• Sonuç bulunamadı

Alman kaynaklarına göre II. Dünya Savaşı yıllarında Türk dış politikası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Alman kaynaklarına göre II. Dünya Savaşı yıllarında Türk dış politikası"

Copied!
172
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANA BİLİM DALI

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKİLAP TARİHİ BİLİM DALI

ALMAN KAYNAKLARINA GÖRE

II. DÜNYA SAVAÍI YILLARINDA TÜRK DIÍ POLİTİKASI

Latif Çelik

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman Prof. Ramazan Çalık

(2)
(3)
(4)

ÖNSÖZ

II. Dünya Savaşı yılları Türk tarihinin çok yakın bir dönemi ve bu zaman dilimini yaşayan canlı tanıkların hala aramızda olmasına rağmen, kısıtlı arşiv bilgileri ile 1939-1945 arası dönemin resmini bir bütün olarak görmek mümkün değildir. Dönemin sıkıntı ve zorluklarını iç siyasete alet eden bakış açısı da, bahse konu yılların önemli dış politika deneyimlerinin net olarak araştırılmasındaki zorluklardan birisi olarak öne çıkmaktadır. Tez konusu araştırma ile gelecek nesillere bilimsel süzgeçten geçmiş sağlam bilgiler bırakmak için savaş yıllarının Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerini siyaset tarihi disiplini altında incelenmesine çalışılmıştır.

Alman tarihi ve toplumunu çok iyi tanıyan tez danışmanı hocam Prof. Ramazan Çalık‟a, bu ülkede yaşayan biri olarak beni, dönem ile ilgili Alman arşiv belgelerini araştırmaya yönlendirmesine geldiğim noktada teşekkür etmek istiyorum.

Bundesarchiv (Federal Almanya Dışişleri Bakanlığı Resmi Arşivi) yetkilisi Bay Bäumle ve Bayan König‟e araştırmalarım sırasında gösterdikleri kolaylık ve sağladıkları imkanlar, Bundesbildstelle (Federal Almanya Tarihi Fotoğraf Resmi Dairesi) yetkilisi Bay Dr. Sander‟e dönemin resimleri ve Bundeszentrale für Politische Bildung‟a (Federal Almanya Politik Araştırmalar Merkezi) II. Dünya Savaşı yıllarına ait bilgiler için içtenlikle teşekkür ediyorum.

Tez çalışması boyunca çeviri, resim ve araştırma-dosyalama konularında bana sürekli destek olan IKG - Kültür, Tarih ve İntegrasyon Araştırmaları Enstitüsü sekreteri sevgili eşim Aysel Çelik‟e de içtenlikle teşekkür ediyorum.

(5)

ÖZET

70 yıl önce dünya genelinde 70 milyon insanın hayatına mâlolan II. Dünya Savaşı‟nda tarafsız kalmayı başaran genç Türkiye Cumhuriyeti‟nin diplomatik kazanımları siyasal bilim açısından hâlâ önemini korumaktadır. Bu yüksek lisans tez çalışması ile, II. Dünya Savaşı‟nı saldırarak başlatan ve teslim olarak bitiren Almanya‟nın arşivlerindeki döneme ait belgelerin ışığında Türkiye‟nin dış politikasına yeni bir bakış açısının getirilmesi amaçlanmaktadır.

Bu dönemi araştırırken Türkiye‟nin değişik ülkeler ile olan ilişkilerinin üçüncü ülkeler ile olan ilişkilerine domino etkisi yapacağı göz önüne alındığından, mümkün olduğunca fazlaca batılı kaynak kullanılmaya özen gösterilmiştir.

Çalışmanın I. Bölümünde Türk Alman ilişkilerine genel bakış başlığı altında I. Dünya Savaşı dönemi ve iki milletin müttefik olmalarının tarihî sürece etkileri incelenirken II. Bölümde yenilginin taraflar üzerindeki etkileri incelenmiştir. III. Bölümde Türkiye‟nin güvenlik çemberi, IV. Bölümde savaşta rol oynayan ülkeler ile olan ilişkileri ve nihayet V. Bölümde savaşın ortasındaki Türkiye‟nin dış politikası Alman arşiv belgeleri ışığında incelenmeye çalışılmıştır.

VI. Bölümde ise sonuç olarak, Alman kaynaklarına yansıyan yönü ile Türkiye‟nin savaşa girmesi ve girmemesi durumunda olmuşlar ve olabilecekler yorumlanmaya çalışılmıştır.

(6)

ABSTRACHT

Die diplomatischen Bemühungen und die Neutralität der zu dieser Zeit des Zweiten Weltkriegs noch sehr jungen Republik Türkei verdienen zweifelsohne eine grundlegende Erforschung. Der Zweite Weltkrieg, der vor 70 Jahren mit mehr als 70 Mio. Toten endete, prägte auch die Beziehungen zwischen Deutschland und der Türkei grundlegend. Vorliegende Arbeit versucht anhand von zeitgenössischen Quellen ein neues Licht auf die Außenpolitik der Türkei während der Kriegsjahre und die Auswirkungen dieser Position auf die deutsch-türkischen Beziehungen werfen.

Weiter spielen auch die Beziehungen zu den anderen europäischen Staaten während dieser Zeit eine zentrale Rolle, worin auch der eigentliche Grund für die vergleichsweise breite Palette an deutschen Quellen und Literatur bei der Arbeit liegt.

Im ersten Abschnitt der Arbeit geht es um eine allgemeine Darlegung der deutsch-türkischen Beziehungen zur Zeit des Ersten Weltkriegs während im zweiten Part der Untersuchung insbesondere auf die gemeinsam erlebte Niederlage aus diesem ersten großen Krieg eingegangen wird. Der dritte Abschnitt widmet sich der türkischen Sicherheitsarchitektur und dem Sicherheitsempfinden während des Zweiten Weltkriegs, wobei die Beziehungen zu den einzelnen Ländern im vierten Teil näher untersucht werden. Der fünfte Abschnitt geht zentralen Aspekten der türkischen Außenpolitik im Krieg auf den Grund und legt den Hauptschwerpunkt auf die Beziehungen zum Dritten Reich. Im letzten Fazit-Part der Studie wird der Frage nach den Vor- und Nachteilen des sehr späten Kriegseintritts auf der Seite der Alliierten aus Sicht der Türkei behandelt.

(7)

Kısaltmalar

Auswertiges Amt

Federal Almanya Arşivleri Dışişleri Bakanlığı Dairesi a.g.e.

Adı geçen eser Bundesarchiv

Federel Almanya Arşivleri

c. Cilt

çev. Çeviren

M.C. Milletler Cemiyeti

M.B.S. Möntroux Boğazlar Sözleşmesi

s. Sayfa ss. Sayfadan sayfaya Sancak Hatay SSCB Sovyetler Birliği TDP Türk Dış Politikası TTK Türk Tarih Kurumu Üniv. Üniversite

(8)

İÇİNDEKİLER

Bilimsel Etik Sayfası ... i

Tez Kabul Formu ... ii

Önsöz / Teşekkür ... iii

Özet ... iv

Abstracht... v

Kısaltmalar ve Simgeler Sayfası ... vi

İçindekiler...vii

Giriş ... 1

I.BÖLÜM 1. Türk - Alman İlişkilerine Genel Bakış ... 5

1.1. Türkiye‟de Alman İzleri ... 6

1.2. Almanya‟da Türk İzleri ... 9

1.3. Türk Kültürünün Alman Kültürüne Etkisi ... 11

1.4. Osmanlı-Prusya Siyasi İlişkileri ... 14

1.5. 1878 Berlin Kongresi‟nin İkili İlişkilere Etkisi ... 18

1.6. Alman Danışmanlar Türkiye‟de ... 21

1.6.1. Osmanlı Ordusunun Yeniden Dizaynı ... 23

1.6.2. Osmanlı İmparatorluğu‟nda Demiryolu İnşaatları ... 25

1.6.3. Osmanlı Alman Eğitim İlişkileri ... 27

II.BÖLÜM 2. Birinci Dünya Savaşı ve Sonrası... 30

2.1 Türkiye Üzerinde Alman Menfaatleri ... 32

2.2. Kaybedilen Savaşın Türkler Üzerindeki Etkileri... 35

2.3. Savaş Yenilgisinin Almanlar Üzerindeki Etkileri... 37

2.4. Kalkınan Almanya´da Kısıtlanan Demokrasi ... 41

(9)

3. Türkiye‟nin Uluslararası Güvenlik Çenberi... 46

3.1. Türkiye Milletler Cemiyeti‟ne Üye Oluyor... 48

3.2. Balkan Antantı Paktı ... 49

3.3. Montreux Boğazlar Konferansı ... 51

3.4. Türkiye‟nin İmza Koyduğu Uluslararası Taahhütler ... 53

IV. BÖLÜM 4. Savaşan Ülkeler ile Savaş Öncesi İlişkiler ... 56

4.1. Türkiye – İtalya İlişkileri ... 57

4.2. Türk – Sovyet İlişkileri ... 59

4.3. Türkiye – Fransa İlişkileri ... 62

4.4. Türkiye - İngiltere İlişkileri ... 65

4.5. Türkiye - Almanya İlişkileri ... 68

V. BÖLÜM 5. Savaşanların Ortasında Savaşa Karşı 1939 - 1945 ... 70

5.1. Türkiye´nin Müttefikler Safında İttifak Arayışı ... 71

5.2. Türkiye üzerinde Alman-Sovyet Pazarlığı ... 78

5.3. Herkesin Gözü Türk Boğazlarında ... 80

5.4. Batı Avrupa‟yı Teslim Alan Hitler Balkanlar‟a İniyor ... 82

5.4.1. Türkiye‟nin Yeni Komşusu: Hitler ... 83

5.4.2. Türk - Alman Saldırmazlık Paktı İmzalanıyor ... 86

5.4.3. Almanya‟nın Turancılık Oyunları ... 91

5.4.4. Almanya‟nın Türkiye‟deki İstihbarat Çalışmaları ... 98

5.4.5. Alman Hayallerinin Sonuna Doğru ... 100

VI. SONUÇ ... 106

Kaynakça... 110

Ekler... 117

(10)

Uluslararası Anlaşmalar...117

EK-2 1923 - 1939 Yılları Arasında Türkiye‟nin İhracat ve İthalatı...120

EK-3 Dönemin Önemli Íahsiyetlerinin Görev Süreleri...121

EK-4 1930 - 1939 Arası Döneme Ait Resimler... 122

EK-5 1939 - 1945 Ankara Berlin Arasındaki Arşiv Belgeleri... 142

EK-6 Adolf Hitler‟in İsmet İnönü‟ye Mektubu... 163

EK-7 İsmet İnönü‟nün Adolf Hitler‟ Mektubu... 164

(11)

Uzun bir tarihî geçmişe sahip olan Türkiye ve Almanya devletleri II. Dünya Savaşı yıllarında yakın ilişki içerisinde olmuşlardır.1 En son teknolojilerin kullanıldığı bu savaşa odaklanan siyasi tarihçiler, 1939 yılı öncesi döneme çok az ışık tutmuşlardır. Almanya‟nın savaş öncesi 10 yılı incelendiğinde gidişatın varacağı noktanın çok kanlı bir savaş olduğu açıkça farkedilmektedir. Komşuları ile sürekli problem çıkaran Almanların Versay Antlaşmasını tanımadıklarını açıklamaları da Avrupa siyasetinin önüne koyulan ve hiç barış yolu ile çözülmesinden yana olunmayan bir problem konumuna getirilmiştir.2

Almanya ile 1925 yılında imzaladığı anlaşma ile ilişkileri geliştirmeyi amaçlayan iki yıllık genç Türkiye Cumhuriyeti ise aynı dönemde ülke kalkınması ve güvenlik kuşağı konuları ile meşguldür. Dönemin Türk Siyaseti‟nin eğitim, tarım ve kültürel hamleleleri öne çıksa da Avrupa‟nın sert kamplaşmalarını hayra yormayan Türkiye 1930 yılından itibaren süratle yeni paktların kurulmasını teşvik ve bu yöndeki çabalara öncülük ederek kendi güvenliğini garantiye almak çabasındadır. Savaş yıllarının doğru yorumlanması için savaşa giden yoldaki Alman ve Türk siyasetleri incelendiğinde her iki tarafın da savaş sonrası geldikleri noktanın da niyetlerinin sonucu olduğu açıkça görülecektir.

Alman kaynakları incelenerek I. ve II. Dünya Savaşı arasında kalan zaman dilimini inceleyen geniş kapsamlı bir Türk-Alman ortak tarihi henüz yazılmamıştır.3 Genelde büyükelçilik yazışmalarına dayanan son dönem akademik çalışmalar özellikle Alman arşivlerine kaydırıldığında, bu dönem sadece yaklaşan bir savaşın estirdiği sert rüzgarlar ile değil, Türkiye ve Almanya‟nın idealizm olarak da birbirinden ayrıldıkları farkedilecektir.4 Versay Antlaşması sonrası Kayzer‟ini

1 Deutsches Nationalarchiv, Archiv des Auswärtigen Amtes, Korrespondenz und Schriftverkehr

zwischen Berlin und der deutschen Botschaft in Ankara, 2. April 1943, Akte / Dokument Nr. 5, Telegramm Nr. 3.

2 Jacobsen, Hans-Adolf, “Nationalsozialistische Außenpolitik, 1933-1938“ Frankfurt am Main, Berlin

1968, s. 44.

3 Krecker Lothar, “Deutschland und die Türkei im Zweiten Weltkrieg“ Vittorio Klostermann Verlag,

Frankfurt 1964, s. 11.

4 Çelik Latif, “Siyaset ve Tarih bağlamında Türk – Alman İlişkileri“ Birlik Gazetesi Almanya Bask.,

(12)

kaybeden Almanya komşuları ile ilişkileri düzeltme yolunda gayret gösterirken5, Türkler ülkelerindeki işgalci son düşman askerini ancak 9 Eylül 1922‟de çıkarabilmişlerdir.6

Büyük toprak ve insan kayıpları ile önemli yaralar alan Türkler ve Almanlar ülkelerini kalkındırmak için milliyetçi söylemleri öne çıkarırken, Almanya kısa zamanda Alman olmayan herkese kuşku ile bakmaya başlamış, Türkiye ise “Yurtta sulh, Cihanda sulh“ prensibi etrafında savaşlardan uzak ve imkanlar ölçüsünde kalkınma çabalarını yoğunlaştırma yoluna gitmiştir.7

Almanya‟nın milliyetçiliği kendilerini tarihin en büyük yangınının müsebbibi yaparken, Türklerin milliyetçiliği „Son Vatan Parçası‟nı elde tutma“ şeklinde tezahür ederek savaştan uzak kalma gayretlerine temel oluşturmuştur.8

1918 yılı sonunda Almanların ve Türklerin yenilgiyi kabul etmeleri, 40 yıldan bu yana en üst düzeyde süren siyasî, askerî ve ekonomik ilişkilerin kırılma noktası olmuştur. Yenilginin akabindeki 5 yıllık dönem de İngilizlerin baskısı ile Türk-Alman İlişkileri‟nin zoraki olarak dondurulduğu bir dönemdir. Ankara ile Berlin arasındaki ilk siyasî ilişkilerin kurulduğu 3 Mart 1926 gününe kadar her iki ülke de İngiltere‟nin yakın siyasî takibi altındadır.9

Türkiye‟nin Arap coğrafyasını, Almanya‟nın ise sömürgelerini terketmesi ile sonuçlanan savaş sonrası Türkler ve Almanlar ülkelerini yeniden yapılandırma yolunda çalışmaya başlamışlardır. Almanya, bereketli Afrika sömürgelerini ve Türkler ise orta doğu petrollerini kaybederken I. Dünya Savaşı‟nın mağluplerinin Almanlar ve Türkler olduğu ne kadar net ise dünya hakimiyetinin de artık İngilizler‟e geçtiği o kadar net olarak

5 Werner Conze, “Die Weimarer Republik“ in: Peter Rassow (Hrsg.): Deutsche Geschichte im

Überblick, Stuttgart 1973, s. 645.

6 Kinross Lord, “Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu - II“ İstanbul 1966, s. 44.

7 Cremer Jahn / Przytulla, Horst, “Deutschsprachige Emigranten in der Türkei“ 1933-1945, Karl, M.

Lipp Verlag, München 1991, s. 13.

8 Bkz. "Yurtta sulh, Cihanda sulh" Mustafa Kemal Atatürk tarafından ilk defa 20 Nisan 1931‟de seçim

beyannamesinde dile getirilmiştir; “Cumhuriyet Halk Fırkasının müstakar umumî siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye kâfidir zannederim: Yurtta sulh, cihanda sulh için, çalışıyoruz” (CHP Genel Merkezi Kayıtları, 1930-35, dosya 42, sayfa 24).

9 Bkz. EK-1, Türkiye Cumhuriyeti tarafından 1923 – 1938 yılları arasında imzalanan uluslararası

(13)

ortaya çıkmıştır. Bu konuda, işbu çalışmanın yazarı ve araştırmacı Latif Çelik‟in tespitleri şöyledir:

“Almanya‟ya Versay ve Türklere Sevr Anlaşmalarını dikte ettiren Büyük Britanya Krallığı, dünya enerji kaynaklarının %70‟den fazlasını elinde bulunduran ortadoğu bölgesinin 1920 yılından sonra tek hakimidir.“10

Almanya‟nın 1926 sonrası siyasileri tarafından öne çıkarılan söylemler “Almanya‟ya Haksızlık Yapıldığı“ ekseninde kitlelere ulaştırılmıştır. Bu durumu kullanan milliyetçi siyasetçiler toplum nezdinde büyük itibar görürken, aynı zamanda Avrupa‟nın önder ülkeleri arasında süratli bir kamplaşma başlamıştır.11

İkinci Dünya Savaşı gerçek anlamda büyük Avrupa Devletleri‟nin menfaat kavgasıdır. Yenilen devletlere dikte ettirilen anlaşmaların ağır ekonomik, siyasî, askerî ve hukukî şartlar içermesi, bu ülkelerin toplumlarında hoşnutsuzluğun çok ötesinde bir öç alma ve hesap kesmeye hazırlanma şeklinde algılanmıştır.12

Savaş sonrası çizilen sınırlardaki dikkatsizlik ve kasıtlar da kısa zaman sonra etnik çatışmalar ve sınır sorunlarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Almanya‟da Nasyonal Sosyalistler serbest seçimler ile geldikleri iktidarda hızlı bir kalkınmayı başlatırken, ekonomik krizin giderek arttığı İtalya‟daki hoşnutsuzlukları kullanan Mussolini liderliğindeki faşistler siyasette ağırlığını koymaya başlamışlardır. Kısa süre sonra aralarındaki birliği deklere eden “Mihver Devletleri“ anlaşmaları 1930 ortalarının yaklaşan yeni bir cihan savaşı öncesi açık meydan okumalarıdır. Roma ve Berlin‟de yönetimi eline alan hükümetlerin antisemitist davranış ve tehditleri arttıkça Avrupa‟nın gitmekte olduğu çıkmaz sokak İngiltere ve Fransa tarafından daha ciddî tahmin edilmeye başlanmıştır.13 Sanayi devleri arasındaki karşılıklı savaş ve işgal

10

Çelik Latif, “Birinci Dünya Savaşı Sonrasında İslam Coğrafyası“ Konferans Bildirisi, Darmstad Üniversitesi – Almanya 2003, s. 7.

11 Jacobsen Hans-Adolf, “Nationalsozialistische Außenpolitik 1933-1938“ Frankfurt am Main, Berlin

1968, s. 66.

12 Çelik Latif, “II. Dünya Savaşı Batılı Sermayenin Kendi Aralarındaki Kirli Savaşıdır“ Birlik

Gazetesi Almanya Baskısı, Nisan 2012, s. 6.

13 Buchbinder Wolfgang, “Der Faschismus in seiner Epoche“ Mondlicht Verlag, München 2000, s.

(14)

tehditleri ile dolu karamsar siyasî ortam, Almanya - İtalya ekseninin karşısında bir

İngiliz - Fransız müttefikliğin doğmasına yol açmıştır. II. Dünya Savaşı‟na giden yolda Türkiye‟nin jeopolitik durumunun farkında

olan Mihver ve Müttefik Devletler, daha savaş başlamadan Türkiye‟nin kendi saflarında yer alması için sürekli diplomatik çaba harcamışlar, hatta siyasî ve askerî baskı yapmışlardır. Almanya ve İngiltere‟nin başını çektiği taraflardan gelen siyasî baskılara kararlı ve onurlu şekilde karşı koyarak “savaşın dışında kalma“ stratejisini adım adım uygulayan Ankara‟nın kararlı dış politikası, hem savaşın dışında kalmayı hem de savaş sonunda oluşan dengeler içerisinden toprak bütünlüğünü muhafaza etmeyi başaran bir ülke olarak çıkmasında önemli rol oynamıştır.14

Atatürk‟ün ölümünden 9 ay sonra başlayan II. Dünya Savaşı‟nın en başından itibaren Türk Dış Politikası‟nın ana hedefinin, savaşın dışında kalmayı, taraflara eşit uzaklıkta olmayı ve önceliğin ülke sınırlarının muhafazası olduğu taraflara açık bir dille ifade edildiği için tarafsızlık merkezli Türk dış politikasının ana hedefi de Türkiye‟nin kirli savaştan uzak kalmasını sağlamak yönündedir.15

Savaşan taraflara karşı ilişkilerinde değişik taktikler uygulayan Türkiye‟nin savaş dışı kalma stratejisi zaman zaman bir tarafa yaklaşıyor gibi görünse de ana hedef olan tarafsızlık ilkesi hiç bir zaman değişmemiştir. Savaş süresince Türkiye‟nin ciddiyetle takip ettiği temel politika, dengeleri gözetmeye endekslidir. Mihver Devletlerin belirleyici ülkeleri olan Almanya ve İtalya ile, müttefik devletlerin liderleri konumundaki İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği ve ilerleyen dönemde Amerika Birleşik Devletleri arasındaki güç ilişkileri, çatışmaları ve diğer rekabetleri kullanmayı Türkiye çok iyi başarmıştır. 1939 - 1945 yılları arasında denge siyasetini sürdürürken savaşın gösterdiği seyir ve trendleri de yakından takip eden Türkiye, savaşan tarafların askerî kayıp ve kazançlarını da dikkatlice takip ederek önemli değişkenlikleri sürdürdüğü dış politikasına yansıtmıştır. Tarafların askerî, siyasî ve ekonomik durumlarını gerçekçi bir şekilde değerlendiren Türkiye, dış politikasını basit manevralara kurban etmeden,

14

Sarınay Yusuf, “Türkiye‟nin Batı İttifakına Yönelişi ve Nato‟ya Girişi“ Ankara 1988, s. 20.

15 Önder Zehra, “Die türkische Außenpolitik im Zweitewltkrieg“ Südost-Institut München, R.

(15)

nihaî hedefi olan “Savaşın Dışında Kalma“ politikasından son ana kadar taviz vermemeyi başarabilmiştir.16

Bu yüksek lisans tez çalışması ile II. Dünya Savaşı öncesi ve savaş süresince Federal Almanya askerî ve siyasî arşivlerinde yer alan Türk-Alman İlişkileri ve Türk Dış Politikası incelenecek, bu döneme ait Türk ve Alman kaynaklardan faydalanarak dönemin Türk Dış Politikasına yeni bir yorum getirilecektir. Türkiye‟nin savaş dışı kalma poltikasının ışığında, Almanya‟nın Türkiye‟yi etkilemek için ortaya koyduğu siyasî çabalar, askerî güç gösterileri, ekonomik rüşvetler, ideolojik yaklaşımlar ve Türkiye‟ye teklif edilen savaş sonrası vaatler incelendiğinde Türkiye‟nin uyguladığı politikanın ne kadar doğru bir yaklaşım olduğu ortaya çıkmış olacaktır. 1939-1945 yılları arasındaki Alman arşiv belgelerini incelerken bu dönemin Türk siyasetçileri de tarihî süreç içerisinde hakettikleri gerçek yere koyulmuş olacaklardır.

I.BÖLÜM

1. TÜRK - ALMAN İLİÍKİLERİNE GENEL BAKIÍ

Türk - Alman İlişkileri‟nin geçmişi 12. yüzyıldaki Haçlı Seferlerine kadar uzanır. Vatikan tarafından organize edilen orduların idaresini elinde bulunduran Kutsal Roma - Germen İmparatorluğu‟nun Alman asıllı komutanları Hohenstaufen Konrad III. ve I. Friedrich Barbarossa Kudüs‟e yaptıkarı seferlerde Anadolu güzergâhını kullanırken karşılarında Selçuklu Türkleri vardır.17

İki milletin tarih sahnesindeki bilinen en eski ilişki din motifli bir karşılaşma olarak tarihe geçerken, Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan ile anlaşarak Torosları aşıp Anadolu‟yu terketmek isteyen Alman komutan İmparator I. Friedrich Barbarossa‟nın Göksu ırmağını

16 Egner Björn, „Dieser Krieg geht uns nichts an - Die türkische Neutralität im Zweiten Weltkrieg“

Technische Universität Darmstadt, Institut für Geschichte Seminar, Sommersemester 2000.

(16)

geçerken 1190 yılında boğulması ikili ilişkilerin günümüze kadar ulaşan acı bir hatırasıdır. 18

İslam Dünyası‟nın ön kalesi ve Kudüs yolu üzerindeki Anadolu platosunu savunan Türkler ile Haçlı Orduları‟nın idarecisi Almanlar arasındaki bu seferlerde Avrupa içlerine kadar esir olarak getirilen Türklerin günümüze kadar ulaşan nesilleri Almanya başta olmak üzerere Avrupa‟nın çeşitli ülkelerinde hayat sürmektedirler. 19

1.1. Türkiye’de Alman İzleri

Haçlı Seferleri sonrası uzunca bir dönem Türkler ile Almanlar arasında ticarî, askerî ve kültürel ilişki olmamıştır. 14. yüzyılda Balkanlarda ilerleyen Osmanlı İmparatorluğu‟nun karşısına savunma amaçlı olarak çıkan birleşik Avrupa güçleri arasında küçük Alman birlikleri bulunsa da uzman tarihçiler bunları Avusturya Ordusu olarak adlandırmışlardır. İmparatorluğun Balkan şehirlerindeki pazarlara ticarî maksat ile gelen tüccarlar da Türk ve batılı tarihçiler tarafından Avusturyalılar olarak adlandırılmışlardır. 1763 yılında Osmanlı Elçisi olarak Berlin‟e gelen Ahmet Resmi Efendi ile başlayan Prusya – Osmanlı ilişkileri günümüze kadar devem eden son dönem Türk - Alman ortak tarihinin başlangıç noktasıdır. Almanya uzunca bir dönem Kutsal Roma - Germen İmparatorluğu sınırlarına dahil olmasına rağmen bu devlet Viyana‟da ikamet eden Habsburg hanedanı tarafından yönetilmiştir. Daha sonraki dönemde ise 1815 yılında kurulan Alman Konfederasyonu 1866 yılına kadar devam edecektir. 1871 - 1918 arası Alman İmparatorluğu, 1919 - 1933 arası Weimar Cumhuriyeti (Türkçe Vaymar şeklinde okunuyor) ve 1933 - 1945 yılları arası da Üçüncü İmparatorluk (ya da Üçüncü Reich) dönemi olarak bilinen Almanya‟nın tarihî gelişimine son olarak 1990 yılında İkinci Dünya Savaşı sonrası koparılan doğu bölümü (Türkçe adıyla Demokratik Almanya Cumhuriyeti; Almanca adıyla

18

Opll, Ferdinand, “Friedrich Barbaross“ Primius Verlag, Almanya 2010, s. 25.

19 Çelik Latif, “Goethe‟nin Türk Akrabaları - Soldan‟lar“, Türkische Spuren in Deutschland,

(17)

Deutsche Demokratische Republik) eklenince bu günkü halini almıştır. Almanya, tarihinin her döneminde gerek Osmanlı ile, gerekse 1923 senesinde tarih sahnesinde yerini alan modern Türkiye Cumhuriyeti ile geniş ilişki yumağına sahip olmuştur. 19. yüzyıl ortasından itibaren giderek artan Türk - Alman İktisadî ilişkileri ile ilgili Cenk Reyhan‟ın tespitleri şöyledir:

“Bir yanda emperyalizm aşamasında kendisine hammadde kaynakları ve pazar arayan kapitalist bir devlet Almanya, diğer yanda sömürgeleşme sürecinde büyük bir devletin himayesini arayan hammadde ve pazar kaynağı imparatoryal bir devlet Osmanlı. Birbirine zıt gelişmişlik düzeyi ve toplumsal formasyondaki bu iki devletin kader ortaklığı.“20

Anlaşılıyor ki Türk - Alman ilişkileri ekonomik kader ortaklığı olarak başlayıp siyasî ve askerî sahalara kadar uzanan geniş yelpazeli bir stratejik birlikteliğe dönüşmüştür. İşbirliğinin Türkiye ayağı zaman ve konjonktüre göre trendlerde yükselme ve alçalma göstermesine rağmen hiç bir zaman sona ermemiş ve sürekli gelişme göstermiştir.

Osmanlı İmparatorluğunun büyük önem verdiği demiryolu inşaatı da Türkiye‟de Alman firmaları tarafından yürütüldü. Geniş bir coğrafyaya yayılan Osmanlı İmparatorluğu açısından stratejik önemi de olan demiryolları Osmanlı Devleti tarafından merkezin gücünü uzaklara hissettirmek olarak algılanırken Almanlar‟ın hesabı iktisadî kazanç ve uzun vadede enerji kaynaklarına ulaşmaktır. Türkiye‟nin bir çok şehrindeki tren istasyonları Alman mimarların yapısı olduğu için birbirine büyük benzerlikler gösterirler.21

Cumhuriyet kurulduktan sonra özellikle eğitim alanında ciddi şekilde katkıları olan Alman akademisyenlerin İstanbul ve Ankara Üniversitelerinin kurulmasında önemli görevler üstlenmişlerdir.22 Küçük bir bozkır kasabası iken

20

Cenk Reyhan, “Türk-Alman İlişkilerinin Tarihsel Arka Planı 1878-1914” Belleten, Cilt: LXIX, Nisan 2005, s. 254.

21 Pohl Manfred, “Von Istanbul nach Bagdad“ Piper Verlag, München-Zürich 1999, s. 166.

22 Neumarkt Fritz, “Zuflucht am Bosporus, deutsche Gelehrte, Politiker und Künstler in der

(18)

1928 - 1936 yılları arasında Alman mimar ve mühendislerin katkısı ile 20. yüzyılın modern bir başkenti konumuna dönüşen Ankara‟daki Alman mimarî23 izlerini de gözardı etmek mümkün değildir. Cemil Koçak, Türk – Alman İlişkileri adlı eserinin Anadolu‟da Alman mimarisi adlı bölümünde şöyle demektedir:

“Osmanlı modernizasyonunun adeta devamı niteliğinde bir Alman yardımı hemen her alanda (millî çıkarlar gözetilmek kaydıyla) sağlanmıştır. Bu alanlardan birisi de mimari alanıdır. Anadolu merkezli bir ulus devlet projesini uygulamaya koyan Cumhuriyet hükümeti bu alanda Alman uzmanların yardımına başvurmuştur. Bu hâliyle değişen ve gelişen Anadolu kentleri de sözkonusu yardımdan nasibini fazlasıyla almıştır. Ankara Şehremaneti´nin imâr plânı için açtığı yarışmayı Alman Prof. Hermann Jansen kazandı. Jansen´in planı, 1932´de tasdik edildi ve iki yıl sonra da uygulamaya kondu. Bu zat aynı zamanda Ankara İmar Müdürlüğü´nde 1938 yılına değin danışman olarak görev yapmıştır.“24

Tanzimat sonrası sürekli batı ile ilişki içerisinde olan Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti bürokrasisinin Avrupa‟dan aldıklarının yarıdan fazlası hep Almanya üzerinden Türkiye‟ye girmiştir. Fransa ve İngiltere‟nin askeri sahada Türklere karşı gösterdiği rekabeti de iyi kullanan Almanlar 19. yüzyıl sonrasında geliştirdikleri güleryüzlü kapitalizm modeli ile “Drang nach Osten“, yani Doğuya Doğru Genişleme projesi eksenli bir genişleme stratejisi yürütmüşlerdir.25 Türkiye‟ye batıdan gelen ekonomi, teknoloji, siyasî, askerî, eğitim, sağlık, harita ve daha bir çok alandakı yenilikler yüz yılı aşkın bir süredir sürekli Almanya ve Almanlar üzerinden girmiştir. Türkiye‟nin bir çok bölgesindeki birbirinden son derece bağımsız alanlardaki eserler görülen Alman stil ve damgaları son derece etkili Alman İzleri olarak görülebilir.

23 Hoffmann Werner, “Das Werden einer Hauptstadt: Biographien zur baulichen Entwicklung

Berlins“ Berlin 1987, s. 387 - 406.

24

Koçak Cemil, “Türk-Alman İlişkileri (1923-1939)” T.T.K. Yayınevi, Ankara 1991, s. 48.

25 19. Yüzyılda sanayi devrimini tamamlayan Prusya (Almanya) kendisi ile yarışma halinde olan

Avrupa‟nın diğer büyük güçleri İngiltere ve Fransa ile kıran kırana bir rekabet içindedir. Ülke yönetiminde ciddi etkileri olan büyük sermaye, Alman Çelik Sanayii için yeni pazarların acilen bulunmasının şart olduğuna ülke poltikacılarını inandımak için baskı yapmaya başlarlar. Prusya‟nın batısındaki engellerin tam tersi bir durum vardır ülkenin doğusunda. Fakir Polonya ve uçsuz bucaksız Rus stepleri ülkenin hayat sahası olarak dillendirilmeye başlanır. 19. Yüzyil ortalarında ülkenin doğusu için ortaya atılan strateji 1879 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu için de kullanılmaya başlanır. 3B = BBB olarak adlandırılan Berlin-Bosphorus-Bagdat politik açılımı da “Drang nach Osten24 = Doğuya Doğru Genişleme“ genişletilmiş Türkiye versiyonudur.

(19)

1.2. Almanya’da Türk İzleri

Almanya coğrafyasındaki Türk İzleri ile ilgili kaynaklar son dönemde giderek artmaktadır. Özellikle Alman akademik camiasının konuya ilgi duyması iki milletin ilişkilerinin günümüzdeki seyrine olumlu yönde katkıda bulunurken uluslararası alanda kültürlerarası integrasyonu da geliştirmektedir. Almanya‟daki Türk İzleri bilinen son dönem ilişkilerin aksine 8 asır öncesine kadar uzanmaktadır. Avrupa içlerine satılan Türk esirlerden tarihin tozlu sayfalarında kalanlar ile ilgili bilgiler son dönemde giderek artarken bunlardan bazılarının zor şartlara rağmen toplumdaki heyecan verici yükselişlerini konu alan kitap, makale, sergi ve konferanslar da sıkça düzenlenmektedir.26 Türk esirler ile ilgili yapılan araştırmalarda varılan sonuçlar, bu esirlerin önemli bir kültürel etkileşim sağladığı ve özellikle Almanya‟nın inanç sistemi üzerindeki Türk İzleri iki milletin tarihinin bazı bölümlerinin yeniden yazılmasına kadar gidebilecek bilgileri araştırmacıların önüne sermektedir. Bu bağlamda önemli çalışmaları olan Nürnberg - Erlangen Üniversitesi akademisyenlerinden Prof. Dr. Hartmut Heller ilginç iddialar ileri sürmektedir:

“Türk esirlerden 700 kadarının arşiv belgelerindeki izlerine ulaşmış durumdayım. Kilise kayıtlarındaki vaftiz belgeleri üzerinden sürdüğüm izlerde esirlerden bazılarının bin bir zorluklar ile dolu ortaçağ hayat şartlarındaki heyecan verici yükselişleri karşısında hayrete düşmemek mümkün değil. Alman toplumu içerisinde dinî eğitim alarak bölgenin en büyük kardinali, devlet hiyerarşisi ile kurduğu ilişkiler sayesinde üst düzey bürokrat ve halkın tercihi ile yaşadığı yerin

26 Margret Spohn, “Alles getürkt: 500 Jahre (Vor) Urteile der Deutschen über die Türken”

(20)

belediye başkanı olup şehrinin imar plânını çizecek kadar önemli görevlere gelen Türkler var.“27

Türk esirlerden geriye kalan önemli belgelerden biri de mezar taşlarıdır. Esirleri kendi aralarında pay eden yerel yöneticilerden bazıları zaman içinde onları toplumdan biri olarak görmeye başlayınca bir süre sonra bu esirlere kısıtlı da olsa bürokraside görev verdikleri görülmektedir. Hannover şehrindeki iki Osmanlı sipahisinin ilginç tarihi Türk esirlerin esaretten kısa bir süre sonra yeni hayatlarına uyum sağladıklarını göstermesi bakımından da ilginçtir. Türk esirlerin izleri ile ilgili çalışmalarda bulunan Alman tarihçiler28

Hannover‟deki iki Osmanlı askerinin ilginç hikayesine geniş yer ayırmışlardır. Prof. Hartmut Heller:

“Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Viyana‟yı kuşattığında yardıma gelen Haçlı birlikleri içerisinde Hannover prensi Ludwig de bulunuyordu. Osmanlı ordusundan esir düşenler arasında bulunan Hasan ve Şemdinlili Derviş Mehmet adlı iki akıncıyı beraberinde Hannover‟e getirdi. Yakışıklı Türk esirler Hannover prensi Düşeş ünvanlı Sophie‟nin özel hizmetine verildiler. Düşeş‟in övgüsüne şahit olan bu iki akıncı 1691 yılında birkaç ay ara ile ölürler. Hannover‟in Königsworterplatz meydanında bulunan Neustaedter caddesinde bulunan Andreas Mezarlığı‟nda vasiyetleri üzere Kıble‟ye karşı gömülen Hasan ile Mehmet‟in Hıristiyan olmayan bir kimsenin Hıristiyan askerî mezarlığında gömülmesi yasak ve dine aykırı olduğu hâlde prenses Sophie‟nin özel izni ile bu mezarlığa gömüldükleri ortaya çıkmıştır.“29

Bavyera‟nın Ansbach şehrinin Rügland köyü mezarlığındaki Carl Osman30

ve Osnabrück şehrinin Johannisfriedhof mezarlığındaki Carl Aly (Türkçe: Ali) ile

27 Heller Prof. Hartmut, “Vom Beutetürken zum Mitbürger” Franken Verlag, Almanya 1990, s.

650-655.

28 Behrend Günter Max, “Die osmanischen Gräber auf dem ehemaligen Neustädter Friedhof,

Hannoversche Geschichtsblätter”, Hahnsche Buchhandlung Verlag, Hannover 2006, s. 181-187.

29

Heller Prof. Hartmut, “Muslime in deutscher Erde. Frühe Grabstätten des

14. bis 18. Jahrhunderts” : In fremder Erde. Zur Geschichte und Gegenwart der islamischen

Bestattung in Deutschland. Berlin 1996, s. 45-62.

30

Heller Prof. Hartmut, “Carl Osman und das Tuerkenmariandl“ Die Zeit Verlag, Kultur Beilage Nr. 37 / 2003, s. 18.

(21)

ilgili araştırmalarda ortaya çıkan sonuçlara göre sadece asker Türklerin değil, hızlıca Osmanlı‟nın elinden çıkan Macaristan‟daki zengin Türk ailelerin çocukları da fidye amacı ile Almanya içlerine esir olarak getirilmiş ve zamanla topluma karışarak hayatının bundan sonraki bölümünde Alman toplumuna asimile olmuşlardır.

Osmanlı İmparatorluğu için tarihinin en büyük siyasî ve askerî sarsıntısı denebilecek II. Viyana kuşatmasının özellikle Budin (Macaristan) Eyaleti‟nde sebep olduğu hasar hiç bir zaman hesaplanamamıştır. Münih arşivlerinde ortaya çıkan 1704 yılına ait belgelerde, Türklerin hâlâ esaretlerinin sona ermesini isteyen mektuplar yola çıkardıkları, 1699 yılında imzalanan Karlofça Anlaşması (Alm. Karlowitz) sonrasında bile Almanya‟daki Türk esirlerin tamamının serbest bırakılarak ülkelerine geri gönderilmediği ortaya çıkmaktadır.31

1.3. Türk Kültürünün Alman Kültürüne Etkisi

Türklerin Alman kültürüne yaptığı katkıların önemli bölümü 17. yüzyıl sonraları ortaya çıkmıştır. II. Viyana kuşatması sonrası binlerce Türk‟ün Viyana‟nın batısına esir olarak götürülmesi Türk ve Alman milletleri arasında önemli bir kırılma noktasıdır. Esirlerin bir çoğunun güney Almanya‟daki çeşitli kale, kont ve derebeyler arasında paylaştırılıp, saray temizlikçisi, at bakıcısı ve hizmetçi olarak çalıştırıldığı Alman arşivlerinde sıkça karşımıza çıkan tarihî bir gerçek olarak öne çıkmaktadır.32

II. Viyana kuşatması ile çok sayıda Türk‟ün irili ufaklı bir çok Alman şehrine esir olarak gelmesi Alman toplumunda uzun vadede korkunun yerini sevginin alması şeklinde ilginç bir değişime yol açmıştır. Türkler ile ilgili olarak asırlardır tüm dinlediklerini, sert öğretisi ile tanınan katolik kilisenin bakış açısından alan küçük

31

Görge Michael, “Türken vor Wien“, Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 76.

32 www.timetürk.com. “Almanya‟da Bir Osmanlı Mezarı; Sipahi Osman“, Erişim: 18 Mayıs 2012,

(22)

Alman şehirlerindeki ahali, papazların en korkunç kelimeler ile anlattığı insanların sanılanın tam aksine kendileri gibi normal birer insan, hüzünlenen, eğlenen ve esir olduğu için söylenen herşeyi yerine getiren, ama ilginç adet ve yaşantıları olan insanlar olarak tanıma fırsatını yakalamışlardır.33

16. yüzyıl, batılı siyasî tarih bilimcileri tarafından Pax Ottomana, yani Türk Barışı olarak ta adlandırılır.34 Bu dönemde Avrupa‟da bir çok ülke Türklerden hem korkar hem de kendilerinden bir çok sahada çok ileride olduğuna inanmaktadırlar. Türkler ile Avrupalılar arasında özellikle kültürel iletişim konusundaki çalışmalarında tarihçi Prof. Hartmut Heller şu fikirleri ileri sürmektedir:

“Osmanlı İmparatorluğu zamanında başlayan ve takip eden yıllar içinde devam eden Avrupa hedefli bir kültür transferi olmuştur ve bu Türk izleri kültür, dil ve hatta o kadar yoğun olmasa da bu kıta üzerindeki nüfus yapısını dahi etkilemiştir. Bu ifade ettiğimiz etkileşimi gösteren o kadar çok bulgu mevcuttur ki; Avusturya‟daki Kremsmünster‟den tutun ta İngiltere‟deki Woolich‟e kadar eski Batı aristokrasisinin mimarisinde bu izleri görmekteyiz. Çoğu kez hilâl ile birlikte inşa edilen kilise ve sarayların yanısıra Türklerin attığı toplardan bile Batı dünyası etkilenmiş, bulduğu yerlerde bunları dâhi motif olarak binalarının tavan ve duvarlarına örmüştür.“35

Türk – Avrupa ilişkileri açısından aynı zamanda ciddi bir etkileşime de sebep olan 1683 yılındaki kuşatmada Mehter takımının tamamına yakını birleşik haçlı ordusu tarafından esir edilmiştir. Türklerden ele geçirilen bir çok ganimet gibi mehteran takımının müzisyenleri de çesitli ülkelerin değişik şehirlerine doğru nerede biteceği bilinmeyen bir esaret yolculuğuna çıkarılmışlardır. Değişik giysisi, ilginç müziği ve görselliği ile devasa bir masalımsı görüntü veren mehter takımı ve

33 Çelik Latif , “Türkische Spuren in Deutschland“, Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 112.

34 Todorova Maria, “Die Erfindung von Balkan, Das Bild vom Balkan”, Aus dem Englischen von Uli

Twelker, Primus Verlag, Darmstadt 1999.

(23)

müzisyenlerin giysileri 1685 yılından itibaren özellikle güney Almanya‟nın bir çok şehrinde taklit edilmeye başlanmıştır.36

16. ve 17. yüzyıllarda Türk müzik öğretmenlerinden nota dersi almayan batılı müzikçilerin kendi ülkesinde hiç bir değerinin olmadığını belirten Prof. Hartmut Heller bu konuda ilginç bilgiler vermektedir:

“Askerî orkestralar ve sonraları komple müzik orkestraları Türklerden

etkilenmiş, onların kullandığı ziller, çok sesli çalgılar veya davul gibi enstrümanlar taklit edilmiş ve Batı musikî sanatının temel taşlarını oluşturmuştur. Haydn, Mozart ya da Beethoven gibi Batı klasik müziğinin ustaları Türk etki ve ezgisini “Türk Marşları“ ve “Türk Operaları“ meydana getirerek almış ve yorumlamışlardır.“37

Özellikle Batı entelijensiyasının ve saygın kesimlerinin yabancı kültürlere ilgisi ve merakını tarif için “yabancı özentisi“ kelimesi kullanılmıştır. Bu özenti, 17. yüzyılda Türk kültür dünyasına da yönelir ve bunun siyasî-psikolojik nedenleri vardır: 1683‟te Viyana önlerinde durdurulan Osmanlı orduları artık Batı tarafından tehdit olarak algılanmadığından korkunun yerini merak almış, Hıristiyan alemi eskiden düşmanı olan kültürün hoşuna giden şeylerini almaya koyulmuştur; ne de olsa hoşa gitmekte ve bu egzotik farklılık bir nevî zenginlik olarak algılanmaktadır.

Türkler askerî olarak Viyana önlerinde durdurulmasına rağmen kültürel olarak ilerlemeye devam etmektedirler. 1683 yılından sonraki 30 yıl içerisinde özellikle güney Almanya‟nın irili ufaklı bir çok şehrinde Türken-Trommel, yani Türk Davulu veya Türkenbund (Türkçe: Türk Birliği) adları verilen, gerçekte ise mehterin birer taklidi olan bir çok şehir bandoları kurulmuştur.38

Orta Avrupa‟da kültürel aktivitelere olan ilgileri ile tanınan Alman aristokratları arasında ciddî bir taraftar grubu olan bale, tiyatro ve operalar sadece mehter müziğini fon olarak çaldıkları için uzun yıllar tüm oyunlarını kapalı gişe olarak sunmuşlardır. Bu dönemde, Türk müziği, Tük kıyafetleri ve sanat alanında

36 Heller Hartmut, a.g.e., s. 9.

37 Heller Hartmut, “Janitscharenmusik für Kinderhände“ Aus Nürnberger Spielzeugmusterbüchern

des 19. Jahrhunderts. In: Zs. Frankenland 43. 1991, s. 336-347 vd.

(24)

Türklere özgü çalışmalar taklit edilmeye başlanınca Alla Turca39, yani Türk Stili

tanımlaması sıkça teleffuz edilmeye başlanmıştır.40

1.4. Osmanlı - Prusya Siyasi ilişkileri

1699 yılında imzalanan Karlofça Anlaşması ile ciddî bir toprak kaybı yaşayan Osmanlı İmparatorluğu bu yenilgiden kendine ders çıkarmak için öncelikle ilişkileri düzeltme yoluna gitmiştir. Türklerin artık eskisi kadar tehlike olamayacağına inanan Avusturya ve ona bağlı krallıklarda da yumuşama sezilmektedir. Daha önce sadece Viyana üzerinden yürütülen Avrupa‟ya yönelik Türk diplomasisinin özellikle Orta Avrupa‟nın değişik ülkelerinde de yayıldığı görülecektir. 1711 yılında Brandenburg Dükası Friedrich41

Wilhelms döneminde Avusturya‟dan “kral“ şanını almasından sonra hızlı bir yükselişe geçen Prusya, II. Friedrich döneminde Avusturya, Fransa ve Rusya karşısında beklenmeyen askerî başarılar elde etmesi, Avrupa rekabetine yeni bir devletin dâhil olduğunu işaret etmektedir. 1740 yılında Prusya Kralı Büyük Friedrich‟in “Eğer Türkler42 ülkeme gelse ben onlara camiler yapardım“ şeklinde açıklaması geniş yankı buldu. Kilisenin

39 Çelik Latif, “Türkische Spuren in Deutschland“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 260. Söz konusu

tezde özellikle bkz.: “Mozart, Beethoven, Haydn ve Bach ortaya koyduğu yüzlerce diğer eserle adeta bir "Alla Turca" makam ve sitilinin doğmasına yol açtılar. Zaten Avrupa sanat dünyasında 18. yy başlarından sonra Türk rüzgarına kendini kaptırmayan sanatçı da kalmadı. Devrin feodal yapısı gereği, binlerce kont, düka, ve baronun bölüştüğü Avrupa coğrafyasında yüzlerce özel ve paralı Türk müzisyenlerin orkestraları çalıştırdığı bilinen tarihi bir gerçektir. Türk müzisyenlerden ders almamak o yılların Avrupa sanat camiasında büyük bir eksiklik idi. Türk rüzgarına kendini kaptıran Avrupa halklarıda devletten bağımsız olarak karnaval yada canları istediği zaman özel günlerde "Türkenmusik" (Türk­Müziği) çalmaya başladılar. Mehter takımlarının gayriresmi takliti diyebileceğimiz bu topluluklardan Fulda ve Lübeck şehirlerindekileri günümüze kadar ulaşmıştır.“

40 Çelik, a.g.e., s. 260.

41 Albayrak Dr. Mustafa, “Osmanlı Alman İlişkilerinin Gelişimi“ Ortadoğu Teknik Üniversitesi

Yayınları, İnternet erişim: 18 Mayıs 2012, saat 20.22

42 Çelik Latif, “Almanya‟da Türk İzleri“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 249.

Açıklama‟nın Almanca orjinal metni: “Alle Religionen seindt gleich und guht, wan nuhr die Leute, so sie profesieren [(öffentlich) bekennen], erliche Leute seindt, und wen Türken und Heiden kähmen und wolten das Land pöbplieren [bevölkern], so wollen wier sie Mosqueen und Kirchen bauen“; am 22. Juni 1740 schreibt er „Jeder soll nach seiner Façon selig werden“. (aus einem Brief, 1740).

(25)

hâlâ hakim güç olduğu ve Türk düşmanlığının prim yaptığı yıllarda Türkler hakkında övücü sözler söylemek hem genel siyasete aykırı, hem de alışılagelmişin çok ötesinde bir davranış idi. Osmanlı Sultanı, Kudüs‟e yapılacak kutsal ziyaret iznini Vatikan, Viyana, Roma ve St. Petersburg‟dan çok önce Kral ll. Friedrich‟e vermesi de Türklerin Prusya‟ya tarihî bir jestidir. Kral‟ın Türk dostluğunu sıkça dile getirmesine artık toplum da alışmıştır. 5 Eylül 1740 günü bir Fransız delegasyonu önünde konuşan II. Friedrich iki milletin de ortak tarihine uzun yıllar konuşulacak derin izler bırakan sözler söylemiştir. Söylendiği yıllarda ciddî sorumlulukları da olan Prusya Kralı‟nın söylemi aynen şöyledir:

“Bütün dinler aynıdır ve iyidir. Eğer bir gün Türkler ülkeme gelip yerleşseler, ben onlara camiler yaparım. “Bir insan yeter ki dinini yaşamak istesin. Biz ona her kolaylığı sağlarız.”43

Prusya sarayı için alışılmış bu sözler, Fransızlar için pek de normal değildir. Kral II. Friedrich‟in bu sözleri Alman arşivlerinde günümüze kadar ulaşmıştır.

Yine aynı yıllarda Johann Wolfgang von Goethe‟nin Osmanlı ve İslam ile ilgili açıklamaları da iki ülkenin yakınlaşmasına ivme kazandırmıştır. Prusya Avrupa‟da kendisi ile rekabet halindeki büyük ülkeleri ancak Osmanlı Devleti gibi sınırları hâlâ Belgrad civarında olan Osmanlı dostluğu ile dengeleyeceğini hesaplamaktadır. Osmanlı pazarında Fransa ve Avusturya‟nın hakimiyetini iyi bilen Prusyalılar kendi imarlarının bu ülke tüccarları kanalı ile Osmanlı topraklarına girince rekabet şanslarının kalmadığının farkına vararak Osmanlı Devleti ile direk ticarî ve siyasî anlaşmalar yapmak istemektedirler.

Kral‟ın danışmanı Rexin44

Osmanlı tahtını ziyaret ederek iki ülke arasında ittifak anlaşması teklif etmiştir. Avusturya, Fransa ve Rusya gibi büyük devletlerin tepkisini dikkate alan Osmanlı Devleti ittifak anlaşması yerine 1761 yılından itibaren geçerli olacak şekilde “Kapitülasyon yerine geçecek bir serbest ticaret anlaşması“ imzalayarak iki ülkede karşılıklı elçilik açılması konusunda anlaşma imzalar.

43 Çelik, A.g.e. s. 249

44 Albayrak Dr. Mustafa, “Osmanlı Alman İlişkilerinin Gelişimi” Ortadoğu Teknik Üniversitesi

(26)

Almanlara Tarabya sırtlarında, Osmanlılara ise Berlin‟de Colombiadamm caddesinde verilen karşılıklı mezarlık araziler de gelecekteki ilişkilerin giderek artacağına işaret etmektedir. Berlin‟de açılan Osmanlı Sefaretinde 2 Kasım 1763 günü 73 kişilik maiyeti ile Ahmet Resmi Efendi ilk Osmanlı elçisi olarak göreve başlamıştır.45

İki ülkenin karşılıklı siyasî temsilci bulundurmaları ilişkilere verdikleri önemi göstermektedir. İstanbul‟daki Prusya daimî elçisi yeni olmasına rağmen sarayda yüksek kâbul görmekte, hatta çabuk gelişen dostluk diğer Avrupa ülkelerini bile kıskandıracak düzeyde seyretmektedir. Askerî alanda disiplinli bir ordu kurarak kısa zamanda önemli bir güç olan ve kıtalar arasında çok sayıda Müslüman askere de sahip olan Prusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 1790 yılında imzalanan anlaşmaya göre Osmanlı‟nın Avrupa coğrafyasında bozulan dengesine yardımcı olmak üzerere ilkbaharda büyük bir saldırıya geçme konusunda anlaşan Prusya, diğer Avrupa devletlerinin tam aksine Türkler ile olan dostluğunu öne çıkarmakta ve bu dostluğun geleceğine güvenmektedir. Anlaşmadaki Osmanlı Devleti‟nin vaatleri ise, bu ülkenin Avusturya ve Rusya ile olan anlaşmazlıklarda bu ülkeye siyasî destek vadederken diğer bir önemli husus ta Akdeniz‟de diğer ülke gemilerine tanınan ticarî kolaylıklar olacaktır.46

Bir asır önce Viyana savunmasında birinci derecede rol oynayan Prusya güçleri artık Türkler ile yakın ilişki içinde ve geleceğin şekillenmesinde önemli kararların merkezi konumuna gelirken, Avrupa ülkeleleri arasındaki rekabeti artırmak isteyen Osmanlı Devleti bu ülkeyi Avusturya, Fransa ve Rusya ile eşit şartlarda gören bir politika izleyince ilişkiler beklenenden çok daha hızlı gelişme trendinde seyretmiştir. Napolyon‟un Rusya, Osmanlı ve Avusturya topraklarına yaptığı askerî harekâtlardan Prusya da nasibini alınca 1806 yılında kapanan Prusya elçiliği 1811 yılında tekrar açılmıştır.

18. Yüzyılın başından itibaren birinci lig devletler statüsünü Osmanlı‟nın da desteği ile alan Prusya, ilerleyen yıllarda Osmanlı devletini uzun yıllar devem edecek stratejik ortak olarak görmeye başlamıştır. Bir tarafta yeni dış pazar arayan

45 http://www.preussen-chronik.de/episode_jsp/key=chronologie_003420.html, Erişim tarihi:

10. Mayıs 2012, saat. 9.20; Çelik Latif, “Almanya‟da Türk İzleri“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 66-71.

(27)

ve gelişen sanayisinin gücü ile siyasî başarılar sağlamaya çalışan Prusya, diğer tarafta ise Avrupa‟dan kendisine teknoloji transferi yapabilecek kabiliyette samimî bir müttefik arayan Osmanlı Devleti vardır ve üstelik dönemin bütün büyük ülkeleri de bu iki ülke ile ciddî bir rekabet halindedir.

Yine her iki ülkenin topraklarına tecavüz eden ve etmesi imkan dahilinde olan ülkelerde de yine aynı coğrafyadaki benzer ülkelerdir. İki milletin ilişkilerinin seyrinde tarihî kaderin de önemli etkisi ortaya çıkmaktadır. Gerek Avrupa gerekse Ortadoğu siyasetlerinde iki ülkenin uzun yıllar devam edecek çeşitli alanlardaki işbirlikleri belirleyici olacaktır. Her iki ülke de karşı taraf ile olan ilişkilerini başka ükeler ile olan rekabetlerinde sürekli pazarlık-güç unsuru olarak ortaya koyacak ve bunu üçüncü ülkelere karşı caydırıcılık unsuru kullanmaya gayret edeceklerdir. Türkler ve Almanların ortak enerjisine odaklanan Avrupa‟nın diğer büyük devletleri savunma harcamalarını daha da artıracaklardır.

1.5. 1878 Berlin Kongresi’nin İkili İlişkilere Etkisi

Sürekli yapılan değişiklikler ile deneme tahtasına dönen Osmanlı toplumu ardı arkası gelmeyen yenilgiler ile ciddî bir çöküş yaşamıştır 19. yüzyılın son çeyreğinde. Yapılan reformların halka inemeden kağıt üzerinde kalması devlet bünyesindeki çürümeyi önleyemezken anî bir ilerleme ile Tuna‟yı geçen kalabalık Rus Ordusu‟nun İstanbul kapılarına dayanması Türk insanının belleklerinde uzun dönem silinmeyecek izlerin yerleşmesine sebep olmuştur.47 1877 yılında Türk tarihinde 93 harbi olarak bilinen ve aynı anda hem Balkanlar hem de Doğu Anadolu‟dan Osmanlı topraklarına saldırıya geçen Rusların hızlı yürüyüşü, Avrupa devletlerini telaşa düşürmüştür.48

47 http://www.batitrakya.org/bati-trakya/hukuki-statu/osmanli-rus-savasi.html; Erişim tarihi:

04.05.2012, saat 18.33

48 Son asır Türkiye tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil eden ve Rumî 1293 tarihine

(28)

Çarlık Rusyası Osmanlı‟yı Avrupa‟dan atmak, İstanbul‟u ele geçirmek, sıcak denizlere inmek, Hıristiyanları korumak ve Slavların hamisi olmak gibi bahaneler ile Osmanlı Devleti‟nin sürekli içişlerine müdahele ederken bu niyetlerini elde edebilmek için Kırım Hanlığı‟nı işgal etmesinin ardından 24 Nisan 1877‟de Anadolu ve Rumeli‟de aynı anda cepheler açarak ilerlemeye başlamıştır. Karadeniz‟in kuzey doğusu ile Volga boylarındaki Türk ülkelerini istilâ ederek Türkistan‟a doğru açılan Rusların emperyalist emellerine büyük Avrupa devletleri ancak Osmanlı Devleti‟nin yanında yer alarak karşı çıkmışlardır. Balkanlarda Karadağ, Romanya ve Bulgaristan‟ı konrolü altına alacak bir Rusya‟nın istediği anda sıcak denizlere inmesine kimsenin engel olamayacağını bilen Avrupa devletleri Ayestefenos49 (Yeşilköy) anlaşması şartlarının tekrar gözden geçirilerek Avrupa barışını kalıcı hâle getirmek istediklerini öne çıkararak Türk - Rus anlaşmasını uluslararası masaya getirme çalışmalarını başlatırlar. Gerçekte hepsinin düşüncesi Osmanlı‟yı kayırmaktan çok Ruslar‟ın bölgede bu kadar güçlenmesine engel olmaktır. Bu anlaşma ile Balkanlarda kesin hâkimiyet sağlayan Rusların İngiltere‟nin Hindistan hakimiyetini, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu‟nun ise Bosna - Hersek‟i kolayca ilhakına set çekilmiş oluyordu. İstanbul‟daki İngiliz, Fransız, Avusturya ve Prusya Büyükelçileri Bab–ı Ali‟ye anlaşmanın şartlarının ağır olduğu ve yeni bir konferans toplandığında belli maddelerde Osmanlı Devleti lehine değişiklikler yapılacağı konusunda güvence vererek Avrupa‟da uluslararası bir konferans toplanmasına önce Osmanlı Devleti‟ni ikna etmişlerdir. Rus askerî gücü karşısında oldukça zayıf kalan Osmanlı ordusunun uğradığı ağır yenilgiden sonra Osmanlı Devleti artık bu tarihten sonra Avrupa devletlerinin kendi aralarındaki rekabetten faydalanmanın yollarını arayacaktır. Sultan II. Abdülhamit‟in dünden razı olduğu uluslararası konferans için batılı ülekeler bu sefer Rusya‟ya baskı yapınca tarafların kalıcı ve adaletli bir anlaşma

49 (1877-1878) Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan barış antlaşmasıdır. Rusların batıdan

Yeşilköy‟e (eski adı Ayastefanos), doğudan Erzurum‟a kadar ilerleyince Osmanlı İmpartorluğu, barış istedi. Yeşilköy‟de 3 Mart 1878‟de yapılan anlaşma oldukça ağır koşullar içeriyordu. Buna göre; Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecekti. 2-Büyük bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna‟dan Ege‟ye, Trakya‟dan Arnavutluk‟a uzanacaktır. 3-Bosna-Hersek‟e otonomi verilirken, Kars, Ardahan, Artvin, Batum, Doğubeyazıt ve Eleşkirt Ruslara bırakılacaktı. Teselya Yunanistan‟a bırakılırken Girit ve Ermenistan‟da ıslahat yapılacaktır. Islahatta Ruslar Ermenilerin hamisi konumundadır. Osmanlı Devleti ise Rusya‟ya 30 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti. Ayastefanos Antlaşması, Osmanlı devrinde Sevr Antlaşması gibi kâğıt üzerinde kalan bir antlaşmadır.

(29)

için masaya orturmaları görüşü kâbul görmüştür. Özellikle Rusların Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Slav asıllıların, Ortodoksların ve Ermeni azınlığın hamisi olarak gösterilmesi Avrupalıların değiştirilmesini istediği en önemli maddelerden50

idi. Konferans yeri başlangıçta Paris olarak ortaya çıksa da Prusya ile gelişen ilişkiler ve diğer Avrupa ülkelerine göre son yıllarda daha az sorun yaşanan bir ülke olması da öne çıkınca uluslararası kongrenin Berlin‟de toplanması karara bağlandı. Rus Çarı Osmanlı Devleti‟ne istediği şartları dikte ettirerek Tuna‟ya doğru geri çekilse de Avrupa ülkeleri arasında konu ile ilgili ciddi bir rekabet başlamıştır. Rusların bölgedeki artan etkisinin uzun vadede kendileri için de önemli stratejik engeller olarak ortaya çıkacağını hesaplayan büyük güçler Berlin Kongresi öncesi alınan kararlara etki etmek için hazırlanmışlardır.51

Osmanlı Sarayı için Rus tehlikesini dengelemenin artık tek yolu Berlin Kongresi‟nde 1878 Ayestefenos Anlaşması‟nın şartlarının hafifletilmesi için tekrar masaya getirilmesine destek vermektir.

13 Haziran 1878 günü Berlin‟de Bismarck‟ın açış konuşması ile başlayan kongrede Osmanlı Devleti Alman asıllı bir Osmanlı Paşası52 olan Mehmet Ali Paşa tarafından temsil edilmiştir.53 Tarafların özel temsilcilerinin yanında, Berlin‟de

50 Rusya kadar Avrupa ülkeleri ile de ciddi ilişkileri bunlunan Osmanlı Emenileri‟nin tek koruyucusu

konumunda Rusya‟nın görünmesi İngiltere‟yi rahatsız etmektedir. "Ermenistan‟dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti‟ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder" şeklindeki cümle Berlin Kongresi sonucu "Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir" şeklinde değiştirilecetir. İngiltere de bundan sonra Ermeniler üzerinde Rusya ile söz sahibi olacaktır. Bkz: http//www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/sorun/index.html; Erişim tarihi: 03.05.2012, saat 20.50

51 Rusların Akdeniz‟e inmeleri İngiltere ve Fransa donanmaları için hayati önemde tehlikedir. Güçlü

bir Rusya ile karşı karşıya olmaktansa zayıf bir Osmanlı ile anlaşarak yaşamak bu iki ülke için çok daha önemlidir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise Balkanlardaki Slavlaşmadan çekinmektedir. Osmanlı Devleti‟nin her geri çekilmesinden sonra yeni komşularının Ruslar olduğunu farkeden Katolik Avusturya‟nın Rus ilerleyişinden tedirginliği sürekli artmaktadır. Sanayi devriminden en başarılı çıkan Avrupa ülkesi olarak Prusya Osmanlı pazarındaki etkisini giderek artırmak isterken Balkanlardaki Rus yayılmacılığının kendisi için ciddi bir tehlike arzedeceğini hesaplamaktadır. Avrupa ülkelerinden Berlin Kongresi‟ne katılanlar bu asgari menfaatlerini muhafaza ettikten sonra fazladan alacaklarını da kazanç olarak görmektedirler.

52 Çelik Latif, “Almanya‟da Türk İzleri“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 186.

53 Çelik Latif, “Almanya‟da Evden Kaçtı, Osmanlı‟da Paşa Oldu“ Ortadoğu Gazetesi, Almanya

(30)

akredite olan büyükelçileri de son dönem Avrupa coğrafyasındaki önemli sınırların çizilmesinde derin izler bırakan uluslararası buluşmaya şahitlik etmişlerdir.54

Osmanlı Devleti‟nin Ruslara karşı korunmasından çok, alınan menfaatlerin Avrupa Devletleri arasında daha adil paylaşımını hedefleyen Berlin Kongresi‟nin galibi aslında ne Ruslar, ne de İngilizlerdir. Osmanlı Devleti ise hiç değildir. Yakın bir gelecekte Osmanlı Devleti‟nin yumuşak karnı Balkanların daha çok kaynamaya başlaması ve Ermeni isyanlarının 1878 sonrası hızla artması da bu iddiayı doğrulayacak niteliktedir.55 Bu yüksek lisans çalışmasının ana konusu olan Türk - Alman ilişkileri açısından bakıldığında kongreye ev sahipliği yaparak arabulucu konumunda olan ve Türk delegesyonuna gösterdiği yakın ilgi ile Osmanlı Devleti‟ne “Avrupa‟da benden başka size destek çıkan başka hiç bir devlet yok“ hissine Sultan - Kayzer dostluğu da ekleyerek ortaya koyan Almanya‟nın uzun vadede hangi menfaatleri elde ettiği görülecek ve iki millet arasında yoğun bir ilişki dönemine girilecektir.

1.6. Alman Danışmanlar Türkiye’de

18. asır başından beri modernizasyon için sürekli çaba içinde olan Osmanlı İmparatorluğu hedefine hiç bir zaman tam olarak ulaşamasa da sürekli teknoloji transferlerini hedef alan politikalar yürütmüştür. Batı ülkelerinin giderek artan emperyalist iştahları, buna bağlı olarak birbirleri arasındaki rekabet ve gerekse

54 13. Haziran 1878 günü Bismark‟ın açış konuşması ile başlayan kongrede Andrássy - Heinrich von

Haymerle Avusturya - Macaristan İmparatorluğu‟nu, Benjamin Disraeli ve Robert Arthur Salisbury İngiltere‟yi, Alexander Gortschakow ve Peter Schuwalow Rusya‟yı, William Henry Waddington ve Paul Desprez Fransa‟yı, Luigi Corti ve Eduardo de Launay İtalya‟yı, Alexander Carathéodory ve Mehmed Ali Paşa ise Osmanlı İmparatorluğu‟nu temsilen masaya oturmuşlardır. Kongrede sekreterya ise Almanya Federal Dışişleri Bakanlığı‟ndan özel temsilciler Bernhard Ernst von Bülow ve Chlodwig zu Hohenlohe-Schillingsfürst tarafından yürütülmüştür. (Bundesarchive, Deutsche Geschichte).

(31)

Osmanlı Devletinin iç isyanları sanayileşme hamlesine geçişi sağlayamamasındaki en önemli nedenlerden biri olmuştur. II. Viyana kuşatması sonrası gelen hezimeti uzun yıllar sadece askerî bir kayıp olarak gören Osmanlı Sarayı zaman içinde bu başarısızlığa neden olan sebepleri ortaya çıkarmak için ancak II. Mahmut devrinde konuya ciddî şekilde eğilecektir.56

Yenileşme hareketinin doğal sancılarının Osmanlı Devleti‟nde de ortaya çıkması normal olsa bile eğitim seviyesi çok düşük, geniş bir coğrafyaya yayılan çok uluslu Osmanlı toplumunun rönesans ve reform dalgalarının içinden dirilerek çıkan sanayileşmiş Avrupa‟nın karşısında durması artık imkansızdır. Avrupa ülkelerinden biri tarafından ortaya atılan ve günümüz gelişmesinin temeli sayılabilecek telefon, buharlı gemi, matbaa ve diğer küresel icadların kısa bir süre sonra diğer ülkelerde de ortaya57 çıkması Avrupalıların kendi aralarında bilimsel anlamda bölüşmeyi de başarabildiğinin işaretidir.

Gerileme devrinde uzun yıllar saray-bürokrasi-halk üçgeni arasındaki tartışmaların bir sonuca ulaşamaması rönesans ve reform hareketleri öncesindeki Orta Avrupa toplumları ile büyük benzerlikler göstermektedir. Dünyanın yuvarlak olduğunu iddia eden bilgini hapse atan, atın ağzındaki diş sayısı için İncil‟e bakın diyen 15. yüzyıl Avrupası ile “matbaa Osmanlı Devletine gelse de İslam ile ilgili kitapları basmamalı“ diyen bakış açısı arasında büyük benzerlik vardır. İkisi arasındaki tek fark, Avrupa‟nın benzer zorlukları Osmanlı toplumundan 2 asır önce yaşamış olmasıdır.

Osmanlı Devleti kılınç-kalkan devrinin sona erdiğini, ateşli-barutlu silahların (Türkçe: Frenk Ateşi) savaş meydanlarına kesin sonucu aldığına inandığında Avrupa bir çok hastalığa karşı aşı kullanmaya başlamış, buharlı gemi, telefon ve otomobil, halk kitleleri tarafından kullanlır duruma gelmiştir. Bugünkü tankların temeli sayılabilecek motorlu taşıtlara ağır silahların monte edilmesi ile Osmanlı Devleti ve Avrupa arasındaki güç dengesi Türkler aleyhine günümüze kadar gelen bir gelişme göstermiştir.

56 Karl Teply, “Kara Mustafa vor Wien - 1683 aus der Sicht türkischer Quellen“ Styria Verlag, Wien

1982, s. 44.

57 http://yenicag-da-avrupa-yeni-buluslar-cografi-kesifler-cografi/2901645, Erişim tarihi: 04.05.2012,

(32)

İmparatorluk Türkiyesi‟nin başkenti gereksiz tartışmalar ile zaman geçirirken Avrupa ülkelerinin arka arkaya yeni icadları kullanılır hale getirmeleri, Osmanlı Devleti‟nin bunları ithal etmek istediğinde ise -ancak- önemli tavizler karşılığında verilmesi veya hiç verilmemesi, verilse bile aşırı faizli kredilerin kullanılması ilerleyen dönemlerde devletin maliyesine de ciddî yükler getirecektir. Bütçesinin önemli bir kısmını yeni fetihler ve Hıristiyan tebanın ödediği vergilerden sağlayan Osmanlı Devleti, bir yarayı tedaviye uğraşırken başka yerden daha büyük sıkıntıların başgöstermesini bir türlü önleyememiştir.

1.6.1. Osmanlı Ordusu’nun Yeniden Dizaynı

Osmanlı Devleti modernleşme için ilk Fransa‟nın kapısını çalmasına rağmen olumlu cevabın III. Friedrich Wilhelm‟den gelmesi Osmanlı Devleti nezdinde bu ülke açısından önemli bir etki yapmıştır.58

Osmanlı Sultanı‟nın ricası üzerine Prusya Kralı, aralarında yüzbaşı von Moltke‟nin de dahil olduğu 4 subayı eğitmen olarak İstanbul‟a göndermiştir.59

Zaman içinde giderek gelişecek ve ordu modernizasyonu dışındaki sahalara da kayacak olan işbirliğinin öncüleri olan Prusyalı eğitmenler, Osmanlı Ordusu‟nda kısa zamanda büyük sempati toplamayı başarmışlardır.

Ayakta kalabilmeyi kendi gücünden çok ileri Avrupa ülkelerinin kendi aralarındaki rekabete bağlayan devletin dış politikası tamamen devletlerarası ilişkilerdeki ince noktaları yakalamaya odaklanmışken diğer sahalarda artık Avrupa‟nın hatırı sayılır bir ülkesi konumunda olan Alman uzmanlardan daha çok yararlanmanın yollarını aramaya başlamıştır.60 Rusya‟nın düşman tavrı, İngiltere‟nin

58 Jehuda L. Wallach, “Bir Askeri Yardımın Anatomisi“, Çev. Fahri Çeliker, Genelkurmay Basımevi

Ankara 2005, s. 9.

59

A.g.e., s. 10.

(33)

güven vermemesi, Fransa‟nın küçümsenmesi Sultan II. Abdülhamit‟e Prusya‟dan başka bir imkan da bırakmamaktadır.61

Otto von Bismarck‟ın denge politikası yerine artık dünya siyaseti izlemeye başlayan Almanya, 1878 Berlin Kongresi ile elde ettiği kazanımlarını hayata geçirmek için 14 Temmuz 1880‟de Osmanlı Devleti emrine çok sayıda eğitmen ve danışman göndermeyi kabul etmiştir. Osmanlı Devleti ise kurtarıcı olarak beklenen Alman uzmanların Türk üniforması ile ordu ve devlet kademelerinde görev yapmalarını kabul etmiştir.62 Türkiye‟ye gelen Alman uzmanların süratle üst rütbelere terfi ettirilmesi de Alman askerî personele oldukça câzip gelince Osmanlı ordusunda görev yapmak isteyenler birbiri ile yarışır hale gelmişlerdir.

Osmanlı Devleti‟nin büyük ümitlerle davet ettiği Kaehler‟in 1885 yılında ölmesi üzerine Colmar von der Goltz olağanüstü yetkiler ile Alman askerî heyetin başkanlığına getirilir. Görev yaptığı süre içinde 4.000 sayfaya yakın dokümandan oluşan Türkçe broşür ve ders kitabı yayınlayan von der Goltz, aynı zamanda devletin dış politika ve çeşitli çalışmalarını günü gününe rapor olarak sunduğuna bakılırsa Almanların Türkiye‟ye olan ilgisi de giderek artmaktadır.63 Türkiye‟de görev yapan Alman askerî uzmanların kendi ülkelerine gönderdiği raporlardan Osmanlı Devleti‟nin acı gerçeğini öğrenmek te mümkün. Dr. Yavuz Özgüldür dönem ile ilgili olarak şunları kaydetmektedir:

“Avrupa Ordularına oranla ilkel bir yapıya sahip, uzun süreden beri atış ve

talim yapmayan, günlük eğitimi eksik, düzenli maaş almayan bir ordudan netice almak mümkün değildir. Reorganizasyon konusundaki raporlarımız ise yürürlüğe konmaktansa hasıraltı edilmektedir.“64

61 Özgüldür Yavuz, “Yüzbaşı Helmut von Moltke‟den Mareşal Liman von Sanders‟e Osmanlı

Ordusunda Alman Askeri Heyetleri“, Ankara Üniversitesi Yayınları, s. 299.

62

Ortaylı İlber, a.g.e., s. 31.

63 Lothar Rathmann, “Alman Emperyalizminin Türkiye‟ye Girişi“, çev. Ragıp Zaralı, İstanbul 1982, s.

71.

64 Özgüldür Yavuz, “Yüzbaşı Helmut von Moltke‟den Mareşal Liman von Sanders‟e Osmanlı

(34)

Osmanlı subaylarının bile sahip olmadığı bir çok askerî bilgi, öngörü ve rapor Alman askerî danışmanlar sayesinde kısa sürede Berlin‟deki Genelkurmay karargâhına ulaşmıştır. Bölge ile ilgili stratejik bilgiler ve Osmanlı Ordusu hakkındaki askeri değerlendirmeler Almanya‟nın gelecekteki Ortadoğu planlamaları için sistemli bir şekilde kullanılmıştır. Alman askeri uzmanların Osmanlı Ordusunun modernizasyonu başladıkları çalışmalar 20. Yüzyıl başından itibaren Türkiye‟de barışçı yayılma şeklinde kendini gösterecektir.

1.6.2. Osmanlı İmparatorluğu’nda Demiryolu İnşaatları

Osmanlı Devletine eğitmen ve danışman olarak gelen Alman askeri danışmanlar ülkeleri için aynı zamanda iyi bir stratejisttirler. Türkiye‟den gönderdikleri haberlerde devletin gereksinimleri, piyasası, gıda, ulaşım, eğitim ve diğer alanlardaki ihtiyaçları Berlin‟e not edilirken aynı zamanda ciddi ekonomik analizler ile belli tavsiyeler de beraberinde gitmektedir. Askeri uzmanların göreve başlamasından kısa bir süre sonra Alman silah sanayiinin temsilcilerinin sıkça ziyaret ettiği İstanbul‟da artık değişik sektörlerden başka yatırımcılar da göze çarpmaktadır. Türkiye‟ye önce yol yapmayı ve arkasından bu yollarda kullanılacak motorlu taşıtları da Alman firmaları vermeye hazırdırlar. Makinalaşma için açık ve bâkir bir pazar konumundaki ülkeye Robert Bosch‟un temsilcilik vermesinin akabinde demiryolu inşaası için, Osmanlı Devleti‟ne teklif sunmak isteyen Georg von Siemens başkanlığındaki grup da pazar araştırmasına girmiş bulunmaktadır.

Osmanlı Devleti‟nden maddî menfaat sağlamak için kıyasıya bir rekabete giren İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya arasındaki yarışta en önde olan Almanya, uçsuz bucaksız topraklarda gerek stratejik gerekse ekonomik açıdan demiryolunun önemine Osmanlı Sultanı‟nı inandırmayı başarmıştır. Bağdat Demiryolu projesi için İstanbul‟a gelen Georg von Siemens, Deutsche Bank‟tan sağladığı proje finansmanı

Referanslar

Benzer Belgeler

Dünya SavaĢı Yıllarında Osmanlı Devleti Aleyhinde Kurulan Casus TeĢkilatları ve Kullandıkları Teknikler” adını taĢıyan birinci bölümde Osmanlı

To meet the requirements for the quality of signal transmission through optical communication channels with WDM, optimization of the level of transmitted optical power through

İsmin genel anlamı, "varlıkları birbirinden ayırmak, tanımak veya zihne getirmek için kullanılan sözcük" olduğuna göre bu işlem için ad, künye ve lakab olmak

SINIF: 7 ÜNİTE: MADDENİN YAPISI VE ÖZELLİKLERİ BÖLÜM: SAF MADDELER www.FenEhli.com Bileşikler, İyonlar.. Nötr atomların proton ve elektron

Çizelge 4.1 incelendiğinde, genel olarak 3 farklı eksplant tipine ait 10 farklı besi ortamında gerçekleştirilmiş olan kallus oluşturma denemesinde tek başına oksin içeren

If modernity and secularism produced a new form of religion – with the term of political religions, divinization of humanity, immanentization of Christian Eschaton, messianism,

Zirai Kombinalar Kurumu elinde bulunan 300 traktörlük makine parkına ilaveten 3780 sayılı Milli Korunma Kanunu kredisinden alınan 10.000.000 liralık kredi ile

81 Bu durum Kanun’un gerekçesinde şu şekilde ifade edilmekte- dir: “Yeni lâyihanın istinat ettiği esas, evvela mükellefin beyanı bu beyanın salâhiyetli memurlar