• Sonuç bulunamadı

Basın-Hükümet (İktidar) İlişkisinin Değişimi ve Günümüze Etkisi

3.2. Bulgular

3.2.1. Basın-Hükümet (İktidar) İlişkisinin Değişimi ve Günümüze Etkisi

Katılımcılar, geçmiş dönemlerde yaşanan yapısal değişimin ne zaman, nasıl olduğu ve de şimdiki zamana etkilerinin nasıl hissedildiği ile ilgili çeşitli görüşler bildirmişlerdir. Bu yapısal değişimdeki esas kırılmanın ne zaman oluştuğunun açık kodlama ile keşfedilmesi, basın-iktidar ilişkilerinin değişimi ile çapraz sorgulamaya sokularak elde edilmiştir. Türkiye’de basının sermaye yapısındaki değişimin 1960’lı yıllarda olmasına karşın, asıl kırılmanın 1980’li yıllarda Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde olduğu yönünde ağırlıklı görüşler vardır (Tablo 3.2).

Tablo 3.2 Sermaye Yapısındaki Değişim ve Sermaye-Devlet İlişkileri

Katılımcılar basın-iktidar ilişkisinin niteliğinin hiçbir zaman değişmediği yönünde düşüncelerini açıklarken (5 kişi); yine ağırlıklı olarak, günümüzdeki ilişkinin geçmiş dönemlerden farklı gerçekleşmekte olduğu görüşünü (5 kişi) taşımaktadırlar. Önemli orandaki katılımcı ise, söz konusu ilişkinin Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminden itibaren değişime

uğradığı görüşüne (5 kişi) sahiptirler (Tablo 3.3). Tüm bu verilerin, basının sermaye ve iktidarla olan ilişkisinin eş zamanlı değiştiği anlamı taşıdığı söylenebilir. Söz konusu kırılmanın AKP hükümeti döneminde olduğunu belirten köşe yazarı sayısının (2 kişi) azlığı gibi, Özal dönemine benzer biçimde sürmekte olduğu görüşünün (1 kişi) olması da dikkat çeken bir başka noktadır. Bu köşe yazarlarının AKP’ye atfedilen bir kırılma algılamadıklarını göstermesi bakımından önemli bir ayrıntı olarak kendini göstermektedir.

Tablo 3.3 Basın-İktidar İlişkilerindeki Değişim

Kodlama aşamasında elde edilen verilerin neoliberalizm, siyasal iktidar ve ekonomik iktidar eksenine yerleştiği görülmektedir.

Bu, Turgut Özal’dan sonra oldu bence. Turgut Özal’a kadar hükümet ile gazeteciler arasında …Cüneyt Arcayürek gibi örnekler, yani Süleyman Demirel’in çok yakını ama Süleyman Demirel’den bağımsız örnekleri bir kenara ayırıyorum. Ama Turgut Özal’dan sonra o şeyde bir değişim başladı ve bu giderek arttı. Gazetecilerin, siyasetçinin arkadaş olması, dost olması, birbirilerine akıl vermeye başlamaları, hatta aynı dava için oturup, beraber fikir üretmeleri gibi çarpıklıklar Turgut Özal’dan sonra başladı. Bu dönemde de tahmin ediyorum, bundan öncesi Mesut Yılmaz, Tansu Çiller döneminde zirvesindeydi... (KY-08, Kişisel görüşme, 30.5.2013)

Özellikle 1982 yılında Güneş gazetesi kurulmasıyla basında çok büyük değişimler yaşandığı söylenmektedir:

Bu patronlar gazetelerini (Günaydın) 1980 yılında sattılar. 1980 sonrası, biz 1982’de geçtik. 1982 yılında şu oldu; ilk defa olarak büyük transferler verildi gazetecilere. Kime nasıl verildi biliyorsunuz. 1982 yılında Hisarbank’ın patronu Ömer Çavuşoğlu, Ahmet Kozanoğlu, bunlar, Güneri Cıvaoğlu ile beraber Güneş gazetesini çıkardılar ve büyük transferler, mesela işte, Uğur Dündar, Bedri Koroman 10 bin Dolar almıştı transfer ücreti… ….benim aldığım Türk Lirası transfer ücretiyle bir daire almıştım, sonradan 70 bin Dolara sattığıma göre demek ben o civarda transfer ücreti almışım. (KY-05, Kişisel görüşme, 27.5.2013)

…benim daha ziyade işte gözlemlediğim 1982 Güneş gözlemime.. Güneş’te Özal, bunu diğer sanayicilere de yansıyan, bir gecede gümrük hadleri değişiyor… bir bakıyorsunuz mürekkebe zam geliyor, kağıda zam geliyor, (sık sık kağıt zamları yapılıyordu) böyle kağıt sıkıntısı maliyetleri şişiriyordu. Maliyetler şişince Günaydınlar satılıyor.

Günaydın’ın satılması tam kaç yılı bilmiyorum ama Özal döneminde, yani Özal

döneminde çünkü Özal bunları boğacak gibi; boğulmaktan korkuyorlar. Aydın Doğan girdi 1980 yılında, 1979 veya 1980 yılından sonra Asil Nadir vs. Güneriler girdi, 1982 yılında yavaş yavaş. Şöyle bir model var: Özal modeli Amerika’nın Türkiye’yi tek adamla yönetme isteğinin uygulanmasıydı. Tek adam Özal, Türkiye’yi tek başına yönetmenin egzersizlerini yapıyordu. (KY-05, Kişisel görüşme, 27.5.2013)

Özal’ın belli gazeteciler ile yakın ilişkiler kurmasını, basını manipüle etmek amacını taşıdığına dair görüşler de sunulmuştur:

1980’lerden itibaren sadece patronu satın almadı, yani köşe yazarını da satın aldı. Turgut Bey’in, rahmetlinin, yarattığı şeylerden biri, all the president’s man olma şeyi… Yani onun mavi boncuk dağıttığı köşe yazarları vardı. Ama ne yapıyor buna karşılık? Patronu, Turgut Özal ile -dönemin başbakanı ile- irtibatını sağlıyor. Bu yani… Mesela, 2002’nin başında benden de beklendi. Recep Tayyip Erdoğan ile aram çok iyiydi o zaman. Bu, şu demek: Yani bir can simidi. (KY-04, Kişisel görüşme, 5.5.2013)

Neoliberalizm, siyasal iktidar ve ekonomik iktidar eksenindeki görüşler dikkate alındığında, tüm bunların aslında neoliberal iktidar altında yer aldıkları görülmektedir. Tüm bu olgular, katılımcıların aktarımına göre, gazetecilerin mesleklerini derinden etkilediği anlaşılmaktadır (Tablo 3.4).

KY-04 (Kişisel görüşme, 5.5.2013), köşe yazarlarının medyanın sağladığı gücü nasıl algıladıklarından ve nasıl kullanma eğiliminde olduklarından kendinden örnek vererek söz etmektedir:

1998’de Hürriyet’te çalışmaya başladım, 13 yıl. öğrendiğim ve oyun oynamaya başladığım şuydu: … Bir süre sonra bu sadece patronaj da değil köşe yazarı da tam Aziz Nesin’in Zübük romanındaki gibi, ‘it kağnı gölgesinde yürürken, kendi gölgesi sanırmış.’ Benim hayatta bu kadar Türkleri iyi anlatan bir şey olamaz. Birden bire o Hürriyet’in heyhulla binasının gölgesini kendi gölgem zannetmeye başladım. Karşı tarafta da bunun yürüdüğünü görüyorsun. Maliye Bakanı 15 dakika sonra –ve ben bunu çok yaşadım

Hürriyet gazetesinde- ‘Iğdır’da bilmem ne gezisindeydim, size zamanında dönemedim’...

acaba benim hakkımda bir şey mi duydu, acaba bir şey mi var (diye düşündüğünü) adamın sesinden hissedersin. … E, şimdi 1980’lerden itibaren sadece patronu satın almadı, yani köşe yazarını da satın aldı. (KY-04, Kişisel görüşme, 5.5.2013)

İleri sürülen tüm bu görüşler, basındaki yapı bozuklukları salt gazetecilerin karakterini değiştirmediği, aynı zamanda, haber üretim pratiklerini de etkilediği sonucunu vermektedir:

Haber yapma pratiğini, bu şeylerden beri değişti zaten, Turgut Özal’dan sonra. Eskiden nedir olay? Bir haber alırsın, haberin işte şeylerini yazarsın, o taraflarıyla konuşman gerekir. Taraflarıyla konuşursun ve ondan sonra o haber yazılır. Şimdi, Turgut Özal’dan sonra, özellikle de Tansu Çiller’den sonra, gazeteciler bunu ihmal etmeye başladılar, karşı tarafla konuşmayı. Çünkü karşı tarafa sorduğun zaman adam sana cevap vermek yerine,

gazetenin patronuna ulaşarak, hatırlı bir kişiyi bulup, o haberi engellemek yoluna da hareket ediyor. Dolayısıyla, gazete pratiğini bozdu bu ilişki. Eğer haberi daha yayınlanmadan bloke edilmesini istemiyorsan bazı şeylerden vazgeçiyorsun: İşte adamı aramıyorsun; haber yayınlanıyor, ertesi gün arıyorsun gibi. Halbuki normal olarak onu da o gün aranmış olması, o gün o haberin o adamın fikrinin görüşü neyse savunulması olmuş olması gerekir; o pratiği bozdu. (KY-08, Kişisel görüşme, 30.5.2013)

Tablo 3.4 Sermaye Yapısındaki Değişimin Etkisi

Böylece gazeteciler ve köşe yazarları siyasetçilerin birer taraftarına dönüşmüşlerdir. KY- 02’nin o günlere ait gözlemi, “bu yüzden kavga ettiler ama onlar, onların bir parçası olarak görüyorlardı. Çiller’i tutuyorsa, bir anda Çiller’den vazgeçip başka bir pozisyon alabilirdi.

Şimdi (2000’lerde) kendisinin devamı olarak gördükleri” biçimindedir (KY-02, Kişisel görüşme, 5.5.2013). KY-09 ise, bu ilişkileri, “Yönetimdeki hükümet arasında en çarpıcı değişiklik askeri dönemde oldu ve sıkıyönetim dönemlerinde oldu. Yani emir komuta zinciri altında habercilik yapıldığını, manşet atıldığını en son 1994 yılında 28 Şubat postmodern darbesinde gördük. Çarpıcı ilişkilerdi” biçiminde özetlemektedir (KY-09, Kişisel görüşme, 30.5.2013). KY-08 de, 28 Şubat sürecindeki deneyimini şöyle aktarmaktadır:

28 Şubat’ta temsilci olarak bir kere brifinge -ilk brifinge- gittim ben de. Bütün gazetecileri çağırmışlar, gazete yöneticilerini. Bir tane general –korgeneraldi yanlış hatırlamıyorsam; şimdi yargılanacaklardan biri- işte durumdan vazife çıkarma kavramını ortaya attı. Türk Ordusunun görevleri var, İç Hizmet Kanunu’na göre, onlardan bir tanesi, ‘duruma göre görev tayin etmek’; işte irtica yükseliyorsa, ‘irticaya karşı harekete geçmek’ görev tarif ediyor kendisine. Bundan hoşlanmadım -zaten askerden fazla haz etmedim- ama iki kez Erol Özkasnak’a azar işitmeye gittim. Bana dosyalar verdiler; Radikal’de çıkmış haberler, köşe yazılarının altları çizilmiş. Benim yazdıklarım da vardı, 28 Şubat uygulamalarına yönelik eleştirilerimiz içeren. Aydın Doğan’a da verdiler aynı dosyaları. (KY-08, Kişisel görüşme, 30.5.2013)

Elde edilen sonuçlardan basın sahipliğinin el değiştirmesi ile sermaye-devlet ilişkilerine bir dönüşüm gerçekleştiği; bunun da sermaye sahipleri ile iktidar sahipleri arasındaki bir ilişkiye dönüşmüş olduğu söylenebilir. Tüm bunlar kaçınılmaz olarak, neoliberal iktidarın hegemonyası altında medyanın kurumsallığı ve medya profesyonellerinin mesleki ideolojileri ve pratikleri üzerinde çok yönlü (çeşitli) kalıcı izler bırakmışlardır.

Katılımcıların sağladığı verilerden, sermaye yapısındaki değişimle birlikte sermaye-devlet ilişkilerinin basın-iktidar ilişkilerini sarmaladığı, hatta onun yerini aldığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Özellikle bunun medya profesyonelleri üzerindeki etkileri de göz önüne alındığında, bu ilişki olgusu kesinliğinin de sağlandığı söylenebilir. Bir zamanlar basın-iktidar çerçevesinde yürütülen ilişkiler, yeni sermaye yapısına bağlı olarak sermaye-iktidar ilişkilerine evrilmiştir.