• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de köşe yazarlarının deneyimleri çerçevesinde basın-iktidar ilişkileri (2002-2014)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye’de köşe yazarlarının deneyimleri çerçevesinde basın-iktidar ilişkileri (2002-2014)"

Copied!
267
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Barış YETKİN

TÜRKİYE’DE KÖŞE YAZARLARININ DENEYİMLERİ ÇERÇEVESİNDE BASIN-İKTİDAR İLİŞKİLERİ (2002-2014)

İletişim Ana Bilim Dalı Doktora Tezi

(2)

AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Barış YETKİN

TÜRKİYE’DE KÖŞE YAZARLARININ DENEYİMLERİ ÇERÇEVESİNDE BASIN-İKTİDAR İLİŞKİLERİ (2002-2014)

Danışman

Doç. Dr. Seçil DEREN van HET HOF

İletişim Ana Bilim Dalı Doktora Tezi

(3)

Akdeniz Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne,

Barış YETKİN'in bu çalışması, jürimiz tarafından İletişim Ana Bilim Dalı Doktora Programı tezi olarak kabul edilmiştir.

Başkan : Prof. Dr. Funda BAŞARAN ÖZDEMİR (İmza)

Üye (Danışmanı) : Doç. Dr. Seçil DEREN van HET HOF (İmza)

Üye : Doç. Dr. Faruk ATAAY (İmza)

Üye : Yrd. Doç. Dr. Burak ÖZÇETİN (İmza)

Üye : Doç. Dr. Özgür ARUN (İmza)

Tez Başlığı: TÜRKİYE’DE KÖŞE YAZARLARININ DENEYİMLERİ

ÇERÇEVESİNDE

BASIN-İKTİDAR İLİŞKİLERİ (2002-2014)

Onay : Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.

Tez Savunma Tarihi :07/11/2014

Mezuniyet Tarihi :13/11/2014

Prof. Dr. Zekeriya KARADAVUT Müdür

(4)

İ Ç İ N D E K İ L E R ŞEKİLLER LİSTESİ ………..…..……… iv TABLOLAR LİSTESİ ……… v KISALTMALAR LİSTESİ ……….………..……….….. vi ÖZET ……….………...……….……… vii SUMMARY ……….………….……… viii ÖNSÖZ ……….……..……….… ix GİRİŞ ………...…………..………..…… 1 BİRİNCİ BÖLÜM DEMOKRASİ ZEMİNİNDE BASIN-İKTİDAR TARTIŞMALARI 1.1. Devlet, Siyasal İktidar, Demokrasi, Kamuoyu ve Medya ……….. 6

1.2. İktidar-Medya İlişkilerine Eleştirel Yaklaşımlar …….……….. 16

1.2.1. Altyapıya Odaklanan Yaklaşımlar: Ekonomi Politik ………. 16

1.2.2. Üstyapıya Odaklanan Yaklaşımlar: Kültürel Çalışmalar ………..………. 21

1.3. Basın-İktidar İlişkilerine Yönelik Mikro ve Makro Düzeyli Medya Çalışmaları ……… 26

1.4. Alternatif Medya Kuramları ……….….………..……… 31

1.4.1. Klasik Liberal Model: Basının Dört Kuramı .………….………..……. 32

1.4.2. İktidar Temsilcileri: Medya ve Kamu Politikası ………. 36

1.4.3. Karşılaştırmalı Medya Sistemleri: Medya ve Siyasetin Üç Modeli ………..……. 38

1.5. Sonuç: İktidarlar Karşısında Gazetecilik Alanın Oluşumu ……….. 40

1.5.1. Ekonomik İlişkiler Ağı ..……… 41

1.5.2. Sansür Mekanizması ………..……… 42

1.5.3. Gerçekliğin Üretimi ………….……….…….……… 44

1.5.4. Mesleki İdeoloji ……….……….…….……….. 47

İKİNCİ BÖLÜM MATBUATTAN MEDYA ENDÜSTRİSİNE TÜRKİYE’DE BASIN-İKTİDAR İLİŞKİSİ 2.1. Gazete Dönemi (1828-1960) ………..…..…...…….……… 54

2.2. Medya Endüstrisi Dönemi (1960-1990) ………..…….…..……….…………. 68

(5)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

2000’LERİN BASIN-İKTİDAR İLİŞKİLERİNİ İNCELEMEK

3.1. Araştırma Yöntemi ……….……… 110

3.1.1. Çalışılacak Olayın/Durumun Belirlenmesi …….…..………..……….… 112

3.1.2. Örneklemin Oluşturulması ……….…..…….………..… 112

3.1.3. Kuramsal Örnekleme ………..……….. 114

3.1.4. Katılımcıların Belirlenmesi ……….……… 115

3.1.5. Kuramsal Kodlama ……….……….... 118

3.2. Bulgular ………..………..….……….… 119

3.2.1. Basın-Hükümet (İktidar) İlişkisinin Değişimi ve Günümüze Etkisi ……..….… 120

3.2.2 Mesleki Pratikleri Etkileyen Unsurlar ……….……….…..…….. 124

3.2.3. Medya ve Köşe Yazarlarının Konumlarındaki Değişim ……….. 127

3.2.3.1. Sermaye-İktidar İlişkilerinin Basın-İktidar İlişkilerine Etkisi ………... 130

3.2.3.2. Siyasal İktidarın Medya Eleştirilerinin Nedenleri ……….…….... 154

3.2.3.3. Medya Uzmanlarının İktidarın Yeniden Kuruluşundaki Etkileri …...….. 162

3.2.3.4 İktidar Müdahalelerinin Köşe Yazarları Üzerindeki Etkileri ……….….. 172

3.2.4. Medyanın Toplumsal İlişkilerdeki Rolü ……….…… 177

SONUÇ ………...……….……….… 185

KAYNAKÇA ………..…. 191

EKLER ………..……….……….. 219

EK-1 Türkiye’nin 1993–2013 Yılları Arasındaki Basın Özgürlüğünün Değişimi …… 219

EK-2 Türkiye’nin 2001–2013 Yılları Arasındaki Basın Özgürlüğü Sıralamasının Değişim ………. 219

EK-3 2000–2013 Yılları Arasında Hapisteki Gazeteci Sayısındaki Değişimi ….…… 220

EK-4 1990-2004 Türkiye’de Basının Güvenirliliği ……….. 220

EK-5 Türkiye’de 2007-2013 Yıllarına Ait Kurumlara Güvenilirlik ………. 220

EK-6 Literatür Kodlaması ………..……….. 221

EK-7 Temellendirilmiş Kuram İnşa Süreci ……….……… 222

EK-8 Katılım Davetine Yanıt Durum Listesi ………….……….…… 223

EK-9Araştırmaya Katılım Daveti ………..….. 225

EK-10 Araştırmaya Katılım ve Görüşme Onay Formu………..……….. 227

EK-11 Araştırma Soruları ve Bunlara Yönelik Belirlenmiş Görüşme Soruları …… 229

EK-12 Türk Medyasının 2003-2013 Arası Zaman Dizini ……….. 232

(6)

ŞEKİLLER LİSTESİ

Şekil 1.1. Robert Entman’ın Aktivasyon Şebekesi Şelalesi (Cascading Network Acrivation) 30 Şekil 1.2 Medya İçeriğindeki İdeolojik Etkileri Gösteren Etkiler Hiyerarşisi Modeli …….. 49 Şekil 3.1 Tamamlayıcı Nedensel Döngü Modeline Uyarlanmış

Medya Türevli Otorite Süreci ..……….…….……. 119 Şekil 3.2 Katılımcıların Benimsedikleri Mesleki Etik İlkeleri ile

İktidarın Medyaya Müdahaleleri Sonucu Oluşan Etkileri ve

Oluşturdukları Duygusal, Yazınsal, Örgütsel Tepkiler Arasındaki İlişki …...…. 175 Şekil EK-1Türkiye’nin 2001–2013 Yılları Arasındaki Basın Özgürlüğü

Sıralamasının Değişim Grafiği ………..…… 219 Şekil EK-2Türkiye’nin 1993 – 2013 Yılları Arasındaki Basın Özgürlüğünün

Değişim Grafiği ……….….. 219 Şekil EK-32000–2013 Yılları Arasında Hapisteki Gazeteci Sayısındaki Değişim Grafiği ... 220 Şekil EK-4Temellendirilmiş Kuram İnşa Süreci ………..………. 222

(7)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1.1 Normatif Medya Kuramları’nın Özellikleri ……….…….…..……… 35

Tablo 1.2 Altschull’un Alternatif Modelinde Yer Alan Basın Sistemlerinin İşleyişi ….….… 37 Tablo 1.3 Medya Sistemlerinin Karakterleri ……... 39

Tablo 1.4 Siyasal Sistemlerinin Karakterleri ……….………….………….. 40

Tablo 3.1 Görüşme Yapılan Katılımcıların İlişkin Veriler ……….. 117

Tablo 3.2 Sermaye Yapısındaki Değişim ve Sermaye-Devlet İlişkileri ….…………..….. 120

Tablo 3.3 Basın-İktidar İlişkilerindeki Değişim ……….……….…..121

Tablo 3.4 Sermaye Yapısındaki Değişimin Etkisi ……….……….……….. 123

Tablo 3.5 Katılımcıların Benimsedikleri Meslek İlkeleri ……….…….. 125

Tablo 3.6 Katılımcıların Benimsedikleri Toplumsal İşlevler ……….……….….. 126

Tablo 3.7 Katılımcıların Benimsedikleri Siyasal İşlevler ………..………….…….. 126

Tablo 3.8 Katılımcıların Mesleki Pratiklerini Etkileyen Unsurlar ……….……….. 128

Tablo 3.9 Katılımcıların Mesleki Pratiklerini Etkileyen İktidar Dışı Unsurlar ………….. 129

Tablo 3.10 Ekonomik Rekabetin İdeolojik Düzeyde Yansımaları ……….…….……….. 131

Tablo 3.11 2000’lerdeki Basın-İktidar İlişkisinin İşleyişi …….………..132

Tablo 3.12 2000’lerdeki Basın-İktidar İlişkisinin Durumu ……….…..……… 135

Tablo 3.13 Çalıştıkları Kurumların Konumlarına Göre Katılımcıların Medya Patronlarının İktidarla Giriştikleri İlişkilerin Gazete Yönetimlerine Etkisine İlişkin Görüşleri ………..…. 135

Tablo 3.14 Çalıştıkları Kurumların Konumlarına Göre Katılımcıların Medya Patronlarının İktidarla Giriştikleri İlişkilerin Gazete Çalışanlarına Etkisine İlişkin Görüşleri ……… 135

Tablo 3.15 Eşik Bekçileri ……….……….. 136

Tablo 3.16 Yayın İlkelerinin Amacı ………...……… 138

Tablo 3.17 Yayın İlkelerinin Etkinliği ………..……… 139

Tablo 3.18 Köşe Yazarlarının İşlevi Olması Gereken ……… 142

Tablo 3.19 Köşe Yazarlarının İşlevi Geçerli Olan ………....………. 145

Tablo 3.20 Basın İşletmelerinin Yönetim Politikalarına Etki …………..………….………. 147

Tablo 3.21 Basın Çalışanlarının Çalışma Koşullarına Etki …………..……….………149

Tablo 3.22 Katılımcılara Göre Basın Özgürlüğü Kriterleri ……….………. 152

Tablo 3.23 Çalıştıkları Kurumların Konumlarına Göre Katılımcıların Tepki Çekenlerin Neler Olduğuna İlişkin Görüşleri ………..……… 154

Tablo 3.24 Başbakanın Eleştirilerinin Ortak Noktası ……… 155

Tablo 3.25 Çalıştıkları Kurumların Konumlarına Göre Katılımcıların Başbakanın Eleştirilerinin Ortak Noktasına İlişkin Görüşleri ………..……….. 155

(8)

Tablo 3.26 Çalıştıkları Kurumların Konumlarına Göre Katılımcıların Gazetecilerin Meslek

İlkelerine Uyup Uymadığına İlişkin Görüşleri ……….….. 162

Tablo 3.27 Çalıştıkları Kurumların Konumlarına Göre Katılımcıların Gazetecilerin Uyulmayan Meslek ilkelerine İlişkin Görüşleri ……… 163

Tablo 3.28 Günümüz Habercilik Anlayışı ………..………..……….. 164

Tablo 3.29 Medya İklimi ………..……….……… 169

Tablo 3.30 Çalıştıkları Gazetelerin Konumlarına Göre Katılımcıların Medya İklimi Tanımlamaları ……….……….. 169

Tablo 3.31 Katılımcıların Geliştirdikleri Davranış Biçimleri: Duygusal Tepki …………..172

Tablo 3.32 Katılımcıların Geliştirdikleri Davranış Biçimleri: Yazınsal Tepki ……….…… 172

Tablo 3.33 Katılımcıların Geliştirdikleri Davranış Biçimleri: Örgütsel Tepki ….…………. 172

Tablo 3.34 Türkiye’de Çatışma ……….……….. 178

Tablo 3.35 Türkiye’deki Çatışmada Medyanın Rolü ………..……… 180

Tablo 3.36 Medyanın Geleceği ………..….……….……….. 181

Tablo Ek-1 1990-2004 Türkiye’de Basının Güvenirliliği ………..…..………… 220

Tablo Ek-2 Türkiye’de 2007-2013 Yılları Arasında Kurumlara Güvenilirlik Tablosu …… 220

(9)

KISALTMALAR LİSTESİ

AA Anadolu Ajansı TL Türk Lirası

AB Avrupa Birliği TKP Türkiye Komünist Partisi

ABD Amerika Birleşik Devletleri TpCF Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası

AP Adalet Partisi TRT Türkiye Radyo Televizyon Kurumu

ANAP Anavatan Partisi TUSKON Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu

BBC British Broadcasting Corporation TV Televizyon BDDK Bankacılık Düzenleme ve

Denetleme Kurumu vb. ve benzerleri

BDP Barış ve Demokrasi Partisi

Bkz. Bakınız BM Birleşmiş Milletler

CHF Cumhuriyet Halk Fırkası CHP Cumhuriyet Halk Partisi DİA Devletin İdeolojik Aygıtları DMG Doğan Medya Grubu

DP Demokrat Parti

DYP Doğru Yol Partisi DSP Demokratik Sol Parti E-posta Elektronik Posta EMEP Emek Partisi

GP Genç Parti

GSMH Gayri Safi Milli Hasıla

HF Halk Fırkası İP İşçi Partisi

KİT Kamu İktisadi Teşebbüsleri

KOBİ Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler

MGK Milli Güvenlik Konseyi MHP Milliyetçi Hareket Partisi MNP Milli Nizam Partisi MÜSİAD Müstakil ve Sanayici İşadamları

Derneği

MSP Milli Selamet Partisi

ÖDP Özgürlük ve Dayanışma Partisi

Örn. Örneğin

PİAR Piyasa Araştırma Şirketi

RP Refah Partisi

RTÜK Radyo ve Televizyon Üst Kurulu SCF Serbest Cumhuriyet Fırkası TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi SPK Sermaye Piyasası Kurulu TCK Türk Ceza Kanunu

TGC Türkiye Gazeteciler Cemiyeti THY Türk Hava Yolları

(10)

ÖZET

Türkiye’de özellikle son yıllarda basın ve hükümet arasındaki ilişkiler ulusal ve uluslararası kamuoyunun dikkatini çeken çeşitli olaylarla gündeme gelmiştir. Bu çalışma basın ve hükümet arasında gerginliği ile nitelenen ilişkileri tarihsel bir perspektiften ele alarak incelenmesini amaçlamaktadır. Bu amaçla, pratikte örtüşme, tümevarımsal ve tümdengelimsel düşünce ile harmanlama özelliği taşıyan temellendirilmiş kuram yöntemi yeğlenmiştir. Herhangi bir varsayım öngörmeyen temellendirilmiş kuram yöntemi kullanılarak, yaygın basında gazeteci ve köşe yazarı olan 19 kişi ile görüşme yapılmıştır. Elde edilen yanıtlar, NVivo 10 nitel analiz programıyla kodlanmış; gazete haberleri ve diğer yorum ve görüşler de dikkate alınmıştır. Böylece, kuramsal temellerden doğan süreçlerin işleyişi ortaya konarak, 2000’lerin basın-iktidar ilişkisinin her yönüyle anlaşılmasına çalışılmıştır.

Araştırma bulguları, Türk medyasının merkezinde odak kayması yaşandığını göstermekle birlikte, merkez medya sahiplerinin ekonomik çıkarlar nedeniyle sansürü otosansürleştirdikleri, kitle gazetelerinde çalışan gazeteci ve köşe yazarlarının hükümet müdahalesine daha açık olduklarını, hükümet müdahalelerinin temel hedefinde anaakım medya olduğunu, bu durumun da gazeteci ve köşe yazarlarının alternatif medya kuruluşlarına yönelmesini hızlandırdığına işaret etmektedir.

Bugüne kadar birçok akademik araştırma, farklı ülkelerde farklı siyasal yönetim biçimlerine bağlı olarak değişim gösteren iktidar karşısında basının aldığı konuma göre ortaya çıkan ilişki modelleri ortaya koymuşlardır. Türkiye’de basının bugünkü durumunu ele alırken, iletişim literatüründe geliştirilmiş bu modellerden yararlanılmıştır. Akademik literatürün kılavuzluğundaki bu çalışma, basın-iktidar ilişkisinin işleyişinde belirleyici olan etkenleri ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Anahtar Sözcükler: basın tarihi, basın-iktidar ilişkisi, temellendirilmiş kuram, medya

(11)

SUMMARY

PRESS-POWER RELATIONS IN THE FRAMEWORK OF COLUMNISTS EXPERIENCES IN TURKEY

In Turkey the relations between the press and the government especially in the last years came up with different incidents attracting the attention of national and international public opinion. This study aims at analyzing the relations described with their tension between the press and the government through a historical perspective. For that purpose, grounded theory method, which has the characteristics of overlapping in practice, inductive and deductive thought and blending, was preferred. By using grounded theory method which does not stipulate any hypothesis, 19 people, journalists and columnists, were interviewed. The answers that acquired were coded through NVivo 10 qualitative analysis program and also newspaper reports and other comments and opinions were taken into account. Therefore by presenting the processes originating from the theoretical basics, it is aimed to find out every aspect of the press-government relation of the 2000’s.

Findings of the research show that the focus of the Turkish media has shifted, that the owners of the central media have made the censor into self-censor due to economic reasons, that the journalists and columnists working in the mainstream newspapers are more open to the government intervention, that the mainstream media is the main target of the government intervention and these circumstances have accelerated the journalists and columnists to turn towards the alternative media institutions.

Until today many academic researchers have put forward relation models that have been developed in accordance with the position that the press took against the government that has changed according to the different administration forms in different countries. While addressing the current position of the press in Turkey, these models that were developed in the communication literature were used. With the guidance of academic literature this study aims at putting forth the indicative factors for the process of press-government relation.

Keywords: history press, press-power relationship, grounded theory, media theories, power,

(12)

ÖNSÖZ

Zorunlu olarak bireylerin deneyimlerine odaklanan nitel araştırma, dünyaya büyüsünü geri vermeyi1 hedefler. Charles Wright Mills (2000(a), s. 29), günümüzde bireyin karşısındaki en büyük tehlikenin, çağdaş toplumun yapısındaki kavranması zor güçlerin var olmasından; yabancılaşmaya yol açan üretim yöntemlerinde siyasal görevlere gelebilmenin belirli çevrelere kapalı tutulmasından; uluslararası yaşam boyutunda ise, bunun yarattığı anarşiden, bireyin doğasını, yaşam koşullarını ve amaçlarını alt-üst eden var olan toplumun yapısal güçlerden kaynaklandığından söz eder. Toplumdaki bu huzursuzluğun ve kayıtsızlığın öğelerini ortaya koymak hem siyasal hem de entellektüel açıdan toplum bilimcilere önemli bir görev yüklemektedir. Bu görev, Stuart Hall’un (2002, s.112) vurguladığı gibi, bilimsellik adına, kendi konumlarımızı ve değerlerimizi, bilgi kuramsal ve siyasal temelleri bilebilmek ve bilimsel savların temelinde yatan şeyin ne olduğunu anlayabilmek, yani diğer insanların kullanımına açık hale getirmektir. Bu araştırmanın amacı da, hazır olanı kabullenip kolaya kaçmayan bir düşünce anlayışıyla2dünyayı daha anlaşılır kılma çabası olmuştur. Karl Marx’ın (1974, s. 27) ya yalnızca cehennemin giriş kapısında ya da bilimin eşiğinde yinelendiğini belirttiği, “Burada bütün kuşkular kovulsun; burada her türlü korku yok olsun”3 seslenişindeki gibi, kuşkusuz ve korkusuz olaylardan olgulara ulaşılmaya, dünyanın biraz daha görünür hale gelmesine katkı sağlamaya çalışılmıştır. Elbette bu yolda, yine Hall’un (2008, s. 106) altını çizdiği, “daha önce söylenmesini sağlayamadığım bir şeyin söylenmesini sağlayabildiğim” biçimindeki kazanım düsturu bu araştırma için de geçerli olmuştur.

Böylesi karmaşık ve bir o kadar da sorumluluk gerektiren bir konuya eğilmemde beni cesaretlendiren sevgili hocam Doç. Dr. Seçil DEREN van HET HOF’a, köşe yazarlarına erişimde yardımcı olan ve araştırma konusunda kendisinden çok şey öğrendiğim TV8’deki eski belgesel müdürüm Cihan AKERSON’a teşekkürlerimi; manevi destek sağlayan mesai arkadaşlarım Osman Burak KARAKURT ve Şahap Engin DENİZ’e; yine bu süreçte bana hiçbir desteği esirgemeyen aileme, özellikle de oğlum Deniz YETKİN’e sevgilerimi sunarım.

Barış YETKİN

Antalya, 2014

1 Kavram, insan düşüncesini bugüne kadar olduğundan çok öteye özgürleştirmeyi hedeflerken, bu doğrultuda, içinde yaşadığı fiziksel ve sosyal bağlamdan soyutlanamayan bilim adamını da bağnazlıktan kurtarmaya, tarafsız kılmaya çalışır (Bkz. Gulbenkian Komisyonu’nun “Sosyal Bilimleri Açın” başlıklı Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Raporu, 1996, s.72).

2 C. Wright Mills (2000(a), s. 20) bu kavramı, karşılaşılan sorunları bireyin dar yaşam ortamının sorunları olarak gören anlayış ile bu sorunları toplumsal yapının kamusal sorunları olarak ele alan anlayış arasındaki farklılığı toplumbilimsel düşünce yeteneği olarak tanımlamaktadır.

(13)

GİRİŞ

İktidar sahiplerinin toplumda rızaya dayalı egemenlik kurmak ve bu egemenliğin meşruiyetini yeniden üretmek adına başvurdukları teknikler, siyaset biliminin olduğu kadar iletişim alanının da araştırma konusu olmuştur. Çünkü bu egemenlik ve meşruiyet tekniklerinin önemli bir bölümü düşünce ve ifade özgürlüğünün en görünür zemini olan medya ve basın üzerinden işlemektedir.

Liberal çoğulcu görüşe göre medyanın birincil görevi hükümet propagandasını yaymada bir kanal temin etmektir. Ancak bunun dışında da bazı önemli görev ve işlevleri olduğu savunulur. Bu işlevlerden bazıları hükümetlerin izlenmesi, halkın bilgilendirilmesi, siyasal tartışmalar için zemin oluşturulması, hükümet üzerinde halk baskısı ve kamuoyu oluşması için platform oluşturulmasıdır. Bu çerçevede gözetleyici rolünü üstlenen medyanın, kamu yararı olan konularda bilgi toplama ve bunu halka ulaştırma görevine sahip olduğu ileri sürülür (Beetham ve Boyle, 1998, s. 12). İktidarın ise, birbiriyle rekabet eden çıkar grupları arasında dağıtıldığı düşünülür. Bu çıkar grupları, sağlam, kendini koruyan ve dengeli bir siyasal sistem yaratmak için birbirileriyle rekabet ederlerken veto grupları olarak işlev görürler. Elitler bile, iktidarın aşırı derecede yoğunlaşmasını engellemek için kendi aralarında bölünmüşlerdir. Modern demokrasilerin güçler ayrılığı prensibinin bir parçası olarak dördüncü güç olarak medyaya rol biçilir ve iktidarla ilişkisi buna göre konumlandırılır.4 Dolayısıyla, çoğulcu modeli kullanan medya araştırmaları, “medyanın siyasal açıdan farklılaşmış izleyicilerin ve izleyici çıkarlarının gelişebilmesi için fırsatlar sağlayıp sağlamadığı” sorunsalına odaklanırlar (Shoemaker ve Reese, 1997, s.138).

İktidar ilişkilerinin nasıl kurulduğu ve sürdürüldüğü perspektifinden bakan eleştirel çalışmalar için medya, birbirine denk çıkar gruplarının çatışma alanlarından ibaret değildir. Steven Lukes, “en etkili iktidar çatışmayı daha başlangıçta önleyen iktidardır” (1974’ten aktaran Shoemaker ve Reese, 1997, s. 139) saptaması yapar. Modern iletişim araçları iktidar savaşımının hem aracı hem de amacı olarak merkezi bir konumdadır. Modern iletişim araçlarının tarihi; hem kapitalist bir ekonomik sistemin gelişim süreçlerini hem de “yurttaşlığın işlerlik kazanmasında artan merkeziliğinin de siyasal bir tarihi”ni kapsar (Golding ve Murdock, 1997, s. 60-63). Bu süreçte, kurumsal bir yapıya dönüşen medya ile iktidar arasındaki ilişki, iktidarı kurma ya da elde etme, meşrulaştırma ve sürdürme işlevleriyle tanımlanır hale gelmiştir. Bir diğer deyişle bu ilişki, iktidardakiler ve potansiyel

4 Liberal çoğulcu görüşün demokrasinin bir gereği olarak basının görev ve işlevleri, basın özgürlüğü konularında ayrıca bkz. Gurenvitch ve Blumler (1997), Curran (1997), Encabo (1997).

(14)

sahibi kesimlerce egemen ve egemene alternatif kendi medyalarını oluşturma çabası içinde çeşitli biçem ve kapsamlarda ortaya çıkar (Atabek, 2001). Bu biçem ve kapsamların belirlenmesi ise, iletişim biliminin asli görevleri arasındadır.

İktidar olgusu, tüm zamanlarda insanoğlunun toplumsal yaşamının merkezini oluştururken, buna paralel olarak, basın-iktidar ilişkisi tarihin farklı anlarında dünyanın farklı noktalarında çatışmalı olabilmiştir. Benzer çatışmalı durum, Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne de sirayet eden bir olgudur ve bu süreçte basının iktidarla olan ilişkisi çok şiddetli yaşanmıştır5. ABD’de kökenli Freedom House (Özgürlük Evi) adlı kuruluşun ülkeler bazında yaptığı özgürlük endekslerinde, en son 1979’da özgür olarak raporlanan Türkiye’nin basın özgürlüğünün -1990’lı yıllara oranla daha özgür görünse de- son yıllarda gerilediği gözlemlenmekte ve yorumlanmaktadır6 (bkz. Ek-1 Şekil 3.3). Basın özgürlüğü açısından Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2014 yılı ülke sıralamasında 2011-2012 yıllarında 179 ülke içinden 148. iken, 2013 yılında 154. sıraya7 gerilemiştir. Oysa 2005 yılında bile 137 ülkenin değerlendirdiği endekste bile 98. sırada yer alabilmiştir (bkz. Ek-2 Şekil 3.4). Bu raporlardaki olumsuz sonuçlara, siyasal iktidarın diğer müdahalelerinin baskısı sonucu hapisteki gazetecilerdeki artışı da eklenebilir (bkz. Ek-3 Şekil 3.5). Tüm bunların yanı sıra, AB’den de basın özgürlüğünün kısıtlanmasıyla ilgili Türkiye’ye eleştiriler gelmiştir. AGİT, Avrupa Gazeteciler Federasyonuve Avrupa Konseyi gibi basın özgürlüğünün sağlanması ve güvence altına alınması konusunda Türk hükümetine çağrıda bulunmuşlardır. Avrupa Parlamentosu, 9 Mart 2011 tarihli ilke kararında gazeteciler hakkında açılan ceza davalarını polis veya yargı taciziolarak nitelendirmiştir: “basın özgürlüğü konusunda kötüye gidişten ve internet de dâhil olmak üzere, Türk medyasındaki bazı sansür eylemlerinden ve artan otosansürden” duyulan endişe belirtilmiştir (TESEV, 2012, s. 47-48). Raporlar, söz konusu çatışmanın, iki yüzyıl sonra bile günümüzde halen artan bir ivmeyle yaşandığı olgusuyla örtüşmektedir.

Günümüz Türkiye’sinde medya sermayesinin el değiştirmesinin hızlandığı inkar edilemez bir olgudur. Birçok olay, siyasal iktidarın sermaye yapısının değişimine aracılık etmeye istekli olduğuna ilişkin birçok ipucu sağlamaktadır. Söz konusu yapı değişikliğinin yanı sıra,

5 Osmanlı’dan günümüze Türkiye’deki basının gelişimi ve koşulları, iktidar ile olan ilişkisini ortaya koyan en temel kaynaklarından biri Hıfzı Topuz’un (1972) Türk Basın Tarihi adlı yapıtıdır. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar basın-iktidar savaşımı için ayrıca bkz. Emre Kaya,(2010); Esel (2011), Nalcıoğlu (2005); Özkorkut (2002), Savaş (2000); Yetkin (2010); Yıldız (1997).

6 Freedom House adlı kuruluşun 2011 raporunda Türkiye’nin notu, 7 üzerinden 3 puanla kısmen özgür statüsünde kalmış, 2012 raporunda ise, bir önceki yıla göre bir puan kaybederek 117’inci sırada yer almıştır (NTVmsnbc, 1.5.2012).

7 Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün Basın Özgürlüğü sırlamasında Türkiye, 2013 yılında Fiji, Katar, Nijerya, Kamerun, Nepal, Çad, Cezayir, Angola, Libya, Etiyopya, Tunus, Endonezya, Filistin, Gambiya gibi ülkelerin bile açık ara gerisinde yer almaktadır.

(15)

iktidarın basın ve patronlarıyla giriştikleri tartışmalar da kamuoyuna yansımaktadır. Böylesi etkenler, köşe yazarlarının yazma tarzlarına ve içeriklerini belirleyebilmekteyken, medya gruplarının ekonomik ya da siyasi mücadelesinde kendi aralarında çatışmalara girişmelerine, işsiz kalmalarına neden olabilmektedir. Bu ilişkileri ortaya çıkarılmasında ise vergilere, istihdam bilgilerine, medya profesyonellerinin maaşlarına ilişkin rakamsal verilere bakmak ekonomi politik perspektifteki çalışmalarda genellikle yeğlenen ana yolları oluşturmaktadır. Ancak tüm bu ve benzer sonuçları ortaya çıkaran nedenler hakkında kesin delillere ulaşmak neredeyse olanaksızdır. Kaldı ki, basın yoluyla yansıyan bu bilgilerin spekülatif olması da değerlendirmelerin güvenirliliğinin zedelemeyebilme potansiyeli taşımaktadır.

Genelde merkez medyada çalışan gazeteciler ve yazarlar iktidarın, özellikle de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın eleştirilerini üstlerine çektikleri görülmektedir. Söz konusu eleştiriler, gazetelerin boykot edilmesi çağrıları olabileceği gibi, köşe yazarlarının ve medya patronlarının kitleler önünde azarlanmasına kadar sürmektedir.8 Ortaya çıkan gerilim yalnızca basını eleştirmek çizgisinden zaman içinde farklı boyutlara ulaşmaktadır. Durumdan en çok etkilenen gazetelerde köşe sahibi yazarlar arasında bir paniğin egemen olduğu gözlemlenmektedir.

İktidar tarafından bir yandan muhalif medya kuruluşlarına çeşitli yasaklar uygulanırken diğer yandan da iktidara yakın kuruluşlarına özel röportajlar yapma olanağı sağlanmaktadır. Örneğin, 30 Ekim 2012’de gerçekleştirilen AKP’nin düzenlediği kongreye hükümete muhalif çizgide yayın yapan basın kuruluşlarının temsilcileri alınmamıştır. Basın örgütleri9 ve gazetecilerin10 yoğun eleştirilerine neden olan Cumhuriyet, Sözcü, Aydınlık, Birgün, Evrensel gibi bazı gazetelere hükümet partisi tarafından akreditasyon uygulamaları yürürlüktedir. Buna karşın, 2011 ve 2012 yılları Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için prime-time kuşağında belli medya kuruluşlarının ortak yayınları aracılığıyla geniş kitlelere ulaşabildiği bir dönem olmuştur11.

8 Emin Çölaşan (Hürriyet), Ertuğrul Özkök (Hürriyet), Oktay Ekşi(Hürriyet), Bekir Coşkun (Hürriyet), Banu Güven (NTV), Can Dündar (NTV), Uğur Dündar (Star TV), Ahmet Altan (Taraf), Cüneyt Özdemir (CNN Türk), Ali Akel (Yeni Şafak), Fehmi Koru (Yeni Şafak), Serdar Akinan (Akşam), Mehmet Tezkan (Milliyet) gibi yazarların yanı sıra, Aydın Doğan, Mehmet Emin Karamehmet, Turgay Ciner gibi medya sahipleri de Başbakan Erdoğan tarafından eleştirilmişlerdir. Diğer olaylara ait zaman dizini için bkz. Ek-12.

9 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC): “İktidar söylemde çok sesliliği, uygulamada tek sesliliği istiyor”; Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Ankara Şubesi: AKP’nin “ileri demokrasisi iş başında!”; Türkiye Gazeteciler Federasyonu (TGF): “Bu çağdışı uygulamadan vazgeçilsin”.

10 Örneğin bkz. Bila (1.10.2012).

11 2011 ve 2012 yılları başbakanın belli holdinglerin medya kuruluşları arasında adeta mekik dokuduğu bir dönem olmuştur. Bu süreçte yapılan programların yapıldığı televizyon kanallarının ve soru soran gazetecilerin değişmezliği dikkat çekicidir. Örneğin, 2011 yılının Haziran’ında CNN Türk ve Ekim’inde Kanal 24 ile başlayan maraton 2012 yılında hızlanmıştır: 10 Haziran 2012’de NTV, 26 Temmuz 2012’de Kanal 24, 5 Ağustos 2012’de A Haber, 31 Ağustos 2012’de Kanal Türk, 26 Eylül 2012’de Kanal 7-Ülke TV ortak yayını, 28 Eylül 2012’de NTV-Star TV ortak yayını, 22 Aralık 2012’de NTV-Star TV ortak yayını, 28 Aralık 2012’de

(16)

Başbakan’ın her ay düzenli olarak yaptığı Ulusa Seslenişlerin 2012 yılından itibaren seyrelmiş olması dikkat çekicidir. Ulusa Seslenişler yanı sıra, ağırlıkla, farklı gazetelerin köşe yazarlarıyla yapılan açık oturumların, farklı zamanlarda farklı televizyon kanal üzerinden yayınlanması uygulaması, aynı yayın grubunun farklı kanallar üzerinden aynı saatte çoklu olarak yayınlanmasına evirilmiştir. İktidar açısından bu yeni yayın anlayışı, kaçınılmaz olarak, Ulusa Seslenişlerin bir monologa dönüşmesinin önüne geçilmesini sağladığı gibi, ortak yayınlarla halkın tanıdığı köşe yazarları üzerinden daha aktif, daha izlenebilir, daha inandırıcı hale getirmektedir. Buna karşın, ortak yayın yapan medya organlarının da, Başbakan’a soru yönelten gazetecilerin tamamının hükümete yakın olmaları ve de aynı kişilerden oluşması dikkat çekmektedir. Salt ifade ve basın özgürlüğü sorunu gibi görünen 2000’li yılların yukarıdaki olay örnekleriyle çalışmanın ilerleyen dönemlerinde bulunacak olanlarfın daha anlaşılır biçime sokulması ve çatışmanın ardında yatanın keşfedilebilmesi için konuya özgün bir çözümlemeciye gereksinim duyulmuştur.

Bu çalışma, 2002’de başlayan ve halen sürmekte olan basın-iktidar ilişkilerinin karakteristik özelliklerinin ve bunların daha önceki dönemlerden farklılıklarının neler olduğu sorunsalı üzerine inşa edilmiştir. Bu doğrultuda köşe yazarlarının özellikle yaşanmakta olan 2000’li yıllarını içine alan dönemdeki deneyimlerine yönelmek amacıyla literatür kılavuzluğunda alt-araştırma soruları oluşturulmuştur:

(AS-1) Basın-iktidar ilişkilerindeki dönüşüm nasıl başlamış ve günümüzde hangi biçimde

sürmektedir?

(AS-2) Medyada etkin konumda bilgi ve düşünce üreticisi olan köşe yazarlarının mesleki

pratiklerine etki eden unsurlar nelerdir?

(AS-3) Geçmiş dönemlerden farklı olarak, medyanın ve köşe Yazarlarının 2000’li yıllardaki

durumlarında nasıl bir değişim olmuştur?

a. Medya kuruluşlarının sermayedarlarının siyasal iktidarla (hükümet) ekonomik ve/veya ideolojik ilişkileri, basın-iktidar ilişkilerine nasıl yansımaktadır?

b. Siyasal iktidarın eleştirilerinin odak noktası kimler ya da nelerdir?

c. Genel olarak, köşe yazarları niçin sıklıkla siyasal iktidar tarafından eleştirilmektedir? d. Medya mensupları, iktidar ilişkilerinin ideolojik oluşumuna nasıl katkıda

bulunmaktadırlar?

e. Müdahale karşısında gazetecilerin geliştirdiği gündelik siyasal davranışlar nelerdir?

TRT ortak yayınları yapılmıştır. Akreditasyon alabilen gazetecilerin her zaman aynı olmaların yanı sıra, bağlı oldukları kuruluşların dağılımı ise daha ilginç bir tablo ortaya koymaktadır: Zaman, Star, Bugün, Türkiye, Sabah, Yeni Şafak, Hürriyet, Radikal gazeteleri ile televizyon kanalları, CNN Türk, Ülke TV, NTV olmuştur. Tüm bunlara ek olarak başbakan, Mehmet Ali Birand’ın CNN Türk’te yayınlanan 32. Gün programına 2011’in Haziran, 2012’nin Ocak ve Ağustos aylarında olmak üzere toplam üç kez özel röportaj vermiştir.

(17)

(AS-4) Türkiye’deki siyasal kutuplaşmanın/çatışmanın tarafları nasıl tanımlanabilir; bu çatışmada

medyanın rolü nedir?

Bu çalışmada, ilk aşama olan alana giriş ile başlayan literatür taraması, ekonomi politik dışında farklı bakış açılarından da konuyu anlamakta yol gösterici olabileceğine işaret etmektedir. Öncelikle medya ile iktidarın birbirileri ile kurdukları ilişki biçimlerinin kuramsal temellerine göz atılmış; ilişkinin biçimine dair geliştirilmiş akademik modeller ve hem liberal hem de eleştirel yaklaşımların ortaya koydukları kuramsal yaklaşımlar incelenmiştir. İkinci bölümünde; Türkiye’de basın-iktidar ilişkileri Gazete Dönemi (1828-1960), Medya Endüstrisi Dönemi (1960-1990) ve Medya Endüstrili Kompleksler Dönemi (1990-2000’ler) olmak üzere üç kısımda ele alınmıştır. Her bir döneminin kendi özellikleri çizilmiş ve medya kuramları içinde ortaya konan modellerin hangisine benzediği irdelenmiştir. Böylece yaşanmakta olan bu dönem ile benzerlik ya da farklılıkların belirlenebilmesi sağlanabilmiştir.

Köşe yazarlarının bakış açısı ve deneyimleri ile ikincil veri kaynaklarından elde edilen bilgilerle basın-iktidar ilişkileri ele alınmıştır. Basın-iktidar ilişkilerine dair taranan iletişim literatürü, köşe yazarlarının mesleki deneyimlerinin de işlevsel olabileceğini göstermektedir. Gazetecilerin ama özellikle de medya aristokrasinde önemli yeri olan köşe yazarlarının deneyimleri, algıları ve pratiklerindeki değişimlerin ortaya çıkarılması, farklı dönemleri içine alan zamansal uzam içindeki farklılıkların ortaya konabilmesinde özgün bir araç olabileceği düşünülmüştür. Böylece, üçüncü bölümde; temellendirilmiş kuramın bir gereği olarak, gazeteci ve köşe yazarlarıyla yüz yüze görüşme yapılmış; kuramsal doyuma ulaşabilmek amacıyla, yine basında yer alan diğer yorum ve haberler de kullanılmıştır. Gazeteci ve köşe yazarlarının aktardıkları kendi deneyimleri ile bilgileri NVivo 10 bilgisayar programı ile nitel analize sokularak, kuramsal temellerden doğan süreçlerin işleyişi ortaya konmuştur.

Bu çalışma, hem siyaset hem de gazetecilik zanaatı (technê) içinde kendi bilgisini (epistêmê) bulabilmek amacıyla özgün bir yol haritası çizerek, bu özgünlükle Türkiye’deki mevcut basın iktidar ilişkilerini ortaya çıkartmayı denemektedir. Araştırma bu nedenle, basın-iktidar ilişkisindeki belirleyici etkenleri gazeteci/köşe yazarlarının görüşlerine dayanarak resmetmektedir.

(18)

BİRİNCİ BÖLÜM

DEMOKRASİ ZEMİNİNDE BASIN-İKTİDAR TARTIŞMALARI

1.1. Devlet, Siyasal İktidar, Demokrasi, Kamuoyu ve Medya

İnsanlık tarihinde yüzyıllardan beridir varlığını sürdüren sosyal bir olgu olan devlet ve devlet yönetimi hemen her alanda üstünde düşünülen kilit konulardan birini olmuştur. Kapani (2002), devlet kavramının tanımını, “belli bir ülke üzerinde yerleşmiş, zorlayıcı yetkiye sahip üstün bir iktidar tarafından yönetilen bir insan topluluğunun meydana getirdiği siyasal kuruluş” olarak yapar. Bu tanım çerçevesinde devletin, ülke, insan topluluğu ve insan olmak üzere üç ana unsuru olduğunu, bunlara hukuki siyasal düzeni eklenebileceğini belirtir. Siyasal toplulukların tarihsel gelişi içinde iktidarın kişisellikten kurumsallaşmaya geçişi olarak belirtilen devlet, siyasal birleşmenin bir sembolüyken, aynı zamanda iktidarın dayanağı ve siyasal toplumun çatısını oluşturmaktadır. Ancak, bu kapsamda, soyut bir kavram olan devletin somut unsurlarından iktidar olgusunu doğurur. İktidara sahip olarak onu kullananlar, ülkedeki tüm insanlar adına bağlayıcı karalar alırken, kurallar koyarken ve de bunları gerektiğinde zorla uygulatırken her zaman devlet adına hareket ettiklerini ileri sürerler (Kapani, 2002, s. 33-37).

Devlet adına kullanılan iktidar kavramına çeşitli yaklaşımlar söz konusudur. Kimilerine göre iktidarın asli unsuru bir istek veya arzunun gerçekleştirilmesi iken, kimilerine göre bu alan (tek tek ya da birlikte hareket eden) taşıyıcıların çıkarlarına hizmet eden eylemlerini ve belli eylemsizliğini kapsayacak biçimde olur. Ancak, gerek yapısal-işlevselcilik ya da sistem kuramı bağlamında olsun, gerekse Marksist bağlamda olsun, iktidar sistemik veya yapısal belirlemeciliğin (determinizmi) bir biçimi olarak görülür. Sistemler ya da yapısal belirleyiciler içinde “taşıyıcılık” kapsamındaki iktidar ve ilişkili kavramlar, taşıyıcıların (bireysel ya da kollektif) elinde bulunduğu ve onlar tarafından uygulandığı kabul edilir (Lukes, 1997, s. 630).

Fiziğin temel kavramlarından biri olan enerji gibi, bu aşamada, sosyoloji içinde iktidarın da çeşitli biçimlerinden söz edilebilir. Russell’a (1967, s. 11-15) göre, servet, silah gücü, sivil makamlar, düşünceye söz geçirme gibi biçimlerinin hiçbirinin diğerinden üstün olmadığı gibi birbirilerinden ayrı değildir ve bir bütün olarak incelenmelidir. Bu inceleme altında, tüm iktidar biçimlerinin ortak noktası, bireyin iktidarı ele geçirme dürtüsüdür ki, bu, açık (önderlerle) ya da kapalı (önderleri izleyerek) ortaya çıkar.

Lukes (1997) ise, analitik sınıflandırmayla yapılan, riayetin sağlanması, bağımlılık ilişkisi ve asimetrik ilişkisi çerçevelerinde olmak üzere üç iktidar anlayışı olduğundan söz eder. İlki, bir kısım insanın iradesinin ötekilerine üstün gelmesini, dolayısıyla açık çatışma ve karşı

(19)

koymayı iktidarın zorunlu öğesi olarak gören bir kısım insanın ötekileri denetim altına alması (veya denetim altına alması girişimi) çevresinde kurulu riayetin sağlanması anlayıştır. Bir kısım insanın ötekileri denetim altına alması (veya denetim altına alması girişimi) çevresinde kurulu olan anlayış, çatışma ve karşı koymayı iktidarın zorunlu bir öğesi olarak görür. Riayetin sağlanmasında birçok iktidar anlayışı bulunur. Kimileri iktidarı, bir kısım insanın iradesinin ötekilerine üstün gelmesi biçiminde algılarken; kimileri, çatışmaların engellenmesi durumunda ve yaptırımlar ve yaptırım tehditleri daha az kullanıldıkça daha etkinleşen bir toplumsal denetim olarak görürler; kimileri ise, denetim anlamıyla iktidar bir tarafın öteki tarafın eylem alternatiflerinden daha olası olanlarını seçmesini sağlayan bir iletişim ortamı olarak kavramsallaştırırlar. Diğeri, riayet sağlanması ile ilişkili olan, birisinin diğerlerin eylem ve tehditlerinden kaynaklanmayan, yalnızca ilişkinin niteliği nedeniyle iktidarın bir bağımlılık ilişkisi içinde olduğu anlayıştır. Bu çerçevede kurulan iktidarın gerek birey gerekse dünya sistemi içinde devletlerarasında kurulduğunu kabul eder: “…B, A’nın iradesine veya çıkarına, A’nın seçilebilir eylemleri veya tehditleri nedeniyle değil, sırf A’nın B arasındaki ilişkinin niteliği nedeniyle riayet eder” (Lukes, 1997, s. 631). Değerli ve kıt olan yarar ve kaynakları elde etmekte sistem içindeki taşıyıcıların güç kapasiteleri ile elde ettikleri net yararın ve zararın belirlenmesiyle ulaşılabilen, denetim ve bağımlılık çerçevesinde iktidara yaklaşan asimetrik ilişki biçimindeki anlayıştır. Kaynaklara erişiminde, tarafların dengede bulunmayan güç kapasiteleri sonucu “bölüştürücü” biçimde olduğunu kabul eder. Denetim ve bağımlılık üzerine kurgulanan bu anlayıştaki iktidar, “B’nin riayetinden A’nın sağladığı net yarar ve B’nin uğradığı net net zarar saptanarak…; eşitsizlik olarak iktidar ise kazananın kim, kaybedenin kim olduğu saptanarak yani A’nın B’nin pahasına kazanma kudreti ölçülür” (Lukes, 1997, s. 631-632).

İktidara asimetrik ilişki biçiminde yaklaşan Marksist doktrinin toplumsal sınıflar kuramı, bir “egemen sınıf” olgusuna yaslanır. Karl Marx’ın bu kuramında, her toplumda bir üretim araçlarının mülkiyeti ile oluşmuş bir egemen sınıfın ve kaçınılmaz olarak bağımlı sınıflarının varlığı söz konusudur. Egemen ile egemen olmayan, yönetilen ile yönetilen, güçlüler ile güçsüzler arasında, kapitalist toplum bir süre sonra ortadan kaldıracak olan amansız bir diyalektiksel bir savaşım vardır. Bu savaşımın amansız başlangıcı, devlette oluşan siyasal iktidarı da elerinde bulunduran üretim araçlarına sahip olanların, olmayanları (mülksüzler) devletteki iktidar sürecinden dışlamasından kaynaklanır (Keskin 2011, s. 146). Komünist Manifesto’da Marx ve Engels, “Bir sınıfın ötekini ezmekteki örgütlü gücü” olarak tanımladıkları siyasal iktidarı, tamamen sınıf iktidarını işaret etmek için kullanırken, otoriteyi ise iktidarın bir biçimi olarak kabul ederler (Lukes, 1997, 654).

(20)

İktidar olgusunun tarihsel süreci incelendiğinde iktidarı elde etmek, sürekli kılmak için çeşitli yöntem ve stratejiler geliştirme yoluna gidildiği görülür. Bunlardan biri de, ekonomi politiğin temel çalışma alanlarından biri olan ideolojidir (Fung, 2006, s. 35). Özendirme, ikna, nüfuz ve aile, eğitim, hukuk, işgücü pazarı, iş süreci gibi tüm denetim kurma biçimleriyle bir ideolojik yutturmaca yöntemleriyle, gerektiğinde de devlet aracılığıyla doğrudan zorlama ve güç kullanımı gibi uygulamalarla asimetrik özelliği olduğu vurgulanan egemen sınıfların iktidarı kurulur (Marx ve Engels 1962’den aktaran Lukes, 1997, s. 654):

Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf aynı zamanda zihinsel üretim araçlarını da emrinde bulundurur… bir sınıf olarak egemen oldukça ve tarihsel çağı bütün genişliğince belirledikçe elbette ki bunlar sınıfların bütün genişliğine egemendirler ve öteki şeyler bakımından olduğu kadar kendi çağlarının düşüncelerinin üretimini ve dağıtımını düzenlerler; o halde, oların düşünceleri çağlarının egemen düşünceleridir. (Marx ve Engels, 1974’ten aktaran Murdock, 2006, s. 74)

Marksist doktrinde çeşitli yaklaşımlar söz konusudur. Örneğin, (1) devleti göreli özerk olarak gören ve siyasal düzeyi devletle bir tutan yapısalcı yaklaşımın yanı sıra; (2) devleti bir egemen sınıfın uzantısı hatta bir organı olarak gören araçsalcı yaklaşım ve de (3) devleti bir sınıf egemenliğinin kurumsal çerçevesini düzenleyen bir organı olarak gören düzenleme yaklaşımı bulunur. Her üç yaklaşım da, “sınıf iktidarının siyasal biçimi olan devlet” noktasında buluşmaktadır. Ve bu nokta sınıf ilişkileri ile sınıfsal olmayan ilişkileri kapsarken, toplumsal biçimlenmenin bütününü içerir (Adaklı, 2001, s. 149)

Bu aşamada, Marksizm için devlet iktidarının kaynağı nedir sorusu, iktidar içindeki devletin rolünü ortaya koyar. Marksizm, iktidar bölüşümünü, genellikle toplumsal sınıflar arasındaki güç dengesi ile eş anlamlı görür ve burada toplumsal sınıfların elinde olan iktidarı gasp edecek ve belki de kendine özgü çıkarlar edinecek başka bir biçime yer vermez. Marx’ın tanımladığı, zayıf ve örgütsüz bir burjuvazinin ekonomik iktidarın unsurlarını elde tutabilmek için siyasal iktidarı bir küçük diktatöre vermeye hazır olduğu özel sistemdir ve sistem olarak devlet, “tipik olarak, sınıflar arası uyuşmazlıkların siyasal ifadeye başvurdukları bir arenadır; kesinlikle bu olayların ilk hareket ettiricisi değildir” (Parkin, 1997, s. 614).

Asimetrik iktidar anlayışı içinde yer alan, genellikle Marx’ın kuramına bir alternatif olduğu kabul edilen Weber’in bürokrasi modeli ise, örgütlenmenin, üretim sisteminden bağımsız bir iktidar odağı olduğunu öne sürer (Parkin, 1997, s. 615). Devleti, “kuralların uygulanmasında, idari yürütme memurlarının meşru olarak fiziksel güç kullanma tekeline sahip olduğu kurumlaşmış nitelikteki sürekli siyasal birlik” olarak tanımlayan Weber’in düşünce dünyasında güç, otorite ve iktidar (egemenlik) birbirileri ile bağlantılı kavramlardır. Bir sosyal ilişki içinde, “hangi temele dayanırsa dayansın, direnmeyle karşılaşsa bile istediğini yapılabilme konumunda olma ihtimali” içinde elde edilen güç aracılığıyla “belli içerikteki bir

(21)

emre belli bir grup insanın itaat etme ihtimali”nde iktidara sahip olunur. Böylece, “belli bir grup insanın kazanılmış bir alışkanlık sonucu, anında, kendiliğinden ve kalıplaşmış bir şekilde itaat etmeleri ihtimali” ile “eleştiri ve direnme olmaksızın kitlesel itaat alışkanlığı” biçiminde disiplin altına alınabilir (Weber, 2012, s. 40-41)

Kapani’ye (2002) göre siyasal iktidarın niteliklerine ilişkin kapsamı, en üstün, maddi güç ve zor kullanma, rıza ve zor kullanma olarak sıralar. Tüm bu unsurların ortak nüvesi olarak, Güce rızanın eklenmesiyle iktidarın oluştuğunu belirtir; kısaca İktidar=Güç+Rıza olarak formüle eder. Otoriteyi ise, iktidar ve siyasal iktidar ile birlikte anıldığını belirtmekle birlikte, bunlardan daha farklı anlamlarda kullanımının da olduğuna dikkat çeker. Bu görüşte, “kuvvete, zora ve tehdide başvurmaksızın bir iradenin yürütülmesi yeteneğini” ifade ederken, gerektiğinde güce başvurulması halinde, güç kullanımının haklılığı ve meşruluğu önceden kabul edilmiş olur. Otoriteyi meşru iktidar anlamında kullananların dışında kalan görüş ise, iki kavramı eş anlamlı görürler. Bu görüşteki otorite kavramı ise, “genellikle zorlama ve cezalandırma yoluna gitmeden başkaları üzerinde sözünü geçirebilmeyi, başkalarının davranışları üzerinde manevi etkileme gücü” olarak tanımlanır (Kapani, 2002, s. 48-53).

Lukes (1997) ise otoriteyi, çıkarları çatışan bireylerin bir kamu iktidarına itaat etmesi olarak tanımlarken, kamu iktidarının bu aşamadaki rolünü, bireylerin kişisel çıkarları peşinde koşmalarının sürdürülebilirliğinin sağlaması olarak açıklamaktadır. Liberalizm tarihi boyunca otorite, çatışan çıkarların ekonomi alanında –bir diğer deyişle toplumda- serbestçe etkinlik gösteren, ancak denetim ve koordinasyonu gerektiren bireylerce sağlanır. Hükümet ise, yasa ve düzeni sağlayarak rekabetçi düzenin koşullarını sürdürme işlevini üstlenir. Liberalizm düşüncesinde devletin bu işlevini yerine getirebilmesi, bireylerin otoriteye gönüllülük kapsamında bir anlaşma yoluyla -seçimler yoluyla- kabullendiği, asimetrik iktidarı zorlamayla gerçekleştiği yer alır. Böylece, her siyasal iktidarın meşruluğunun kaynağı seçim yoluyla halk oluverir (Lukes, 1997, s. 648-651).

Liberal düşünceye ters yönelimli olan gerek işlevselci-çoğulcu gerekse tabakalaşma sınıf modelleri toplumun haritasını çıkarmaya çalışırlar. Parkin (1997), geleneksel olarak ayrı ya da onun üzerinde bir şeymiş gibi düşünülmesinden kaynaklanan genel bir devlet modelini çıkarılması zorluğuna dikkat çeker. Zaten yoğunlaşmış bir iktidar odağı düşüncesinden vazgeçilmesi nedeniyle, çoğulculuğun devlet düşüncesinde yer almadığından söz eder.

Devlet, bütünüyle rekabet içindeki çıkar gruplarının bir karışımı olmanın ötesinde bir iktidarın varlığına işaret eder. Ve iktidarı, karşıtların ters yöndeki etkileri nedeniyle yoğunlaşmaktan çok, dağılan bir kaynak sayan bir modelde böyle bir araca yer olmaz. İktidarın devletin elinde olduğunu söylemek de modern toplumun demokratik niteliğine kuşku düşürür. Hükümetler halk tarafından seçilir, devletler değil. Çoğulcu tercih, yürütme, yargı ve yasama erkleri arasında açık bir ayrımı ve böylece hiçbir grubun halkın aleyhine olarak iktidarı tekeline almamasını öngören bir siyasal tablodan yanadır. Oysa

(22)

devlet imgesi, doğrudan halk iradesine karşı sorumlu olmayan ve şiddet kullanma yetisine sahip bütünsel ve birleşik bir araç görünümündedir. (Parkin, 1997, s. 612)

Neredeyse her iktidarın kendi meşruiyetini sağlamaya çalıştığı bir düzlem olan demokrasi olgusunun modern anlamdaki tanımı, “halkın halk tarafından, halk için yönetimi” biçiminde formüle edilmesi en yaygın olanıdır (Köker, 2006, s. 139). Böyle bir formülasyona sahip olan demokrasinin, sistematikliğinin ötesinde, yerine göre bir toplumsal örgütlenme biçimi, yerine göre bireyin gerek kendi gerekse toplumsal varoluşunu tanımlama yöntemi olması nedeniyle bir rejim olma özelliğinden öte, farklı nitelikleri bulunur. Bu nedenle de demokrasi, bir iktidar kur(gula)ma süreci olmadığı kabul edilebilir. Bunun anlamı, demokrasinin bir iktidarın niteliklerini belirleme ve tanımla işlevine sahipken, iktidarın kendisi olmamasıdır. Tam tersine kendine içkin olarak kısıtlayan bir dinamiğe sahiptir. Çünkü her zaman kendi iç yeterliliğiyle ilgili bir sorunu bulunmaktadır. Bu, demokrasi ile iktidarın kapsamlama bağlamındaki sorunun yanı sıra, demokrasinin bürokratikleşen iç iktidarıyla da sorununun olması anlamına gelmektedir (Kahraman, 2006-2007, s. 229).

Demokrasinin alternatiflerine göre öne çıkan birçok kazanımları söz konusudur. Demokrasinin zalim ve kötü otokratların yönetime geçmesini engellediği, insanların kendi temel çıkarlarını korumalarına yardım ettiği, kendi kaderlerini belirleme özgürlüğüne sahip olduğu, yönetimdekilerin kişisel kararlarının kişisel çıkarlara yönelik olmaması gerektiği gibi birçok kazanımlardan bahsedilir (Dahl, 2010, s. 83-86). Daha öz anlatımla, esenlik, iyi bir yaşam ve özgürlük ve özgürlüğün de kişinin kendi efendisi olmasıdır (Ringen, 2010, s. 22-24). Tüm bunlar, Dahl’e göre (2010, s. 47-48) etkin katılım, oy kullanma eşitliği, bilgi edinme, gündem hakkında son söz söyleme hakkı ve yetişkinlerin karar vermeye dahil olması gibi beş standarda bağlıdır. Günümüzde ülkeden ülkeye değişen farklı motiflerde işleyen demokrasiler olsa da12, en yaygın motife ait demokrasi standartları içinde yer alan özgürlük, eşitlik, katılımcılık değerlerini, halkın doğrudan doğruya değil de, kendi belirlediği temsilciler aracılığıyla, dolaylı olarak gerçekleştirebildiği bir yönetim biçiminde (Köker, 2006, s. 139) bilgi edinme diğer unsurları tetikleyen özelliktir.

Nihai amacının halkın mutluluğu olan bir demokrasi idealinin sorunsuz gerçekleşebilmesi için bilgi edinme ya da iletişim özgürlüğü neredeyse olmazsa olmazlardan biridir. Birleşik Devletler Anayasası’nın temel kaynaklarından olan Federalist Yazılar’ı (Federalist Papers) kaleme alan ve dışişleri bakanlığının ardından dördüncü Amerikan başkanı olan James Madison, Ağustos 1822’de bilginin önemine vurgu yapar:

12 Arend Lijphart (2006), 21. yüzyıla girerken bile insanlığın dahil olduğu tam 36 farklı çağdaş demokrasi modelinin varlığından bahseder.

(23)

Bilgi her zaman cehaleti yönetti. Ve kendilerine ait bir hükümet olmak isteyen bir halk, bilginin vereceği güçle kendini donatmalıdır. Halkın bilgili olmadığı ya da bilgi alacak kaynaklara sahip olmadığı bir halk yönetimi olsa olsa bir komediye ya da trajediye ya da her ikisine birden giriş olabilir. (Vaughn, 2013)

James Madison’ın yaklaşık 200 yıl önce söz ettiği bilginin bugünkü anlamının, medya kavramının içinde saklı olduğu gibi görüşlerin varlığından söz edilebilir. Bugün kabul edilmiş anlayış, medya olmadan demokrasinin de var olamayacağıdır. “Üçüncü şahıslar tarafından denetlenmeyen iletişim mesajlarını yaymak veya yaymama ile almak veya almamak yeterliliği” olarak tanımlanan iletişim özgürlüğünün temel biçimi olan basın ve medya özgürlükleridir (van Cuilenburg, 2010, s. 109). Foucault’a (2007, s. 35) göre, bilgi ile iktidar etkileşimci bir ilişki içindedir. İktidar bilgiye, bilgi de iktidara sonu gelmez biçimde eklemlemektedir. İktidarın işleyişi bilgi nesneleri yaratır, bilgi biriktirir ve gerektiğinde de kullanır. İktidarın işleyişi sürekli bilgi yaratırken, bilgi de iktidar etkileri yaratır.13 Bu ilişkinin aslında “tarihsel” ve “iktidar üretici” olduğu da söylenebilir. Foucault (1992), iktidarı eşit görmezken, değişebilen, tersyüz olabilen, geçici özelliği nedeniyle devingen özelliğine dikkat çeker. Her yerde ortaya çıkmasından dolayı (örneğin hapishanelerin kurumsallaşmasında olduğu gibi) iktidar, ne bir kurumdur, ne bir yapıdır, ne de bir bahşedilmiş güçtür. İktidar, gerçekliği üretirken, aslında aynı zamanda nesne alanlarını ve “hakikat ayinleri” de üretendir.

18. yüzyıldan itibaren Batı toplumlarında benimsenen yeni iktidar biçimi ile birlikte bedenin kamu alanında işkence ile cezalandırılmasından vazgeçilmiştir. Daha karmaşık bir mekanizmaya dönüşümile birlikte üretkenlik ve yaşam desteklenir olmuştur. İnsan bedenini hem bir makine olarak gören disiplinci iktidar anlayışı hem de doğal bir tür olarak gören nüfus düzenleyici iktidar anlayışından oluşan bio-iktidar, insan beynine, cinselliğe, aileye, okula, orduya, fabrikalara yayılmış iktidar ağları dizisinde ilerler. Foucault’un, modernitenin eşiği olan “insan içindeki insanlığın keşfi” olarak tanımladığı bu mekanizmalar, bir bakıma akıl hastanelerin ve hapishanelerin doğuşunun habercileridirler (Keskin, 1996, s. 121). Bireyin biyolojik yaşamı ve yönetilmesi günümüzde iktidarlar için artık vazgeçilmezdir:

İktidarlar, yaşamın sahip olduğu bu güçlerini engellemek, yok etmek yerine, teşvik etmek, güçlendirmek, denetlemek, en iyi şekilde kullanmak ve örgütlemek zorundadır. Hükümranın suçlunun yaşamını alma hakkı yerini iktidarın yaşamı koruma, emniyete alma ve geliştirme hakkına bırakmıştır. Çıplak yaşamın kendisi artık politikanın tam merkezindedir ve ona yönelen şiddet karşısında yerini alır. (Keskin, 1996, s. 122)

Bu, iktidarın yaratıcı, bastırıcı, bastırmak için önce yaratıcı özelliğine işaret ederken, iktidar, hakikatin, bilginin ve gücün düzenleyicisi olan söylemi çağırır. İktidarın söylemler dışında var

13 Bu aşamada Foucault (2007), iktidarın, ekonomik iktidarın gündelik işleyişini bilmediği durumda ekonomik bilgiden hiçbir şey anlaşılamayacağı örneğini verir.

(24)

olamayan bilgiye, bilginin de iktidara sürekli eklemlendiği bu işleyiş, bilgi nesneleri yaratır, bilgi biriktirir ve gerektiğinde kullanır. Aksi durumda, örneğin iktidarın, ekonomik iktidarın gündelik işleyişini bilmemesi, ekonomik bilgiden cahil olması anlamına gelmesidir ki, bu durum, bilginin iktidar etkilerine neden olur (Foucault, 2007, s. 35).

Ekonomik iktidarın, siyasal iktidar karşısında bir takım üstünlük özellikleri söz konusudur. Russell (1967), bir devlet içindeki ekonomik iktidarın her ne kadar hukuktan ve kamuoyundan doğmuş olursa olsun, kolayca kendi bağımsızlığını kazanabilme potansiyeline sahip olduğunu, kazandığı anda kendi çıkarları doğrultusunda hukuku rüşvetle, kamuoyunu propagandayla etkileyebildiğini, siyasetçilerin özgürlüklerini ellerinden alan yükümlülükler altında bırakabildiğini, hatta mali krizler yaratma tehdidine başvurabildiğini belirtir. Ekonomik iktidara böylesine bir sahip oluş, askeri iktidarın ya da propaganda iktidarının ele geçirilmesine yol açabilirken, bunun tam tersinin de aynı derecede olası olduğunu da vurgular. Günümüzün ekonomik ve askeri iktidar ilişkilerinin geçmişten daha sıkı biçimde örüldüğüne de dikkat çeker: “Hiçbir ulus, geçmiş bir endüstriye sahip bulunmadıkça, yeterli bir askeri iktidara sahip olamaz ve hammaddelerle besin maddelerine ulaşamaz. Buna karşılık, uluslar kendi topraklarında elde edemedikleri hammaddelere askeri iktidar yoluyla ulaşırlar (Russell, 1967, s. 137-144). Tüm böylesi birbirine bağlı ilişkilerin meşruluğunun sağlanması, bir biçimde kamuoyunun oluşturulmasını, duruma hazırlanması ile gerçekleşir.

“Halkın kamuyu ilgilendiren konulara ilişkin kanıların toplamı” olarak nitelendirilebilecek olan kamuoyu kavramı, “genel kamunun üyelerinin siyasal konular ya da güncel olaylar hakkındaki tutumlarının anlatımları” (Mutlu, 2008, s. 164) olarak tanımlanabilir. Kavramın bu niteliği nedeniyle, her zaman araştırılması ve kamunun eğiliminin ölçülmesi gereken konu odaklarından biri olmuştur. Günümüzde önemi yadsınamaz olan bu kavrama, tarihsel süreçte içinde de her zaman de büyük önem verilmiştir. Bir ülkede geçerli olan siyasal rejim, kamuoyunun özelliklerini belirlemede en başta gelen etkendir. Antidemokratik siyasal rejimler, gerçek anlamda kamuoyunun oluşması ve etkin olması için gereken ortamı kısıtlayarak, zaman içinde tümüyle ortadan kaldırmayı amaçlarlar. Böylece, kamuoyu yaşam bulamazken, ancak baskılanmış düşünceler gelişebilir hale gelir (Speier, 1950, s. 378). Bunun yerine, siyasal iktidar tarafından yönlendirilip biçimlendirilen güdümlü bir kamuoyu, daha doğru bir deyişle, vatandaşlar arasında iktidarı destekleyen, eleştirmeyen bir görüş ve düşünce birliği sağlanması söz konusu olur.

Düşünce ve ifade özgürlüğünün olduğu demokratik sistemlerde ise, genel görüşe göre, kamuoyu, büyük ses ya da güçtür ve ne zaman yeni ortak bir gereksinim ortaya çıksa vatandaşların bu konuda fikir oluşturdukları ve bu sesin yükseldiği ve güçlendiği varsayılır. Ancak günümüzde kamuoyu sürecinin dinamikleri “kollektif olaylar sisteminin” çerçevesinde

(25)

ortaya çıkmaktadır. Kollektif hareket bireylerin üstlendikleri çeşitli rollerin (işçi, memur, tüccar, çiftçi vb) bir tür dairesel (circular) sürecinin sonucudur. Böylece, her birey, diğerlerini dikkate alarak, kendi rolünü oynar. Bir lider tarafından yönlendirilen her birey, bir politik taraf veya diğerinin düşüncelerini kavradığını zannederek hareket etmeye başlar (Allport, 1940, s. 251).

Kamuoyu yoluyla gerçekleşen bir seçim, yine kamuoyunun bir ifadesi olurken, kamuoyu ifadesinde belirleyici ve etkileyici de olabilmektedir. Doğru kamuoyunun bir ifadesi olduğu iddia edilen oy kullanarak yapılan seçim bir gerçek referandum olarak tanınırsa, geçerli kamuoyu yoklamasının üstünlüğü, kamuoyunun ölçülmesi ve kayıt edilmesi için araç olarak saptanır (Blumer, 1948, s. 547). Bu görüşte kamuoyu, toplumsal olayların akışıyla doğrudan etkileşim içerisinde olduğu kabul edilir. Özellikle gelişmiş ülkelerde politika yapıcılar, hareketlerini tamamlamak ve eylemleri için uygun ortam hazırlamak amacıyla kamuoyu çalışmalarına her geçen gün daha çok ilgi gösterirler (Speier, 1950). Amaç, seçimlerden önce kamuoyunun genel eğilimini önceden bilebilmektir. Ancak, bu yoğun ilginin izleği olan kamuoyu araştırmaları, her zaman kamuoyunun niteliklerini ortaya çıkarmada yeterli olmaz. Blumer (1948), kamuoyu araştırmalarının kamuoyunu soyut veya geniş kapsamlı bir kavram olarak ayrıştırmak konusundaki yetersizliğine dikkat çekmektedir:

Bize ‘kamuoyu’nu karakterize etmek veya ayırt etmek konusunda hiçbir kıstas verilmemektedir ve bu nedenle verilen herhangi bir deneysel (kurama dayanmayan) durumun kamuoyu sınıfına girdiğini veya başka bir deneysel durumun kamuoyu sınıfının dışında kaldığını söyleme gücüne sahip değiliz. (Blumer, 1948, s. 542)

Çeşitli tarihsel süreçler, coğrafi mekanlar ve kültür, içinde bulunduğu toplumdaki kamunun niteliğini değiştirirken, farklı politik olay ve olgular kamuoyunu çeşitlendirir. Örneğin, savaş zamanında, vatanseverlik ve milliyetçilik baskın hale gelirken ve kamuoyunda ve kutsal olan değerler hatta politikalar için kendini feda etme olgusu öne çıkarken; barış zamanında, hükümetin dayattığı enformasyonlar savaş zamanında olduğu kadar popüler değildir. Bu nedenle birçok politik görüş, kendini hep bir tehdit sayesinde besler. Bir başka deyişle, düşmanın varlığı, kendilerinin varlığını da gerektirir (Speier, 1950).

Günümüzde, kamuoyunun ve kanaat önderlerinin nabzını tutmak ve sürekli enformasyonun denetiminin sağlanması ise medya üzerinden gerçekleştirilir. Tüm bunların yanı sıra, kamuoyunu, “kendini etkin olarak duyuran kanaat” olarak kısaca tanımlayan Kapani (2002), kitle iletişim araçlarının, eski kanaatleri değiştirebilme ve yeni kanaatler aşılama bakımından etkileme gücüne sahip olduklarını belirtir. Ancak özellikle kitle iletişim araçlarının yeterince yaygın olmadığı azgelişmiş ülkelerde kanaat önderleri önemli işlevlere sahip olurlar. Bu işlev, kanaat önderlerinin genellikle kendi yorumlarını da katarak yaydıkları

(26)

haberlerle sınırlı çevrelerinde belli görüşlerin benimsenmesi biçiminde olur (Kapani, 2002, s. 148-150). Enformasyonun denetimi gerek siyasal iktidar tarafından gerekse ekonomik iktidar tarafından gerçekleştirilebilir. Arzu edilen bilginin iktidar tarafından medya üzerinden geniş halk kitlesine aktarılması, medyanın, daha bilinen adlandırmasıyla basın özgürlüğü tartışmalarını beraberinde getirir.

Tartışmanın bu boyutunda en önemli vurgu, basın özgürlüğünün sınırlarıyla ilgilidir. Sınırlandırılmamış özgürlüğün, özgürlüğün tersine yol açabileceğini öngören özgürlük paradoksu olarak bilinen tartışmalar Antik Yunan filozofu Platon’dan başlayarak iki bin yıldan daha uzun süredir yapılagelmiştir. Bugün yaygın biçimde tartışmaların son noktası olarak görülen, liberal görüşe göre, hiçbir toplumda hiçbir temel hak sınırsız olmadığı gibi, “haklar bir bireyin özgürlüğünün diğerlerinin özgürlüğünün başladığı yerde son bulması” ve bu sınırlılığın medya içinde geçerli olması olarak konmuştur (van Cuilenburg, 2010, s.111-113). Demokratik koşullar altında biçimsel özgürlükler, yasalar ihlal edilmediği sürece gazeteciliğin sansür ve cezalardan muaf olacağı garantisine dayansa da hiçbir zaman mutlak değildir. Toplumdaki diğer birey faillerin haklarıyla, belli zaman ve uzamda kamu çıkarının belirlenmesiyle medya özgürlüğünün14 sınırları çizilmiş olur (McQuail, 2010, s. 125).

Bu özgürlük içinde basının halkı aydınlatmak, eğitmek, eğlendirmek gibi işlevleri olduğu kadar, kamu adına yerine getirdiği daha ciddi görevleri bulunur. Basın, siyasal süreçten kamuyu haberdar ederek, bir tartışma alanı işlevini görür ve hatta hükümetleri kamu adına denetim altında tutan bir bekçi köpeği (watchdog) gibi izler. Bu gözetimci işlev, yasama, yürütme, yargı erklerinin kullanılmasında ortaya çıkan olumsuz durumları ortaya çıkarılması, bir bakıma erkin kötüye kullanımında yetkili konumda olanlardan hesap sorulması olarak açıklanır (İrvan, 1994-1995, s. 76-77; Ringen, 2010, s. 376; Tokgöz, 1998, s. 49). Yalın bir ifadeyle bu görev, halkı bilgilendirmek ve iktidarı mercek altına almaktır. Basının salt bilgilendirme görevini üstlenmemesi, iktidarı mercek altına almada bireyleri yalnız bırakma anlamı taşır (Ringen, 2010, s. 376):

İktidarı işbaşındaki haliyle gözler önüne sermek amacıyla, kimi zaman bilgilerin doğruluğu konusunda biraz feragatte bulunması gerekebilir. Standartların kutsal ve yüce olduğu görüşünde kötürümleştirici bir kuralcılık ve ruhsuzluk vardır. Dalaşmayan cici bir basın istemektir bu. (Ringen, 2010, s. 376-377)

Siyasal iktidarların, basının gözetleyici işlevini etkisizleştirilerek üzerinde egemenlik kurma arzusu çeşitli nedenlerden kaynaklanabilmektedir. Siyasetçiler, önemli iktidar kanalları

14 Denis McQuail (2010), televizyonun, gazetelerin kazanmış olduğu tam özgürlük haklarına hiçbir zaman sahip olamadığını belirtir. Bu, 2000’li yıllarda Türkiye’deki iktidar ile ilişkide medyanın tamamını değil de yazılı basını temel alınmasını haklılaştıran ve de destekleyen bir görüştür.

(27)

üzerinde denetim ve iktidar sahibi olmayı arzularlar. Aksi durumda bu kanalların potansiyel rakiplerinin ve ekonomik iktidar sahiplerinin eline geçeceğinden endişe ederler (McQuail, 2010, s.125-126; Entman, 2007, s. 166). Ayrıca tüm iktidar sahibi hükümetler, kendi politikalarının halkı oluşturan geniş seçmen kitlesi tarafından desteklenmesi ve onaylanmasını, iktidar meşruluklarının yeniden üretilmesini arzularlar. Yani basın, radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçları ile kendi propagandalarını iletebilmek amacıyla medyanın siyasal işlevini kendi yararlarına kullanmak isterler (Beetham ve Boyle, 1998, s. 11-12). Bu yarar, demokrasi için çok önemli olan, siyasal seçkinler tarafından alınan ve uyguladıkları kararların yurttaşlar tarafından rıza gösterilmesinin sağlanması ve bu yolla meşruiyet kazanılmasıdır (Meyer, 2002, s. 68).

Liberal kapitalist piyasa sisteminde siyasal iktidarlar karşısında basının özgür olması gerektiği savunulur. Medyanın kamuoyu oluşturabilen ve böylece hükümet üzerinde halk baskısı yaratabilecek bir platform zemini işlevinden bahsedilir (Beetham ve Boyle, 1998, s.11-12). Bunun şartlarından en önemlisi, medyanın “devletten bağımsız olması, hükümet müdahalelerinden yalıtılması” görüşünde oluşur. Hükümet baskılarından, hükümet politikaları ve uygulamalarını eleştirebilme kapasitesini zayıflatacağı görüşü nedeniyle medyayı “doğal bir foruma” dönüştürme gibi reform adı altında yapılan tüm girişimlerden arındırılmamış basının gözetim işlevini yerine getiremeyeceği ileri sürülür. Hatta ifade özgürlüğünü yaygınlaştırmak için bile olsa, devletin yeni iletişim kanalları açma yönündeki girişimlerinin, hükümetleri “süper-eşik bekçisi” konumuna getireceği savunulur (İrvan, 1994-1995, s.77-79). Elbette demokratik sistemlerde böylesine önemli işlevler, görevler ve ödevler verilmiş medyanın pek de masum olmadığına ilişkin görüşler de söz konusudur. Sonraki kısımlarda değinilecek olan medya kuramlarında genel olarak altyapı olarak ekonominin, üstyapı olarak da kültürün ve ideolojinin dikkate alınmaması başlıca eksiklik olarak göze çarpar. Eleştirel görüşlerde ise, kitle iletişim araçlarının kapitalist sistemin bir parçası olarak işlemesi, güç (iktidar) ve çıkar ilişkilerine yeni boyutlar kazandırırken, egemen yapının temsil ve meşruiyetinin yeniden üretilmesi gerektiğine işaret edilir. Egemen ideolojinin, siyasal sistemin olağan ya da olağanüstü zamanlarında, her zaman ve aralıksız propaganda yapma gereksinimi söz konusu olur. İktidarın, bilgiye enjekte edilmiş propagandasını üstü örtük, dolaylı biçimde yapabilmek için aracılara ve yayıcı araçlara gereksinim duyar. Böylece bu gereksinim, kültürü oluşturabilme, biçimlendirme güçlerine ve söylem kurma hakkına sahip kitle iletişim araçlarına ve kanaat önderi olarak medya elitlerine ve uzmanlarına (profesyoneller) atfedilen görevlerin sorgulanmasını da zorunlu kılar. Bu nedenle de, üretici güçler (üretim araçları ve üretim tecrübesi ile üretim alışkanlıkları olan insan) ve üretim ilişkilerinden (mülkiyet, sınıflaşma ve bölüşüm) kaynaklanan altyapısal üretim tarzının,

(28)

hukuk, devlet, sanat (kültür), din, gelenek, medya gibi üstyapısal kurumlarını etkileme biçimi ve derecesinin, her türlü iktidar ile olan ilgi, ilişki, etkileşim çerçevesinde daha ayrıntılı ele alınması kaçınılmazdır.

1.2. İktidar-Medya İlişkilerine Eleştirel Yaklaşımlar

Günümüz medya çalışmaları dar ve geniş ölçekli ya da mikro ve makro düzeyli olarak sınıflandırılabilir. Özellikle gazetecilik pratiğine ve ürünlerine bakarak makro düzeyle inceleyen yaklaşım olan Marksist kökenli ekonomi politik, medyanın mülkiyetine, örgütsel yapısına ve kültürel modellerine ekonomi politik açıdan eğilirler. Gazetecilik ürünlerine mikro düzeyde bakan neo-Marksist olarak atfedilen İngiliz Kültürel Çalışmaları ekolü, baskın haber değerlerinin, haber türlerinin, kültürel etkilerin haber olacak malzemelerin seçilmesi ve reddedilmesi sürecindeki rolüne eğilirler. Bu iki düzeyin dışında kalan bir diğer yaklaşım ise, gazetecilik ürünlerinin içerik, dilsel yapısına söylemsel olarak eğilirler (Arsan, 2004). Bu ölçekler içinde medya ve iktidar ilişkilerini açık bir şekilde ortaya koymaya amacı taşıyan ve farklı medya sistemlerini tartışan çalışmaların varlığı söz konusudur. Mikro düzeydeki çalışmalar, medya rutinleri, siyasal retorik, konu bağlamı ve siyasetçilerin uyguladıkları stratejilere eğilirlerken, makro düzeydekiler ise, birbirileriyle kaçınılmaz olarak etkileşim içinde olan siyasal, ekonomik, toplumsal yapılar ve tarihsel bağlamlarına eğilirler (Yüksel, 2013, s. 58). Birbirileri arasında belirli yaklaşım ve anlayış farklılıkları olmasına karşın, hepsinin ortak özelliği, demokratik sistemlerde iktidar ilişkilerinin nasıl kurulduğunu, medyanın bu ilişkilerdeki işlevinin nasıl yerine getirildiğini ortaya çıkarmaya çalışmalarıdır.

Demokratik sistemlerde önemli işlevler ve görevler atfedilen basına dair bu incelemelerde altyapı-üstyapı ilişkileri ve iktidar ilişkileri büyük ölçüde göz ardı edilmiştir. Eleştirel bir yaklaşımla ele alındığında basının ve medyanın siyasal sistemin ve egemen ideolojinin meşrulaştırılmasında ve yeniden üretilmesinde önemli bir araç olarak karşımıza çıkar. Bu çerçevede gazetecilerin ve medya profesyonellerinin görevlerinin de üretim ilişkileri perspektifinden yeniden tanımlanması gerekir. Buna ek olarak, ekonomi-politik yaklaşım medyanın ve basının örgütlenmesindeki mülkiyet ilişkilerine odaklanır.

1.2.1. Altyapıya Odaklanan Yaklaşımlar: Ekonomi Politik

Geleneksel Marksist yaklaşımı benimsemiş olan ekonomi politikçiler, altyapı-üstyapı çerçevesinde, ideolojinin ekonomi tarafından belirlendiğini, medya tarafından ideolojinin yayıldığını, benimsetildiğini (aşılama), var olan düzenin meşruiyetinin sağlandığını ileri sürerler. Bu varsayım içinde, medya mülkiyetinin kapitalist sermaye sahipleri elinde toplandığına, bunun medyanın yayın politikalarını belirlediğine ve medya içeriğinin (ürün)

Şekil

Şekil 1.1 Robert Entman’ın Aktivasyon Şebekesi Şelalesi (Cascading Network Acrivation)   Kaynak: Entman, 2003’ten Uyarlama, s
Tablo 1.2 Altschull’un Alternatif Modelinde Yer Alan Basın Sistemlerinin İşleyişi  Modeller  İnanç   Gazeteciliğin amaçları Basın özgürlüğü
Tablo 1.4 Siyasal Sistemlerinin Karakterleri
Şekil 1.2  Medya İçeriğindeki İdeolojik Etkileri Gösteren Etkiler Hiyerarşisi Modeli   Kaynak: Shoemaker ve Reese, 1997, s
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

konforla satın almacıların ilgisini çeken halılar, sofistike parke ve laminat kaplama ürünleri, tarzıyla öne çıkan tasarımcı elinden çıkmış zemin

-Sosyal medya içerikleri (haber, etkinlik duyurusu, fotoğraf, video, canlı yayın vb.) oluşturmak ve yayımlamak.. - Analiz çalışmalarında bulunarak kurumun ve

İllerde  Yaşam  Endeksi;  konut,  çalışma  hayatı,  gelir  ve  servet,  sağlık,  eğitim,  çevre, güvenlik,  sivil  katılım,  altyapı  hizmetlerine  erişim, 

İŞKUR'un yukarıda verilen tanım kapsamında açıkladığı kayıtlı işsiz verisi ile TÜİK tarafından Uluslararası Çalışma Örgütü tanımları çerçevesinde

2 Örgütün basın özgürlüğü tasnifin- de “kara liste” olarak adlandırılan ve basın özgürlüğü açısından en kötü durumu ifade eden kategoriden bir adım

Kontrollu ve modifiye atmosfer: Gıdaların depolama, taşıma ve ambalajlanmasında ürünün MODIFIED ATMOSPHERE PACKAGING OF etkileşimde bulunduğu hava bileşiminin, oksijen,

Dünya savaşı sonrasında kurulan Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (WB) ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi kuruluşların zaman içerisinde uluslararası

• Kontrol, mesajın kaynak yoluyla etkili iletişiminin üçüncü unsurudur ve iki yolla uygulanabilir: güç (hükmetme, cezalandırma veya ödüllendirme kabiliyeti