresel Krizi ... 30

3.2. Finansal Krizler ve 2008 ... 30

3.3. 2008 Sonrası Avrupa Birliği ... 32

3.4. Avro Bölgesi’ndeki Verilere Genel Bakış ... 32

3.5. Avrupa Birliği’nde Borç Krizi ... 33

3.6. Ekonomik ve Parasal Birlik Nedir ... 37

3.7. Ekonomik ve Parasal Birliğin Emek Piyasasındaki Etkileri ... 37

3.8. Avrupa Emek Piyasasının En Büyük Problemi: Genç İşsizlik ... 42

3.9. Kurumların Emek Piyasası ve Genç İşsizlik Üzerine Etkileri ... 43

3.10. Gelir Vergisinin Avrupa Emek Piyasasına Etkisi ... 45

3.11. İşsizlik Sigortası Ödemelerinin İşsizlik Üzerine Etkileri ... 47

3.12. Avrupa Birliği, İşsizlik ve Politika ... 48

4. BÖLÜM PIIGS VE PORTEKİZ 4.1. Genel Açıklamalar ... 52

4.2. Portekiz Ekonomisi ... 54

4.2.1. Portekiz’in Yakın Siyasi Geçmişi ... 55

4.2.2. Portekiz ve Avrupa ... 56

(12)

4.3. Portekiz Ekonomisinin Genel Görünümü ... 57

4.3.1. Portekiz Ekonomisinde Sanayinin Yeri ... 60

4.3.2. Portekiz Ekonomisi’nde Tarım, Orman ve Balıkçılığın Yeri ... 61

4.3.3. Portekiz Ekonomisi’nde Hizmet Sektörünün Yeri ... 63

4.4. Portekiz Ekonomisi’nde Krizin Detaylı İncelenmesi ... 65

4.5. Portekiz Ekonomisi Üzerine Ampirik Bir Çalışma ... 67

4.6. Portekiz Ekonomisi’nin Krizden Kurtulma Çabaları ... 70

4.7. Krizden Büyümeye Geçiş ... 71

4.8. Krizden Büyümeye ve İşsizliğe Portekiz Ekonomisi Yorumu ... 73

5. BÖLÜM SONUÇ SONUÇ ... 74

KAYNAKÇA ... 76

ÖZGEÇMİŞ ... 88

(13)

KISALTMALAR

AB : Avrupa Birliği

ABD : Amerika Birleşik Devletleri APB : Avrupa Parasal Birliği EPB : Ekonomik ve Parasal Birlik GSYİH : Gayri Safi Yurt İçi Hasıla

OECD : Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü PIIGS : Portekiz, İtalya, İrlanda, Yunanistan, İspanya TÜİK : Türkiye İstatistik Kurumu

(14)

TABLOLAR LİSTESİ

Sayfa

Tablo 1. AB’deki Bazı Ülkelerin Borçlarının Milli Gelir İçerisindeki Payı ... 34

Tablo 2. Avrupa Birliği’nde İşsizlik Verileri ... 35

Tablo 3. Bazı Avrupa Birliği Ülkelerinin Reel Büyüme Oranları ... 36

Tablo 4. Portekiz Ekonomisi’nin Temel Makroekonomik Göstergeleri ... 54

Tablo 5. Portekiz Ekonomisi’ndeki İstihdam ve İşsizlik Verilerinin İncelenmesi ... 58

Tablo 6. Portekiz Ekonomisi’ndeki Gelirin İncelenmesi ... 59

(15)

ŞEKİLLER VE EKLER LİSTESİ

Sayfa

Şekil 1. İşsizlik Türleri ... 6

Şekil 2. Keynesyen İktisat ve İstihdam Seviyesi ... 16

Şekil 3. Orijinal Phillips Eğrisi ... 17

Şekil 4. Uzun Dönem Phillips Eğrisi ... 19

Şekil 5. Keynesyen, Klasik ve Monetarist Okul İstihdam Dengesi ... 20

Şekil 6. Azalan Verimler Yasası ve Hasıla Analizi ... 22

Şekil 7. Emek Arzı, Ücret ve Tercihler Arasındaki İlişki ... 23

Şekil 8. AB İçindeki İşsiz Kişi Sayısının Yıllara Göre Dağılımı ... 33

Şekil 9. 2008-2015 Yılları Arasında Avrupa Birliğinde Genç İşsizlik ... 42

Şekil 10. Avrupa Ekonomi Politikası Belirsizlik İndeksi ... 49

Şekil 11. Portekiz Ekonomisi Sanayi Geliri ... 61

Şekil 12. Tarımsal Gelirin Dağılımı ... 62

Şekil 13. Portekiz Ekonomisi Hizmet Sektörü Geliri ... 63

Şekil 14. Portekiz Ekonomisi İçin İşsizlik ve Kamu Borç Stoku ... 66

Şekil 15. Portekiz Ekonomisinde Yardım Sonrası İşsizlik ve İstihdam ... 72

Ek-1. Yunanistan ve İspanya Ekonomileri ... 85

(16)

GİRİŞ

Modern makro ve mikro ekonomik ilerlemelerin ortaya koyduğu sonuçlar, ilerleyen ve hızlanan bir güdü ile ilerlemeye devam eden teknolojik akımlar ve bunların etkileri, nitelik, uzmanlaşma ve ücretlerin oluşumu gibi kavramları önemli derecede bir değişime sürüklemiştir. Bunlara bağlı olarak ortaya çıkan işsizlik kavramı günümüzde, tüm gelişmiş, az gelişmiş ya da gelişmemiş ülke ekonomilerinin üzerinde durduğu/durmak zorunda olduğu bir konu hatta ciddi bir problem haline gelmiştir.

Bütün iktisadi fikirlerin temelde daha büyük bir ekonomi istihdamı ve daha fazla refahı baz aldığını düşünürsek, artmaya devam eden Dünya nüfusu, bu emek gücünün istihdam edilmesi gerekliliğini beraberinde getirmiş; ancak şu ana dek bu konu ile ilgili net bir çözüm ortaya koyulamamıştır.

Yüzyıllar içerisinde yaşanan ekonomik krizler, bunların sebep olduğu savaşlar, soğuk savaş dönemi politikaları, zaman içerisinde nüfus kavramını, böylece emeğin uluslar arası piyasalardaki hareketi ve ücret verisi gibi birçok kritik istihdam kavramını iğnelemiş, bazen de yerle bir edecek kadar değiştirmiştir. Günümüzde ‘’hâlâ’’

etkinliğini sürdürmeye devam eden Neo-Klasik Okul ekonomilerinde kaynakların dağılımını etkileyen en önemli faktörün ‘’fiyat’’ olduğunu referans alırsak, emeğin üretime dahil olması/olmaması, ücretler ve emeğin mobilitesi kavramlarının fiyat ile çift yönlü bir nedensellik ilişkisi içinde olduğunu anlamak zor değildir. Bu da, iktisadi bir bakış açısı ile, bölgeler arasındaki gelişmişlik ve refah dereceleri farkının temeldeki en önemli nedenlerinden biridir. Ayrıca, yapılan ticaret vb. anlaşmalar ile ülkeler birbirlerine ne kadar yaklaşıyor gibi görünse de, temelde, uluslararası iktisadın refahı artırıcı etkilerinin kullanılmaya çalışılması, daha yüksek gelir, istihdam amaçları, derinlerde sezilebilen bir kutuplaşmayı bizlere göstermektedir. Bu kutuplaşma ise ekonomileri, matematiksel iktisadın bizlere dayattığı optimal emek-sermaye ilişkisini, kaynakları daha büyük kaynaklara yol veren bir çizgide kullanmak ve en temelde ekonomik sıçramayı yaşamak amacı ile kullanmaya itmiştir.

Aslında tüm bu anlatılanlar I. Dünya Savaşı’nın ilerleyen yıllarındaki Avrupa ekonomilerinin, 1929 Krizi ve etkilerinin, II. Dünya Savaşı ve yıkımlarına varacak düzeydeki ekonomik ve toplumsal maliyetlerinin önemli bir parçasını temsil etmektedir.

Avrupa Ekonomi Tarihi incelendiğinde, 18. yy. ile başlayan modern ekonominin ortaya çıkışı, sanayi devrimi, beraberinde gelen sermaye birikim süreci ile Avrupa Kıtası’nın Dünya üzerindeki etkilerinin giderek arttığını görmekteyiz. Savaşlar ile elde

(17)

edilen topraklar, buradaki kaynakların Avrupa’ya aktarılması, bölgeyi adeta bir şantiye bölgesi haline getirmiştir. Ancak bu dominantlık sonsuza kadar devam etmemiştir.

1. Dünya Savaşı’nın yarattığı ciddi ekonomik maliyetler, yaşanan ağır insan (emek) kayıpları ve takip eden yıllarda kaybedilen büyük savaş, bugünkü Avrupa ekonomilerinin liderliğini yapan ülkeleri yıpratmıştır. Böyle olacak ki, 1929’da Amerika Birleşik Devleri’nde başlayan krizin, güçlü sanayisine rağmen Avrupa ekonomilerinde de yıkımlara varan sonuçlar doğurması dönemin siyaset ve ekonomisinin geldiği durumun açık ispatıdır. Özellikle1930’lu yılların sonunda patlak veren ve kısa sürede tüm dünyaya yayılan ikinci savaş, Avrupa ekonomileri için belki de bir daha geri dönül(e)meyecek kayıpların, uygulamaların ve politikaların başlangıç noktasıydı. Aynı zamanda bu uygulama ve politikalar, bugün var olan Avrupa Birliği’nin temellerini atmaktaydı.

Kısaca, günümüzün henüz tam anlamıyla cevap veremediği işsizlik kavramı ile ilgili hali hazırda devam eden sayısız çalışmalar olmasına rağmen, bu iktisadi kavram uzun yıllar daha tartışılmaya açık olmaya devam edecektir. İktisat biliminin sosyal bir bilim olması, daha doğru bir ifade ile, fen bilimlerinde olduğu gibi deney yapma şansımızın olmaması ve ortaya çıkacak bütün sonuçların doğrudan hayatını etkileyecek olması bu kritik sorularının cevaplanması gerekliliğinin bizler için ne kadar hayati bir anlam taşıdığını yeterince açıklayabilecek düzeydedir. Bizim bu konudaki çalışmalarımız, bu olgunun ne olduğu, nedenleri, etkileri ve olumsuz etkileri üzerinde uygulanan önlemleri, Avrupa Birliği(AB) ülkeleri çerçevesinde incelemek olacaktır.

Günümüzde, bu oranı ortalama %10 bandında takip eden AB’nin özellikle II.

Dünya Savaşı ve sonrasındaki istihdam politikalarından bugünkü iktisadi durumuna nasıl geldiği, bu politikalara bağlı veya bağımsız olarak dair yaşanan süreçler, krizler, olağan ve olağan-dışı gelişmeler hâlâ üzerinde sıkça çalışmaların yapıldığı konulardır.

(18)

1. BÖLÜM

İŞSİZLİK KAVRAMINA TEORİK YAKLAŞIMLAR

1.1. Genel Açıklamalar

İstihdam, emek arzı/talebi ve işsizlik kavramları, birbirine çok yönlü nedenselliklerle bağlı olan kavramlardır. Çünkü, bunların ve dolayısı ile bunları yöneten karar vericilerin, özellikle işgücü piyasasının tanımlanmasında ciddi etkilerinden söz etmek mümkündür. Bu bilgiyi referans aldığımızda işgücü için şu yorumu yapabiliriz:

‘’Referans dönemi içinde ekonomik mal ve hizmetlerin üretimi için emek arzında bulunan çalışma çağındaki nüfusu kapsar. İşgücü, istihdamda olanlar ile işsizlerin toplamı olarak ifade edilmektedir.’’ (TÜİK, 2011)

İstihdam kavramı, bütün ekonomilerin temel amacı olan ekonomik büyümenin açıklanmasındaki en öncelikli konulardan biridir. Üretim faktörlerinin kullanım oranı, girdiler ve üretim yoğunluğu gibi veriler bu kavramın açıklayıcı değişkenlerinden sadece birkaçıdır. Bu noktadan yola çıkarsak, başlangıç olarak, işsizlik oranı için,

‘’Emek faktörünün istihdama dahil olamayan kısmıdır.’’ şeklinde, çok az iktisâdi koşulu taşıyan bir tanımlama yapabiliriz. Elbette ki bu tanım, çok genel ve pratikte var olan işsizlik durumunu tüm nedensellikleri ile ifade etmekte yetersizdir.İşsizliği daha geniş tanımlar ile incelediğimizde, farklı, bazen piyasa ve istihdam, bazen de firma ve birey çerçevesinde toplanan açıklamalar görmekteyiz. Ancak hepsinin ortak yorumu, işsizliğin bir ekonomik problem ve sosyal maliyeti bulunan bir kavram olduğudur.

Günümüzde tüm toplumların en önemli sorunu haline gelmiş olan işsizliği;

iktisadi anlamda emek talebinin emek arzını karşılamaması olarak açıklayabiliriz. Tek başına emek arzının emek talebine eşit olması işsizlik olgusunu ortadan kaldırmaz, istihdamın gerçekleşebilmesi için emek arzının talep edilen işçi niteliklerini de taşıması gerekir, yoksa istihdam söz konusu olamaz. (Güney, 2009, s. 136) Tanımından da anlaşılacağı gibi, işsizliğin sebebi, yeteneksizlik, isteksizlik ve işten korku gibi sübjektif nedenler değil, emek arzına nazaran emeğe olan talebin yetersiz olmasıdır. (Köklü, 1984, s.72-73)

İşsizlik oranı emek piyasasının şu anda içinde bulunduğu şartları gösteren iyi bir gösterge olmasına rağmen, istediği halde iş bulamayan insanların yüzdesi için uygun bir ölçü değildir. (Krugman ve diğerleri, 2009, s. 201) Çünkü, modern iktisadın

(19)

temellerinin atıldığı yıllardan günümüze, işsizlik kavramının tanımı ve ekonomik koşullar oldukça değişmiş ve bu değişim devam etmektedir.

Bahsedilen, iktisat biliminin temelinin atıldığı yıllara bakıldığında Klasik İktisat Okulu’nun ve ilerleyen yıllarda ise bu okula katkı sağlayan Neo-Klasik Okul’un işsizlik tanımlarını görmekteyiz. Bu tanımlara bakıldığında ekonominin tam istihdam seviyesinde bulunduğunun savunulması, ekonomide atıl kapasitenin bulunmaması gibi varsayımlara yönelik tanımlar görmekteyiz. 1929 Büyük Bunalımı’na kadar Klasik iktisadın hakim olduğu dönemde işsizlik tamamen gönüllü bir sorun olarak görülmüştür.

Neo-Klasik teori bir tam istihdam analizidir ve işsizlik sorunu sadece gönüllü bir işsizliktir. (Ataman, 1998, s. 61)

Bu varsayımlar, J. M. Keynes’in 1929 Krizi sonrası ortaya koyduğu yeni iktisat akımı ile yerini farklı boyutta tanımlara bırakmıştır. Bu anlamda en büyük fark tam ve eksik istihdam noktalarındadır. Klasik istihdamın varsayımlarından birisinin tam istihdam seviyesinin var olduğunu söylemiştik. Keynes ise kapitalist bir ekonominin genel durumunu eksik istihdam dengesi ile karakterize etmiş ve toplam talebin sistemli olarak toplam arzın gerisinde kaldığını göstermiştir. (Yıldırım ve diğerleri, 2011, s. 157) Neo-Klasik iktisat görüşünden Keynesyen iktisat görüşüne geçiş yaparken gönüllü bir işsizlik sorunundan gönülsüz bir işsizlik sorununa da bir geçiş yapılmıştır. (Ataman, 1998, s. 62)

Ancak tüm bu varsayımlar iktisat tarihinin yaşadığı diyalektik süreçten payını almış ve literatürdeki varlıklarını sonsuza kadar sürdürememişlerdir. Keynes’in ortaya koyduğu makro ekonomik modeller ve uygulamaya yönelik politika önerileri, dönemin içinde bulunduğu olumsuz hava üzerinde ciddi etkinlik göstermiş ve günümüze kadar gelen, (tamamen ya da kısmen) uygulanan politikaların temelini oluşturmuş olsa da 1970’li yıllarda yaşanan petrol krizi, girdi maliyetlerinin artışı, durgunluk, yüksek enflasyon ve stagflasyon gibi sebepler, istihdamı çok büyük ölçü ve olumsuzlukta etkilemiş ve bu da Keynes’in iktisadi düşüncelerinin yeniden sorgulanmasına sebep olmuştur. Özellikle Phillips Eğrisi ile ortaya konan, enflasyon ve işsizlik arasındaki negatif ilişkinin varlığı, Keynesyen düşüncenin geçerliliğini oldukça zayıflatmıştır. Bu bakış açısı, aslında, Keynesyen düşünceye yapılmış bir haksızlık değildir. Çok genel- geçer rakamlarla bile, bu iktisat okulunun varsayımlarının, dönemin koşulları ile ciddi eleştiriler almaya müsait olduğunu görmek çok zor değildir. Avrupa Topluluğundaki işsizlik, birinci petrol fiyatı şokundan önce, %3’ten daha düşük bir oranda kalmak için

(20)

direnmiştir. Şoktan sonra, bu oran acımasız boyutlarda, 1985 yılında, %11 olarak zirveye çıkmıştır. (Bean, 1994, s. 573)

Keynesyen analizin itibar kaybetmesiyle Friedman ve Phelps tarafından geliştirilen doğal işsizlik oranı hipotezi 1970‘lerde iktisadi literatüre yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. Buna göre, kısa dönemde enflasyon ve işsizlik arasında bir ilişki olmasına rağmen uzun dönemde bu ilişki ortadan kalkar. Doğal işsizlik oranı hipotezinde toplam talepteki değişmelerin üretim ve istihdamı kısa dönemde etkilediği, uzun dönemde ise üretim, istihdam ve işsizliğin denge düzeylerinde olacağı varsayılmıştır. Ne var ki, işsizliğin uzun dönemdeki gelişimi incelendiğinde doğal işsizlik oranının arttığı görülür. (Alp, 2010, s.19)

Bu dönem ile birlikte ortaya yenilenmiş fikirler ile çıkan Yeni Keynesyen Okul, Neo-Klasik Okul’un ortaya koyduğu arz-talep ve Keynes’in bu düşünceye yaptığı katkıların problemleri açıklayamamasından dolayı, önceki temellendirmelere yeni bir boyut kazandırarak işsizlik olgusunu açıklamaya çalışmıştır. Çünkü, önceki dönemlerdeki iktisadi akımların üzerinde yapılacak küçük çaplı yorum değişiklikleri sorunun çözümüne yardımcı olmayacaktı. Daha açık bir ifadeyle, stagflasyon olgusu, hem talep hem de arz tarafından bakılan bütünleştirilmiş bir analiz gerektirirken, Neo- klasik sentezin ağırlıklı olarak talep cephesine yoğunlaşan teorik çerçevesi analiz için yetersiz kalır. (Büyükakın, 2007, s. 4) Bu anlamda Yeni Keynesyen Okul, makro ekonomiyi, mikro ekonomik varsayımlar ile açıklamaya çalışmış ve buna hizmet eden türde teoriler ortaya koymuşlardır. Bu teorilerin başında, karşımıza Histeri Hipotezi çıkmaktadır. Bu yeni ekol -rasyonel beklentiler varsayımı altında- fiyat ve ücret katılıklarının mikro temellerini vurgulamıştır. (Alp, 2010, s. 28)

1.2. İşsizlik ve Türleri

İşsizlik olgusu, teorik anlamda, farklı ifadeler ile tek bir anlama geliyor gibi görünse de, pratikte; ülkelerin gelişmişlik seviyeleri, bu olgunun, farklı anlamlara gelmesine ve çeşitlenmesine sebep olmuştur. Çünkü işsizlik, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyolojik ve psikolojik bir gerçektir. Bu da ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ile doğrudan etkileşim halinde olması anlamına gelmektedir.

İşsiz; çalışma istek ve yeteneğinde olup da günün çalışma ve ücret koşullarına göre, emeğini sunmasına karşın sosyo-ekonomik nedenlerle isteği dışında (gayri iradi) çalışma olanağı bulamayan kişilerdir. (Andaç, 2010, s. 42) Bu bağlamda işsizlik,

(21)

çalışma istek ve yeteneğine sahip, mevcut çalışma ve ücret şartlarına göre emeğini arz ettiği halde, uygun bir iş bulamayan kişilerin durumunu ifade eder. (Şakar’dan aktaran:

Aktürk, 2008, s. 5) Tüm bu tanımlamalara, ekonomik bir tanım olarak, ‘’Emek arzı ve talebi arasındaki oransal farktır.’’ cümlesini ekleyebiliriz.  

Gelişmiş ülkelerde daha çok açık işsizlik gözlenirken, gelişmekte olan ülkelerin istihdam yapısı gizli işsizler, gönülsüz işsizlik, mevsimlik işsizlik gibi değişik işsizlik tiplerini ön plana çıkarır. Bu tür ülkelerde işsizlik süregelen, günlük ve nüfusun büyük bir çoğunluğunu kapsayıcı bir özellik arz etmektedir. Ancak işsizliğin yaşama tarzı, ilişkiler ve başa çıkma süreçlerine yansıma şekli, bazı genel ortak özellikler gösterse de, ülkelerin gelişmişlik düzeyine ve kültürden kültüre değişebilmektedir. (Savcı’dan aktaran: Aktürk, 2008, s. 7) Buna örnek verecek olursak, gelişmiş ve ekonomisinin dinamikleri sanayi ve ileri teknolojik koşullara bağlı olan bağlı olan bir ülke (Almanya) için işsizlik, genelde açık işsizlik olarak tanımlanabilecekken, Yunanistan gibi, ekonomisinin büyük bölümü (yaklaşık %30’u) tarım ve hayvancılığa dayanan ülkeler için mevsimsel işsizlikten söz etmek mümkündür. Bakıldığında mevsimsel işsizlik oranının Almanya için Yunanistan’dan daha az olması bu varsayımı desteklemektedir.

Tüm bu söylemleri bir tablo halinde bir araya getirdiğimizde, işsizlik çeşitleri için şunu görmekteyiz:

Şekil 1: İşsizlik Türleri

Kaynak: Faruk Andaç,İşsizlik Sigortası, TÜHİS Yayın No: 66, s. 44, Ankara, 2010.

(22)

1.2.1. Açık İşsizlik

Açık işsizlik kavramı, “çalışma gücü ve arzusu olduğu halde, cari ücret seviyesinde iş arayıp da bulamayanların toplamının oluşturduğu işsiz kitleyi” ifade etmektedir. (Zaim, 1997, s. 170) Başka bir deyişle, açık işsizlik, bir kişinin yaşamını sürdürebilmek için gerekli olan parayı kazanmak ve geçimini sağlamak arzusuyla yapacağı bir işinin olmaması durumudur. (Sürücü, 2014, s. 26)

1.2.2. Gizli İşsizlik

Görünürde açık bir işsizlik hüküm sürmediği halde, işgücünün ancak düşük bir prodüktivite ve uygun düşük bir ücretle istihdamı ekonomide gizli işsizliğin mevcut olduğunu gösterir. (Ülgener, 1976, s. 120) Yani, çalışma hali mevcutken verim düşüklüğü sonucu ortaya çıkan işsizliğe gizli işsizlik denilmektedir. Bir başka anlatımla, çalışır görünen, fakat elinde olsun ya da olmasın herhangi bir sebeple normalin altında çalışma veya verim düşüklüğü durumudur. Gizli işsizlik, bu durumda bir eksik istihdam halidir. Teknolojik bir değişme olmaksızın üretim kapasitesine oranla fazla işçinin istihdamı, gizli işsizlik sonucunu doğurmaktadır. Gizli işsizlik genellikle tarım sektöründe ve hükümetlerin istihdama yönelik tercihleri sonucu kamu sektöründe görülmektedir. (Aktürk, 2008, s. 7)

Şu nettir ki; henüz işsizliğe değindiğimiz ilk noktalardan buraya kadar anlattıklarımızda, ekonomik büyüme ve refah artışının, teknoloji ve işgücü artış oranlarının, ancak birbirlerini çift yönlü destekleyen modeller, rasyonaliteler ve artışlar ile gerçekleştiğinde amacına ulaşacağını kabul etmemiz gerekir. Çünkü iktisat bilimi çok uzun yıllardır, ne tamamen teknolojinin yönettiği, bütün formül ve varsayımların tamamen pratik bulduğu, ne de yalnızca insan gücünün var olarak egemen olduğu bir bilim olmamıştır.

1.2.3. Gayri İradi (Gönülsüz) İşsizlik

Bir ekonomide, yetişkin kişilerin bir kısmının, cari ücret düzeyinde ve mevcut çalışma koşullarında çalışmaya razı olmalarına karşın, iş bulamamaları halinde söz konusu olan işsizliğe, gayri iradi işsizlik denir. Bu gibi işsiz kişiler, cari ücret düzeyi altında çalışmaya razı olmaları halinde iş bulabilirler. Ancak bu şekilde iş bulduklarında çalışmakta olan kişilerin işlerini ellerinden aldıklarından dolayı, ekonomideki işsizlik ortadan kalkmaz, sadece işsiz olan kişiler değişir. (Dinler, 2009, s. 481)

(23)

İş bölümü ve uzmanlaşmanın ileri düzeyde olduğu ekonomilerde çok sık rastlanan “gayri iradi işsizlik” ekonomik bakımdan büyük bir problem teşkil etmektedir.

Gayri iradi işsizlikte, iradi işsizliğin aksine, işsiz kalan kişi, isteyerek işsiz duruma düşmüş olmadığından bu durumdan kurtulması da yine kendi çabalarına bağlı değildir.

Kişiler piyasada geçerli cari ücret düzeyine ve iş kollarına razı olsalar bile iş bulamamaktadırlar. (Bekiroğlu, 2010, s. 68)

Daha önce belirtildiği gibi Klasik ve Neo-Klasik iktisat okulları bu tür bir işsizliği reddetmişlerdir. Keynes ise, böyle bir işsizlik türünün var olduğunu kabul ederek, bunun sebebini talep yetersizliği olarak göstermişlerdir.

1.2.4. İradi (Gönüllü) İşsizlik

İradi (Gönüllü) işsizlik,kişilerin,çalışma koşullarına sahipken, emeklerini piyasada var olan ücrete karşılık arz etmek istememeleri sonucu oluşan işsizlik türüdür.

Bu isteksizlik yalnızca parasal değil, kişisel sebeplerden dolayı da meydana gelebilir.

Gönüllü işsizliğin nedenleri; (Eyüboğlu’ndan aktaran: Bekiroğlu, 2010, s. 53)

- Hiçbir zaman aktif olarak iş aramıyor olabilir.

- İşin kendisine uygun olmadığını düşünebilir. Ayrıca kendisine uygun bir işin var olmadığını da düşünebilir.

- Kendisine, kendisini tatmin edecek olan ücretin verilmeyeceğini düşünebilir.

- Çalışmayı apaçık istemeyebilir.

İradi işsizliğin nedenlerini Zeynel Dinler’in yorumu ile incelediğimizde: ‘’İradi işsizliğin nedeni, kişilerin yaşamlarını devam ettirebilmeleri için güvencelerinin olması nedeniyle, işi ya da iş yerini, ücret düzeyini vb. bahane ederek çalışmak istememeleridir. Bu tür iradi işsizlikte, ailede bir ya da iki kişi çalışırken, evin hanımı, evin kız ya da erkek çocuğu mevcut iş olanaklarını kendilerine layık görmeyerek çalışmak istemezler. İşe girmeleri halinde ise, küçük bir bahane ile işlerini bırakırlar.

Bu şekilde uzun zaman çalışmayan kişiler, iyice tembelleşerek, çalışma isteklerini tamamen kaybederler.’’ (Dinler, 2009: 481)

(24)

Klasik ve Neo-Klasik okulun ortaya koyduğu işsizlik türü tam olarak budur.

Onlar, tam istihdam ekonomisini tanımlarken, işsizliğin yalnızca tercihsel bir olgu olduğunu belirtmişlerdir. Biz de, bir sonraki, ‘’İktisat Okulları ve Emek Piyasası Yorumları’’ bölümümüzde, bu konulara daha ayrıntılı olarak eğileceğiz.

(25)

2. BÖLÜM

İKTİSAT OKULLARININ EMEK PİYASASI YORUMLARI

2.1. Genel Bakış

Modern iktisadın var oluşundan günümüze kadar süregelen sosyal ve ekonomik birçok olay, emek piyasasının her dönem ve şartları için, -literatüre geçecek kadar değerli ya da değil- birçok yoruma maruz kalmasına sebep olmuştur. Özellikle Avrupa Kıtası (Avrupa Birliği kastedilmektedir) için, bu konuya eğildiğimiz ve 1946 yani savaş sonrası dönemini baz aldığımızda, 1970’li yılların sonuna kadar geçen ve sonrasından günümüze kadar gelen süreci iki ayrı noktada incelemek, emek piyasasına yapılan bu yorumları daha net görebilmemizi sağlayacaktır.

Tüm bunlara rağmen, teorik anlamdaki bir işsizliğin, (sektörü, bölgesi veya nedeni anlamında) -hâlâ- büyük çoğunluğu kapsayabilen bir yoruma sahip olamaması, iki yüz yılı aşmış olan bu bilim tarihinin, bazen neo’laşan, bazense post’laşan bir çizgi ile ilerlemesine sebebiyet vermiştir. Bu anlamda, bu iktisat tarihinde, literatüre geçecek kadar etkili olmuş, uygulanmış ya da uygulanmaya çalışılmış teorileri, iktisat okullarının emek piyasası yorumlarını da dikkate alarak görmek, incelemek gerekmektedir. Çünkü bu yorumlar, önce emeğe, sonra istihdama ve dolayısı ile işsizliğe bakış açılarının farklılığı anlamında oldukça önem arz etmektedir.

2.2. Klasik Yaklaşım

Klasik İktisat Okulu, rasyonel bireyi temel alan, ekonomideki dinamikleri düzenleyen ve tüm dengeleri sağlayanın serbest piyasa modeli olduğu savunan, Adam Smith’in ‘’Ulusların Zenginliği’’ isimli kitabına dayanan modern iktisat tarihinin ilk ve en büyük adımıdır.

Klasik iktisatçılar, piyasa ekonomisine uyulduğu takdirde, ekonomik sorunların kendiliğinden ve eldeki imkanlar çerçevesinde en etkin biçimde çözümleneceğini savunmuşlardır. Neo-klasik iktisatçılar ise bu görüşleri marjinalist yaklaşım çerçevesinde daha etkin bir şekilde incelemişler, Klasik iktisatçıların cevaplayamadığı bazı soruları da böylece cevaplamaya çalışmışlardır. (Ardıç ve Aydın, 2011, s. 9)

Klasik İktisat Teorisi piyasaların sürekli temizlendiğini, yani mal, para ve emek piyasalarının sürekli dengede olduğunu savunur. Bu nedenle klasikler işsizlik sorunuyla

(26)

ilgilenmemiş ve işsizliğin ancak gönüllü olabileceğini düşünmüşlerdir. (Talas’tan aktaran: Alp, 2010, s.20) Çünkü Klasik Okul, varsayımlarını ortaya koyar ve tam istihdam, görünmez el ve milli gelir kavramlarını açıklarken, çalışmak isteyen herkesin, içinde bulunduğu ekonomide iş bulabileceğini savunur ve zenginliğin kaynağı olarak emeği işaret eder.

A. Smith’e göre, zenginliğin asıl kaynağı emek olduğuna göre, bir ülkede insanlar ne kadar çok çalışırlarsa ve üretimin örgütlenişimde işbölümü ve uzmanlaşmaya ne derecede önem verebilirlerse millet olarak o kadar zenginleşebilecektir. (Üstünel, 2001, s.89)

İnsan, çevresini yaşanabilir hale getirmek için emek vermiş, emeğini verimli hale getirmeye çalışmıştır. Emeğin verimini artırmak için kullanılan aletler de emek ürünü olduğu için Smith, yaratılan değer ölçüsünün emek olduğunu kabul etmiştir.

Emek bütün şeylere ödenen ilk fiyat, gerçek satın alma parasıydı. Dünyanın bütün serveti aslında altın ve gümüşle değil emekle satın alındı diye ifade etmiştir. (Erim, 2013, s. 41) Klasik analizdeki tam istihdam varsayımı üç temel kuram üzerine bina edilmiştir. Bunlar; mahreçler yasası, faiz teorisi ve ücret teorisidir. (Alp, 2010, s. 29)

2.2.1. Mahreçler (Say) Yasası

İnsanların, kendi bireysel çıkarları doğrultusunda faydalarını maksimize etmeye çalışırken, içinde yaşadıkları toplumun da refahının yükseleceğini belirten Smith başta olmak üzere Klasik iktisatçıların temel tezi, tam rekabet koşullarında, serbest piyasa ekonomisinde kaynakların tam olarak kullanılıp, kendiliğinden dengeye ulaşılacağıdır.

Ücret ve fiyatlar esnek olduğu sürece, her zaman tam istihdam düzeyinde genel dengeye ulaşılacağı varsayılır. (Ardıç ve Aydın, 2011, s. 60) Bu anlamda ekonominin üretim, yani arz tarafıyla ilgilenen Klasik iktisatçılardan Say,‘’Her arz, kendi talebini yaratır.’’

gibi bir yorum ile aslında Klasik Okul’un piyasa koşulları ile ilgili varsayımını da destekliyordu. Başka bir deyişle, ekonomide bulunan her arzın kendine talep yaratabilmesi, ekonomide mal ve hizmet ile talep arasındaki dengenin oluşması anlamına gelmekteydi ki; bu ne arz, ne de talebin eksik ya da artık olmaması anlamına gelmekteydi.

Varsayımları özetlemek gerekirse, Klasik iktisatçıların bu görüşleri J. Baptiste Say’ın Mahreçler Teorisi’nde, ‘’mal ve hizmet satanlar, ellerine geçen para ile mal ve hizmet satın alırlar’’; ‘’her arz kendi değerine eşit bir talep yaratır’’; ‘’mallar mallarla

(27)

değiştirilir, para sadece bir değişim aracıdır’’ şeklinde ifade edilmiştir. (Zaraoğlu, 1981, s.97)

2.2.2. Faiz ve Ücret Teorisi

Say tasarrufların tüketimi azaltıcı etkisi olmayacağını ve tüm tasarrufların değişik şekillerde de olsa mutlaka tüketileceğini öne sürmüştür. Bu yaklaşıma göre tasarruf yapılması durumunda talep yetersizliği ortaya çıkar ve faaliyet hacmi tam istihdam düzeyinin altına iner. (Aren’den aktaran: Alp, 2010, s. 20) Ancak bu durum, tasarrufların faiz ile birlikte yatırımlar dönüşmesi sonucu ortadan kalkar. Bu da tasarrufun faizin fonksiyonu olduğu anlamına gelmektedir. Ücret teorisi incelendiğinde ise, Klasik Okul’un, emeğin talep edilebilirliği varsayımından yola çıkarsak, ücret düşüşünün istihdamı artırıcı bir etki yaratacağını savunduğunu söyleyebiliriz.

Ekonomide ücretin bağımsız değişkeni olarak etkilediği bir dengesizlik durumunda, piyasa ekonomisi çalışmaya başlar ve ücretler ekonomiyi tam istihdam seviyesine getirecek şekilde esneyerek dengesizliği ortadan kaldırır.

2.2.3. Emek-Değer Teorisi

Üç sınıftan oluşan bir toplumda, fiyatların oluşumunu açıklamak üzere kurulmuş bir teoridir. Smith’in kurmuş olduğu değer teorisi kendinden sonraki klasik iktisatçılara ve Marks’a kaynaklık etmiştir. Smith emek-değer teorisini kurarken değeri ikiye ayırmıştı (kullanım değeri yani fayda ve mübadele değeri yani fiyat). Ricardo buradaki çelişkiyi ortadan kaldırdı. Bir malın mübadele değerinin olması için, kullanma değerinin olması gerektiği belirtti. (Erim, 2007, s. 61)

Klasik değer teorisi; kapitalist bir ekonomide, piyasadan gelir elde eden üç üretim faktörünün getirisiyle, üretim maliyetinin gerisindeki ‘’reel fedakarlık, çabayı’’

bağdaştırma denemesidir. (Kazgan, 2000, s.74) .

Ricardo’nun emek-değer teorisinin dayandığı varsayımlar şunlardır (Bocutoğlu, 2012, s.133):

1. Bütün ekonomi tek bir tarımsal çiftlik gibi kabul edilir.

2. Bütün üretim dallarında sermaye/emek oranı sabittir. Misal olarak 1 işçiye 1 kürek gibi. Burada 1 işçi emeği, 1 kürek de sermayeyi temsil etmektedir.

(28)

3. Emek homojendir, yani türdeştir. Bununla birlikte bir kol işçisi ile bir mühendisin emeği homojen olmadığı için, mesela bir mühendis dört kol işçisine eşit sayılarak, bir kol işçisi ile bir mühendisin toplam emeği 5 kol işçisi (biri kol işçisinin, dördü mühendisin olmak üzere toplam 5 kol işçisi)olarak türdeş hale getirilebilir.

4. Hiç rant getirmeyen topraklarda tahıl üretimi, sadece emek ve sermaye tarafından gerçekleştirilir. Toprak sahiplerinin üretime katkısı yoktur.

Buna göre, üretimde göreceli olarak fazla emek kullanılmışsa malın maliyeti (fiyatı) yüksek, az miktarda kullanılmışsa düşük olur. Bu açıklamalardan, Klasik iktisatçıların maliyeti oluşturan öteki faktörlerin farkında olmadıklarını sanmak doğru değildir. Gerçekte, doğal kaynakları tanrının insanlara bir bağışı olarak kabul ederler.

Bunların üretilmemiş olması, yani toplumun bunlar için bir emek harcamak gibi bir fedakârlıkta bulunmamış olmasından dolayı, doğal kaynakları maliyeti oluşturan etkenlerden birisi olarak saymamışlardır. (Seyidoğlu, 2013, s. 26)

Sermayenin kaynağı içinse, emek faktörünü işaret eden Klasik Okul, sermayenin kaynadığını da emek faktörü olarak göstererek, sermaye üretimine konu olan üretimin değerinin, bu üretimde kullanılan emek faktörü ile ölçüleceğini söylemiştir.

Sonuç olarak, emek-değer teorisini, emeğe ve değere ayrı ayrı değinerek, bu tanımlamalar ile ifade edebiliriz. Ancak emeğin, Klasik Okul sonrasındaki yorumcusu D. Ricardo ve hatta Karl Marx için bile ekonominin sürükleyici faktörü olması, ortaya bir çelişkiyi çıkarmaktadır. Bu çelişki, fiyatlar ve ücretler arasındaki ilişkide ortaya çıkmaktadır. Öyle ki, bir malın asıl değerinin o malın üretiminde kullanılan emek miktarı ile ölçülmesi, yani emek faktörünün bu denli önemsenmesi durumunun, emeğin üretim sürecinden alacağı pay olan ücret tanımına gelindiğinde, ortadan kaybolduğunu görmekteyiz. Bu teori ile fiyat mekanizması arasındaki ilişkiyi/çelişkiyi görmek için, ücretlerin Klasik Okul yorumuna bakmak ve şu tanımlamayı ortaya koymak gereklidir:

‘’Adam Smith, ücretleri iki farklı ücret tanımı ile açıklamaya çalışmıştır. (Birincisi, gerçek ücret olup, işçinin kendisini ve ailesini geçindirecek düzeydeki ücreti ifade eder ve asgari bir düzeyi vardır. İkincisi ise piyasa ücreti olup, arz ve talep şartlarına göre oluşan ve esasta gerçek ücretler etrafında dolaşan ücrettir)’’ (Tekeoğlu, 1993, s.69)

(29)

2.3. Keynesyen Yaklaşım

2.3.1. Keynesyen İktisat ve Ortaya Çıktığı İktisadi Ortam

Modern Ekonomi Tarihi’nin başlangıcı olarak kabul ettiğimiz Klasik (Liberal) İktisat Doktrin’i, yaşanan ağır sosyolojik ve getirdiği ekonomik travmalar ile 1929 yılına gelindiğinde, sonraları ‘’Kara Perşembe’’ olarak adlandırılacak, kapitalizmin yaşadığı en derin ve uzun kriz ile karşı karşıya geliyor ve dönemin etkin olan iktisat okulu olarak, bu krizi çözmekte büyük aksaklıklar yaşıyordu. Çok genel bir yargı olarak, borç krizi şeklinde tanımlanabilecek bu kriz, ABD-New York Borsası’nın çöküşü ile resmen etkilerini göstermeye başlamıştı. Merkez etkilerini her ne kadar İngiltere ve ABD olarak seçse de, kriz, gittikçe daha da küresel hale gelen ekonomilerin büyük bölümünü ağır bir biçimde etkiliyor, binlerce banka batıyor ve sayısız insan işsiz, evsiz kalarak boyutları açlığa kadar varan çok ciddi ekonomik sonuçlar doğuruyordu.

Hatta krizin bazı dönemlerinde insanlar, yalnızca meyve sebze üretip satarak hayatta kalmaya çalışıyor, piyasadaki paranın bir anda yok olması ile birlikte takas yöntemine başvuruyordu.

Kriz sonucunda fiyatlardaki sürekli düşüşler %40, sanayi üretimindeki düşüşler

%35 ve ticaret hacimlerindeki gerileme %50’lerin üzerine çıkmıştır. Ayrıca kriz sonrasında yaklaşık 50 milyon insan istihdam dışında kalmış ve işsizlik sorunu sonraki uzun yılları da kapsayacak şekilde kendini göstermişti.

Krizin dünya ekonomilerini getirdiği nokta, şu yorumunda gayet açık bir şekilde kendini göstermektedir: (Pecchi ve diğerleri, 2012, s. 21)

‘’Şu anda ağır bir ekonomik karamsarlık nöbetinden muzdaribiz. 19. yüzyıla damgasını vuran dev ilerleme çağının sona ermiş olduğunu, yaşam standardında görülen hızlı iyileşmenin en azından Büyük Britanya’da artık yavaşlayacağını, önümüzdeki on yıl içinde ekonomik refahta bir gerilemenin bir iyileşmeden daha yüksek bir olasılık olduğunu sağda solda sürekli duyuyoruz.’’

Klasik İktisat Okulu’nun ortaya koyduğu varsayımlardan olan ‘’Görünmez el’’

kavramının, piyasada meydana gelen tüm iktisadi olayları dengeye getiren çizgiden oldukça uzaklaşmış olması, yeni ve çağa uygun bir iktisat anlayışını gerektiriyordu.

İşte böyle bir ortamda John Maynard Keynes ismindeki bir iktisatçı, İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi isimli kitabı ile 1936 yılında ortaya çıkarak bütün dünyayı derinden sarsacak bir şekilde literatürdeki yerini alıyordu. Bu anlamda Keynes,

(30)

20. yüzyıl ekonomilerinin derin bir şekilde eğilim gösterdiği iktisat politikalarının büyük bölümünde yer almıştı.

2.3.2. Keynesyen Yaklaşımın Temel Varsayımları

Keynes ve fikirlerinin iktisat tarihinin ekonomik koşullarına baktığımızda, Klasik Okul’un en ciddi varsayımlarından olan Say Kanunu’nun yani, her arzın kendi talebini doğurması önermesinin artık pratik bulamadığı bir dönemle karşılaşmaktayız.

Yalnızca bu yargı üzerinde Keynes’in iktisadi düşüncelerini açıklamaya başlamak tesadüf değildir. Çünkü O, ekonomideki daha önce var olduğuna inanılan denge varsayımlarının, bulunulan dönem itibariyle artık pratik bulamadığını görmüş ve eserinde de bunun üzerinde durmuştur. Keynesyen İktisat, açıklamalarını yaparken Klasik İktisat’ın varsayımlarından beslenir ve ortaya koyduğu yeni ideolojileri bunun üzerinden düzenleyici bir etki ile ilerlemeye devam eder.

Keynesyen İktisat için, ‘’talep yönlü bir iktisat anlayışıdır’’cümlesini kurmak biraz cömertçe olsa da, bu anlayışın içerisini ciddi derecede doldurabilecek bir yargıdır.

Açıklamalara Say Kanunu üzerinden başlamamızın sebebi de budur. Keynes, ekonomik problemlerin temelinde bu dengesizliğin yattığını ileri sürmektedir. Keynes, ‘’Genel Teori’’ kitabında bunu, şu kelimeler ile ifade etmektedir: ‘’Klasik teorinin önermelerinin genele değil de, sadece özel bir duruma ilişkin uygulanabilirliğinin olduğunu, varsaydığı durumların mümkün olan denge konumları açısından sınırlayıcı bir nokta olma özelliğine sahip olduğunu göstereceğim. Bundan başka, Klasik teori tarafından varsayılan özel durumun niteliklerinin, şu anda içinde yaşadığımız iktisadi toplum açısından hiçbir geçerliliği yoktur. Öyle ki, söz konusu varsayımları deneyimle elde edilen gerçeklere uyguladığımızda yanlış bir öğretiye neden olacak ve iş felaketle sonuçlanacaktır.’’ (Keynes, 2008, s. 13)

Keynes, Klasik iktisat ile ortak bir yön olarak, emeğin aldığı ücret ile istihdamın hacmi arasında ters yönlü bir ilişki olduğunu savunmuştur. O, kapitalist büyümede adaletsiz bir büyümenin olduğunu açıklama girişiminde de bulunmuştur. İşsizlik konusunda değinildiğinde, işsizlik problemi, günümüzde çok ciddi bir problem olarak iktisatçıları yeniden bu problem üzerinde durmaya zorlamıştır ve iktisatçıların tutarlı fikirleri ile 19. yüzyıl kapitalizminin düşünceleri günümüzde devre dışı kalmıştır.

(Klein, 1968, s.165-166)

(31)

Genel Teori’nin ortaya koyduğu amaç, bir bütünlük içerisinde istihdam ve üretim seviyelerinde meydana gelen değişimleri oluşturan faktörlerin makro analiz çerçevesinde incelenmesidir.

Keynes’in emek ve işgücü ile ilgili olarak, ücret konusunda da Klasik İktisat ile ciddi ayrılıklar yaşadığı görülmektedir. Çünkü Klasik İktisat Okulu, piyasa kendi kendine çalışmak üzere müdahalesiz bırakıldığında, ücret ve fiyat seviyesinin esnek olduğu bir ortamda, yüksek işsizliğin ücretleri düşüreceğini, bu ücret düşüşünün de piyasa reaksiyonu olarak maliyetleri düşürüp emek talebi artışı yaratacağını ve dolayısı ile emek piyasasının da yeniden dengeye geleceğini söylemiştir. Ancak Keynes bu kadar iyimser değildi. O, emek piyasasında oluşan ücretlerin, sendikalar ve işverenler arasında yapılan toplu sözleşmeler ile belirlendiğine ve yüksek işsizlik ya da yetersiz emek talebi olması durumunda, ücretlerin bu denli bir düşüş yaşamayacağını işaret etmiştir.

Sonuç olarak, Keynesyen Teori, ekonomik problemlerin temelinde var olan bir talep yetersizliğinden söz eder ve bu yetersizliği giderecek olan piyasa aktörünün de kamu kaynakları ile devlet olacağını ileri sürer.

Şekil 2:Keynesyen İktisat ve İstihdam Seviyesi

Kaynak: (Stewart’tan aktaran: Alp, 2014, s. 23).

Keynesyen Teori’ye göre resesyonların temel özelliği yetersiz emek ve ürün talebinin birbirini takviye etmemesidir. Daha açık bir ifadeyle, durgunluk dönemlerinde ürün talebi az olduğundan firmalar mal ve hizmet üretemezler. Üretimin azalması ise işsizliğe, işsizlik de satın alma gücünü düşürerek talep yetersizliğine sebep olur. Buna göre mal ve hizmet piyasası ile emek piyasası arasındaki hareketlenmeler aşağıya ve yukarıya birlikte gerçekleşir. İki piyasa arasında bağlantıyı kuran şey ücret ve fiyatların

(32)

ağır hareket etmesidir. Ürün talebindeki bir düşme -eğer ücretler yeterince düşmezse- emek talebinin azalmasında; aynı şekilde emek talebindeki bir düşme -eğer fiyatlar azalma yönünde hareket ediyorsa- ürün talebinin düşmesine sebep olacaktır.

(Snower’dan aktaran: Biçerli, 2004, s. 14)

Keynesyen işsizliğin ayırt edici niteliği, işsizliğin toplamda talepteki yetersizliğe bağlanmış olmasıdır. Bu koşul, Neo-Klasik analizdekinden farklı bir işgücü arzı tanımlamasının bir sonucudur. (Oktay, 2006, s. 197) Son olarak Keynes, işsizliği açıklarken ekonominin yalnızca talep cephesinde yer almış ve sermaye yetersizliği, arzsal nedenler gibi konular üzerinde durmamıştır.

2.3.3. Orijinal Phillips Eğrisi

Phillips Eğrisi ile ilgili ilk çalışma 1950’li yıllarda Alban William Phillips tarafından, fiyat değişmeleri ile işsizlik ve üretim seviyesi arasındaki ilişkiden yola çıkılarak yapılmıştır. Bu ilişki, ilk aşamada faktör fiyatları yani ücret üzerindeki bir değişimin, sonrasında, ürün fiyatları üzerinde yaratacağı etki üzerine yorumlanmıştır.

Phillips bu çalışmasında, işsizlik oranı ile parasal ücretlerdeki değişme oranı arasında doğrusal olmayan, ters yönlü ve istikrarlı bir ilişkinin olduğunu ortaya koymuştur.

(Büyükakın, 2008, s. 136) Parasal ücretin değişim oranı, doğrudan, fiyatların beklenen değişim oranına bağlıdır. (Tobin, 1975, s. 11)Şekil 3’te Phillips Eğrisi’nin orijinal şekli gösterilmektedir. Yatay eksen (u) işsizlik, dikey eksen (W) parasal ücretlerdeki değişme oranını ifade etmektedir:

Şekil 3: Orijinal Phillips Eğrisi

(33)

Görüldüğü üzere parasal ücretler ile işsizlik arasında negatif bir ilişki bulunmaktadır. Yani, parasal ücretlerde meydana gelecek bir artış ya da azalış, - sırasıyla- işsizlikte, azalış ya da artış meydana getirecektir.

Literatür konumuna bakıldığında, Orijinal Phillips Eğri’si, bir ispat çalışması değil, bu iki ekonomik kavram arasında istikrarlı bir ilişki olduğunu ortaya koyma anlamında bir yenilik çalışmasıdır. Aynı zamanda Keynesyen bir araç olan eğrinin ampirik ispatının yapılması, çok uzun ve birikerek ilerleyen bir süreci kapsamaktadır.

Ancak, yukarıda da bahsedildiği üzere, özellikle 1960’lı yıllarda Phillips Eğrisi üzerinde o kadar yoğun çalışmalar yapılmıştır ki, eğri, farklı yorumlar ile yeniden karşımıza çıkmıştır. Lipsey’in Talep Fazlası Modeli yani Neo-Klasik Okul’un emek arzı ve talebini belirleyen ana faktörün reel ücret olduğu varsayımı ile çakışarak, parasal veya nominal ücretlerden bahseden düşünceleri, Samuelson ve Solow’un parasal ücretlerdeki değişme ve işsizlik yerine, artık enflasyon ve işsizlik ilişkisini (Emsen ve diğerleri, 2003, s. 86) konu alan yaklaşımları, bu yeni yorumların yalnızca bazılarıdır.

2.4. Monetarist Yaklaşım

Açıklamalara kronolojik ilerleme ile devam ettiğimizde, 1960’lı yılların sonunda önlenemeyen işsizlik, yüksek enflasyon ve stagflasyon sorunlarının belirtileri, Keynesyen politikaların sorgulanmasına ve zayıflamasına sebep olmuştur. Bir benzetme olarak, filmin hep devam ettiği ancak aktörlerin zamana ve şartlara göre değiştiği ekonomi tarihinde, bu dönemde, Keynesyen anlayışın yerini Monetarist (Parasal) Yaklaşım alıyordu. Bu yaklaşım, o güne kadar üzerinde pek de durulmayan, sadece mübadele aracı olarak görülen paranın ekonomik etkilerinden söz etmekte ve kısa ve uzun dönem analizlere bu açıdan atıflarda bulunmaktaydı. Sonuçta monetaristlere göre paranın nötr olmadığı görülmektedir. (Ertürk, 2010, s. 247)

Monetarizm, ekonomideki istikrarsızlıkların kaynağını genel olarak parasal kaynaklı olarak değerlendirir. Esas olarak enflasyon konusu üzerinde yoğunlaşan Monetaristler, enflasyon, işsizlik, bütçe açıkları vb. iktisadi sorunların, yani istikrarsızlıkların temelinde para politikalarının olduğunu savunurlar. (Ardıç ve Aydın, 2011, s.125) Ancak paranın bu denli etkili oluşunun yalnızca kısa dönemde geçerli olacağını, uzun dönemde ise piyasaların, fiyatlardaki değişim ile tekrar dengeye gelip, bu etkinin görülmeyeceğini savunmuşlardır.

(34)

Milton Friedman ve Monetarizm neredeyse eş anlamlıdırlar. (Dornbusch ve Fischer, 1981, s. 545) Bu anlamda Monetarist Yaklaşımın öncüsü Milton Fridman, Phillips Eğrisi’ni yeniden zemine uygun bir biçimde yorumlamıştır. Parasalcılara göre, kısa dönemde işsizlik azalsa bile uzun dönemde eski seviyesine döneceğini ve ekonomide doğal işsizlik oranının var olacağını öne sürmüşlerdir. (Barışık ve Çevik, 2008, s. 4) 1960’lı yılların sonunda, M. Friedman ve E. Phelps’in, birbirlerinden bağımsız olarak, orijinal Phillips eğrisine beklentileri dahil etmeleri ve böylece “doğal (denge) işsizlik oranı” kavramını iktisat teorisine kazandırmaları ile birlikte, enflasyon ve işsizlik arasındaki değiş-tokuşta, kısa ve uzun dönem ayırımına gidilmiştir. (Akkuş, 2012, s. 101)

Doğal işsizlik oranı, enflasyon için artış ya da azalış eğiliminin olmadığı bir zamanda ortaya çıkan işsizlik oranı olarak tanımlanmıştır. Ekonomi doğal işsizlik oranındayken, enflasyon oranı yıllara göre sabittir. Firmalar ve işçiler, bu enflasyon oranının oluşmasını beklerler ve kararlarını da buna göre alırlar. Bu nedenle doğal işsizlik oranı, zaman zaman sabit enflasyon işsizliği ya da artmayan enflasyon işsizliği olarak da adlandırılır. (Wiener, 1986, s. 12)

Şekil 4: Uzun Dönem Phillips Eğrisi

Kaynak: Economics Online

(http://www.economicsonline.co.uk/Global_economics/Phillips_curve.html)

Başka bir deyişle, bu oran, ekonominin tam istihdamda olduğu durumda görülen işsizlik oranıdır. Yani, enflasyon ve işsizlik arasındaki ilişkinin tam istihdamı sağladığı durumdaki işsizlik oranıdır. Bu oranın hangi düzeyde oluşacağı ise, o ekonominin iç dinamikleri ile ilgilidir. Talebin artması ya da azalması durumunda, -sırasıyla- bu oran

(35)

azalacak ve artacaktır. Ancak böyle bir türevin yaratacağı enflasyon durumu, tam istihdamın sağlandığı şartlara dönüş yapıldığında ortadan kalmış olacak ve doğal işsizlik oranı yeniden oluşacaktır. Milton Friedman, enflasyonun her zaman ve her yerde parasal bir olgu olduğunu belirterek, uzun dönemde işsizlik ve enflasyon arasında bir tercih edilebilme durumunun olmadığını söyler. Çünkü, uzun dönemde işsizlik oranı doğal oranındadır ve enflasyon ve beklentileri ile ilişkisizdir.

Buraya kadar anlattığımız tüm iktisat okullarının emek piyasası dengesi (istihdam) grafiklerine baktığımızda şunları görmekteyiz:

Şekil 5: Keynesyen, Klasik ve Monetarist Okul İstihdam Dengesi

İncelendiğinde, (Yt’nin tam istihdam noktası olduğunu varsayarsak) AD ve AS eğrilerinin kesiştiği noktada (k) bir eksik istihdam söz konusudur. Keynes, bu noktadaki ücretlerin katılığından dolayı Klasik Okul’un önerdiği, ücret düşüşü sonucu dengenin l noktasına gelmesi varsayımını reddederek, talep yetersizliğinin maliye politikası ile artırılarak m noktasında tam istihdam seviyesine ulaşılabileceğini söylemiştir. Böyle bir durumda ekonomi bir miktar fiyatlar genel seviyesi artışına maruz kalsa da, işsizlik ortadan kalkıp tam istihdam seviyesine ulaşılacaktır.

(36)

Ancak Monetarist Yaklaşım, Keynes’in bu düşüncesini kabul etmemektedir.

Onlara göre ekonomide yaratılacak böyle bir müdahale, faiz oranlarını yükselterek bir dışlama etkisi (Crowding-out effect) yaratacak ve sonuç itibari ile bir süre sonra arz eğrisi AS2 seviyesine gerileyecektir. Bu ise, ekonomideki bu müdahalenin işe yaramayan bir politika olacağını ve ekonomide yalnızca fiyatlar genel seviyesini yükselteceğini söylemek (n noktası) anlamına gelmektedir. Bu durum ve yorum, Friedman’ın daha önce de belirttiğimiz, enflasyon her yerde ve her koşulda parasal bir olgudur sözünün arkasında yatan iktisadi fikrin ana hatlarını oluşturmaktadır. Ayrıca Keynes’in çok ünlü olan, uzun vadede hepimiz ölüyüz (in the long run we are all dead) ifadesini, Friedman’ın, uzun vadede, yaratılan maliye politikalarının etkinsizliği eleştirisine karşılık olarak söylemiş olabileceğini düşünebiliriz.

2.5. Neo-Klasik Yaklaşım

Neo-Klasik Yaklaşım’ın emek piyasası üzerine ortaya koyduğu düşünce, Klasik Yaklaşım’da olduğu gibi dengenin ancak piyasada sağlanabileceğini ifade eder. Reel ücretlerdeki değişmeler, piyasanın dengeye gelmesini garanti eder. Reel ücret, denge oranının üzerinde ise emek arzı emek talebinden fazla olur. Bu durumda emek arz edenler arasındaki rekabet, ücretlerin düşmesine, yani ücret oranının denge ücret düzeyine gelmesini sağlar. Tersi durumda ise, yani ücret düzeyi denge ücret düzeyinin altında ise firmalar arasındaki rekabet sonucunda ücretler denge ücret düzeyine yükselir.

Neo-Klasik teoride reel ücretin, emek piyasasını sürekli temizlediğini, yani dengeye getirdiği varsayılır. (Ardıç ve Aydın, 2011, s. 33)

Firmaların ve emeğini arz edenlerin ücret dengesini piyasa ekonomisinde yakalayacağını savunan Neo-Klasik Yaklaşım, analizlerine ‘’marjinal’’ kavramını katarak bu dengenin oluşumunu açıklayamaya çalışmışlardır. Özellikle, firmaların emeğin marjinal verimliliği üzerinde bilgi sahibi olduklarını varsayan bu akım, firmaların emek talebini bu doğrultuda gerçekleştirmek yönünde kararlar vereceğini ortaya ifade etmiştir. Çalışanlar ise, emeği arz etmeleri durumunda kendileri için oluşacak fayda ve maliyet durumlarına göre kararlarını, çalışmak ya da boş zaman arasında tercih yapmak şeklinde oluşturacaklardır. Bu konulara ayrıntılı olarak değinmek, teorinin anlaşılması için önem arz etmektedir. Çünkü bu varsayımlar, piyasayı dengeye getirecek olan emek talebi ve arzının mikro iktisadi temelini oluşturmaktadır.

(37)

2.5.1. Azalan Verimler Yasası (Emek Talebinin Belirlenmesi)

Azalan Verimler Yasası, iki faktörlü, kısa dönem analizidir ve burada sabit olarak ele alınan faktörün sermaye, değişken olarak ele alınan faktörün ise emek olduğu varsayımı bulunmaktadır. Sermaye sabitken, emek faktörünün artırılması sonucunda ortaya çıkan emeğin marjinal verimliliği ile toplam hasıla arasındaki ilişki ve değişimi inceler.

Emek faktörü artıyorken, emeğin marjinal hasılası önce artarak, sonra azalarak artar ve daha sonra azalmaya başlar. Şekil 6’da da görüleceği gibi toplam hasılanın (TP) maksimum olduğu nokta, marjinal verimliliğin (MP) sıfır olduğu noktadır. Bu, gayet basit bir analiz olmasına rağmen, firmaların optimum emek-sermaye oranını yakalayabilmesi açısından önemlidir. Özellikle emek yoğun ekonomilerde, bir sermayeye gereğinden daha fazla emeğin istihdam edilmesi, birçok psikolojik nedene bağlı olarak verimlilik üzerinde ciddi olumsuz etkiler yaratabilmektedir. Öyleyse görülüyor ki, nasıl ki işsizlik sosyal ve psikolojik bir olgu ise, istihdamın da içsel olarak ortaya çıkabilen sosyal ve psikolojik boyutları vardır.

Şekil 6: Azalan Verimler Yasası ve Hasıla Analizi

Kaynak: Erdal Gümüş, ‘’Üretim ve Maliyetler’’, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, İİBF Maliye Bölümü, 2011, s. 2, Erişim Tarihi: 10.04.2016,

(http://iibf.ogu.edu.tr/erdal/Dosyalar/Dosyalar%20Yeni/10.pdf)

2.5.2. Boş Zaman ve Çalışma Arasında Tercih (Emek Arzının Belirlenmesi) Emek arzı için, işsizliğin tanımlarına kadar varan açıklamalar ile, ücretin temel belirleyici olduğunu belirtmiştik. Ancak emek, yaşamı boyunca çalışmak ve

(38)

çalışmamak arasında ücrete yani gelire bağlı olarak tercihler yapar. Ücretler arttıkça gelir ve dolayısı ile emeği arz etmenin yaratacağı toplam fayda artacağı için emek arzı artacak, tersi durumda ise azalacaktır. Buradan anlaşılıyor ki, gelir, emek arzının bağımsız değişkenidir ve emek arzı gelir ile pozitif bir ilişki içerisindedir. Boş zaman normal bir mal olduğuna göre, (Özkazanç ve diğerleri, 2003, s.226) emek arzı için şunu görmekteyiz:

Şekil 7: Emek Arzı, Ücret ve Tercihler Arasındaki İlişki

Grafik incelendiğinde, çalışmak ya da boş zaman arasında tercihte bulunacak olan kişiler, ücretler W2 seviyesindeyken, L2 kadar bir emek arz etmektedir. Ücretler W1

seviyesine çıktığında bu emek arzı L1 seviyesine çıkmaktadır. Buraya kadar meydana gelen iktisadi tercihler için, ücretin emek arzına sağladığı fayda, boş zamanın sağladığı faydadan (ya da yarattığı alternatif maliyetten) daha fazla olduğu varsayılmaktadır.

Ancak bu noktadan sonra meydana gelecek ücret artışı, boş zamanın yaratacağı fayda artışını karşılayamayacağı için, çalışmak ve boş zaman arasında tercihte bulunacak kişiler, tercihlerini boş zamana sahip olmak yönünde gerçekleştireceklerdir. Şekilde de görüldüğü gibi, ücretler W3 seviyesine çıktığında emek arzı L3 seviyesine gerilemektedir.

Sonuç olarak, tüm bu verileri bir araya getirdiğimizde, pozitif eğim ile başlayan ancak tercihin çalışmaktan boş zamana sahip olmak yönünde değişmesiyle beraber, negatif eğim ile devam eden bir emek arzı eğrisi elde etmekteyiz.

(39)

2.6. Yeni Klasik Yaklaşım

1960’lı yılların sonuna gelindiğinde, temel varsayımları itibariyle Klasik Yaklaşım ile aynı çerçeveye sahip olan Yeni Klasik Yaklaşım, Rasyonel Beklentiler Hipotezi’ni geliştirerek Klasik Yaklaşım’ın önerdiği ücretler ve fiyatların esnek olduğu düşüncesini savunuyordu. Ancak, onlara göre emek arzını belirleyen temel fonksiyon, reel ücretler üzerinde oluşacak beklentiydi.

İnsanlar ellerindeki bilgileri kullanarak en iyi öngörüleri yapıyorsa bu şekilde oluşturulan beklentiler rasyoneldir. Ancak burada beklentilerin mutlak surette doğru olması gibi bir gereklilik yoktur. Ne var ki rasyonel beklentiler altında insanlar sürekli olarak hata yapmaz. Örneğin, Friedman’ın modelinde işçiler rasyonel değildir, istihdamdaki genişlemenin her zaman reel ücretlerdeki bir düşüşle birlikte ortaya çıktığı bilindiği halde bu bilgili dikkate almamaktadırlar. (Yıldırım ve Özer, 2013, s. 170) Ayrıca, piyasanın tam istihdamda olması, fiyatların ve ücretlerin esnek olması varsayımlarından yola çıkarsak, Yeni Klasik Yaklaşım’ın bizlere işaret ettiği işsizlik türü gönüllü işsizliktir. Para arzının ve vergilerin azaltılması, kamu harcamalarının kısılması, vergi azalması yolu ile ücret artışlarının durdurulması ve kârın bu yolla arttırılması, arzı artırmaya yönelik bir politika olacağından, bunların enflasyonun mücadelede önemli noktalar olduğunu söylemişlerdir.

Rasyonel Beklentiler Hipotezi’nin rasyonelliği incelendiğinde, bunun daha önce var olan ve önerilen beklentiler ile karşılaştırılması gerekir. Genel olarak beklentilerin çeşitlemelerine baktığımızda, karşımıza statik, adaptif ve rasyonel beklentiler kavramları çıkmaktadır. Statik beklentiler, karar alıcıların beklentileri dikkate almamasıdır. Örnek olarak, ekonomide enflasyon oranının değişmeyeceğini düşünerek davranmayı verebiliriz. Adaptif beklentiler kavramı içinse, geçmiş yıllara ait verilerin, ortalama şeklinde ele alınarak, kararların bu verilere göre verilmesidir denilebilir.

Ancak rasyonel beklentiler, bir değişkenin gelecekteki beklenen değeri, o değişkenle ilgili mevcut tüm bilgiler kullanılarak, o değişken hakkında yapılan en iyi tahmine eşittir. Rasyonel Beklentiler Teori’sinin önemi, bireylerin sadece geçmişle ilgili verileri değil gelecekle ilgili verileri de dikkate alması gerektiğini belirtmesidir. Bunu şöyle ifade edebiliriz:

(40)

X e= X f

Burada X geleceğe yönelik beklenti oluşturmak istediğimiz herhangi bir değişken olabilir. Enflasyon, faiz oranı vb. gibi. Xe, X’in beklenen değeri, Xf, X ile ilgili mevcut olan tüm veriler kullanılarak yapılan en iyi tahmindir. (Yalta, 2011, s.166) Sonuç olarak bu hipotezin emek piyasası ile değerlendirilmesine baktığımızda, piyasadaki tüm karar alıcıların rasyonel olarak beklentileri tahmin etmesinden dolayı, piyasadaki dengenin sağlanacağı, oluşturulan politikaların sadece enflasyon yaratacağını, bu nedenle de Yeni Klasik Yaklaşım’ın Phillips eğrilerinin kısa dönem için de dik olacağını savunduğunu görmekteyiz.

2.7. Yeni Keynesyen Yaklaşım

Yeni Keynesyen Yaklaşım, ücret ve fiyat katılıkları ile ilgili varsayımlara daha kabul edilebilir mikro ekonomik temeller eklemektedir. Keynesyen Yaklaşım ve Rasyonel Beklentiler Hipotezi’ni birlikte değerlendirerek, Keynesyen Yaklaşım’ın aksayan ve eleştirilen noktaları üzerinde durmuştur. Bu çalışmalara ise ücret katılıkları üzerinden başlamıştır. Onlara göre iyi teoriler işe yarayan teorilerdir. (Holt ve Pressman, 2001, s. 6)

Yeni Keynesyen iktisat, yeni klasiklerin temsil ettiği Neo-Klasik anlayışın en reaksiyoner gelişmelerine bir tepki olarak doğmasına rağmen, iktisatta Neo-Klasik çözümlemenin aksiyomatik tahakkümünden kurtulmayı başaramamıştır. Zira burada makroekonomik planda fiyat ve ücretlerde gözlemlenen esneklik eksikliğinin nedeninin, mikro ekonomik alandaki eksik bilgi, eksik rekabet gibi mükemmel piyasa ekonomisinden uzaklaşan öğelerde yattığı öne sürülmektedir. (İnsel’den aktaran:

Sarıipek ve Kesici, 2011, s. 8)

Özellikle etkin ücret olarak adlandırılan kuramları ile Yeni Keynesyen Yaklaşım’ın emek piyasası yorumunu şöyle açıklayabiliriz:‘’Denge ücret düzeyinin üzerindeki bir ücret, işçilerin verimliliklerini artıracak ve böyle bir verim artışı ile denge seviyesinin üzerindeki ücretin yaratacağı maliyet karşılanacak ve işsizlik böylece azalacaktır.’’ Ancak pratikte, bu kuram işsizlik sorununun çözülmesinde başarılı olamamıştır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Ortaokul yedinci sınıf öğrencilerinin vatandaş kavramı ile ilgili açık bilgi testinden elde ettikleri puanlar, anne - baba eğitim düzeyine göre anlamlı bir

Lessons in Managed Destination Competitiveness:the Case of Foxwoods Casino Resort, Tourism Management, 21(1), 23-32. and FULLER, W.A. Turizm Ekonomisi ve Türkiye

Ayrıca bu yaklaşımların okul öncesindeki tüm eğitim alanlarında olduğu gibi görsel sanatlar eğitimi için de oluşturdukları uygulamaların ve standartların tam

Dönüşümsel liderlik davranışları takipçilerde hem temel görevlerinde beklenenden yüksek performans hem de ÖVD gibi rol ötesi ve örgüte katkı sağlayan

Çalışmanın amacı hisse senedini etkileyen döviz kuru, para arzı ve faiz oranı gibi egzojen faktörler yardımıyla hisse senedi değişim oranlarını tahmin etmede Saklı

Bu çalışmada aşağıdaki modelden yararlanılarak evcil hayvanların, sahiplerinin yaşamlarındaki rolünün, evcil hayvanlara yönelik yapılan gıda, sağlık ve ürün

Hizmet içi eğitim alan ve almayan çalışanların iş doyum düzeylerine ilişkin sonuçlara yönelik ankete katılan çalışanların verdikleri cevaplara göre,

Bu ifadelere ilişkin olarak Şekil 11’de dış açı kavramına yönelik K196 kodlu öğrencinin yaptığı kavram yanılgılarına yer verilmiştir.. Dış açı