• Sonuç bulunamadı

3.2. Bulgular

3.2.4. Medyanın Toplumsal İlişkilerdeki Rolü

Genel olarak gözlemlenen Türkiye’deki kutuplaşmanın sonucu olarak çıkan çatışmada medyanın ne gibi bir rol üstendiğinin belirlenmesi için önce çatışmanın tanımlanması gerekmektedir. Görüşme yapılan kimi gazeteciye göre (KY-03 ve KY-07), 2000’li yıllarda Türkiye’de süre giden çatışma bir sınıf savaşımı gibi görünmektedir. İleri sürülen sınıf savaşımı düşüncesi dikkate alındığında, bu savaşımın taraflarının ortaya konması kaçınılmaz olmaktadır. KY-14 (Kişisel görüşme, 11.11.2013), “Eski-yeni burjuvazi değil ama yeni sermaye sınıfı (kendi sermaye sınıfı) ve burjuvazi arasında bir şey olabilir; karşıtlık olabilir ki, var” diyerek bu çatışmanın taraflarını ortaya koyarken; çok sayıdaki katılımcı (KY-01, KY- 07, KY-09, KY-11, KY-14 ve KY-17) ise, çatışmanın taraflarını eski burjuvazi-yeni burjuvazi olarak tanımlamaktadırlar:

Eski sermaye yeni sermaye arasında bir karşıtlık var bence. Türkiye’de en önemli düşündüğüm şey, birincisi, yeni burjuvazi ile eski burjuvazi arasındaki çelişme. Bu da milliyetçilik ile İslamlık gibi yansıyor. (KY-01, Kişisel görüşme, 27.4.2014)

Eski burjuvazi ile yeni burjuvazi arasında açıktan bir çekişme yok. Çünkü iktidar da yeni burjuvazi, Anadolu Aslanları falan gibi laflarla parlatılan yeni burjuvaziyi destekliyor ve Cumhuriyet’in köklü kurumlarına, ticari kurumlarına gözdağı vermeyi, çeşitli suçlamalarda bulunarak ya da mali yönden denetlemelerde tehdit altında tutularak, bir takım işlemler yaptığı için bence ikinci sırada bu var. (KY-11, Kişisel görüşme, 27.4.2014 8.11.2013)

211 Örneğin, o dönem Sabah gazetesi yazarlarından olan Nazlı Ilıcak (19.5.2013), kendisine yöneltilen “yazı yazarken korkup korkmadığı” sorusuna, “Hayır daha ziyade iktidarı tutan bir gazeteci olduğum için patronumun başına bir şey gelir mi diye korkmuyorum” yorumu yapmaktadır. Ancak, bir süre sonra AKP- Cemaat çatışmasında iktidara ters düşen Ilıcak, Sabah’taki işini kaybetmiş ve Gülen Cemaati’ne yakın Bugün gazetesine geçmek zorunda kalmıştır.

212 Gerek medya sahiplerinin gerekse gazetecilerin iktidarla kurdukları temasın çeşitli sonuçları olabilmektedir. Esra Arsan (2010), dünya görüşlerinden şirketlerinin ekonomi politikalarının belirlenmesine kadar çeşitlenen sonuçlarına dikkat çekmektedir: “Basın patronlarının, köşe yazarlarının, ünlü programcıların simgesel olarak değişmesi ilginçtir. Mesela Ferit Şahenk kravat takmıyor, Yavuz Baydar, Mehmet Ali Birand da takmıyor. Eskiden Kanal 7 programcıları kravat takmazdı. Bilirdik İslamcılar kravat sevmiyor. Ama sen hayatın boyunca kravat takmış bir insan olarak neden şimdi çıkarıyorsun? Bunlar simgesel şeyler mesela selamlamalar da değişti medyada. Elini kalbinin üzerine koyarak selam veriyorlar. Bunu Ferit Şahenk’te, Elif Şafak’ta gördüm, Elini kalbine koyup ‘eyvallah’ diyorlar. O kadar simgesel bir hareket ki bu. Bu dönemde insanların el sıkmaktan vazgeçip, ellerini kalplerine koyup eğilmesi... Tayyip Erdoğan da yapıyor. Bunu taklit ediyor olmaları önemli” (Arsan, 2012, s. 230).

Tablo 3.34 Türkiye’de Çatışma

Anadolu Kaplanları, Bengal kaplanları gibi, illaki Bengal’de olmaz, Anadolu kaplanları İstanbul’un göbeğinde dolaşıyor. Anadolu kaplanlarının finanse ettiği gazeteler var, Anadolu Kaplanları’nın köşe yazarları var. Şurası bir gerçek: iktidar olsun, muhalefette olsun siyasal bazı çıkar ilişkileri bazı klik çekişmeleri, ideolojik çekişmeleri olarak gösterildi. Türkiye’de basında da aynı şeyler oldu ve örneğin, yandaş medyanın büyük bir baskı unsuru olduğu belli olan bir iktidarı destekleme nedeni olarak özgürlükçülüğü, vesayetten kurtulma görüşünü savunması bile, çıkar ilişkilerinin nasıl ideolojik farklılıklar olarak gösterilmekte olduğunun kanıtıdır. (KY-12, Kişisel görüşme, 10.11.2013)

Türk burjuvazisinin temel taşı olan İstanbul sermayesi ve onun somutlaşmış, örgütlenmiş hali olan TÜSİAD’a yönelik iktidar baskısı olduğu gözlemlenmektedir. Türkiye’nin ekonomik iktidarını simgeleyen bu kesimlere MÜSİAD ve TUSKON ile alternatif yaratılarak bir baskı altına alınmaya çalışılmaktadır. TÜSİAD üyesi sermaye gruplarının çeşitli alanlarda boşalttıkları yerlerin doldurulması için yeni bir sermaye iktidarına sahip zengin muhafazakar sınıfın yaratılmasına çalışıldığı söylenebilir.213/214

213 2003 yılında 1 milyon lira üzeri mevduat hesabı bulunan kişi sayısı 10 bin 140 kişi iken, 2012 yılında bu sayı 51 bin 161 kişiye ulaşmıştır (Sabah, 13.11.2012). 10 yılda beş buçuk kat artan milyoner sayısı, 2013 yılı Ağustos ayı itibariyle 56 bin 417’ye yükselmiştir (Hürriyet, 8.8.2013). 2013 yılı sonu itibariyle de 66 bin 843 kişiye ulaşmıştır (Güneş, 10.2.2014).

214 Can Dündar (15.08.2013), medyada yaşananların ardındaki çatışmanın neden olan sınıf savaşımına ve de ideolojisine “…bugün gelen dalga çok daha büyük. 28 Şubat zihniyetini AK Parti devraldı; akreditasyon,

Eski ve köklü burjuvazi olarak tanımlayabilecek kesimler ile zaten var olan ama AKP iktidarı sayesinde güçlenen yeni burjuvazi olarak tanımlanabilecek kesimler arasındaki çatışmada medyanın üstlendiği işlev önemli bir yer tutmaktadır. Medya, paralel boyutların (gerçekliklerin) eş zamanlı olarak geniş kitlelere aktarılması işlevi görmektedir. Katılımcılar, Türkiye’deki çatışmaya bağlı olarak medya profesyonellerinin kendilerine bir taraftar rolü atfettikleri (10 kişi), medyanın bir propaganda aracı olarak (2 kişi) buna göre hareket ettikleri ve medyanın bir savaş alanı215/216/217 olduğu (4 kişi) görüşünü taşımaktadırlar.

andıç, işten kovdurma gibi derin devlet adetlerini aynen uygulamaya koydu. Bugünkü sopa, bir sermaye grubunu çökertebilecek cinsten. Çok daha sert. Öte yandan havuç da bir şirketi yoktan var edebiliyor. Medyadaki bu dönüşüm üzerinden aslında hep birlikte burjuvazinin sefaletine tanık oluyoruz. Ama bence başka bir kıstas var, hesap edilmesi gereken: Sokağa çıkabiliyor musun?” biçiminde yorum getirmektedir. 215 Savaş alanı olarak medyanın tarafları, eski burjuvazi-yeni burjuvazi olabileceği gibi, iktidar paylaşım

savaşımında AKP-Cemaat arasında da olabilmektedir. Mustafa Hoş (2014, s. 264-265) olayların perde arkasını detaylarıyla açıklamaktadır: “Habertürk’ün yörüngeden saptırma işinin ihalesi, İstanbul’un kralı ve ‘top sakal çetesi’ni yönlendiren emniyet istihbaratçı A.F.Y.’nin üstüne kaldı. A.F.Y. hemen bir ekip oluşturdu. Önce Turgay Ciner ikna edilmeliydi, gerisi zaten kolaydı. Fırsat gecikmeden geldi. Turgay Ciner, ilk göz ağrılarından HAVAŞ üzerinden organize işlere karışmıştı. Deliller elde edildi, basılı düğme operasyonuyla Ciner’e haber uçuruldu. Haberi duyan Ciner çok panikledi, önce ne yapacağını şaşırdı… ve yakın çevresinden aldığı akılla hemen ilk uçakla Pennsylvania’ya uçtu, el öptü, ‘Emrinizdeyim’ dedi. Ekip arayışı başladı. O esnada …MİT ve Emniyet arasındaki güç savaşı Başbakan/cemaat çatışmasına doğru tam gaz bir şekilde gidiyordu. Aranan güvenilir ekip Radikal gazetesinde bulundu. Radikal’in genel yayın yönetmeni Eyüp Can’ın büyük ümitlerle Zaman’dan transfer ederek Radikal’in haber merkezini teslim ettiği Abdullah Kılıç, eski istihbarat müdürü E.D.’nin akrabası ve çaylak adliye muhabiri M.K.’nın ‘özel ilişkileri’ sayesinde Aralık 2012’de flaş bellek ile temin ettiği KCK Operasyonu ifadelerini ve iddianamelerini, çok güzel bir şekilde kullanarak bir anda istihbaratçı A.F.Y.’nin gözüne girmişti. İstanbul’da ‘top sakal çetesi’ ile bağlantılı emniyet ve savcılar ekibi, MİT’i yıpratmak için her türlü dalavereyi çeviriyorlardı. Yeni Habertürk TV ekibi de hemen entegre oldu ve çalışmalara başladı. İlk olarak M.G. laptopuna yüklediği çok gizli savcılık ifadelerini, gazete gazete dolaşıp gazete istihbarat şeflerine okutarak, haber yapmalarını istedi. Sonunda haber bu yönde ilk Taraf gazetesinde çıktı, MİT mensupları bilinçli bir şekilde deşifre edildi. Habertürk ekibi ve ‘top sakal çetesi’ bu şekilde her gün yeni bir manipülasyonla başbakana ve MİT’e yüklenerek, yoğun bir kamuoyu oluşturma faaliyeti yürüttü.”

216 Dağıstanlı’nın kitabı için yaptığı görüşmelerde kendisine anlatılanlar, yukarıdaki örnekleri doğrular biçimdedir: “Sabah’ta ‘özel istihbarat’ diye bir birim var. İstihbarat servisi var, haber merkezi var zaten… Özel istihbarat sadece MİT’le çalışıyor. Asıl olarak MİT’ten gelen dosyaları haber yapıyor. Beş kişilik bu birimin başında Abdurrahman Şimşek var. Şimşek, Mahmut Övür’ün şoförüydü. Sonra muhabir olarak haber merkezine geçti. Birimin yazıcısı Ferhat Ünlü; Mehmet Eymür’le ilgili bir kitabı var: Eymür’ün Aynası. Özellikle daha bu çözüm süresi falan başlamadan önce sürekli, mesela gittiler ‘Fadime Şahin’i görüntüledik dediler ve haber yaptılar. Haber dediğiniz de sadece görüntü. Böyle birkaç iş yaptılar. Silahlarla dolaşıyorlar. Bunları ziyarete gerçekten karanlık tipler geliyor falan böyle. Tam Siyah Giyen Adamlar filmindeki tipler geliyor falan böyle. Akit’ten muhabir aldılar. Bu birimin haberleri yazı işleri toplantılarında sunulmuyor; doğrudan yayın yönetmeni Erdal Şafak’a gidiyor. Hiçbir editör, hiçbir birim müdürü onların haberlerini tartışamıyor, masaya gelmiyor. Mesela istihbarat servisinin adli muhabirleri var, Çağlayan Adliyesi, Kartal Adliyesi falan filan. …Özel istihbaratın da adliye muhabiri var. İstihbarat servisinin muhabirleri, bu birimin hakimlere, savcılara, haber kaynaklarına iPad ve başka şeyler hediye ederek haber, dosyalar aldığını söylüyor. Bu özel birim, ‘çözüm süreci’ başlamadan önce çok Kürt karşıtı, PKK’yı hedef alan haberler yapıyordu. Mesela Avrupa’yı gezip oradaki Kürt şirketlerini tek tek uzaktan görüntülemişlerdi.” (Dağıtanlı, 2014, s. 107-108) İktidara yakın gazetelerin önemli haber kaynaklarını emniyet ya da MİT oluşturduğu anlaşılmaktadır.

217 Habertürk genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı (7.3.2014) da Dağıstanlı ve Hoş’un ilişkiler hakkındaki anlatımlarını doğrulamaktadır: “O dönemde Habertürk’te çalışan, şimdinin Başbakan Başdanışmanı Yiğit Bulut, İstanbul İstihbarat Şube Müdürü ile çok yakın, çok samimi bir ilişki içindeydi ve sık sık görüşüyorlardı. Ben de Yiğit Bulut’u bu konuda uyarma ihtiyacı hissetmiş ve “Bir emniyet mensubu ile bir gazetecinin bu kadar yakın olması doğru olmaz’’ demiştim. O günlerde bir gün Habertürk yönetim katındaki kütüphaneden bir kitap almaya girdiğimde şoke oldum. Yiğit Bulut, Ali Fuat Yılmazer ve tanımadığım bir kişiyle beraber yemekteydiler. Ben, “Kusura bakmayın burada olduğunuzu bilmiyordum’’ diyerek çıkmak

Tablo 3.35 Türkiye’deki Çatışmada Medyanın Rolü

KY-10, bir illüzyon yaratımının iktidarın meşruluğunun yeniden üretiminden başka bir şey olmadığına dikkat çekmektedir. Diğer anlatımla medyaya yüklenen görev, iktidar oyununun bir illüzyona dönüştürülmesi biçiminde olduğudur. Bu düşünüş, iktidara yakın gazetecilerin, paralel merkez medya kavramını ortaya atmaları da göz önüne bulundurulduğunda, bu olguyu destekleyen bir belirlenim olduğu söylenebilir. KY-07 (Kişisel görüşme, 26.5.2013), medyanın, iktidarın bir hoparlörü biçiminde işlev gördüğü yorumu yapmaktadır. Benzer görüşleri taşıyan KY-18 de (Kişisel görüşme, 16.12.2013), medyanın kutuplaşmayı iktidarın sözcüsü olarak yoğunlaştığını, bilişsel olarak meşrulaştırmaya çalıştığını belirtmektedir. KY- 11 ise, medyanın bir silah olarak kullanılmakta olduğunu218 düşünenlerden biridir:

43 yaygın basın var… bunlar içinde, tabi, parti sözcüleri de var, bağımsız olan da var, muhalefet eden, ötekilerin büyük bölümü yayın şirketleri, holdinglerin herhangi bir şirketi düzeyinde. Yani gerektiğinde silah olarak kullanılması söz konusu… (KY-11, Kişisel görüşme, 8.11.2013)

Medya ve profesyonelleri açısından, karşılaşılan sorun yalnızca siyasal iktidar olmamakta, ideolojik savaşımın yanı sıra, ekonomik savaşımı da göğüslemek zorunda kalınmasıdır: “Çalışanlar olarak şöyle bence, vahşi kapitalist bir ortam medya. Sert bir ortam: Her an kapının önüne konabilirsiniz. Hiçbir hakkın, hukukun olmadığı, sert kapitalist bir ortam... İşlev olarak ahlaksız, etik dışı bir ortam ve manipülatif bir ortam…” olarak tanımlayan KY-01

isterken Yılmazer, “Lütfen Fatih Bey, buyurun siz de katılın. Anlatacaklarımı siz de dinleyin’’ deyince ben de masaya iliştim. Yılmazer’in o gün anlattıklarını da ertesi gün bu köşede yazdım. Tabii kıyamet koptu.” 218 Türkiye’deki kutupların çatışmasına benzer biçimde medyada da bir çatışma yaşanmaktadır. Medyanın rolü

çoğunlukla haber ve yorumlarların yayınlanmaları biçiminde olabildiği gibi, fiili olarak da olabilmektedir. Militanlaşmış gazetecilik anlayışının belirlenmesi, normalde haber içeriklerine gömülü olabileceği gibi, daha başka olguların ayrıntılarında da yer alabilmektedir. AKP-Cemaat savaşının en yoğun olduğu dönemde, Zaman gazetesini protesto eden gruplardan bir kısmının, yarım günlük izin karşılığı protestolara katılması sağlanan AKP’li belediyelere bağlı sivil giysili zabıtalar olduğu iddia edilmiş ve basın yoluyla bu iddiada yer alanların kimlikleri deşifre edilmiştir. Protesto amaçlı Zaman gazetesinin binasına para sayma makinesi fırlatan grubun diğer kısmı ise, Akit gazetesinin yeni ve eski çalışanları oldukları fotoğraflarla kimlikleri belirlenmiştir (Odatv, 8.2.2014). Tüm bu örnekler, gerek yayınlarla gerekse fiili eylemlerle günümüz gazeteciliğinin ruh halinin militan biçimde kendini gösterdiği söylenebilir.

(Kişisel görüşme, 27 Nisan 2013) gibi KY-03 de ekonomik savaşım ile birlikte sınıf savaşımına dikkat çekmektedir:

İdeolojik mücadelenin öbür ayakları olan ekonomik mücadele ve siyasi mücadele daha büyük bir fotoğraftır. Oradaki seyir de esas olarak sınıf mücadelesinin sınıf savaşlarına bağlı bir şeydir. İleride sermaye, emek üstünde daha çok tahakküm sağlarsa, medya da o anlamda o tahakkümün uzantısı olarak şekillenecektir. Ama farklı bir şey olursa, yani emek sermayeye karşı savunma giderek hücum şansı bulabilirse medyadan da o ölçüde yararlanma, medyayı da o ölçüde şekillendirme imkânı olacaktır. Yani medya dediğimiz şey, asında toplumdaki sınıflar mücadelesinin bir yansımasıdır. Emek sınıfı alta düştükçe, medya da sermaye hâkimiyeti, iktidar hâkimiyeti artar. (KY-03, Kişisel görüşme, 2.5.2013)

Bazı katılımcıların görüş bildirmemesi nedeniyle sonuçlar birbirine yakın olsa da 2000’lerdeki basın-iktidar ilişkisinin durumu ile ilgili olarak, devletle işi olan medya sahibi patronların sahip oldukları gazetelerde bir ürküntü olması ve rant için iktidar ile her türlü ilişkiye girme belirlenimleri ön plana çıkmaktadır. Bu belirlenimlerin öncelikle birbirileriyle ve ardından diğer durumlarla ilişkili olduğu düşünüldüğünde, geçerli ilişkiyi her yönüyle ortaya koyan görüşler oldukları söylenebilir.

Araştırmaya katılan köşe yazarları, medyanın geleceğinin Türkiye’ninkinden bağımsız düşünülemeyeceği ve ortam değişmedikçe bugünkü medya koşullarının değişmeyeceği yönünde görüş bildirmişlerdir (Tablo 3.36).

Tablo 3.36 Medyanın Geleceği

Genel olarak, KY-10, KY-08, KY-05, KY-18, KY-17 ve KY-16, medyanın geleceğinin, Türkiye’nin siyasal ve demokrasi geleceğinden bağımız olmayacağı yönünde düşüncelere sahiptirler. Artık militanlaşan ve siyasal iktidarın bir silahına dönüşen iktidara yakın medya

kuruluşları ile iktidara muhalif olanlar arasındaki çatışmanın süreceği öngörüler de bulunmaktadır:

Bu silah da gerektiğinde savunma silahı olarak, gerektiğinde saldırı silahı olarak kullanılıyor ve bu yayın organlarının devam edebilmesi, Türkiye’de iktidarın var olmasına bağlı. O açıdan, medyada bir değişiklik beklemiyorum. (KY-11, Kişisel görüşme, 8.11.2013)

Medyanın geleceği Türkiye’nin geleceğinden bağımsız bir gelecek değil. Eğer Türkiye, bugünkü hükümetin istediği gibi, düşündüğü gibi giderek daha da muhafazakârlaşacaksa, toplumdaki İslami renk daha da koyulaşacaksa, medya da ona ayak uydurmak zorunda kalacaktır diye düşünüyorum. Ona ayak uydurmayan gider. Yok, Türkiye, bunlar olmayacak, gerçekten bir ileri demokrasiye doğru evrilebilecekse, yani isteyen istediğini yazabilecek, isteyen istediği görüşü savunabilecek, gazeteler üzerinde hükümetin politik baskısı olmayacak, mali baskı olmayacak, böyle bir dünya olacaksa bence gazetelerin, dergilerin, yani genel olarak medyanın buna ayak uydurması daha kolay olur diye düşünüyorum. Daha hızla gelişir o zaman: onu besler medya, o değişimi. (KY-08, Kişisel görüşme, 30.5.2013)

Tüm bunların yanı sıra, AKP iktidarının değişmesiyle medyada bir denge oluşacağını, çatışmanın yok olacağı yönünde görüşler de söz konusudur:

Bu sistem yerleşik bir sistem değil; bu, arızi yani geçici. Bu iktidarın siyasi ömrü ile sınırlı olan bir arızayı yaşıyoruz. İktidar gittikten sonra her şeyin normale döneceğini düşünüyorum. (KY-14, Kişisel görüşme, 11.11.2013)

Bugün medyanın her mecrasında yer bulabilen, daha önce adları bile anılmayan, gazetecilik yapmadıkları halde kendilerini gazeteci olarak tanımlayan kişilerin, iktidarın değişmesiyle silinip gideceği yönünde görüşler vardır:

Yer bulamazlar, ben bu oyunu biliyorum. Çünkü iktidar değişsin, ertesi gün o medyadaki, TV’lerdeki yüzler anında değişir; yani her şey değişir. O dediğiniz insanlar kalıcı olamaz.

Akit’ti, Yeni Şafak’tı vs. falan daha önce kim dikkate alıyordu, böyle bir şey var. Şimdi

adamlar hep boş koltuklarda, yemeklerde, şurada burada, iktidar değiştiği zaman bunlar yine eski haline dönecek. Onun için onlar bu kadar asılıyorlar. Yani kendi varlıklarını bu iktidarın varlığıyla, ömrüyle, siyasi ömrüyle özdeş görüyorlar ki, doğru; onun için bu kadar asılıyorlar. Kaderleri burada çakışmış… (KY-14, Kişisel görüşme, 11.11.2013)

Yüzyıllardır iktidar savaşımlarının arenası olma özelliği taşıyan basının akıbeti ile ilgili bazı perspektifler sunulmaktadır:

Türkiye’de basılı medyanın 2035’lerde sona erebileceği düşünülüyor ama Türkiye’deki internet medyasındaki bilgilerin depolanması konusunda herkes yeterli bilgiye sahip değil. Onu da saklamak için çıktı alıp, saklıyorsunuz. Yani kağıt, yaşamdan, internet medyası geldi diye tamamen çıkmış olmuyor. Ben bir hayli uzun süre gazetelerin yaşamaya devam edeceğini düşünüyorum. (KY-11, Kişisel görüşme, 8.11.2013).

Ancak KY-10 gibi KY-07 de, her durumda yazılı basın olarak gazetelerin geleceğinin pek de parlak olmayacağı yönünde düşünce taşımaktadır:

Yazılı basının geleceğini hiç parlak görmüyorum. Önümüzdeki 30-40 yıl içinde belki daha da önce bizim gazeteler ya tamamen ortadan kalkmış ya da hatıra için çıkarılıyor hale gelecekler, Büyükada’daki faytonlar gibi ama elbette gazetecilik işlerine devam edecek. Çünkü o postmodern de olsa, sanayi sonrası toplumlarda büyük kentlerde yaşayan insanların kaliteli bilgiye ihtiyaçları devam edecek, belki de artarak devam edecek. Belki bunları aldığımız yerler çeşitlenecek ve bunların hemen hemen akıllı telefonlara sığacak ama bilgileri kim üretecek, o bilgileri kim filtreden geçirecek, o bilgilerin doğruluğunu kim denetleyecek, kanıtlayacak? Zorla enformasyon işçilerine ihtiyaç duyulacak. O yüzden hepimiz artık –hiç sevmediğim o deyişle– içerik üreticileriyiz. (KY-07, Kişisel görüşme, 29.5.2013)

Daha yakın bir gelecekte ise, medya üzerinde kurulan iktidar baskısının muhalif medya kuruluşlarını ve yayınlarını tamamen susturamayacağı yönündeki görüşlerden de bahsedilebilir: “Yani böyle bir şey giderse medya, kağıt medyayı iktidar çok rahat buruşturuyor. Yani buna, sanal âlemde alternatif ve gerçek ve özgür, buruşturulmayan Takrir- i Sükûn’dan etkilenmeyecek bir alternatifin çıkacağını tahmin ediyorum. Yani böyle gitmez bu. Bu, budur” (KY-06, Kişisel görüşme, 29.5.2013).

Özellikle kişisel bilgisayarın kullanımının yaygınlaşmasına bağlı olarak sosyal medya etkenine ve teknolojik gelişmeye bağlı olarak her bireyin birer haberciye dönüşmesi, önüne geçilemez bilgi akışı sağlamaktadır.

Çünkü o postmodern de olsa, sanayi sonrası toplumlarda büyük kentlerde yaşayan insanların kaliteli bilgiye ihtiyaçları devam edecek, belki de artarak devam edecek. Belki bunları aldığımız yerler çeşitlenecek ve bunların hemen hemen akıllı telefonlara sığacak ama bilgileri kim üretecek, o bilgileri kim filtreden geçirecek, o bilgilerin doğruluğunu kim denetleyecek, kanıtlayacak? Zorla enformasyon işçilerine ihtiyaç duyulacak. O yüzden hepimiz artık –hiç sevmediğim o deyişle- içerik üreticileriyiz. Yani dijital teknoloji artık farklı mecralar arasındaki uçurumları kaldırdı, bugün aslında bunların hepsi bir oldu artık. Yani bir insan hem bir gazeteci hem televizyoncu, hem radyocu, hem işte mizanpajcı, hem fotoğrafçı, sinemacı, her şey olmak zorunda. Çünkü artık o duvarlar manasızlaştı. Çünkü dijital teknoloji hepsini ötekine tercüme edebiliyor ve birlikte aktarabiliyor. Bu meslekler arasındakilerin sınırlarının kaybolması gibi bir sonuç ortaya çıkarıyor. (KY-07, Kişisel görüşme, 29.5.2013)

KY-17, KY-16, KY-18, KY-13, KY-09 gibi gazeteciler tarafından medyanın AKP iktidarının etkisinde kalması durumunda, gelecek konusunda karamsar görüşler ortaya atılmaktadırlar. Ancak bu görüşlere karşın KY-12, bu karamsar tabloyu özetlemektedir:

Medyanın karşı karşıya bulunduğu zorluklar daha da artacaktır. Medyanın karşı karşıya bulunduğu baskılar da artacaktır. Fakat buna mukabil, toplumsal tepki de artmaktadır. Yine de bu muhalif medyanın tümü ile ortadan kaldırılması söz konusu olmayacaktır. Ayrıca buna bakarken, Türkiye’de iletişim teknolojisindeki gelişmelerin medyanın üzerindeki etkilerini de gözden uzak tutmamak lazım. Herhalde siyasal iktidar da, siyasal iktidarın tavrı böyle olma dahi yakın bir gelecekte medyanın tümüyle daha değişik bir yüze sahip olacağı kesin. (KY-12, Kişisel görüşme, 10.11.2013)

Türkiye’de sürmekte olan basın-iktidar ilişkilerine ait elde edilen veriler ve örnek olaylar