• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.4. Kalkınan Almanya´da Kısıtlanan Demokrasi

1923 yılında iktidara gelen Nasyonal Sosyalistlerin ilk 10 yılındaki siyasi çekişmeleri gelip geçici olarak algılamaya çalışan Alman toplumu, özellikle insan hakları konusunda artan şikayetleri mümkün olduğu kadar dikkate almamışlardır. Demokrasi, insan hakları ve bireysel hürriyetler konusunda en fazla öne çıkan Sosyal Demokrat Friedrich Ebert‟in Versay‟in hemen akabindeki siyasi başarısızlığı ise Nasyonal Sosyalistlerin hatalarını örtmeye yetmektedir. Hızla örgütlenen Hitler Gençliği (Alm. Hitler-Jugend, kısa adı HJ) Almanlar'ın üstün bir ırk olduğunu ve başlarına gelen tüm kötülüklerin sorumlusunun başta Yahudi, Çingene, komünist ve Sosyal Demokratlar olduğunu ileri sürüyorlardı.98

Yapılan yollar, düşen işsizlik rakamları ve milliyetçi söylemler Nasyonal Sosyalistler‟in her seçimde daha çok oy almasını sağlıyordu. 1929 yılındaki dünya ekonomik kriz ile boğuşurken Almanya‟nın nisbeten daha rahat olması da planlı kalkınma ve disiplinli çalışmanın eseridir.

1933 yılında Almanya yönetiminde artık tek söz sahibi olan Adolf Hitler, sürekli “Almanya‟nın ellerini bağlayan hiç bir anlaşmayı tanımayacağını söylerken dünya bunu iç politika popülizmi olarak algılamıştır. Oysa önüne hedef koyan, toplumu yönlendiren hatta bu uğurda düyanın değişik ülkelerinde güvendiği subaylarını bile eğitmeye başlayan bir stratejinin sahibi idi Hitler. İktidar partisinin açıkça Yahudi düşmanlığı yapması toplumda geniş yankı bulunca baskılar da artmaya

98 Nazi hücum kıtası SS´in yanısıra HJ olarak bilinen Hitler Gençliği (Almanca: Hitlerjugend) Alman

gençlerini nazi ilkelerine göre yetiştirmek amacı ile Baldur von Schirac tarafından 1922 yılında kurulmuştur. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi‟nin alt kuruluşu olan ve direk Hitler‟e bağlı olan gruba Alman gençlerinin %60‟dan fazlası üye olmuştur. 1 Temmuz 1936‟da örgüt sadece ari Almanların katılması mecburi tutulan bir devlet kurumu haline gelecektir. Örgütü daha sonra Arthur Axmann yönetecektir.

başlar. İlk hedefler en yukaridakiler olur ve üniversitelerde görev yapan Yahudi asıllılara kısıtlama getirilir. Devlet dairelerinde çalışmaları kısıtlananlar ve engeller ile karşılaşanlar şikayet edecek bir makam da bulamayınca baskının nisbeten taşınabilir olduğu yıllarda Almanya dışına çıkmayı denerler. Günah keçisi olarak görülen bu grup, Almanya‟da asırlardan bu yana Almanlara göre çok ileri boyutta ekonomi, banka, bilim, ve eğitimde çok ileridirler. Hitler‟in baskılarından kurtulmak isteyenlere Hollanda, İngiltere, İsviçre ve Amerika‟ya göçmek tek alternatif durumdadır.

Latin alfabesini alan, eğitim devrimini harekete geçiren, kılık kıyafette Avrupa‟ya uyum sağlayan, batılı yasaları uygulayan ve Avrupai tarzda bir devlet sistemi yapılanmasını kabullenen Türkiye özellikle eğitim alanında da ülke genelinde bir seferberlik başlatmışlardı. 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ne Osmanlı İmparatorluğu‟ndan bir üniversite ve yedi eğitim kurumu miras kalmıştı. Bilim ve teknolojide Osmanlı İmparatorluğu'nun geç kalmışlık mirasını devralan Türkiye, bu açığı kapatmak için dışarıdan eğitim konusunda destek almaya mahkumdur.

Almanya ve Türkiye‟nin ortak kaderleri bir defa daha kesişecek ve birinin ihtiyacı olduğu anda diğeri farkında olmadan kapatacak ve Mustafa Kemal Atatürk ülkeden kovulan Yahudi asıllı Alman akademisyenleri Türkiye‟ye davet edecektir. Türkler ülkenin en büyük üniversitesi olan İstanbul Dar-ül Fünun‟u yeniden yapılandırmak için yurtdışından mutlaka bilimsel destek almalarının şart olduğunun farkındaydılar. 1932 yılında Türk hükümeti İsviçre‟de yaşayan Alman asıllı Pedagoji Profesörü Albert Malche‟ye Türkiye‟de eğitimin yeniden yapılandırılması konulu bir çalışma yapması için yetki vermişti. İsviçre‟de yaşayan bazı bilim adamları Leipzig‟li Alman profesör Philipp Schwartz‟a Türk hükümetinin akademisyenlere olan ihtiyacını anlatınca 1933 yazında hiç düşünmeden ilk olarak gelen Philipp Schwartz oldu. Alman akademisyenler özellikle 1933 Üniversite Reformu‟nda Türkiye‟ye önemli katkı sağlamışlardır.

Hitler Almanyası birçok kimseyi ilticaya zorlayan dramatik siyasal ortam yaratmıştır. Almanya kaynaklı sebepler kadar, Türkiye'deki sosyal, kültürel gelişmeler de bu geniş çaplı entelektüel insan gücü hareketinin yönünü belirlemiştir. İltica, genellikle tek taraflı ihtiyaç ve insan iradesinin sonucu olan bir eylemdir. 1933‟deki Alman hocaların, sanatçıların, uzmanların Türkiye'ye gelişinde ise karşılıklı

"muhtaçlık" olayın esasl unsuru ve belirleyicidir. Alman aydınların yurtlarından ayrılmaları ile ilgili hatıralarını kaleme alan Prof. Hans Riedmann:

“Türkiye'nin köklü sosyal, kültürel yenilik proğramları için nitelikli insan gücüne olan ihtiyacı da Alman akademisyenlerin Türkiye‟ye yönelmesinde etkilidir.“99

19 Ocak 1932‟de Cenevre Üniversitesi profesörlerinden Albert Malche Türkiye‟nin üniversite reformuna kaynak olabilecek şekilde objektif bir rapor hazırlaması için Türkiye‟ye davet edilerek çalışmalara başladı. 1 Haziran 1933‟de Başvekil İsmet İnönü, Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı) Dr. Tevfik Rüştü Aras, Adliye Vekili (Adalet Bakanı) Yusuf Kemal Tengirşenk ve Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Esat Sağay Beylerin katıldığı beş toplantıda müzakere edilerek onaylanır. Modern üniversite reformunu öngören ve Prof. Malche‟nin önerileri dikkate alınarak hazırlanan 2252 sayılı İstanbul Darülfünunun kapatılarak yeni bir üniversite kurulmasına dair kanun 31 Mayıs 1933‟de yayınlanarak 1 Ağustos 1933‟de yürürlüğe girer.

Türk hükümetinin Almanya‟dan kovulan Yahudi bilimadamları ile temas kurduğunu öğrenen Hitler 8 Mayıs 1933 günü Berlin‟deki makamında öfkeyle “Benim ortadan kaldırmak istediğim bu Yahudi Alayı‟nı Mustafa Kemal koruyamaz. Buna müsaade veremem”100

diye tehditte bulunur ve ardından Atatürk‟e “Bu komünist profesörleri ülkenize sokmayınız” mesajı gönderir. Atatürk bu bilgi kendisine iletildiğinde Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras ve Maarif Vekili Dr. Reşit Galip‟e “Bir onbaşı beni cinayetlerine alet edemez” diyerek Türkiye‟ye sığınmak ve Türk Üniversitelerinde görev yapmak isteyen Alman profesörlerle ilgili işlemlerin süratlandırılması talimatını verir. 1935 – 36 eğitim yılı başında Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey:

“Bugün alışılmışın dışında, örneği gösterilemeyecek bir iş yapılan çok önemli bir gün oldu. 500 yıl kadar önce İstanbul‟u kuşattığımız zaman Bizanslı bilginler

99

Riedmann Hans, “Alman Akademisyenlerin Türkiye Macerası“ Köprü Yayınları, İstanbul 1976, s. 146 vd.

İtalya‟ya göç etmişti, buna engel olamamıştık. Sonuç olarak Rönesans gerçekleşti. Bugün ise Avrupa‟dan bunun karşılığını alıyoruz.”101

Kendisine sunulan ön anlaşma metni ile Prof. Schwartz‟ın bıraktığı akademisyenler listesini onaylayan Atatürk, aynı zamanda Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili (Sağlık ve Sosyal İşler Bakanı) Dr. Refik Saydam‟dan Ankara Nümune Hastanesi ve Hıfzısıhha Enstitüsü için de benzer temaslar yapmasını ister.

Genç Türkiye Cumhuriyeti‟nin Üniversite Reformu Yasası 1 Ağustos 1933‟de yürürlüğe girerken, kontratları imzalanmış çoğu Yahudi kökenli mülteci bilim adamları aileleriyle beraber Türkiye‟ye gelmeye başlar. Türkiye geleneksel, tarihi ve insani hoşgörüsüyle kucak açtığı Alman profesörlere ülkenin kültürel ihtiyacını destekleme olanaklarının da kapılarını açmıştır. Üniversite 18 Kasım 1933 günü, ancak üç hafta kadar önce 27 Ekim1933 tarihinde göreve başlayan yeni Maarif Vekili Hikmet Bayur tarafından, Beyazıt Meydanında eskiden Harp Bakanlığı (Milli Savunma Bakanlığı) olarak kullanılan bugünkü Merkez Bina‟da açılır. Prof. Malche'nin hazırladığı rapor hükümetin üniversite reformu, yabancı öğretim üyesi ihtiyacının ortaya çıkması gibi sonuçları ortaya çıkarmıştır. Almanya‟yı terk eden ilk göçmenler Zürih‟te Philipp Schwartz başkanlığında bir birlik oluşturarak ihtiyaç olan her alanda çok sayıda Yahudi asıllı bilimadamının Türkiye‟ye davet eilmesini sağlamışlardır.

Sadece Yahudi oldukları için ülkelerinde siyasi takibata uğrayan ve yerine göre hayatını da kaybeden bu insanlara kıt imkanları ile destek çıkan Türkiye Cumhuriyeti Hitlerin de gazabını üzerine çekmiştir onlara yardım ettiği için. İstanbul Üniversitesi‟ne gelen hocaların dışında çeşitli kamu görevlerine getirilen Alman uzmanlar da vardı. Ankara ve İstanbulda üniversiteleri ve diğer kademelerdeki görevlendirmelere bakınca konuyu “entellektüel transfer“ olarak değerlendirenler de oldu. Türkiye‟nin Avrupa‟nın en karanlık yıllarında insanlık için önemli bir varlık olan yüzlerce Alman asıllı akademisyenin hayatta kalmasını sağlamıştır onlara açtığı kapı ile.

101 Widmann Herman, “Exil und Bildungshilfe – Die Deutschsprachige akademische Emigration in

1986 yılında İstanbul Üniversitesi girişinde Alman bilim insanlarının anısına bir hatıra levhası konuldu. Alman Cumhurbaşkanı Richard von Weizsaecker konuşmasında şunları söylemiştir:

“Bilim vicdan sorunu olmaktan çıkarılıp, ırkçı ve cani bir ideolojinin emrine sokulmaya zorlandığında, en iyi akademisyenlerimiz ülkemizi terk etmek zorunda kaldı. Bizim ülkemizde bilimsel çalışma özgürlüğünü kaybeden bu insanlar kendilerine bu imkanı verecek ülkeler aradılar. Türkiye bu durumdaki akademisyenlerimize sahip çıkan önemli bir ülke olarak tarihe geçti.“102

Almanya‟nın bahse konu Nasyonal Sosyalist yılları insani değerlerin ayaklar altına alındığı bir zaman kesiti olarak dersler çıkarılması, bu nedenle barışçıl bir dünya kurmak isteyen herkesçe devamlı hatırlanması gereken bir dönemdir.103

Nazi takibatının Almanya ve insanlığa neye malolduğunu tarih çok net bir şekilde ortaya koymuştur. Atatürk‟ün genç Cumhuriyeti bu insanların çıkış şansları bulmasına önemli katkı sağlamıştır. Ülkesindeki aydınlara karşı bir kin kampanyası yürüten Hitler, Dr. Schurla adlı bir üst düzey müfettişini Türkiye‟ye kaçan bilimadamlarını takip için gönderdiyse de başarılı olamaz. Türkiye‟de sürgündeki Alman bilimadamları ile ilgili İstanbul Üniversitesi‟ndeki bir toplantıda söz alan Almanya'nın İstanbul Başkonsolosu Matthias Ludwig Bogislav Von Kummer:

“Nazi yönetiminin, 1940'larda kendisine yakın bilim adamları yolu ile, ırkçılıktan kaçarak İstanbul Üniversitesine sığınanları geri getirmek için çaba sarfettiği artık bir gerçek.“104

Türkiye Cumhuriyetindeki çeşitli fakültelerin temelini atan, kanunlarını yapan ve devletin yapılanmasında önemli emekleri olan Alman bilimadamlarından Fritz Neumark ve Ernst Hirsch‟in yaptığı çalışmalar günümüz Türkiyesi‟nde İktisad fakültesinde hala “Hirsch Kanunları“ olarak bilinmektedir.

102 Hürriyet Gazetesi Arşivi, “Alman Cumhurbaşkanı Richard von Weizsäcker‟den anlamlı Sözler“

Almanya Baskısı, 6 Mayıs 1986, s. 12.

103 Grossmann Richardt, “Emigration - Geschichte der Hitler Flüchtlinge 1933 – 1945“ Frankfurt

1959, s. 66.

104 Hürriyet Gazetesi Arşivi, “Ernst Hirsch İstanbul‟da Öğrencileri Tarafından Anıldı“ Almanya

Almanya ilerledikçe ve geliştikçe insan haklarını kısıtlayan, Türkiye ise en tabi hak olan insan haklarına önem vererek kalkınmaya çalışan bir ülkedir. İki ülkenin birbirine bu kadar zıt politikalar izlemelerinin ardındaki nedenler tarihi, dini ve kültürel nedenlere bağlansa da Nasyonal Sosyalistlerin Almanya‟da iktidarda olduğu yıllarda Türkiye mükemmel bir insanlık dersi vermiştir.

III. BÖLÜM

3. TÜRKİYE‟NİN ULUSLARARASI GÜVENLİK ÇEMBERİ

Birinci Dünya Savaşı‟ndan büyük bir moral yıkıntısı ile çıkan Türkiye, 1925 yılından sonra dünyaya açılma politikası uygulamaya başlayacaktır. Sovyetler Birliği ile 16 Aralık 1925 tarihinde imzalanan anlaşmanın adı iyi komşuluk anlaşması olsa da gelecek için güvenlik kaygılarına atıfta bulunan maddeler içermektedir.105

Anlaşmada, her iki devletin de birbirini barışçıl yoldan kontrol etmesini sağlayacak şartlar yer almaktadır.106 Balkan ve Sadabad Paktlarına öncülük edip destek vererek yakın çevresinde güvenlik çemberi oluşturmaya çalışan Türkiye büyük Avrupa Devletlerinin rekabetinden en az şekilde etkilenmenin yollarını aramaktadır. 1926 Mart ayı başından itibaren A.B.D., Sovyetler Birliği ve Almanya ile ticaret anlaşmaları imzalayan Türkiye Cumhuriyeti ilerleyen yıllarda uluslararası alanda daha çok kabul görmek için Milletler Cemiyeti üyeliğini gündeme getirecektir. Galip ülkeler tarafından kurulan Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) İngiliz – Fransız yörüngesinde kaldığı için genel bir kabul görmemiştir. İngiltere ise Türkiye‟nin cemiyete üyeliğine sıcak bakmaktadır. Musul sorununun barışçıl şekilde halledilmesinin ardından Türkiye‟nin müttefikliğine daha çok ilgi duyan İngilizler,

105 Oran Baskın, “Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası“ İletişim Yayınları, İstanbul 2001,

s. 314.

Arap coğrafyasındaki manda yönetimleri nedeniyle de Türkiye‟nin gücünü yanlarında hissetmek istemektedirler.

1925 yılından sonra başlayan ülkelerarası rekabetin çıkış sebebi Almanların kendilerine ağır yükümlülükler getiren Versay Anlaşması‟nı kabullenmek istememeleridir. Almanya kendine göre haklı eleştirileri sürekli dile getirse de 1929 yılı ekonomik buhranı ile birlikte giderek ağırlaşan bir yük getiren Versay yükümlülüklerini artık tanımadıklarını 1933 yılının Mart ayında Nasyonal Sosyalistler tam olarak iktidara gelince açıklayacaktır.107

Bunun karşılığı İngiltere ve Fransa‟nın kazanımlarının da kabul edilmemesidir demektir. Milletler Cemiyeti konuyu ele alıp orta yol bulmaya çalışsa da, baştan beri İngiltere – Fransa ikilisinden yana tavır koyarak istenen tarafsızlık ve güveni bir türlü elde edemeyen bu kurum, büyük ülkelerin sert açıklamaları karşısında iyiniyet bildirileri yayınlamaktan ileri gidememiştir.108 Avrupa‟nın belirleyici devletleri olan İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki rekabetin gittikçe kızışması bu ülkeler ile siyasi, ekonomik ve ticari ilişkileri olan bir çok ülkede çeşitli istikrarsızlıkların başgöstermesine yol açmıştır. Genel politikası savaşa girmemek, girdiği takdirde de sadece savunma yapmak olan Türkiye çevresindeki ittifakları, ikili anlaşmaları ve bu yöndeki gayretleri de yakından takip etmektedir.