• Sonuç bulunamadı

3.2. Bulgular

3.2.3. Medya ve Köşe Yazarlarının Konumlarındaki Değişim

3.2.3.2. Siyasal İktidarın Medya Eleştirilerinin Nedenleri

Genel olarak bakıldığında haberlerin ve hükümet politika ve icraatlarında aksayan yönlerin haberleştirilmesinin siyasal iktidar tarafından tepki gördüğü izlenimi oluşmaktadır.175 Katılımcıların siyasal iktidarın eleştirilerinin yoğunlaşmasıyla ilgili görüşleri ise, çalıştıkları kurumların konumlarına göre farklılık gösterebilmektedir. Örneğin, merkez medyada yazan köşe yazarları, sırasıyla, haberlerin (5 kişi), yorumların (3 kişi) ve gazetecinin şahsının (3 kişi) tepki gördüğünü belirtirlerken; merkez dışındakiler ise yorumların (5 kişi), haberlerin (4 kişi), yorumların (4 kişi) ve gazetenin patronunun (4 kişi) tepki gördüğünü belirtmektedirler (Tablo 3.23).

Tablo 3.23 Çalıştıkları Kurumların Konumlarına Göre Katılımcıların Tepki Çekenlerin Neler Olduğuna İlişkin Görüşleri

Merkez Medya Merkez Dışı Medya Çalışmıyor 1 : Gazetecinin şahsının tepki çekmesi 3 2 0 2 : Gazetenin patronunun tepki çekmesi 0 4 0 3: Gazetenin yönetiminin tepki çekmesi 0 2 0

4: Haberlerin tepki çekmesi 5 4 0

5: Hem haberler hem de yorumların tepki çekmesi 0 3 0

6: Hepsinin tepki çekmesi 0 0 2

7: Temsilci şahsında gazetenin kendisinin tepki çekmesi 1 4 0

8: Yorumların tepki çekmesi 3 5 0

174 Özellikle 1990’lı yıllarda sayısı hızlı bir biçimde köşe yazarlarının artan önemi, 15 Kasım 2008 tarihi itibariyle 35 yaygın gazetede toplam 494’e ulaştığı (Adaklı, 2010, s. 600) düşünülürse, daha iyi anlaşılabilir. 2008’deki rakamlara bakıldığında gazete başına ortalama 14 köşe yazarı düşmektedir. 2014 yılında belirlenmiş kesin rakam olmamakla birlikte, gazete sayısındaki artışın yanı sıra, devre dışı bırakılan yazarlar ve onların boşalttığı yerlerin yeni nesil yazarlarla doldurulduğu göz önüne bulundurulduğunda bugün bu sayının daha da artış göstermiş olduğu söylenebilir.

175 Hükümet üyelerinin medyaya olan yaklaşımı Başbakan Erdoğan’a benzer biçimdedir. Örneğin, Gençlik ve Spor Bakanı olarak görev yapan Suat Kılıç’ın “Bisikletler devrildiği zaman medya haber yapıyor, bisikletler devrilmediği zaman medya yapmıyor. Kötü bir şey olursa duyuyorsunuz, iyi bir şey olursa duyurmakta biz çok zorlanıyoruz” şeklindeki yakınmasına bir vatandaşın, “ama niye, medya da sizin elinizde” yorumuna verdiği, “henüz hepsi değil, daha bir kısmı…” biçiminde verdiği yanıt, iktidarın medyayı denetim altına alma amacının bir itirafı niteliğinde olmuştur (Sol, 8.5.2013).

Katılımcılar ayrıca, eleştirilerin kaynağına göre eleştirilerinin ortak noktasının neler olduğuyla ilgili çeşitli görüşler bildirmişlerdir. Genelde, Başbakan Erdoğan’dan kaynaklandığı düşüncesine göre eleştirilerin hedefinin, konular (9 kişi), gazeteciler (7 kişi) ve her ikisi de (7 kişi) olduğu yönünde düşüncelere karşın, Başbakan’ın kendisinden (6 kişi) ve sahip olduğu iktidarının ideolojisinden kaynaklandığı (3 kişi) yönünde görüşler de ileri sürmektedirler (Tablo 3.24).

Tablo 3.24 Başbakanın Eleştirilerinin Ortak Noktası

Katılımcıların çalıştıkları kurumların konumuna göre görüşlerinin ortaya koymak yukarıdaki tablonun daha anlamlı olabilmesini sağlayabilmektedir.

Tablo 3.25 Çalıştıkları Kurumların Konumlarına Göre Katılımcıların Başbakanın Eleştirilerinin Ortak Noktasına İlişkin Görüşleri

Merkez Medya Merkez Dışı Medya Çalışmıyor

1 : Gazeteciler Eleştiriliyor 3 4 0

2 : Hem konular hem de gazeteciler eleştiriliyor 1 3 0

3 : Konular Eleştiriliyor 3 6 0

4 : Ortak nokta Başbakan’ın kendisi 1 3 2 5 : Ortak nokta iktidarın ve Başbakanın ideolojisi 0 3 0

Yukarıdaki açıklamalardan, konuların eleştirilmesi ve eleştirilerin iktidarın ve Başbakan’ın ideolojisinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

Bir takım şeyleri sorgulamazsınız. Mesela ben dikkat ettim, 2005 yılıydı galiba Antalya’da Fettah Tamince’nin Rixos Otel’de tatile gitmişti Tayyip Erdoğan, biz de yazı yazdık, ‘parasını kim ödüyor tatilin parasını?’ Sonra Fettah Tamince bir açıklama yaptı; dedi ki, işte fatura falan, ibraz etti ödedi diye. 2005 yılında bunu yazabiliyorduk. Şimdilerde bunu böyle hiçbir gazetede yazamazsın. Sorgulanmıyor mesela, Başbakan, Başbakanın ailesi, çocuklarının işleri. Mesela oğlu bilmem neyin ortağı oldu vs., bunlar da sorgulanmıyor, sorgulanamıyor bugün. Gemisi, gemiciği, işte ne kadar vergi verdi sizin oğlunuz diye soramazsın. İşte Başbakan’ın kızacağı konularda medya soramaz. (KY-05, Kişisel görüşme, 27.5.2013)

KY-05’in bahsettiği bu sansür konusu, medya patronları tarafından doğrudan sözlü uyarılarla176 da gelebilmektedir:

Yazabildiğimiz ölçüde yazıyoruz ama işte yazma kardeşim diyor. Mesela, ben Başbakan’a çok kibar yazılar yazdım; ‘Sayın Başbakanım’ şu anlattıklarımı formüle edip, şu icradasınız, sizin şikayet etme hakkınız yok. Şikayeti ben edeceğim, siz icrasınız ama siz benden çok şikayet ediyorsunuz’. Patron dedi ki, ‘yazmayın kardeşim’ dedi. Şahsi şeye girmeyin dedi. Bu şahsi değil. Aileye girmeyin diye bir laf var. Tamam, aileye girmeyin de aileye girmeyin nedir? ‘Çocuk sünnetsiz’ demiyoruz ki, ‘gemi aldı’ diyoruz; ‘24 yaşında, nasıl oldu ‘diyorum mesela ben, işadamı yardımıyla okumaya gönderdiğini söyleyecek kadar yoksul olduğunu anlatıyorsun. Hani, söylediğin zaman, kolunda gözüken saat 40 bin dolar’lık; bunu soruyoruz mesela. Düğünde 28 bin tane cumhuriyet altını verildiğini soruyoruz, özel diyor. Ben demiyorum ki, ‘Emine hanım çok lüküs’ diye, bunu söylemiyoruz. Senin 26 yaşındaki çocuğun nasıl oluyor da birden bire Türkiye’nin pırlanta kralı oluyor. Yani onlara da giremiyoruz artık. İşte dediğim gibi, artık diyor ki, Recep Tayyip Erdoğan’dan bahsetmeyelim, onun cümlelerini kota ederek konuşmayalım falana geldi artık. (KY-10, Kişisel görüşme, 31 Mayıs 2013)

Mesela, karikatüre kızıyor. Bizim karikatürist var, Ercan Akyol.. Benim yazılarıma karışılmıyor, karışılmadı. Yani bu iktidar döneminde, 10 yıldır da karşılamadı. Ama Ercan Akyol’un karikatürlerine şey yapılıyor, ikide bir bunu koymayalım vs. Niye? Çünkü karikatüre kızıyor. Bu da nereden çıkıyor? Bizim gazetenin yetkililerine demiş ki, Hürriyet’in karikatüristini şikâyet etmiş. Bir de daha işe başlarken, biliyorsunuz, kedili karikatürist Musa Sert –Musa da bizim- karikatürünü mahkemeye verdi. Karikatür konusunda hassas olduğu için karikatüristlerin işi çok zor. (KY-05, Kişisel görüşme, 27.5.2013)

İktidarın tabanını oluşturan kesimlerin izledikleri mecraların ya da köşe yazarlarının iktidarı eleştirmelerinin, aşırı yaptırımların etkisinde kaldığı yönde görüşler vardır.

Başbakan’ın rahatsız olduğu, çok kişiden rahatsız oluyor ama bir takım insanları da otomatikman mahkemeye veriyor: Emin Çölaşan vs. gibi insanları. Onlardan çok rahatsız olduğunu zannetmiyorum. Onları zaten otomatiğe bağlamış ve onların varlığı zaten Başbakan’ı meşrulaştırıyor: “görüyorsun herkes yazıyor ama esas rahatsız olduğu insanlar, en çok rahatsız olduğu insanlar, kendisinin de önemsediği ve kendi tabanının, kendi seçmeninin önemseme ihtimali olan insanlar. Mesela Ahmet Altan, uzun süre hükümetle el ele gitti vs. babasına ödül verdiler, bilmem ne yaptılar ama daha sonra onları eleştirmeye başlayınca onlardan çok rahatsız oldu çünkü onlara önem atfediyordu: Hasan Cemal aynı şekilde, birçok insan aynı şekilde. Orda Nuray Mert’e namert meselesini gürültülü bir şekilde yapmış olmasının nedeni Nuray Mert’in o camia

176 Editoryal hiyerarşinin en tepe noktasında bulunan patronlar katından gelen uygulamalar, en yüksek etkiye sahip sansür tipini oluşturmaktadır. Milliyet ve Vatan gazetelerini satın alarak medyaya giriş yapan Demirören’in ilk icraatı, 30-31 Mayıs 2012 tarihlerinde yazarları ve üst düzey yöneticiler ile toplantı yapmak olmuştur. Milliyet yazarları ile Çağlayan’daki yeni binalarında düşen tirajlar konusunun konuşulduğu yemekli bir toplantıda, “Ben işadamıyım. Gazetecilik sizin mesleğiniz ve saygı duyarım. Ben bu gazetenin yayıncısı olarak sadece kimseye küfür ya da hakaret etmemenizi, aşağılayıcı ifadeler kullanmamanızı isterim. Bunun dışında haberlere, yorumlara karışmam. Ancak belirttiğim gibi aynı zamanda bir işadamıyım. Başka işlerim de var. Buradaki faaliyetin, diğer işlerime zarar vermesini de istemem. Bu dengenin sağlanması şartıyla; gazetecilik faaliyetine karışmam” (Medya Radar, 5.6.2012) biçiminde uyarıda bulunmuştur.

tarafından çok tanınan ve önemsenen bir isim olmasıdır. (KY-13, Kişisel görüşme, 11.11.2013)

Bir zamanlar Başbakan Erdoğan’a yakın olup da politikalarını destekleyen kişilerin, bunları sorgulayıcı yazıları kaleme almaları nedeniyle tepki görmeleri ortak nokta olduğu görüşü KY-08 tarafından da desteklenmektedir:

Eleştirilen gazetecilerin ortak özellikler var bence. Bunlar, Başbakan’ın hoşuna gitmeyen şeyleri söylemeye çekinmeyen insanlar; Hasan Cemal, Ahmet Altan, Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, arada ben de oluyorum. Başbakan kişisel eleştiriden haz etmiyor, birincisi bu. İkincisi, kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyor; ‘çok büyük işler yapıyorum, bunlar yapılmıyor, illa karşı şeyler yazılıyor’ diye haksızlık algısı var Başbakan’ın kendisine haksızlık yapıldığına ilişkin. (KY-08, Kişisel görüşme 30.5.2013)

“En çok köşe yazarlarına kızıyor. Çünkü zaten haberlere her zaman tepki geldiği yok; zaten (gazetelerin) pek haber verdiği yok” görüşünü taşıyan KY-08’in yanı sıra, KY-12 de benzer görüşleri taşımaktadır:

Eleştirilen konular, eleştirilen görüşler, eleştirilen haber içeriği ve o kadar ki, Başbakan eskiden desteklediği birini, yani Hasan Ağabey’ini bile tu kaka edip işinden attırabildi. Yüzüne bakmadığı, hakkında dosya açtırdığı birini de yanına müşavir olarak alabildi. Yani gazetecilerin kişiliği rol oynuyor. Çok şükür, zaten gazeteci kardeşlerimiz de sağlam, sarsılmaz, değişmez bir kişilik de dergilemiyorlar. Kişilikleri o kadar, kişiliksizlikleri o kadar kişiliklerinin üzerinde bariz olarak duruyor ki, gazeteci kişiliği değil, haber içeriği, haberin ya da yorumun içeriği rol oynuyor. (KY-12, Kişisel görüşme, 10.11.2013)

KY-15 ise, eleştirin odağının kaymasının nedenlerini sonuçlara bağlamaktadır:

Etkisine bağlı; yani nerede rahatsız oluyorsa, oradan tepki… Yani aslında, rahatsız olmadığı sürece, mesela, bu iktidarın ikinci cumhuriyetçilerle flörtü vardı: Hem medyasında köşe yazarlığı yapıyordu çünkü bir destek söz konusuydu, bir ittifak söz konusuydu… Rahatsız olduğunda iş değişiyor. Bence belirleyici, sonuçları... O haberin ve yorumun sonuçları; hiçbiri tek başına belirleyici değil. Ne kadar etkiliyse haber ve yorum ve ne kadar işe yarıyor ya da yaramıyorsa o kadar destek veya destek görüyor. (KY-15, Kişisel görüşme, 12.11.2013)

Benzer görüşü taşıyanlardan biri de KY-03’dir:

Başbakan kendi icraatına ters düşen ve konuyu ve onu üreten her kurumun her düzeyde aktörü, ister medya patronu olsun, ister editör olsun, ister köşe yazarı olsun kendinden önceli hiçbir iktidar ve mevkidaşının yapmadığı anti-demokratiklik içerisinde eleştiri de değil, tehdit ediyor. Buna tehdit dememiz lazım, eleştiri değil, medya patronu beğenmediği konuları yapan, beğenmediği konuları yazanların işine son verilmesi konusunda uyarıyor, hatta baskı altında tutuyor. Bunun sonucunda da birçok köşe yazarı, editör çalıştıkları kurumlardan uzaklaştırıldılar. Mesleklerini icra edemez duruma geldiler. Buna direnen bir anaakım medya patronu olmadı. Direnmeye yeltenenleri de, özellikle de hem medyada hem de ilişkin kurumların vergi denetimleri olsun, başka tür hükümet icraatları olsun bunları da sindirip cezalandırarak bir tür “ibreti alem olsun

icraatı” içine girerek bütün medyaya bu tehdidi, baskıyı uyguladı; uygulamaya devam etmektedir. (KY-03, Kişisel görüşme, 2.5.2013)

Basına yönelik eleştirilerin odak noktasının, Başbakan’ın177 ve ideolojisinin kendisinde olduğuna ilişkin görüşler de söz konusudur

Başbakan 2007’ye kadar medya konusunda çok eleştirel bir tavır takınmadı. 2007’den sonra özellikle böyle bir tavır takınmaya başladı. Bunun Başbakan’ın siyaset stratejileriyle bağlantıları olduğu kanaatindeyim. Başbakan farklı bir kültürden geliyor. Yani basın özgürlüğü Batılı demokrasinin zorunlu kıldığı, ürettiği konulardan biridir ve demokrasinin işleyebilmesi için rasyonel bireylerden oluşan modern toplumların onların sürekli olarak bilgilendirecek kaynakların olduğu varsayımından yola çıkar. Oysa Başbakan’ın hem birey konsepti farklı: düşünen birey değil, inanan bireyden yola çıkıyor. Sürekli olarak bilgilendirilen eleştirel bir toplumdan değil, sürekli olarak iman tazelenen mudil bir toplumdan yola çıkıyor ve Başbakan’ın zihinsel sermayesi içinde basın özgürlüğünü üretecek fikri mekanizmalar yok. Ve onun için basın özgürlüğü aslında bir noktaya kadar katlanılması gereken fakat bir noktadan sonra fitneci olarak cezalandırılması veya değerlendirilmesi gereken, Batı tarzı bir sapkınlık. Çünkü İslamiyet’in zaten kendi kavramsal enstrümanlarıyla basın özgürlüğünü haklı göstermek zor. İslamiyet felsefesi içinde adaleti vurgulayan temel kavramlar var, eşitliği vurgulayan temel kavramlar var, danışmayı vurgulayan bazı kavramlar var ama bireysel özgürlüğü kabul eden kavramlar yok. Oysa çağdaş demokraside o kavrama şiddetle ihtiyaç uyuluyor. (KY-07, Kişisel görüşme, 29.5.2013)

Türkiye 2002’den ama özellikle 2007’den beri 1923 ile 2003 arasında kurduğu, geçerli saydığı bazı değerleri değiştiriyor ve değiştirdiklerinin içinde ne kadar sahte ve şey olursa olsun demokrasi, de var. Yani artık laikliğin şart olmadığı bir demokrasi, muhalefetin ‘olmasa da olur’ olduğu bir demokrasi içinde yaşamaya başlıyoruz. Yani Türkiye bir paradigma evriminden geçiyor: Türkiye’nin paradigması değişiyor. Yeni bir paradigma kuruluyor ve bu paradigma belki de Osmanlı’dan beri getirdiğimiz geleneğe daha uygun bir paradigma. Neden? Bir tane “beneables” vardır tepede yani verici devlet, kerim devlet, kerim bir lider var. Kerim lider kendisine bağlı tebaanın temel ihtiyaçları ile çok iyi ilgileniyor: Sağlık politikaları, toplu konut politikaları, eğitim politikaları. Karşılığında çok basit bir şey istiyor: İtaat. Kerim devletin en önemli özelli budur. Kendine itaat edersen son derece bonkör, muazzam iyi davranma ama kendisine herhangi bir itirazı katiyen hazmetmesi mümkün değildir. Zaten kerim devletin kerametine kafa tutamazsın. Şimdi, bu döneme kadar kerim devletin Türkiye’de ön plana çıktığı bir dönem bugüne kadar hatırlamıyorum. (KY-04, Kişisel görüşme, 5.5.2013)

177 Fatma Sibel Yüksek’in Başbakanlık’taki izlenimlerine göre, “Erdoğan’dan korkmaktan kimse ağzını açamadı. İlişkilerde bir bezginliktir, bir yılgınlıktır başladı. Başbakanın ‘medya bu işleri niye merak ediyor?’ şeklindeki anlaşılmaz merakı, yakın çevresine de sirayet etti” (Yüksek, 2007, s. 102). Başbakanlık Basın Merkezi üzerinden Başbakan Erdoğan’ı izleyen bazı gazetecilere binaya giriş yasağı getirilmesi, Başbakanlık Basın Merkezi’nin açıklamasına göre, kurumlara değil doğrudan gazetecilere yönelik olmuştur (Zaman, 11.11.2008). İktidara yakın olduğunu açıkça ifade eden Nazlı Ilıcak (2012, s. 109-110), Başbakan Erdoğan’ın basına ve gazetecilere olan yaklaşımına, “Medya da siyasetçiyle uğraşır, siyasetçi de medyayla uğraşıyor. Erdoğan bu konularda hem duygusal gem de öfkeli. 28 Şubat’tan gelen bir bikrimi de var. Bunu da unutmamak lazım. Çünkü medya onunla çok uğraştı. Medya ona çok tepeden baktı, çok kibirli baktı. Bu durum onda bir tepki yarattı” yorumu getirmektedir.

Sayın Başbakan’ın yetiştiği fikri ortam daha çok, eşitlik, adalet, iman ve danışmadan gelen bir gelenek. Yani Müslüman Kardeşler geleneği aşağı yukarı böyle. İşte bunu içine öğesi nasıl monte edilebilir; edilebilir mi, edilemez mi sorusu hala tam olarak cevaplandırılabilmiş bir şey değil. Ama Başbakan’ın kendi fikri ve felsefi çerçevesi içinde basın özgürlüğünden hoşlanmaması kadar normal bir şey olamaz. O tutarlı oluyor, onu yaptığı zaman. Çünkü inancı insanların kendi imanlarına sadakati, ümmetin selameti açısından fevkalade önem taşıyor ve buna karşı çıkan, ‘şu ya da bu nedenle aslında fitne çıkaran bozgunculardır’ diye bunlar çerçeveleniyor. O bakımdan ben, Tayyip Erdoğan’ın çok ciddi bir fikri değişim geçirdiği kanaatinde değilim. Ama hani eskiden çok moda olan ‘takiye’ denilen laf var ya -bu da bir kurum haline gelmiş, yeterince güçlü olmadan bazı şeyleri uygulayamaz, inançlarını uygulamaya sokamazsın, beklemek zorundasın- öyle bir şey. (KY-07, Kişisel görüşme, 29.5.2013)

…ben çok samimi inanıyorum… hatta ben özel görevliyim, beni yukarıdan özel olarak önce Türkiye Müslümanlarını, sonra Ortadoğu Müslümanlarını, sonra Allah nasip ederse dünya Müslümanlarını benim kurtarmam lazım.. Her ideolojide bu yok mudur? Vardır değil mi? Ben özelim, ben özel tayinliyim. Bence en büyük farkı, Cumhuriyet’ten bu yana -beş aşağı, beş yukarı bir merkez ideolojinin etrafında -şöyle bir ideolojinin tarifi var burada- şimdi bu belkemiği kırıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Bunun berteva edildiği dönemde de muhalefete, muhalif basına tabi ki hiç berhava yok onun için belki de Başbakan şöyle düşünüyor olabilir: “yüzünüze gözünüze dursun. Yılmaz Özdil gibi adamlara karışmıyorum, Sözcü gibi gazeteye karışmıyorum. Aydınlık’a dokunuyor muyum, Cumhuriyet olduğu yerde duruyor, Yurt diye bir gazete çıkardınız.” Tahlili, “5 bine geldi, hala Allah var, parmağımı dokundurmadım daha ne istiyorsunuz.” Bence böyle bir şey içinde, yani o kendisini de çok şey görüyor olabilir, sabırlı ve anlayışlı bir baba olarak görüyor olabilir ama baba olarak görüyor. (KY-04, Kişisel görüşme, 5.5.2013)

Genel olarak eleştirilenlerin köşe yazarları ve yorumlar olduğu sonucu çıkmaktadır.178/179 Bu durumda, kimlerin eleştiriden payını aldığı önemli olmaktadır.

…. Hürriyet gazetesinde yazarken Başbakan’a farklı anlam ifade ediyor, Yurt gazetesinde yazarken farklı anlam ifade ediyor. Çünkü ben şimdi çok özgürüm. Çünkü onun gözünde

178 Başbakan Erdoğan’ın, “Ben de o gazetelerin patronlarına sesleniyorum. Ne yapayım köşe yazarı hakim olamıyorum diyemezsin. Diyeceksin arkadaş. Bu ülkeyi germeye, bu ülkede ekonomiyi alt üst etmesine müsaade edemeyiz. O zaman köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun, yarın feryat etmeye geldiğin zaman feryat etmeye hakkın yok” (Akşam; Cumhuriyet, 26.2.2010); “Bu adamları köşe yazarı olarak nasıl tutuyorsunuz. Bu tür hedefi olmayan, bu tür aşkı, heyecanı olmayan insanların eline kalem vermişsin, köşe teslim etmişsin. Bunlar bu millete yabancı, bu milletin tarihine yabancı, bu milletin derdiyle dertlenen kalemler değil bunlar” (NTVmsnbc, 12.8.2012) sözleri ile basından sürekli şikayet etmesi, bu sonucu desteklemektedir.

179 AKP Genel Merkezi’nde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsi davalarını dört yardımcısıyla izleyen Avukat Ali Özkaya, Başbakan tarafından basına yönelik açılan davaların medyanın dilini değiştirdiğine dikkat çekmektedir: “Basına yönelik açtığımız tazminat davaları, önemli ölçüde caydırıcı rol oynadı. Özellikle köşe yazarlarının üsluplarında 2003-2004 yıllarına göre hissedilir bir değişim oldu. Artık yazarlar ve yorumcular eleştiri sınırını dozunda tutuyor. Hakaret içerikli yazı ve yorumlar ise en aza inmiş durumda.” Özkaya, ayrıca, 2008 yılı itibariyle yürütülmekte olan 700 davanın yalnızca 30’unun Başbakan tarafından, diğerlerinin savcılıklar tarafından açılan kamu davası olduklarını belirtmektedir (Akşam, 23.11.2008). Yıllar içinde bu sayının katlanarak arttığı anlaşılmaktadır: 2011 yılında yalnızca Taraf gazetesi yöneticileri ve çalışanları hakkında açılmış 300 dava söz konusu olmuş; 2013 yılında ise açılan kamu davaları sayısı 800’e ulaşmış; yalnızca kamuoyuna yansıyan davalardan Erdoğan’ın kazandığı tazminat miktarı da 400 bin TL’yi aşmıştır. (TESEV, 2012, s. 56).

artık etkin değilim. O zaman bırakın yazsın denen şey diye ama maazallah Hürriyet gazetesine veya benzer gazeteye başka iktidar olduğu dönemde geri dönmem mümkün değil. Yani ne bileyim ben, Hürriyet’in patronu bile değişse, ‘ya, biz eski arkadaşları geri çağıralım’ bile dese, biri, ‘aman ne yapıyorsun’ diye kulağına fısıldar, şey yapar. O bakımdan onun da kafasında bir şey var ve Yurt gazetesine karışmıyor, Sözcü’ye de karışmıyor, dokunmuyor. Aydınlık’a da dokunmuyor. Çünkü bir de şunu görüyor, hem etkin değiller ham de etkiledikleri zaten ona muhalif olanları etkiliyorlar. Şimdi ben şeyimi söyleyeyim, Yılmaz Özdil’e niye dokunmuyor? Özdil analiz yapmıyor. Analiz yapmadığı için kimseyi etkilemiyor. Yılmaz Özdil’i, gazını almak istediği adamların gazını alıyor. Yılmaz Özdil, insanların fikirlerini çelmiyor. ‘Ya, acaba bizim Başbakan da yanlış yapıyor mu” denmiyor. O, zeki, akıllıca güzel cümlelerle insanların içindeki gazı, hani vardır ya düdüklü tencerenin şeyini açıyor. O yüzden Yılmaz Özdil’den rahatsız değil. Ona arada bir kızıyor, ‘bana kızdı, zıvanadan çıktı diye ama gazeteden atılsın’ diye bir derdi yok. O, kendisine analiz yapan, mesela benden çok rahatsız oldu, ben o kesime hitap ettiğim için. Zamanında çok sahip çıktığım için AK Parti’ye oy verip, beni çok dikkatli okuyan insanlar var ve hala ben onlarla irtibatım. Onlar, ‘acaba, Cüneyt Ülsever kalleş bir adam değil, kötü bir adam değil, bize de sahip çıktı zamanında, söylediğinde bir anlam var mı?’ Ya da Özdemir İnce’nin İslamiyet’te hurafeye karşı incitici şeyler söylüyor onun açısından: ‘Böyle böyle söylüyorsun ama Kuran’da bu yoktur, şu yoktur’