• Sonuç bulunamadı

3.2. Bulgular

3.2.3. Medya ve Köşe Yazarlarının Konumlarındaki Değişim

3.2.3.4 İktidar Müdahalelerinin Köşe Yazarları Üzerindeki Etkileri

Bu kısımda, yukarıda kendileri tarafından belirtilen siyasal iktidar kaynaklı tüm etkiler nedeniyle köşe yazarlarının geliştirdikleri davranış biçimleri ele alınmıştır. Davranış biçimleri, duygusal, yazınsal ve örgütsel tepki boyutlarında ele alınmış, siyasal iktidarın hegemonyasının yeniden üretimine nasıl katkıda bulundukları belirlenmeye çalışılmıştır.

Tablo 3.31 Katılımcıların Geliştirdikleri Davranış Biçimleri: Duygusal Tepki

Tablo 3.32 Katılımcıların Geliştirdikleri Davranış Biçimleri: Yazınsal Tepki

Tablo 3.33 Katılımcıların Geliştirdikleri Davranış Biçimleri: Örgütsel Tepki

Yukarıdaki tablolara bakıldığında, eksensel kodlama aşamasında ortaya çıkan kategoriler, sinirlenme, kızgınlık duygusu (6 kişi) ve direnme (1 kişi), isyan etme duygusu (1 kişi) ile yazarak tepki vermelerine (15 kişi) karşın örgütsel olarak herhangi bir girişiminde bulunmama (10 kişi) biçimindedir.205 Katılımcı köşe yazarları kendilerine ya da mesleklerine, meslektaşlarına Başbakan’ın yaptığı eleştirilerine sinirlenerek ve kızarak duygusal tepki

205 Türenç (2012, s. 72), Hürriyet’teki yazılarının kesilmesi sonrasında yaşadığı duygusal tepkiyi, “Yazılarımı kesmek durumunda kalınca 15-20 gün çok yadırgadım hayatımı. Günlük yaşamınız öyle endeksleniyor ki yazıya… Yazarken her gördüğünüze, her yaşadığınıza, her tanık olduğunuza ‘köşede nasıl şekillendiririm, topluma nasıl mesaj verebilirim’ diye bakıyorsunuz. Yazı olmayınca bu durumdan soyutlanıyorsunuz, ‘bana ne’ deme noktasına geliyorsunuz. Bu çok rahatsız edici… Bir boşluk hissettim ama öyle bunalıma girecek, yerlerde sürünecek bir durum benim için söz konusu değil. Zaten kendimi abartan, vazgeçilmez olduğunu düşünen tiplerden değilim. Herkesin bir değeri var.” biçiminde açıklamaktadır.

vermekte; iktidarın baskısı karşısında çaresizlik hissettikleri (1 kişi) ve vurdumduymaz, aldırmaz, önemsemez bir savunma mekanizması geliştirmiş (7 kişi) oldukları anlaşılmaktadır. Yapılan görüşmelerde işten çıkarma baskısının kendi başlarına gelene kadar yerlerini tutmaya çalıştıkları, ellerinden geldiğince polemiğe girmeden kendi bildikleri doğrultuda yazılarını yazmaya çalıştıkları anlaşılmaktadır. Tüm bunlar, sansürün, zaman içinde otosansüre dönüşmesine işaret eden bulgular olarak yorumlanabilir.

Peşinden koşması gereken gündem oluşturucu ve kamuoyu yönlendirici olması lazım ama eşik bekçisi olarak şu anda daha şey geliyor. ‘Aman meseleleri dengeleyeyim, aman yıldırgan her cümleyle patronun başını belaya sokmayayım, aman şuradaki güzel işimden olmayayım ve hepsinin arkasında Başbakan’ı kırmayayım, aman Başbakan’ın dikkatini çekmeyeyim’ bence yazı yazarken köşe yazarlarına en büyük şeyi bu. Yani hukuk okumuş bir köşe yazarı, Fazıl Say’ın nefret söylemi yaptığını yazabiliyorsa köşesinde, bu, tamamen ve tamamen ebliğidir. Yani Başbakan’ı bir şekilde haklı çıkarayım deyip, hukuka utanmadan ve sıkılmadan takla arttırmaktır. (KY-04, Kişisel görüşme, 5.5.2013)

Genel olarak çeşitli gazetelerde çalışmış ve çalışmakta olan katılımcıların tamamı, kendi deneyimlerinden en tepeden en aşağı inen sansürün işlemekte olduğunu kabul etmektedirler. KY-17, “Vergi müfettişleri, cezalar, patronun ihale ilişkileri; muhalif ve özgür gazeteci ve yazarların işlerini kaybetmeleri; haberler bu koşullar altında otosansür ve sansür edilir oldu” yorumunu yapmaktadır. Var olan sansürün, gazete patronunun iktidarla olan ilişkileri nedeni ile gazeteciliğin doğal işleyişinden kaynaklandığı yönünde görüşler206 sunulmuştur:

Otosansürü geliştiriyor. Elini rahat kullanamıyor, yani klavyede basarken, bunu söylemesem, çünkü sıkıntı bana gelir, benim yüzümden patrona bir telefon gelirse, derlerse ki, bunun şeyi bu, o zaman ben sıkıntıya düşerim. Sonunda adam yaşabilecek maaş alıyor, geçiniyor ediyor. Yorum yapmayıp, düz haber bile yapsa, bu patronun şeyi deyip, otosansür, bu tür baskı Otosansürü getiriyor. Ve patronlar bir gün diyecekler ki, sonra da haklı çıkacaklar, valla biz hiç karışmıyoruz vallahi billahi. Otosansür öyle bir hale gelecek ki, hükümet yemin billah edecek, 8 aydır ne bir gazeteciyi aradık, ne bilmem ne yaptık. Patron diyecek ki, 8 aydır yayın yönetmenimi aramadım, görüşmüyorum bile, bıraktım. Çünkü otosansür öyle bir hale gelecek ki, şikayet edecek nokta kalmayacak. Türkiye yakın bir gelecekte bu noktaya gidiyor zaten. (KY-02, Kişisel görüşme, 5.5.2013)

Yani bazı ülkelerde, belki Türkiye’de reklam verenin, veren patronun oğlunun akşam yediği herzeği bile yazmak sansüre tabi olabilir. Bazı ülkelerde de ne bileyim ben, silah sanayinin, enerji sektörünün bir takım ilişkilerini yazmak sansüre tabidir. Ülkenin kendi çapına göre, dünya algılamasına göre değişir ama vardır. Yani, köşe yazarı yine oturduğunda hangi holdingin ayağına basmaması gerektiğini bilerek yazar. (KY-04, Kişisel görüşme, 5.5.2013)

206 Bu görüşlerden biri de Birand’dan (2012, s. 135-136) gelmektedir: “Bu dönemde Ak Parti’nin tepedeki yaklaşımına çok fazla dikkat etmeye başladığımız bir döneme girdik. Aman alınmasınlar, aman yazdığımız zaman dikkatli olalım, çünkü patrona zarara gelebilir. Geliyor –gelmiyor değil, ‘gelebilir’… Birlikte böyle garip bir havanın içerisine girdik.”

Otosansür ve hem otosansür hem de zaman zaman şunu yazmayalım, bu çıksın, burası şöyle olsun falan diye etkiledi yani. Yazılardan çok uçan yazılar oldu ya da aynı yazı içinde çok uçan paragraflar ya da cümleler oldu; bunu çok yaşadım son üç, dört yılda. (KY-14, Kişisel görüşme, 11.11.2013)

Tüm bu görüşlerden, otosansür görsel ve işitsel tüm basına yerleşmiş ya da yerleşmekte olduğu yorumu yapılabilir. Bu yorumla birlikte, sansür ve onun uzantısı olan otosansür üzerindeki iktidar etkisinin ne ölçüde olduğunu belirlemek gerekmektedir.207/208

Otosansür tabi ki var. Şöyle var; işte geçmişte gazete patronlarını iktidarlar tutardı. Gazetecilere kızardı, patronlarla iyi geçinirlerdi. Patrondan şunu beklerdi; sen şunu yaz deme, bu adamı atarsan at, beni rahatsız etme, böyle bir politikası vardı. Şimdi, bu dönemde, patronlara karşı, ‘yani bunu yazarsan ben seni muhatap alırım’, ‘sen bunu yazdırma kardeşim’ de. Patrona yüklenince bu, bizim gibi görece özgür yazı yazanlar ne düşünecek. Siz şimdi bu fazla çatarsan, bu iktidara bir kere patron 5 milyar lira, bizim Aydın Doğan ceza almıştı, yine ceza alacak, bir. İki, bütün bu mu etkileyecek sizin yazdığınız? Eskiden cesur yazı yazan Uğur Mumcu, rahmetli, cesur yazısında Uğur, işte mafya ile çetelerle falan karşı karşıya geliyordu; iktidar ile karşı karşıya gelmiyordu gazete patronu.. Şimdi biz iktidar ve patronajla karşı karşıyayız. Kaldı ki, eskiden bu tür konular, iktidar eleştirileri falan bu kadar sıkı değildi. Yani Ecevit’i, Mesut Yılmaz’ı çok fena topa tuttuk. Yani müthiş bir şey vardı. (KY-05, Kişisel görüşme, 27.5.2013)

KY-04 ise, otosansürün insanın doğasından da kaynaklandığını belirterek farklı bir bakış açısı sunmaktadır:

Ben, yani yaşım ve köşe yazarı olmam nedeniyle bence en önemli eşik bekçisi şu anda otosansür: kişinin kendisi. Otosansür, kişinin kendisi. Yani korkunun, en büyük korku, yani somut olması gerekmemesidir. Yani şimdi buraya, köpekten örnek verdik, buraya saldırgan bir köpek kapıdan içeri girse, bu, bizi korkutur ama somut bir korku olduğu için hoşt yaparız, masanın üstüne çıkarız, şey tedbirler alabiliriz. Somut olarak somut tedbirler alabilirsin. Soyut olan en korkunç (olan). Çocuk, öcü kapıdan girerse, duvarları mı geçer, gece mi gelir, gündüz mü gelir, tarif edemediğin zaman onun yaratacağı panik en büyüktür. Bence şu anda, Türk basının en acıklı tarafı, yaşını başını almış, kemale ermiş, mesleğinin şahikasındaki adamların, devamlı bu öcü korkusuyla yaşamaları, soyut korkuyla yaşamaları ve bunun için ne yazmalı saikinin önüne ne yazmamalı geçmiş olması. Otosansürün en büyük şeyi bu. (KY-04, Kişisel görüşme, 5.5.2013)

207 Emin Çölaşan (2012, s. 84-85), geçmiş dönemlerden farklı olarak medya patronları üzerindeki otosansürün nedenleri hakkındaki gözlemlerini, “(Önceki iktidar dönemlerinde) hayır asla olmadı. Mümkün değildi. Çünkü daha önceki iktidarlar bir anlamda aciz iktidarlardı. Ama ne zamanki AKP tek başına iktidar oldu, bütün her şey değişti. …Kazancı şuydu, Aydın Doğan büyük bir işadamı. Gazetecilik dışında bir sürü işi var. Çok büyümüştü, yedi tane gazetenin sahibi olmuştu, televizyonları vardı. Dolayısıyla her bir işi en az bir milyar dolarlık işlerdi. O yüzden tek iktidar vardı karşısında ve bu iktidarı karşısına almaya cesaret edemiyordu” biçiminde aktarmaktadır.

208 Bu durumu Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak (2012, s. 115), “Açık bir baskı yok ama dolaylı bir baskı var her zaman. Çok fazla ekonomik gücünüz varsa gücünüze yönelik tehditleri reklamla manipüle etme deneyimi her zaman olabilir. Siyaset de aynı şekilde kendine yakın medya üzerinde bu tür otokontrol mekanizması da işletebilir. İktidara yakın durmak yaranmak isteyen, iktidarı aşırı eleştiren ya da iktidarın rahatsız olduğu düşündüğü kişileri ya kadrosuna almayacaktır ya da dışarıda bırakmaya çalışacaktır. Bu, ahlaki bir sorundur” biçiminde yorumlamaktadır

Ş ekil 3.2 Kat ılı mc ılar

ın Benimsedikleri Mesleki Etik

İlkeleri ile İktidar ın Medyaya Müdahaleleri Sonuc u Olu şan Etkileri ve Olu şturd ukl ar ı Duyg usa l, Yaz ınsal, Örgütsel Te pkiler Aras ındaki İli şki.

Köşe yazarları, gerek kendilerine gerekse meslektaşlarına iktidar tarafından gelen tepkilere karşı yazılarıyla yanıt verirlerken, basın üzerindeki baskıya karşı örgütsel bir güç birliği içine girmeme eğiliminde olduklarını, daha az sayıdaki katılımcı ise örgütsel etkinliklere katıldıklarını belirtmişlerdir. Bu durumun, siyasal iktidar politikalarının yanlışlıklarının toplum adına gözetleyicilik görevinin olabildiğince sürdürülmesi olduğu kadar, yeni nesil köşe yazarlarına209/210 karşı bir duruş olduğu anlamına da geldiği söylenebilir. Siyaset anlayışının bir ürünü olarak sansür ve otosansür medyanın tamamına yayılırken, KY-15, bu olguların siyasetin olağan akışına karşılık geldiği düşüncesindedir:

Şimdi doğrudan müdahalenin de çok geliştiğini düşünüyorum. Yani işler çünkü uzun soluklu iktidar ve uzun soluklu giderek büyüyen çıkar ağı mutlaka bir yerlerden mutlaka delikler açıyor; açar yani… Açıyor da… Açtıkça ve denetlemede baskıyı arttırma gereksinimi artıyor; yani burada bir tersine işleme var. Tersine işleme olduğu için sansürün, kontrolün, işte tehdittin, hepsinin dozunun artması zorunluluğu var: Bu işin doğasında var bu. Zaten yoksa (bir) sandıktan seçim kazanan bir iktidar niye sivil diktatörlük gereksinimine kapılsın; hiç gereği yok. Niye en sağ koluna, yardımcısına toplum içinde meydan okusun? Ya da demokrasiyle sandıktan çıkmış bir iktidarın başı, başbakanı olarak kitlelerin önünde medyaya bağırsın, çağırsın? İşler iyi gitmediği için… Zorlandığı her yerde baskıyı arttırmak zorunda kalıyor. Bu bir kaostur yani… Bu, hep böyledir bu iş... Bu, eşyanın tabiatında olan bir şeydir. (KY-15, Kişisel görüşme, 12.11.2013)

KY-15’in belirttiği AKP’nin basın rejimi anlayışı böyle iken, habercilerin ve yazarların gelen tepkiler karşısında artık duyarsızlaşmaları, doğrudan medya ürünlerinin niteliklerini doğrudan etkilediği söylenebilir. Elbette, iktidar karşısında bulunduğu konum nedeniyle

209 Yeni nesil köşe yazarlarının buralarda tutunabilmelerinde siyasal iktidar kadar, okuyucu tipinin ve kültürünün değişmesi de etkili olduğu yorumları yapılmaktadır. Örneğin, okuyucular açısından psikologa gitme gereksinimini karşılayan, okumanın adeta bir terapi etkisine sahip köşe yazarlarına dikkat çeken Ehtem Mahçupyan’a (22.1.2014) göre, bunların dışında kalanlar freni patlamış kamyona benzemektedirler. Yeni bir kavram olarak ortaya atılan paralel merkez medyaya yerleşen, Mahçupyan’ın bahsettiği abes içerikler kaleme almayacak yazarlar AKP iktidarı döneminde ortaya çıkmıştır. Kişiden kişiye değişse de, Mehmet Barlas’a (28.9.2010) göre bu kuşağın en bilinen temsilcileri, Sabah gazetesi dışındakiler olarak Ahmet Kekeç, Bejam Matur, Salih Tuna, Şamil Tayyar, Negehan Alçı, Rasim Ozan Kütahyalı, Atılgan Bayer, Elif Çakır’dır. Farklı görüş ve özelliklerde de olsa yeni kuşak içindeki kişiler bu kadarla sınırlı değildir: Yıldıray Oğur (yeni Mehmet Barlas), Ezgi Başaran (yeni Nuray Mert), Tuğçe Tatari (yeni Yazgülü Aldoğan), Melis Alphan (yeni Ruhat Mengi), Yiğit Karaahmet (yeni Serdar Turgut), Koray Çalışkan (yeni Can Ataklı), Hakan Aygün (yeni Fatih Çekirge), Tolga Tanış (yeni Sedat Ergin), Serdar Akinan (yeni Ufuk Güldemir), Akif Beki (yeni Zafer Mutlu), Metehan Demir (yeni Yavuz Donat) (Sözcü, 9.2.2014), Aslı Aydıntaşbaş (yeni Nazlı Ilıcak), Abdülkadir Selvi (yeni Fikret Bila), Kadri Gürsel (yeni Altan Öymen), Soner Yalçın (yeni Uğur Mumcu), Kaya Genç (yeni Elif Şafak), Barış Terkoğlu (yeni Ruşen Çakır), Eyüp Can (yeni Hasan Cemal), Pınar Öğünç (yeni Ece Temelkuran), İsmail Saymaz (yeni Celal Başlangıç), Ahmet Şık (yeni Emin Çölaşan) (Eğin, 16.2.2014). Yeni nesil köşe yazarı olarak anılan gerek iktidara yakın gerekse iktidara muhalif çizgiye sahip tüm bu kişiler, 2000’lerin basın-iktidar ilişkilerinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır.

210 Kendilerini demokrat olarak nitelendiren bu kuşağın temsilcileri içinde Rasim Ozan Kütahyalı’dan sonra gelen en popüler kişi olan Yıldıray Oğur, köşe yazarlığı hanedanlığının yıkılmakta olduğunu ileri sürenlerdendir. Türkiye’deki medyanın değişiminin yapı taşlarından biri olarak kendini gören Oğur (12.2.2012) kendi deyişiyle, “Eurovizyon’daki başarıları hükümete mal eden”, “Başbakan Erdoğan’a “sizi bir liralık eleştirebilir miyim” diye soran, merkez medyayı, köşe yazarlığını çok sert eleştiren yazılar kaleme almaktadır.

sansür ve otosansürden etkilenmeyenler211 de söz konusu olabilirken, gazetecilerin iktidara olan konumlarına göre etkilenme dereceleri farklılaşmakla birlikte, zaman içinde hemen hemen tüm gazetecilerin bir biçimde sansür etkisini hissetmekte olduğu ve bunu içselleştirilerek otosansüre dönüştürmekte oldukları anlaşılmaktadır.212