• Sonuç bulunamadı

Sermaye-İktidar İlişkilerinin Basın-İktidar İlişkilerine Etkisi

3.2. Bulgular

3.2.3. Medya ve Köşe Yazarlarının Konumlarındaki Değişim

3.2.3.1. Sermaye-İktidar İlişkilerinin Basın-İktidar İlişkilerine Etkisi

İktidarın medya üzerindeki etkisi çeşitli biçimlerde hissedilebilmektedir. Siyasal iktidar, bir yandan medya kuruluşlarının ve çalışanlarının meslek ilkelerine uyulmasını denetleyen meslek kuruluşlarını egemenlik altına alma biçiminde hareket ederken, diğer yandan yasal, mali yaptırımlarla medyanın tahsisat ve operasyonel kontrol yapılarını doğrudan etkilemektedir. Bu etkiyi ilk hissedenler, sermaye sahipleri ile kurum içinde tahsisatın başında bulunan patron vekilleri olmaktadır. Genel olarak günümüzde, merkez medyanın sermaye sahipleri ve onların vekillerini kapsayan patronajın, iktidarın etkilerine karşı, kurumları için belirledikleri yayın ilkeleriyle kendilerine birer savunma mekanizması geliştirmeye giriştikleri görülür.157

156 Türkiye gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Albayrak’a göre, tarafsızlık artık para etmemektedir: “Patrondan telefon gelmez. En azından bana gelmiyor. Ama bu patrondan telefon gelip gelmemesiyle sınırlı bir şey değil. Bahsettiğiniz baskı kaçınılmaz. Her grupta bu az çok vardır. Bizim grubumuzda birçok faaliyet yürütülüyor. Patrondan telefon gelmiyor fakat bu faaliyet ya da departmanın başındaki ilgili kişilerin aradığı oluyor. Mesela belediye başkanı ‘Musluk sularını gönül rahatlığıyla içebilirsiniz’ deyip bir bardak da içiyor o sudan. Biz bunu haber yaptığımızda su arıtma cihazı satan şirketimiz bizi arayıp ‘Bu haberle bizi mahvettiniz’ veya ‘Haber şöyle olsa’ dediği oluyordu. Birinin isteğini yerine getirseniz bir diğerinin ayağına basmış oluyorsunuz” (Marketing Türkiye, 2012).

157 Doğuş Holding, 2000 yılında hazırladığı ve yeni işe başlayanlara dağıttığı temel yayıncılık anlayışı, kuralları ve çalışanların hak ve sorumluluklarını içeren Yayın İlkeleri ve Çalışma Yönetmeliği kitapçığını 2010 yılında kendi ekranlarında yayınlama gereği duymuştur. Yayın Grubu Genel Müdürü Cem Aydın, BBC’den ilham alarak oluşturdukları yayın ilkelerinin gereksinimi şöyle açıklamıştır: “Kafaların karışık olduğu bir dönemden geçiyoruz. Eskiden tarafsız yayıncılığımızla övünürdük. Kafa karışıklığı son dönemde kavramlara da yansıdı. Tarafsızlık sanki duyarsızlık, tepkisizlik gibi algılanmaya başlandı. Kutuplaşmanın getirdiği tahammülsüzlük, siyasi tepki ve beklentiler marka algımız için bir risk oluşturmaya başladı. Biz de ne yaptığımızı, ne yapmaya çalıştığımızı hangi ilkelerle yolumuzu belirlediğimizi izleyici ile paylaşalım, yaptığımız işin vurgusunu artıralım istedik. ‘Ne yaptığınız değil nasıl algılandığı önemli’ diye bir söz vardır ya bazen bu algıyı da yönetmek gerekiyor. … Biz de bu dönemde kendimizi anlatma ihtiyacı duyduk. ‘Biz tarafsız yayıncılık yapıyoruz ama tarafsız yayıncılık yapmamız herkesi tatmin edeceğimiz anlamına gelmez.

Tablo 3.11 2000’lerdeki Basın-İktidar İlişkisinin İşleyişi

Yukarıdaki veriler tek tek incelendiğinde ve bir eksen üzerine dizildiğinde, Başbakanlık müdahalesi158, aracılar ile müdahale, devlet gücü ile müdahale159 gibi kodlamalar altında yer

Kusura bakmayın’ dedik. ‘Bizi bir tarafta görmeye çalışmayın biz sadece demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünden yana tarafız’ dedik.” (NTVmsnbc, 5.11.2010).

158 İmralı Zabıtları haberi nedeniyle Başbakan Erdoğan’ın canlı yayınlarda gerek Meclis gerekse miting konuşmalarında medyaya, patronlarını ve gazetecileri eleştirmesi sonrasında, Milliyet ve Vatan gazetelerinin patronu Erdoğan Demirören, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından aranmıştır. Bu görüşmeyi Demirören, “hayatında hiç kimsenin kendisine bu kadar ağır laf etmediğini, telefonu kapattıktan sonra ağladığını” çevresindeki bazı isimlerle ve o sırada genel yayın yönetmeni olan Derya Sazak ile paylaşmıştır (Radikal; Medya Faresi,12.8.2013). Bu görüşmenin sonrasında, Hasan Cemal ve Can Dündar zorunlu izne çıkmışlar; izin sonrası Dündar bir süre daha yazı yazmayı sürdürebilirken, Cemal’in dönüşünden sonraki ilk yazısı uygun görülmeyip, yayınlanmamış ve işten çıkarılmıştır. Başbakan Erdoğan ise, konuyla herhangi bir ilgisinin olmadığını açıklamıştır: “Dedikodular bazı köşelerde yer alıyor. Bu iki gazetenin alımında Erdoğan Demirören Bey ve oğluna en ufak bir tavsiyem olmadı. Satın aldıktan sonra Erdoğan Bey bana ‘Kimi tavsiye edersin’ diye sordu. O zaman 24’ten ayrılmakta olan Akif (Beki) Bey’i tavsiye ettim. Onlar anlaşamadılar. ‘Şunu al, bunu al’ demedim. Derya Bey atanırken de benim haberim olmadı. Hasan Cemal’in yazılarına son verilmesini benim istediğime dair ifade beni rencide etmiştir. Hasan Cemal olayının benimle uzaktan yakından ilgisi yok. Geçmişte Uğur Dündar, Emin Çölaşan gibi isimler ayrılırken benzer dedikodular çıkarılmıştı. Orada da bir dahlim olmamıştır. Kaldı ki gazetesi de, ‘Hasan Cemal istediği zaman köşesinde yazabilir’ diye duyurdu.” (Radikal, 22.3.2013). Başbakan’ın bu açıklaması, kendisine yakın bir kişinin medyaya girişine aracılık etme itirafı gibi olmuştur.

159 Doğrudan müdahalenin ve medya komiserliğinin bir örneği, Gezi Olayları sırasında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin hükümete yönelik yaptığı sert eleştirdiği konuşmasını haber yapan Habertürk TV’ye Başbakan Erdoğan’ın Fas’tan arayarak müdahale etmesidir. Erdoğan’ın, Habertürk’ün en etkili patron vekillerinden biri olan Mehmet Fatih Saraç’ı arayarak, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli haberini yayından çıkartılmasını istemiştir (Bugün, 5.2.2014). Başbakan Erdoğan, kendisine bu konuya ilişkin yöneltilen bir soru üzerine, canlı yayına müdahale ettiğini, bunu daha önce de çeşitli kereler yaptığını açıklamış ve bunun “medyadakilere öğretilmesi” gerektiği düşüncesini taşıdığını belirtmiştir: “Fas’tan arama noktasında, evet aradım. Bu çok açık, net, ortada. Sadece hatırlatmayı yaptım ve hatırlatmayı yaptığım şahıslar da kendi alt yazısıyla alakalı olarak bize yapılan hakaretlerle ilgili yurt dışında olan bir Başbakana karşı bu tür hakaretlerin yapıldığı bir konuşmayı kalkıp kendilerine söyledim. Kendileri de gerekli uygulamayı yaptılar. Yani ben bir gazetenin, sizin patronlarınıza yeri gelmiş bu tür hakaretleri yapıldığı zaman ya arkadaşlarım ya şahsım açıp hukukumuza da dayalı olarak bu tür hakaretler yapılıyor. Bak biz ‘şu anda Fas’tayız’ demişizdir. Bunu demek eğer yanlışsa onu bilemiyorum. Ama bu tür şeyleri de öğretmek durumundayız. Çünkü yapılan hakaretler sıradan hakaretler değildi.” (Milliyet, 12.2.2014)

aldıkları görülmektedir. Belirlenen bu müdahalelerin sonuçları ise, katılımcılar açısından aşağıdaki gibi olduğu anlaşılmaktadır.

Tablo 3.12 2000’lerdeki Basın-İktidar İlişkisinin Durumu

Kimi gazeteci kökenli köşe yazarı, yukarıdakilere benzer iktidar müdahalelerinin160/161 kendilerine yapılan bir tehdit olarak görmektedirler:

160 Bekir Coşkun (2012, s. 41-42), aracılı müdahale olgusunu şöyle yorumlamaktadır: “Aydın Doğan’a o görüşmemizde şunu sordum, ‘Kovulacaklar listesi geldi mi?’ ‘Geldi’ dedi. ‘Fakat liste başı sen değilsin, Melih Aşık’ dedi. Melih Aşık neden kovulmadı dersen, o zaman Milliyet’teydi. Tek tek yazarları kovmaktansa Milliyet’i olduğu gibi sattı. …kalkıp da Tayyip Erdoğan’ın bu şekilde bir liste hazırlayıp Aydın Doğan’a verdiğini düşünmüyorum. Yalakalar, kendi kendilerine böyle bir liste yapmışlar ve Aydın Doğan’a sohbet esnasında vermişler. Bu bir tür bu adamları kov anlamına gelen bir tehditti.”

161 Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in konuşması haberinin küçük görülmesini istemek üzere birçok gazete yönetmeninin aranması, müdahalenin en çarpıcı örneklerden birini oluşturur. Bu müdahaleden sonra 1 Nisan 2007’de TMSF’nin yönetimine geçen Sabah’ın Genel Yayın Yönetmeni olan Fatih Altaylı, bu baskılara köşesinde değinmiştir: “Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Harp Akademileri’nde iktidarı hedef alan çok ağır bir konuşma yaptı. Bu konuşmadan birkaç gün sonra da Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Sezer’e ağır bir yanıt verdi. Yazı işleri toplantısında gazeteyi yapıyoruz. Masanın etrafında 10 kişi falan varız. Hepsi şahit. Arayan, dönemin Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki. Selam sabahtan sonra Beki ricasını iletti. ‘Abi’ dedi, ‘Bir ricam olacak. Cumhurbaşkanı’nın sözlerini fazla büyütmezseniz memnun oluruz.’ ‘Akif, Cumhurbaşkanı bu kadar sert konuşmuş. Nasıl büyütmeyiz. Manşet yapıyoruz’ dedim. ‘Anlıyorum abi, tabii ki haberi vereceksiniz. Ama Abdullah Bey’i büyük verip Cumhurbaşkanı’nı daha küçük vermenizi rica etsem’ dedi. ‘Akifciğim, öyle şey olmaz. Ben büyütmesem bütün gazeteler büyük verecek. Olmaz, yapamam’ dedim. Bunun üzerine Akif Beki, ‘Ertuğrul’la konuştum. Onlar çok büyütmeyecek. Yandan 3 sütun verecekler. Siz de öyle yapsanız’ dedi. Telefonu kapattık. Haberi 9 sütun manşet yaptık. Akşam yemekteyim. Matbaa Müdürü Selim aradı. ‘Fatih Bey, Yavuz Onursal aradı. Baskıyı durdurttu. Bu manşeti değiştirmenizi istiyor’ dedi. Yavuz Onursal dediği, TMSF’nin atadığı Medya Grup Başkanı. ‘Yavuz’a söyle, bir derdi varsa beni arasın’ dedim. Aramadı. Matbaa durmuş, gazete dönmüyor. Ben, Yavuz Onursal’ı aradım. ‘O manşeti değiştireceksiniz’ dedi. Ben de burada yazamayacağım bir yanıt verdim. Sabah, ertesi gün o manşetle çıktı. Ama Akif Beki haklıydı. Hürriyet’te haber aynen Akif Beki’nin söylediği gibi küçük çıkmıştı.” (Altaylı, 12.3.2011) Altaylı’nın bu olayın detaylarını yazmasının ardından Beki’nin açıklaması ise gazete yönetimindekilerin durumlarını daha iyi açıklar niteliktedir: “Buna benzer çok olay yaşandı benim görev dönemimde. Ama şöyle olurdu. Memlekette önemli bir siyası gelişme yaşandığında Başbakanlık’ın perspektifini almak için yazılmak veya yazılmamak kaydıyla çoğu zaman yayın yönetmenleri beni arardı. Benim aradığım da olurdu. Fatih Altaylı da buna dahildir. Ben onlara Başbakanlık’ın bakış açısını aktarırdım.

Egemen Bağış’ın söylemesiyle zor duruma gireceksem yaşamayayım zaten de, yani şey yapıyor, tehdit ediyor, şantaj yapıyor, bilmem ne yapıyor, hedef gösteriyor sonuçta. Yalan söylüyor çünkü bir bakanın kalkıp da bir gazeteciyle uğraşması olabilir mi yani -ki kendisini doğrudan ilgilendiren bir konu da değil üstelik- ama öyle bir durumdan vazife çıkarıyor.(KY-13, Kişisel görüşme, 11.11.2013)

Enteresan biçimde hakaret, şu, bu, şantaj, hepsi var bunlarda. Yani hedef gösterme, adice, dünya kadar şey yapıyorlar ve enteresan olan, onlarda en fazla küfredenler, o en uç hayâsızca saldıranlara, insanlara onu uçaklarında en fazla yer alan gazeteciler olmuştur şimdi. (KY-14, Kişisel görüşme, 11.11.2013)

Başbakan kendi icraatına ters düşen ve konuyu ve onu üreten her kurumun her düzeyde aktörü, ister medya patronu olsun, ister editör olsun, ister köşe yazarı olsun kendinden önceli hiçbir iktidar ve mevkidaşının yapmadığı anti-demokratiklik içerisinde eleştiri de değil, tehdit ediyor. Buna tehdit dememiz lazım, eleştiri değil, medya patronu beğenmediği konuları yapan, beğenmediği konuları yazanların işine son verilmesi konusunda uyarıyor, hatta baskı altında tutuyor. Bunun sonucunda da birçok köşe yazarı, editör çalıştıkları kurumlardan uzaklaştırıldılar. (KY-03, Kişisel görüşme, 2.5.2013) (Başbakan’ın eleştirilerinin ortak noktası) Tehdit, tehdit… Başka hiçbir şey yok… (KY- 15, Kişisel görüşme, 12.11.2013)

Dosya ile gidiyorlar patrona. Yani hükümetin temsilcileri benim bugüne kadar görmediğim bir üsluplu bir dosya oluşturuyorlar. Yazılardan, haberlerden vs. hesabını soruyorlar: Yani özgür basın. (KY-06, Kişisel görüşme, 29 Mayıs 2013)

Basın ile hükümet arasında kurulan “kırmızı telefon hatları”ndan ve doğrudan hükümetin önerisiyle yapılan “medya transferleri”nden söz edilmektedir. 162 TMSF tarafından el konulup, iktidara yakın sermaye gruplarına satılmayan merkezdeki grupları kendisi yönetmeyi sürdürmüştür.163 Bunun yanı sıra, müdahaleler yalnız doğrudan olmamakta, günümüzde

Gerisi onların takdirine ve tasarrufuna ait kalırdı. Ne ben manşetlere müdahale anlamına gelecek buyurgan bir dil kullandım ne de onlardan biri Fatih’in aktardığı şekilde posta koydu. Dolayısıyla Fatih Altaylı’nın kendisine fazladan şahsi paye çıkardığı yazısını fazla ciddiye almamanızı öneririm.” (Taraf, 13.3.2011) 162 TMSF müdahalesi sonrasında çok sayıda transferler gerçekleşmiştir. Kanal 7, Yeni Şafak, Akit vb. yayın

kuruluşlarının oluşturduğu eski mahalleden merkez medyaya transferleri hızlanmıştır. Örneğin, keskin bir ayrışma olduğunu düşünmekle beraber, Başbakan Erdoğan’ın kuzeni olan ve ATV bünyesindeki A Haber yayın yönetmenliğini yapan Cengiz Er’e (22.7.2012) göre, gün geçtikçe eski mahalle, yeni mahalle birbirilerine yaklaşmaktadır: “Bugün Doğan Grubu’nda, Ciner Grubu’nda, bizim grupta (Çalık Grubu) eski mahalleden bir sürü insan var. …Bir yanda kartel medyası, diğer yanda muhafazakar medya ama artık böyle bir ayrışma yok gibi(dir).”

163 TMSF tarafından tahsisata ilişkin olan müdahale, operasyonel kontrol yapılarına doğrudan yansımaktadır. Karamehmet’in sahibi olduğu medya şirketlerinin TMSF tarafından el konmasının ardından, Show TV’ye kanalın başına ilahiyat fakültesi mezunu Mehmet Ali Gökçe (Milliyet, 21.5.2013); Akşam gazetesi genel yayın yönetmeni İsmail Küçükkaya görevden alınarak yerine Star gazetesi yazarlarından eski AKP milletvekili Mehmet Ocaktan getirilmiştir. Yine TMSF tarafından, 1994 yılında Başbakan Erdoğan’ın Belediye Başkanı olduğu dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Kültür A.Ş. Genel Müdür Yardımcılığı ile aynı zamanda Başkan Danışmanlığı yapan Cengiz Özdemir Çukurova Medya Grup Başkanlığı’na atanmıştır. Özdemir, Yine TMSF tarafından el konulan Star Medya Grubu’nun başına getirilmiş, medya organlarının yönetim ve satışının başarılı sürecinin ardından bir süre daha Star TV genel yayın yönetmeni olarak görevini sürdürmüştür (Hürriyet, 1.6.2013).

medya komiseri olarak da adlandırılan kişiler üzerinden yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Bu kapsamda, genelde AKP ve Başbakan Erdoğan’ın sözcülüğüne soyunan, ona çok yakın kişilerden bahsedilir:

Gazete sahibi ile gazete genel yayın müdürü ile Başbakan, Başbakan Yardımcısı, Cumhurbaşkanı makamları arasında haber getirip, götüren aracılar var. Onlar bu dönem türedi; daha önce ilişkiler direktti. Bu dönemde türedi. Ne bileyim, bunlar başbakana yakın akrabası olabilir, başbakanın sevdiği, çok sevdiği, yanından hiç eksik etmediği işadamı olabilir, eski davalarına bakmış avukatı olabilir. Bunlar, başbakandan aldıkları, almadıkları, tam olarak söyleyip, açıklamadıkları bir biçimde, işte ‘Beyefendi bu habere üzüldü, Beyefendi bu durumdan hoşlanmadı’. Bu kanallarla iletişim kuruluyor. (KY-08, Kişisel görüşme, 30.5.2013

Belki artık doğrudan doğruya gidip, gelen adam yok ama ne bileyim ben, Hürriyet’in Metehan Demir’i var. Metehan Demir, daha evvel Çevik Bir ile gazete arasındaki adamdı. O zaman İslamcılara sövüyordu, şimdi yine Metehan Demir var, bu kez Yalçın Akdoğan ve Başbakan’ın danışmanlarıyla aradaki adam, şimdi askere sövüyor. Yani bazı şeylerde bakıyorsun mesela, Fatih Çekirge, çok ilginç, adam o zaman öyleydi, o zaman ne derler, kim güçlüyse onun yanındaydı, güçsüze küfrediyordu veya sövüyordu. Şimdi böyle bir sistem kurulmaya başlandı. Ne bileyim ben işte, karmaşa bir konu olduğu zaman, ben şeyle biliyorum, Nazlı Ilıcak, Taha Akyol, Mehmet Barlas ne yazacak o konuda dediğim zaman, zaten ilgili bakanın ne düşündüğünü şey yapıyorum, bunlar benim bildiğim çok net şekilde Adalet Bakanı’nın önemli basın sözcüleri. Onun için hiç şey yapmadan, hani hukuku eğip, bükmek, bilmem ne yapmaktan hiç şeyleri yok. (KY-04, Kişisel görüşme, 5.5.2013)

Tüm bunların yanı sıra, dışarıdan eski tanışıklığa dayanan ikili ilişkiler yoluyla da gazeteci ve köşe yazarlarının dolaylı yönlendirmeleri de gerçekleşebilmektedir. Araştırma kapsamında ses kaydı yapılmasına izin vermeyen, yalnızca not tutulmasını isteyen KY-19 ile yapılan dört saatlik görüşme süresince katılımcının o günün köşe yazısındaki bilgilerin güncellenmesi amacıyla yeniden yazılması gözlemlenmiştir. Yazının güncellenmesi konusunda, yine Hürriyet gazetesindeki bir meslektaşı ile Aljezeera Türk TV kanalından gelen ve geçmişten tanışıklığı olduğu anlaşılan şahıstan görüş almıştır. KY-19’un, üçüncü köprü temel atma törenindeki organizasyondaki yeri konusunda ziyaret eden şahıs, -daha sonra gazetenin bahçesindeki akşam yemeğinde kalabalık bir ortamda- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın basın ile ilişkilerinden, organizasyonlarından sorumlu kişi olduğunu belirtmekte çekince görmemiştir. Kendisi Aljezeera Türk’te program koordinatörü olarak görev yapıyor olsa da, Başbakan Erdoğan’ın İstanbul ziyaretlerinde tüm işlerini koordine eden tek adam olduğunu açıklarken, Başbakanlık Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın ise, basından sorumlu vakanüvis olduğunu belirtmiştir (Araştırma gözlem notu, 29.5.2013).

Tablo 3.13 Çalıştıkları Kurumların Konumlarına Göre Katılımcıların Medya Patronlarının İktidarla Giriştikleri İlişkilerin Gazete Yönetimlerine Etkisine İlişkin Görüşleri

Daha Önce Merkez Medya Daha Önce Merkez Dışı Medya Şu Anda Merkez Medya

Şu Anda Merkez Dışı Medya

Şu Anda Çalışmıyor 1 : Ekonomik çıkarlar nedeniyle propaganda aracına

dönüşmesi 2 1 0 2 1

2 : Gazete yönetimlerinin iktidardan korkmalarından dolayı ödün vermeleri ama ekonomik çıkar beklentisi içinde olmaları

0 0 0 1 0

3 : Gazeteciliği bozacak, yok edecek biçimde olması 2 0 0 1 1 4 : İktidarı kızdıracak yayınlardan kaçınılması 0 0 1 1 0 5 : İktidara uygun yayın yapılmamasının cezalandırılması 1 1 0 3 0

6 : İktidarın doğrudan patronlarla ilişki kurmasıyla gazete

yönetimlerinin devredışı kalması 0 0 1 0 0

7 : İlişki tüm yönetim anlayışını tamamen değiştirmesi 0 0 1 0 0 8 : İlişkinin durumuna göre etki de değişmektedir 0 0 0 1 0 9 : Patronlar iktidarla uyumlu gazete yönetimi oluşturması 0 1 2 1 0 10 : Patronların hükümetle ilişkileri Yönetimleri Çaresiz

Bırakması 1 0 3 0 0

Tablo 3.14 Çalıştıkları Kurumların Konumlarına Göre Katılımcıların Medya Patronlarının İktidarla Giriştikleri İlişkilerin Gazete Çalışanlarına Etkisine İlişkin Görüşleri

Daha Önce Merkez Medya Daha Önce Merkez Dışı Medya Şu Anda Merkez Medya

Şu Anda Merkez Dışı Medya

Şu Anda Çalışmıyor 1 : Çalışanların editoryal özerkliklerini kaybetleri 1 0 0 1 0

2 : Gazete çalışanları baskıları içseleştirmeleri 1 0 1 1 0 3 : Gazete çalışanlarını sansür ve otosansür biçiminde

etkiler 2 1 3 3 0

4 : Gazetecilere kurum desteği kalmadığı için haber

yapamaz olmaları 0 0 1 0 0

5 : Gazetecilerin patronun konumuna göre haber

yapmaları 1 0 1 1 0

6 : Geçmişten farklı olarak hem iktidar hem de patronajla

karşı karşıya kalınması 0 0 1 1 0

7 : Haber yapma ve yazı yazma özgürlüğünü etkilemiştir 1 0 0 1 0 8 : İlişkinin durumuna göre gazeteciler haber yapmak

zorunda kalması 0 0 0 0 0

9 : İlişkinin durumuna göre işinden ve maaşından

olmamaya çalışmaları 0 1 0 0 1

10 : İşinden olmamak için baskılar karşısında çaresiz

kalmaları 0 0 0 1 0

11 : Muhabirlerin haber yapamaz duruma gelmeleri 0 0 0 1 0 12 : Patronların mali açıdan zor duruma düşmelerinin

çalışanların maaşlarını etkilemesi 1 0 0 1 0 13 : Yüksek ücretler nedeniyle iktidar baskısına karşı

Yukarıdaki veriler dikkate alınarak, bir seçici kodlama yapıldığında, iktidarın hegemonyasının etkinliği164/165 gibi bir olguya ulaşılabilir. Dikkat çeken bu hegemonyanın basın üzerindeki etkileri kaçınılmaz olarak ortaya çıkabilmektedir.

Medya patronlarının hükümetle giriştikleri ilişkinin gazete yönetimleri ve çalışanları üzerine çeşitli etkileri olabilmektedir. Bu etkilerin en belirgin olanı, patronaların ve patron vekillerinin gazete editoryal süreçlerinde en önemli eşik bekçileri haline dönüşmesi olduğu belirtilmektedir.

Tablo 3.15 Eşik Bekçileri

164 Başbakan Erdoğan’ın, BBC’ye “Ermeni soykırımıyla ilgili tasarılar kabul edilirse Türkiye’de kaçak çalışan Ermenilerin sınır dışı edileceğini” belirten sözlerini Milliyet’te manşete taşıyan ama yayın öncesi baskı gören Can Dündar’ın başına gelenler ise, bir diğer çarpıcı örnektir: “Suçsuz, günahsız insanları hedef alan, ağır bir tehditti. Tabii ki manşete yerleştirmiştik. Akşamüzeri bir yönetici aradı: ‘O haberi giremeyeceğimizi’ söyledi. Doğrusu ilk kez böyle bir uyarı alıyordum. Şaşkınlıkla: ‘Nasıl olur’ dedim, ‘Bu çok önemli bir haber...’ ‘Olsun’du. ‘Özellikle rica ediliyor’du. Rahatsız oldum. ‘Rica eden’in adını sordum. Tanıdığım, etkili bir büyükelçiydi. Aradım. ‘Siz ne yaptığınızı biliyor musunuz?’ diye sordum: ‘Bu, gizli bir belge, özel bir demeç filan değil. Başbakan’ın, hem de dünyanın gözünün içine bakarak söylediği sözlerin yayınını mı engellemeye çalışıyorsunuz?’ Anlaşılan o sözlerin Türkiye’yi çok zor duruma sokabileceği anlaşılmış, ‘rica’ edilirse görmezden gelebileceğimiz varsayılmıştı. ‘Bütün dünya duydu bile... Bizim görmememiz devekuşluğu olur’ dedim; ‘ricacı’yı ikna ettim. Sorun çözüldü derken, yeniden bir telefon: ‘Bu kez daha yukarıyı aramışlar. Kesin girmeyeceğiz o haberi...’ ‘Şimdi arayan kim?’ ‘Başbakan’a çok yakın bir isim..’ ‘O halde ben yokum. Kendiniz atın manşeti’ dedim. Yöneticimiz bu hassasiyetleri bilen bir gazeteciydi. Hak verdi. ‘Ben de olsam, senin yaptığını yapardım’ dedi. Ancak baskılar karşısında çaresizdi. O akşam biz ekipçe kafa çekmeye gittik.