• Sonuç bulunamadı

Ak Parti dış politikasında güvenlik algısı: 2002- 2015 dönemi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ak Parti dış politikasında güvenlik algısı: 2002- 2015 dönemi"

Copied!
202
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI

ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

AK PARTİ DIŞ POLİTİKASINDA GÜVENLİK ALGISI:

2002- 2015 DÖNEMİ

Fatma KORKMAZ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Doç. Dr. Nezir AKYEŞİLMEN

(2)
(3)

T. C.

SELÇUK ÜNĐVERSĐTESĐ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Bilimsel Etik Sayfası Adı Soyadı: Fatma KORKMAZ

Numarası: 144229001006

Ana Bilim / Bilim Dalı: Uluslararası Đlişkiler

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Ö ğ re n ci n in Tezin Adı:

Ak Parti Dış Politikasında Güvenlik Algısı: 2002-2015 Dönemi

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Öğrencinin imzası (Đmza)

(4)

T. C.

SELÇUK ÜNĐVERSĐTESĐ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu

Adı Soyadı: Fatma KORKMAZ

Numarası: 144229001006

Ana Bilim / Bilim Dalı: Uluslararası Đlişkiler

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı: Doç. Dr. Nezir AKYEŞĐLMEN

Ö ğ re n ci n in

Tezin Adı: Ak Parti Dış Politikasında Güvenlik Algısı: 2002- 2015 Dönemi

Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan Ak Parti dış politikasında güvenlik algısı: 2002- 2015 dönemi başlıklı bu çalışma 27/07/2017 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Ünvanı, Adı Soyadı Danışman ve Üyeler Đmza Doç. Dr. Nezir AKYEŞĐLMEN

Yrd. Doç. Dr. Zerrin

SAVAŞAN

(5)

T. C.

SELÇUK ÜNĐVERSĐTESĐ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Adı Soyadı: Fatma KORKMAZ

Numarası: 144229001006

Ana Bilim\ Bilim Dalı:Uluslararası Đlişkiler

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı: Doç. Dr. Nezir AKYEŞĐLMEN

Ö ğ re n ci n in

Tezin Adı: Ak Parti Dış Politikasında Güvenlik Algısı: 2002- 2015 Dönemi

ÖZET

Bir süreç olarak ele alınan güvenlik, algılarda şekillenen bir olgu olarak, içinde bulunulan konjektürde yer alan tehditlere göre şekillenen bir kavramdır. Bu çerçevede Türk Siyasi Hayatı’nda yer alan siyasi liderlerle birlikte, oluşan yeni tehdit olgularına göre ülkenin güvenlik politikası şekillenmiştir. Öncelikle tarihsel arka plan ve coğrafi konum içerisinde şekillenen güvenlik anlayışı, özellikle Soğuk Savaş Sonrası Dönem’den sonra, dönemin getirmiş olduğu yeni tehdit olguları olarak analiz edilen terörizm, yasadışı göçler, insan kaçakçılığı, kitle imha silahlarının yayılması, uyuşturucu ticareti gibi algılarla şekillenmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin güvenlik anlayışı, bu yeni tehdit algıları çerçevesinde güvenlik alanının kapsamı genişletilerek değişmiştir. Bundan ziyade Ak Parti dış politikasında güvenlik algısını konu alan bu çalışma, Ak Parti Dönemi’nde Türkiye’nin değişen güvenlik anlayışını ve bu değişimin ülkenin dış ve güvenlik politikalarına nasıl yansıdığını ortaya koymak amacıyla oluşturulmuştur. Bu kapsamda, yapılan kaynak taramaları ve arşiv araştırmaları çerçevesinde güvenliğin uluslararası konjektürde oluşan yeni koşullara göre değişimi ve Türkiye’nin de bu değişimler çerçevesinde dış ve güvenlik politikalarına nasıl yön verdiği sorusuna cevap aranmıştır.

Anahtar Kelimeler: Güvenlik, Ak Parti, Đki savaş arası dönem, Soğuk Savaş Dönemi, Soğuk Savaş Sonrası Dönem, 11 Eylül 2001 Saldırıları.

(6)

T. C.

SELÇUK ÜNĐVERSĐTESĐ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı: Fatma KORKMAZ Numarası: 144229001006

Ana Bilim / Bilim Dalı: Uluslararası Đlişkiler

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Doç. Dr. Nezir AKYEŞĐLMEN

Ö ğ re n ci n in

Tezin Đngilizce Adı: The AK Party’s Foreign Policy Security Perception: 2002-2015 Period SUMMARY

Security, treated as a process, is a phenomenon that is shaped by perceptions and by the threats, presented in the conjuncture. In this framework, along with the political leaders of Turkish Political Life, the security policy of the country has been shaped according to the new threat situations. Firstly, security concept, which shaped by historical background and geographical position, has consisted of perceptions such as terrorism, illegal immigration, human trafficking, proliferation of weapons of mass destruction, drug trafficking, which are analyzed as new threat cases, espessialy after Second World War. Accordingly, the scope of security concept of Turkey has been expanded within the framework of these new threat perceptions. This study, which focuses on the perception of security in Ak Party foreign policy, is aimed at revealing the changing security concept of Turkey in the Ak Party period and how this change is reflected in the foreign and security policies of the country. In this context, this work has tried to find out answers of two questions: how security has been changed according to the new conditions in the international conjuncture and how Turkey is guiding foreign and security policies in the frame of these changes.

Keywords: Security, The Ak party, Đnter-war period, Period of the Cold War, The Post-Cold War Period, on September 11, 2001 Attacks.

(7)

AK PARTİ DIŞ POLİTİKASINDA GÜVENLİK ALGISI: 2002- 2015 DÖNEMİ İÇİNDEKİLER GİRİŞ ... 1 TEZİN SORUSU ... 3 TEZİN ÖNEMİ ... 3 TEZİN METODOLOJİSİ ... 3 TEZİN YAPISI... 4 BİRİNCİ BÖLÜM ... 5

1.ÇOK KUTUPLU ULUSLARARASI SİSTEMDE GÜVENLİK ALGISI ... 5

1.1.)GÜVENLİĞİN TANIMI VE GÜVENLİK DİSİPLİNİNİN ORTAYA ÇIKMASI ... 5

1.2.)ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİNİN GÜVENLİK ALGISINA BAKIŞ AÇILARI ... 9

1.2.1.)Realizmin ve Neorealizmin Güvenlik Anlayışı ... 10

1.2.2.)Liberalizmin ve Neoliberalizmin Güvenlik Anlayışı ... 15

1.2.3.)Eleştirel Kuramın Güvenlik Anlayışı ... 20

1.2.4.)Kopenhag Okulu Ve Güvenlik Anlayışıı ... 23

1.3.)SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ’NİN GÜVENLİK ANLAYIŞI ... 26

1.4.)SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEM’İN GÜVENLİK ANLAYIŞI ... 31

İKİNCİ BÖLÜM ... 41

2. TÜRKİYE’NİN DEĞİŞEN GÜVENLİK ALGISI ... 41

2.1)İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEMDE TÜRKİYE’NİN GÜVENLİK ALGISI(1923-1939) ... 41

2.1.1.)Atatürk Dönemi Türkiye’nin Güvenlik Algısı (1923- 1938) ... 42

2.1.2.)İnönü Dönemi Türkiye’nin Güvenlik Algısı ... 47

2.2.)SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ’NDE TÜRKİYE’NİN GÜVENLİK ALGISI ... 49

2.2.1.)İnönü Dönemi’nde Türkiye’nin Güvenlik Algısı ... 51

2.2.2.)Menderes Dönemi’nde Türkiye’nin Güvenlik Algısı ... 53

2.2.3.) 1960- 1980 Yılları Arasında Türkiye’nin Güvenlik Algısı ... 58

2.2.4.) 1980 Askeri Darbe ve Sonrasında Türkiye’nin Güvenlik Algısı ... 63

(8)

2.3.)SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEM’DE TÜRKĐYE’NĐN GÜVENLĐK ALGISI...69

2.3.1.)Turgut Özal Dönemi’nde Türkiye’nin Güvenlik Algısı ...70

2.3.2.)1990 Sonrası Oluşan Koalisyonlar Döneminde Türkiye’nin Güvenlik Algısı...76

2.3.3.)11 Eylül Saldırıları Sonrasında Türkiye’nin Güvenlik Algısı ...85

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ...92

3. AK PARTĐ DIŞ POLĐTĐKASINDA GÜVENLĐK ALGISI: 2002- 2015 DÖNEMĐ...92

3.1.)AK PARTĐ DÖNEMĐ’NDE ĐZLENEN YUMUŞAK GÜÇ POLĐTĐKALARI KAPSAMINDA GÜVENLĐK...92

3.1.1.)Komşularla Sıfır Sorun Politikaları ...94

3.1.2.)Çok Taraflı ve Çok Boyutlu Politikalar ...97

3.1.3.)Barış ve Đstikrarın Korunmasında Proaktif Politikalar ...100

3.2.)AK PARTĐ DÖNEMĐ’NDE TÜRKĐYE’NĐN GÜVENLĐĞĐNE YÖNELĐK TEHDĐTLER...103

3.2.1.)Đç Tehditler ...104

3.2.1.1.)Terörizm ...104

3.2.1.2.)Yasadışı Göçler ...108

3.2.1.3.)Kitle Đmha Silahlarının Yayılması...112

3.2.1.4.)Uyuşturucu Ticareti ...114

3.2.1.5.)Siber Güvenlik...116

3.2.2.)Dış tehditler...118

3.2.2.1.)Ortadoğu Kaynaklı Tehdit Algıları ...118

3.2.2.2.)Balkanlar Kaynaklı Tehdit Algıları ...27

3.2.2.3.)Kafkasya Kaynaklı Tehdit Algıları ...129

3.2.2.4.)ABD Kaynaklı Türkiye’ye Yönelik Tehdit Algıları ...134

3.2.2.5.)AB Kaynaklı Türkiye’ye Yönelik Tehdit Algıları ...135

3.3.)AK PARTĐ DÖNEMĐ’NĐN DEĞĐŞEN GÜVENLĐK ALGILARI KAPSAMINDA TÜRKĐYE’NĐN ÜLKELERLE OLAN ĐŞBĐRLĐKLERĐ...137

3.3.1.)Irak’a Komşu Ülkeler Süreci ...138

3.3.2.)Balkanlar’daki Đyi Komşuluk ve Bölgesel Đstikrarın Sağlanması Đçin Kurulan Üçlü Mekanizmalar ...139

(9)

3.3.3.)Türkiye- Afrika- Pakistan Üçlü Zirve ve Süreci ...140

3.3.4.)Suriye Halkının Dostları Grubu...142

3.3.5.)Medeniyetler Đttifakı ve Barış Đçin Arabuluculuk...143

3.4.)TÜRKĐYE’NĐN ULUSLARARASI ÖRGÜTLERLE OLAN ĐLĐŞKĐLERĐ...144

3.4.1.)NATO ile Đlişkileri ...144

3.4.2.)Avrupa Birliği Đle Đlişkileri...144

3.4.3.)Birleşmiş Milletler Đle Đlişkileri ...151

3.4.4.)Avrupa Güvenlik ve Đşbirliği Teşkilatı Đle Đlişkileri...153

SONUÇ ...158

(10)

KISALTMALAR AB: Avrupa Birliği

AET: Avrupa Ekonomik Topluluğu

AGİT: Avrupa Güvenlik İşbirliği Konferansı AGİTPA: AGİT Parlamentosu Asamblesi AGSK: Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği AGSP: Avrupa Güvenlik Savunma Politikası

AKKA: Avrupa’da Konvansiyenel Silahlı Kuvvetler Antlaşması ASALA: Ermeni Terör Örgütü

BAB: Batı Avrupa Birliği

BİO: Barış İçin Ortaklık Programı BM: Birleşmiş Milletler

BMGG: Birleşik Müşterek Görev Gücü GKRY: Güney Kıbrıs Rum Yönetimi IKBY: Kürdistan Bölgesel Yönetimi İİTÖ: İslam İşbirliği Teşkilatı Örgütü İKT: İslam Konferansı Teşkilatı

KEİÖ: Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü KİS: Kitle İmha Silahları

MC: Milletler Cemiyeti

(11)

NATO: Kuzey Atlantik Anlaşması

NPT: Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması ODGP: Ortak Dış ve Güvenlik Politikası

(12)

GİRİŞ

Güvenliğe yönelik çalışmalarda bu kavrama genel geçer bir tanımlama mevcut mudur? Bu soruya verilen bir cevap olarak gösterilebilir ki, güvenlik kavramına yönelik çalışmaların İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başladığı kabul edilmiş olsa da, güvenlik kavramına yönelik araştırmaların kökeni daha eskilere dayandırılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu alan, ayrı bir disiplin dalı olarak incelenmeye başlanmıştır. Güvenlik olgusunun uluslararası sistemde yer alan aktörler üzerinde çok büyük bir etkisinin olmasına rağmen, hala bu kavrama ilişkin herkes tarafından kabul edilen genel bir tanımlama yoktur. Güvenlik kavramına ilişkin çalışmalarda, küresel bağlamda kabul gören bir tanımlamanın yapılamamasının bir çok sebebi olsa da, bu sebepler arasında yer alan en önemli etkenin, bu kavramın tanımının özneden özneye farklılık gösterdiğinden kaynaklandığı iddia edilebilir. Bu nedenle yapılan çalışmaların daha anlaşılır hale gelmesi için; iç ve dış güvenlik, birey ve devlet güvenliği, objektif ve sübjektif güvenlik gibi kategorilere ayrılan güvenlik kavramının, ilerleyen zamanlarda uluslararası alanda yer alan sorunlar çerçevesinde bu kategorilerle irdelenemez hale geldiği ifade edilebilir. Böylece güvenlik alanında yapılan çalışmaların alanı genişletilerek, güvenlik anlayışı içerisine farklı etkenlerin de dahil edildiğini analiz eden yaklaşımlar yer almıştır.

Uluslararası ilişkiler disiplininde genel geçer bir tanımının olmadığı güvenlik kavramı, bu disiplin içerisinde farklı farklı olgular etrafında ele alınarak incelenmiştir. Soğuk Savaş Dönemi’nde Realist anlayışın hakim olduğu (devlet-askeri merkezli) bu alana yönelik çalışmalar, Soğuk Savaş Sonrası Dönem ile birlikte kendisini, Eleştirel Kuram’ın hakim olduğu, Kopenhag Okulu’nun ve Sosyal\ İnşacı (Konstraktivist) anlayışın yer aldığı çalışmalara bıraktığı söylenebilir. Güvenlik anlayışı içerisinde yer alan faktörlerin yelpazesi genişletilerek devam eden bu çalışmalar, uluslararası sistemde yer alan aktörlerin de politikalarını şekillendirmiştir. Bu doğrultuda uluslararası sistemde bir aktör olarak yer alan Türkiye’nin de güvenlik anlayışının, uluslararası disiplinde yer alan çalışmalarda olduğu gibi, güvenlik olgusunun kapsamı genişletilerek şekillenmiş olduğu analizine ulaşılabilir. Bu noktada, Türkiye’nin güvenlik anlayışını şekillendiren faktörler neler olabilir? sorusunun cevabını aramak gerekecektir.

(13)

Jeopolitik- jeostratejik konumu ve toprak kaybetme endişesi etrafında şekillenen Türkiye’nin güvenlik anlayışının, bir ulus devlet olarak uluslararası sistemde yer aldığından bu yana yönetimde yer alan siyasi elitler tarafından belirlendiği söylenebilir. Bu doğrultuda, Cumhuriyet’in ilk yıllarında toprak kaybetme korkusu ve ulus devletin yapısını oluşturan öğelerin yok edilmesi endişesi etrafında oluşturulurken, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Soğuk Savaş olgusunun vermiş olduğu riskler etrafında şekillenerek geleneksel güvenlik anlayışı etrafında şekillenmiş bir güvenlik anlayışı ortaya çıkmıştır.

Soğuk Savaş Dönemi’nde geleneksel güvenlik anlayışının hakim olmasına rağmen, güvenlik kapsamının yelpazesini genişleterek güvenlikleştirme kapsamının etkenlerini arttıran Türkiye, Soğuk Savaş Sonrası Dönem ile birlikte, belirsiz bir hale gelen güvenlik riskleri etrafında güvenlik politikalarını şekillendirdiği dile getirilebilir. 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında, özellikle uluslararası terör olgusunun ilk sıralara konduğu güvenlik riskinin yanında kitle imha silahlarının yayılması, insan kaçakçılığı, yasadışı göçler, uyuşturucu ticareti, siber suçlar gibi yeni güvenlik tehditleri çerçevesinde güvenlik algısını oluşturan Türkiye’nin, 2002 yılında iktidara gelen Ak Parti Hükümeti ile, Soğuk Savaş Dönemi’nin çatışma esaslı güvenlik anlayışından, işbirliğinin hakim olduğu, çözüm odaklı güvenlik anlayışına geçtiği söylenebilir. Bu çerçevede Ak Parti Hükümeti Dönemi’nde, oluşan tehditler karşısında Türkiye’nin güvenlik anlayışı değişmiş midir? sorusu akıllara gelebilir.

Ak Parti’nin iktidarıyla birlikte geliştirilen yeni dış politika vizyonu çerçevesinde şekillenen Türkiye’nin güvenlik politikası, komşularla sıfır sorun anlayışı kapsamında oluşturulduğu analizi yapılabilir. Çok boyutlu ve çok aktörlü bir anlayış etrafında dış politikalarını yönlendiren Ak Parti liderleri, proaktif bir politika çerçevesinde uluslararası alanda yer alarak, ülkenin güvenlik anlayışını şekillendiren olgulara karşı, çözüm odaklı bir güvenlik anlayışı etrafında hareket ettiği ifade edilebilir. Bu doğrultuda, yumuşak güç faktörleri etrafında ülkenin güvenlik anlayışını şekillendiren Ak Parti, uluslararası sistemde yer alan aktörlerle ilişkilerini sadece güvenlik alanında değil, sosyal, ekonomik, çevre gibi alanlarda da geliştirerek, işbirliği etrafında oluşturulan kolektif güvenlik anlayışı çerçevesinde

(14)

güvenlik algısını belirlediği sonucu çıkarılabilir. Bu çerçevede, Sosyal\ İnşacı (Konstraktivist) yaklaşımın esintileri çerçevesinde ülkenin güvenlik anlayışını şekillendiren Ak Parti, aktörler arasında karşılıklı bağımlılık olgusunu artırarak, işbirliği alanlarının geliştirileceğine ve çatışma alanlarının azalacağına inanmıştır. Bu algı etrafında dış ve güvenlik politikalarına yön veren Ak Parti siyasi liderlerinin, Türkiye’nin yeni dış politika vizyonu çerçevesinde güvenlik anlayışına yön verdiği söylenebilir.

Çalışmanın Konusu ve Sorusu

Üzerinde çalışılmış olan tezin konusu, Türkiye’nin Ak Parti Dönemi’nde değişen güvenlik algısıdır. Bundan dolayı yapılan çalışmanın temel odak noktası da Ak Parti Dönemi’nin değişen güvenlik algısını ve bu algıların güvenlik politikalarına yansımaları olarak irdelenmiştir. Bu nedenle çalışmanın ana sorusu Ak Parti Dönemi’nde Türkiye’nin güvenlik algısı değişmiş midir? Bu soruya cevap aramak için çalışmanın yardımcı soruları da, Uluslararası sistemde güvenlik algısı değişmiş midir? Uluslararası İlişkiler teorilerinin güvenlik anlayışına bakış açıları nelerdir? Ak Parti Hükümeti’nden önce iktidara gelen hükümetlerde Türkiye’nin güvenlik anlayışı değişmiş midir? Türkiye’ye bir tehdit unsuru oluşturacak iç ve dış tehditler nelerdir? Ak Parti Hükümeti’nin yeni dış politika vizyonunda temel noktalar nelerdir?

Çalışmanın Önemi

Zamana ve mekana göre değişen güvenlik algısının, uluslararası sistemde oluşan yeni şartlara göre nasıl değiştiğini ve bu değişimin Uluslararası İlişkiler teorilerinin güvenlik anlayışı içerisinde nasıl bir çalışma alanı oluşturduğunu ortaya koymak için kaynak taramaları yapılmıştır. Bu teorilerin güvenlik anlayışına bakış açıları arasındaki farklılıklar ele alınarak, Türkiye’nin güvenlik algısını tarihsel bir perspektiften ele alınması amaçlanmıştır. Bunlara ek olarak, Ak Parti’nin iktidarıyla Türkiye’nin değişen güvenlik algısı ve bu değişimin dış ve güvenlik politikalarına yansımaları incelenmiştir. Bu alanda yapılan çalışmaların genelinde Ak Parti iktidarlığında Türkiye’nin dış politikası ele alınmıştır. Bu nedenle yapmış olduğum çalışmada Ak Parti Dönemi’nde Türkiye’nin dış politikasına ek olarak güvenlik politikalarının da incelenmesi, güvenlik alanında yapılacak olan diğer çalışmalara

(15)

katkı sağlayacaktır. Ayrıca, güvenlik alanında yapılan Türkçe kaynaklar içerisinde yerini alarak, bu alanda yapılan başka çalışmalara da ilham olacaktır.

Çalışmanın Yöntemi

Yapılmış olan bu çalışmada, kaynak taraması ve arşiv taraması yöntemleri kullanılmıştır. Birincil ve ikincil kaynakların yanı sıra gazete haberlerinden, gazete makalelerinden, yüksek lisans ve doktora tezlerinden, güvenlik alanında yapılan seminerlerden, raporlardan ve konferanslardan, konuyla ilgili akademik makalelerden ve kitaplardan yararlanılmıştır.

Tezin Yapısı

Genel olarak ele alınan bu çalışma, üç ana bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde “çok kutuplu uluslararası sistemde güvenlik algısı” başlığı etrafında, güvenlik alanına ilişkin çalışmalar ve bu çalışmaların uluslararası ilişkiler disiplinlerine yansımaları irdelenmiştir. Yapılan çalışmanın ikinci bölümü ise “Türkiye’nin değişen güvenlik algısı başlığı çerçevesinde”, Cumhuriyet’in kuruluşundan Soğuk Savaş Sonrası Dönem’e kadar, değişen ve dönüşen yeni tehdit olguları etrafında Türkiye’nin değişen güvenlik algısını ortaya koymuştur. Nihayet çalışmanın, “Ak Parti dış politikasında güvenlik algısı: 2002- 2015 dönemi” başlığıyla oluşturulan üçüncü bölümündeyse, Ak Parti’nin iktidarlığıyla birlikte oluşturulan yumuşak güç politikaları kapsamında şekillenen güvenlik anlayışına odaklanılmıştır. Komşularla sıfır sorun, proaktif politikalar, çok yönlü ve çok aktörlü politikalar çerçevesinde çizilen ülkenin güvenlik anlayışı etrafında güvenlikleştirilme kapsamına dahil edilmiş olguların güvenliksizleştirilmiş bir alana alınarak, çözüm odaklı bir güvenlik anlayışının şekillendirildiği analiz edilmiştir. Ayrıca, bu çerçevede Ak Parti Hükümeti’nin yeni tehdit olguları kapsamında oluşturulan kolektif güvenlik anlayışı etrafında, uluslararası sistemde yer alan devletlerle ve uluslararası örgütlerle olan ilişkileri incelenmiştir.

(16)

BİRİNCİ BÖLÜM

1. ÇOK KUTUPLU ULUSLARARASI SİSTEMDE GÜVENLİK ALGISI

Güvenlik kavramı üzerinde yapılan bir çok çalışmaya rağmen, bu kavramın herkes tarafından kabul edilen tanımı yapılamamıştır. Uluslararası sistemde meydana gelen yeni şartlar çerçevesinde yeniden şekillenen güvenlik algısı, özneden özneye değişiklik gösteren, algıda şekillenen bir kavram olarak okunmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra güvenlik alana yönelik yapılan çalışmalarla güvenlik, Uluslararası İlişkiler disiplininde bir yer bulmuştur.

Güvenlik alanına yönelik yapılan çalışmalar Uluslararası İlişkiler teorileri içerisinde yerini alarak, güvenlik anlayışını etkileyen faktörlerin sayısı çoğaltılmış ve bu çalışmaların sayısı artmıştır. Uluslararası İlişkiler teorileri içerisinde yer alan Realizm- Neorealizm, Liberalizm- Neoliberalizm, Eleştirel Kuram ve Kopenhag Okulu’nun güvenlik anlayışına yönelik odak noktaları farklılık gösterse de, hepsi güvenliğe yönelik çalışmaları hızlandırmıştır. Zamana ve mekana göre değişiklik gösteren güvenlik algısının Soğuk Savaş Dönemi’nde uluslararası konjektürde yaşanan şartlar çerçevesinde devlet merkezli bir güvenlik anlayışının hakim olduğu görülse de, Soğuk Savaş Sonrası Dönem’de özellikle 11 Eylül 2001 yılında yaşanan terör saldırılarından sonra güvenlik algısını şekillendiren unsurların alanı genişletilmiştir. Sadece devletin değil, bireyin de güvenliğinin incelenmeye başladığı bu süreçte, terörizm, kitle imha silahlarının yayılması, uyuşturucu ticareti, yasadışı göçler, insan kaçakçılığı gibi tehdit unsurları da güvenliği şekillendiren olgulardan biri olarak görülmeye başlamıştır.

1.1)GÜVENLİĞİN TANIMI ve GÜVENLİK DİSİPLİNİNİN ORTAYA ÇIKMASI

Güvenlik, genellikle toplum yaşamında yasal düzenlemelerin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmeleri ve güven içerisinde yaşam sürmeleri olarak tanımlanmaktadır (Gökbaş, 2009: 1). Bu kavram, bu şekilde tanımlanmış olsa da, uluslararası bağlamda, sistem yapılarında kullanılan yöntemleri belirlemede öncü bir faktör olduğu için, uluslararası sistem açısından önemlidir

(17)

(Gökbaş, 2009: 1). Güvenlik, uluslararası sistemde bu kadar etkili olmasına rağmen, bu kavram üzerinde uzlaşılan bir tanım yapılabilmiş değildir. Bir uzlaşının sağlanamamasının nedeni de, bu kavramın, kişilerin ve toplumların siyasi ve ideolojik düşünceleri ile şekillenmesidir.(Bilgin, 2010: 76). Ayrıca, güvenlik kavramının tanımı içerisinde, bir çok kavramın da dikkate alınması gerektiği ve oluşan şartlara göre bu kavramın yeniden şekillenmesi, herkes tarafından kabul gören bir güvenlik kavramının oluşmamasına sebep olan diğer bir faktördür (Sancak, 2013: 124). Bu kavram kargaşası içerisinde, güvenliğe ilişkin “ tehlikelerden ve korkulardan uzak kalma, bir tehdidin olmaması” (Özcan, 2011: 447- 448). gibi ifadeler güvenliğe ilişkin tanımlamalar içerisinde yer almaktadır. Bu nedenle kavramın tanımlanması aşamasında, ortak bir anlayış yer almıştır. Bu ortak anlayış da, güvenlik ile tehdit arasındaki doğrudan bir ilişkinin varlığı olarak ifade edilebilir(Sancak, 2013: 124).

Güvenlik ile doğrudan bir ilişkisi olan tehdit kavramı, bir yanıyla gerçek olgulara ve olaylara dayandırılırken, bir yanıyla da algı ve tahminlere dayandırılmaktadır. Bu durumda, güvenlik ile ilgili yapılan tanımlamalarda, objektif güvenlik kavramının yanında, sübjektif güvenlik kavramının da literatüre geçmesi sağlanmıştır (Sancak, 2013: 124). Literatüre geçen objektif güvenlik kavramı, eldeki değerlere yönelik bir tehdidin olmaması durumunu ifade ederken, sübjektif güvenlik kavramı ise, bu değerlere yönelik bir saldırı olacağı korkusunu ifade etmektedir (Kanbal, 2012: 1). Geleneksel güvenlik anlayışı, devlet merkezli, askeri tehdit odaklı bir bakış açısı biçimindedir. Geleneksel güvenlik anlayışında, suni tehditler (kesinliği olmayan, algılarda şekillenen tehditler) güvenlik kavramını şekillendirmiştir. Bu tehditlerin şekillendirmiş olduğu güvenlik algısı, Soğuk Savaş Dönemi içerisinde yer alırken, küreselleşme sürecinin de etkisiyle güvenlik algısını şekillendiren bu suni tehditler ve korkular yerini gerçek tehditler ve korkulara bırakmıştır (Karabulut, 2009: 1- 2). Bu geleneksel güvenlik algısı içerisinde devletler, kendi güvenlikleri için silahlanma yarışına girmişlerdir. Devletlerin silahlanma arzusu diğer devletler tarafından tehdit olarak algılanmış ve bu algı da, güvenlik ikilemi kavramının uluslararası sistemde analiz edilmesi gereken bir olgu olarak su yüzüne çıkmasını sağlamıştır (Bilgiç, 2011: 123- 125).

(18)

Geleneksel güvenlik anlayışının yanında, güvenlik kavramını, birey, devlet ve sistem düzeyinde iç ve dış güvenlik şeklinde veya siyasi, ekonomik, askeri, sosyal ve çevre güvenliği olarak kategorize eden yaklaşımlar da mevcuttur (Sancak, 2013: 125). Güvenlik kavramı, mevcut olan bu kategorileri içinde barındırmış olsa da, güvenlik, varlığını koruma ve sürdürme amacını taşıyan her davranış biçiminde karşılaşılan bir olgudur. Bu nedenle güvenlik, tek başına, tek bir kavramla açıklanamaz bir terimdir (Dedeoğlu, 2014: 27- 29).

Tehdit, risk, tehlike gibi kavramlarla ilişkilendirilen güvenlik kavramı, daha çok güvensizlik ihtimalinin ortadan kaldırılması durumunu ifade etmektedir. Güvensizlik durumunu oluşturan ihtimaller riskleri, riskler de endişeleri ve korkuları yaratarak tehlikeli bir durumun oluşmasını sağlamaktadır. Oluşan bu tehlike algısı da, tehdit olarak algılanmaktadır (Dedeoğlu, 2014: 27- 29). Oluşan tehdit algılamaları, birbirinden farklı olduğu için, uluslararası alanda küresel bir güvenlik sisteminden söz etmek pek de kolay değildir. Bu durum da, uluslararası sistemde güvenlik anlayışının, farklı dönemlere göre farklı içerikler kazanarak aktörler tarafından farklı şekillerde yorumlanmasına sebep olmuştur (Dedeoğlu, 2014: 82- 91).

Güvenlik anlayışına yönelik yorumlarda, bugün gelinen nokta, güvenlik kavramı içerisinde kategorize edilen, iç ve dış güvenlik arasındaki ayrımın, büyük oranda ortadan kalktığını göstermektedir. Bu ayrımın yapılmasındaki güçlükler, birey ve devlet güvenliğinin birbirinden ayrılmasını olanaksız hale getirmiştir (Sancak, 2013: 124- 125). Fakat yinede güvenlik kavramının daha da anlaşır hale gelmesi için bu ayrımlar yapılmaktadır.

Küresel bir tanıma sahip olmayan ve farklı farklı şekillerde ortaya konulan güvenlik kavramı, insanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen, bu kavramla ilgili yapılan çalışmalar, Uluslararası İlişkiler disiplinine yönelik ilk ciddi çalışmaların yapıldığı ABD’de, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya konulmaya başlanmıştır (Yılmaz, 2007: 70). Burada yapılan güvenlikle ilgili ilk çalışmalar, uluslararası gerilimin daha çok askeri yönlerine değinilerek ve askeri dengeler üzerine oturtularak dar bir çerçevede sürdürülmüştür (Yılmaz, 2007: 70). Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya’da, devletleri, savaşların yıkıcı etkilerinden korumak amacıyla güvenlikle

(19)

ilgili çalışmalar başlatılmıştır. Başlatılan bu çalışmalar, savaştan önce savaş çalışmaları, askeri çalışmalar ve strateji başlıkları altında sürdürülmüşken, 1945 yılından sonra ise, güvenlikle ilgili çalışmalar güvenlik çalışmaları altında toplanarak bu çalışmaların, askeri tekelden çıkartılıp, sivilleşmesi sağlanmıştır (Lüleci ve Baysal, 2011: 66).

İkinci Dünya Savaşı sonrası güvenlik çalışmaları, disiplinlerarası ve çok kutuplu bir kavram olarak ele alınmaya başlanmıştır. Güvenliğe yönelik çalışmaların ayrı bir disiplin olarak ele alındığı bu dönemde, bu çalışmalar içerisinde, demokrasi, uluslararası işbirliği, ulusal kendi kaderini tayin (self- determinasyon) hakkı, silahsızlanma ve kolektif güvenlik olguları yer almıştır ve bu olguların önemi vurgulanarak, uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasına yönelik faktörler üzerinde analizler yapılmıştır (Bakan, 2007: 35- 37). İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan güvenlik kavramına ilişkin çalışmalar, 1970’li yılların ortasında, Ford Vakfı’nın bu çalışmalara yönelik akademik çalışmaları desteklemesi kararıyla ve bu alanla ilgili temel bilimsel forum haline gelen “International Security” dergisinin kurulmasıyla başladığı kabul edilmiştir (Yılmaz, 2007: 68).

Akademik toplumda, güvenlik kavramına yönelik yapılan çalışmalar, genişletilmiş bir güvenlik kavramının tartışılmasına yol açmıştır (Aydın vd., 2012: 169- 171). Akademik toplumun yapmış olduğu bu çalışmalarla güvenlik kavramı ayrı bir disiplin olarak incelenmiştir ve çalışmaların artırılmasıyla bu kavramın içeriği aşamalı olarak genişletilmiştir. Yapılan çalışmaların genişletilmesiyle, askeri konular dışındaki bir takım korkular da, uluslararası ilişkiler gündeminde yerini almıştır ve uluslararası ilişkilere yeni giren bu kaygılarında “yüksek maliyetli siyaset” içerisinde ele alınması sağlanmıştır (Lüleci ve Baysal. 2011: 67).

Kısacası, güvenlik kavramı, uluslararası sistemde farklı dönemlere göre farklı içerikler kazanmış ve her aktör tarafından farklı biçimlerde yorumlanarak, mutlak (kabul görmüş) bir güvenlik tanımının oluşmasına izin verilmemiştir. Zamana bağlı olan bu kavram, uluslararası sistemde, öngörüler gerektiren, tehdidin belirlenmesi aşamasında algılara dayandırılan ve geniş bir yelpazede tanımlanmaya çalışılan bir kavramdır (Dedeoğlu, 2014: 83- 91). Zamana ve koşullara göre değişen olaylar,

(20)

güvenlik kavramının içeriğini genişlettiği gibi, güvenlik için alınan önlemleri, yöntemleri ve planları da değiştirmektedir (Ünlü, 2009: 2). Bu kavrama yönelik yapılan çalışmalarla beraber, uluslararası ilişkiler disiplininde güvenlik olgusu ayrı bir alan olarak incelenmeye hak kazanmıştır. Böylece kavramın çerçevesi genişletilerek uluslararası sistemdeki olaylar içerisine dahil edilmiştir. Yinede yapılan bu çalışmalar, mutlak bir güvenlik kavramının oluşturulmasını sağlayamamıştır ve İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze bu kavram dönüştürülerek taşınmıştır. Güvenlikteki bu dönüşüm, devlet merkezli güvenlik anlayışından, birey merkezli güvenlik anlayışına dönüşü ifade etmektedir (Ünlü, 2009: 3). Güvenlik algısına yönelik böyle bir dönüşümün yaşanmasına rağmen, güvenliğin tesisi, uluslararası sistemdeki aktörlerin temel amacı olarak kalmasıyla birlikte, güvenlik kavramından ne anlaşılması gerektiği, güvenlik sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği konusunda halen bir konsensus oluşturulamamıştır (Çomak, 2006: 99). Güvenlik kavramı içerisindeki yelpazenin bu kadar geniş olmasıyla, güvenlik olgusuna yönelik yorumlamalar getiren bir çok teoriler ortaya konmuştur. Bu nedenle, uluslararası ilişkiler disiplininde yer alan teorilerin güvenlik olguna ilişkin bakış açıları incelenmiştir. Aşağıda güvenlik algısına ilişkin teorilerin ortaya koymuş olduğu argümanlar değerlendirilecektir.

1.2.)ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİNİN GÜVENLİK ALGISINA BAKIŞ AÇILARI

Geleneksel, dar, askeri odaklı güvenlik anlayışıyla ilgili sorunların artmaya başlaması ve diğer konu alanlarının güvenlik anlayışı gündemine dahil edilmesiyle, güvenlik kavramını genişletmek ve güncelleştirmek amacıyla yapılan çalışmalara talepler artmıştır (Çetinkaya, 2013: 243). Artan bu taleplerden dolayı su yüzüne çıkan güvenlik anlayışına yönelik çalışmalar, uluslararası ilişkiler alanındaki teorik çalışmalar içerisinde de kendisine yer bulmuştur.

Tehdit, risk ve krizin egemen olduğu 20. yüzyılın uluslararası ortamında, ulus- devletlerin birbirleriyle olan ilişkileri, Hobbes’in “insan insanın kurdudur” önermesiyle ele alınırken, uluslararası arenada yer alan temel aktörler arasındaki ilişkiler de, Machiavelli’nin “amaca giden her yol mubahtır” düşüncesiyle

(21)

ilişkilendirilmiştir (Sandıklı ve Emeklier, 2012: 1- 3). 20. yüzyılın devlet merkezli güvenlik anlayışını teorik ve pratik çerçevede inşa eden reel politik akım, daha sonraki süreçte güvenliği sağlayamaması ve oluşan güvensizliğin nasıl çözüleceğine dair önerilerini hayata geçirememesi, güvenlik algısına yönelik yeni teorik ve metodolojik yaklaşımların gün yüzüne çıkmasını sağlamıştır (Sandıklı ve Emeklier, 2012: 4). 20. yüzyılda uluslararası sistemdeki, düşünce sistemi ve değer kalıplarını etkileyen ve bunların değerlendirilmesine yol açan, Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş hem güvenlik anlayışına yönelik çalışmaların hayata geçirilmesine yol açmış hem de güvenlik algısına yönelik değerlendirmelerde değişime sebep olmuştur ve meydana gelen bu değişim de, uluslararası ilişkiler teorilerine yansımıştır (Aydın, 2004: 33- 34).

Soğuk Savaş Dönemi’ndeki güvenlik algılamaları, askeri, ekonomik, ideolojik ve siyasal temellere dayandırılmıştır ve bu değerler etrafında realizmin ve neorealizmin güvenlik algılarına yönelik bakış açıları uluslararası sistemi şekillendirirken, 1970’li yıllarda yaşanan detant dönemi ile, geçiş dönemini simgeleyen liberalizmin ve neoliberalizmin güvenlik algılamalarına yönelik fikirler kendisini göstermiştir. Liberalizm ve neoliberalizmden sonra güvenlik paradigmalarını sorgulayan eleştirel yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Daha sonra da, yeni bir güvenlik paradigması inşa etmeye hazırlanan, Kopenhag Okulu, güvenlik algısını teorik çerçeveden ele almıştır (Çalık, 2013: 20- 22).

1.2.1.)Realizmin ve Neorealizmin Güvenlik Anlayışı

Ulus devleti, uluslararası sistemin temel aktörü olarak kabul eden realizm, devletlerarasındaki çatışmaların kaçınılmaz ve doğal olduğunu ele almaktadır (Çalık, 2013: 22). Devlet adamlarının ve karar vericilerin rasyonel davrandıklarını dikkate alan realizm, rasyonel davranan bu devlet adamlarının temel amacının, anarşik bir yapıda olan uluslararası sistemde, devletlerin varlığını sürdürmesi olduğunu dile getirmiş, bu amacı gerçekleştirmek için, devletlerin güçlü olması gerektiğini vurgulamıştır (Arı, 2009: 109- 110). Realist Okulun kurucusu olarak bilinen, Hans J. Morgenthau, realizmin ilkelerini ortaya koyarak, uluslararası ilişkiler disiplininde realizmin yerini belirlemiştir. Uluslararası politikayı anlamanın yolunun, güç

(22)

kavramıyla ifade edilen çıkar kavramını, anlamaktan geçtiğini ifade eden Hans Morgenthau, bu çıkar kavramının da değişkenlik gösterdiğini, aynı zamanda ele alınan çıkar kavramının, sınırlandırılamaz, zaman ve mekana bağlanamaz olduğunu vurgulamıştır (Şahin ve Şen, 2014: 13- 18).

Uluslararası eylemlerin ahlaki yönü, önemli olmasına rağmen, bu ahlaki ilkelerin politikanın gerekleriyle her zaman uyuşamayacağını ifade eden realizm, dünya genelinde uygulanacak bir ahlaki kurallar varlığının olamayacağını dile getirmiştir (Şahin ve Şen, 2014: 18). Bu nedenle devlet, çıkarlarını gerçekleştirmek ve kendini korumak için kendi gücünü artırmaktadır ve kendi kaynaklarına güvenmektedir (Uğrasız, 2003: 143). Doğal kaynaklarına devletlerin güvenmesi gerektiğini vurgulayan realizm, devletleri, askeri gücü ve ulusal çıkarları ile sınırlandırarak, devletlerin çıkar ve amaçları için, gerekli gücü elde etmekle zorunlu olduklarını vurgulamıştır (Çalık, 2013: 22).

Her şeyin insanoğlunu değiştirmekle mümkün olabileceğini vurgulayan idealizm akımına karşı bir tepki olarak, uluslararası ilişkiler teorileri içerisinde kendisine bir yer bulan realizm, çıkar, hırs, güç gibi konularda insanoğlunun değiştirilemeyeceğini ve olduğu gibi kabul edilmesi gerektiğini ifade etmiştir (Birdişli, 2014: 29). Bu teorinin temel savunucularından olan T. Hobbes da, insanların özü itibariyle güç ve şahsi çıkar peşinde koştuğunu zikrederek ve devletsiz toplumda (doğal hal) insanın, yalnız, aciz, kötü, vahşi ve kaba olduğunu tasvir ederek realizm akımının bir görüşü olan, insanların değiştirilemeyeceği düşüncesini savunmuştur (Heywood, 2012: 150). Realizmin önde gelen isimlerinden bir diğeri olan Machiavelli ise, güvende olmanın temelini, güçlü bir savunmaya ve otoriter bir yönetime sahip olmaya bağlayarak, güçlü ordulara ve iyi kanunlara sahip olan devletlerin, varlığını devam ettirebileceğinin altını çizmiştir. Machiavelli’nin otoriter yönetim ve devlet odaklı bu görüşü, realist güvenlik yaklaşımlarının temel kaynağı olmuştur (Birdişli, 2014: 29). Güvenlik kavramını, “sürekli bir güvensizlik ortamı” veya “güvende olmama hali” üzerinden okumasını yapan realizm, güvenlik algısının sınırlarını, güç- tehdit- güvensizlik üçgeniyle çizmektedir (Çalık, 2013: 23). Uluslararası ortamı anarşi üzerinden analiz eden realist teori, bu anarşik yapının rekabet ve çatışmayı

(23)

körüklediğini ve uluslararası sistemde temel aktör olan ulus devletlerin, ortak çıkarları paylaştıklarında bile anarşik yapının, işbirliği isteklerini yok ederek güvensizlik ortamı yarattığını dile getirmiştir (Çakmak, 2006: 44- 45). Devletlerarası rekabette daha belirleyici etki olarak askeri gücü kabul eden realistler, kabul ettikleri bu gücü hem bir araç hem de bir hedef olarak görmektedirler (Çakmak, 2006: 45). Burada, temel aktör olma özelliğine sahip ulus devletler, hedeflerine ulaşmak için yeterli güce sahip değillerse, farklı yöntemlere başvurarak, bu gücünü elde etmekle yükümlüdürler. İfade edilen farklı yöntemler de, devletlerin, kendisi dışındaki devletlerin gücüne yaklaşması yada devletin kendi gücüyle diğer güçler arasında denge kurmaya çalışmasıdır. Burada, bir yöntem olarak karşımıza çıkan denge kurma girişimi, yani dengeleme, bir tehdit karşısında başka güçlerle ittifak içerisine girme olarak tanımlanırken, tehdidin geldiği güce yaklaşma yani bandwagoning yöntemi ise, devlet için tehlike olarak görülen, tehlikenin kaynağına yaklaşmayı ifade etmektedir (Çakmak, 2006: 45). Bu nedenle realizm, doğa halinde yaşayan bireyler gibi, birbirleriyle rekabet içinde olan ulus devletleri, yaşam mücadelesi veren saldırgan bir birim olarak görmüştür ve bu çatışma ortamında, uluslararası politikaların en belirleyici unsurlarının, güç ve güce sahip olma arzusu olduğunu ileri sürmüştür (Elmas, 2013: 50- 51). Ayrıca askeri- stratejik konuları ele alan politikalara odaklanan bu teori, güç merkezli askeri güvenlik ve stratejik konuları, uluslararası politika içerisinde en üst seviyede tutarak, bu konuların high politics olarak değerlendirilmesini sağlamıştır. Böylece, askeri- stratejik konuların oluşturduğu ulusal güvenlik politikaları, birincil (high) politikalar konuları arasına yerleştirilirken; sosyal, kültürel, ve çevresel konular ikincil (low) politikalar konuları içerisine yerleştirilmiştir (Çalık, 2013: 24). Realizmin bu görüşleri uluslararası sistemde konuşulurken, Soğuk Savaş’ın son dönemlerinde, yeni aktörler ve yeni problemlerin uluslararası arenada boy göstermesiyle, realizmin yeri sarsılmaya başlamış ve bu teorinin dayandığı varsayımlara karşı olarak doğan, yeni yaklaşımlar uluslararası sistemde görülmeye başlamıştır. Bu ortaya çıkan yeni yaklaşımlardan biri de neorealizmdir (Yılmaz, 2007: 73).

Soğuk Savaş döneminde uluslararası alanda görülen yeni gelişmelerle birlikte kendini gösteren neorealizmin en önemli öncülerinden biri Kenneth Waltz’dır.

(24)

Kennety Waltz, Güvenlik Çalışmalarının Rönesansı (The Renaissance of Security Studies) adlı makalesinde, güvenlik ile ilgili yapılan çalışmaların, İkinci Dünya Savaşı ile başlatıldığını kaleme almış ve güvenlik kavramının gelişimini, 1955-1965 arası yılları “ Altın Çağ”, 1960-1970 arası yılları “Altın Çağ’ın Sona Ermesi”, 1970’li yılların sonunu da “Rönesans Dönemi” olarak kavramsallaştırmıştır. Böylece güvenlik kavramına ilişkin çalışmalarını gelişimini üç dönemle ele almıştır (Çalık, 2013: 24- 25). K. Waltz’ın öncülüğünü yapmış olduğu bu yaklaşım, realizmin zayıf noktalarının iyileştirilmesi amacıyla ortaya çıkmıştır. Realizm gibi güç kavramına öncelik veren neorealizm, uluslararası sistemin anarşik yapısının var olduğunu vurgularken, kutupluluk kavramının da, anarşik yapıya sahip olan bu sistemde yer aldığını savunmuştur (Şatana ve Özpek, 2010: 79).

Kenneth Waltz’ın kaleme almış olduğu “Theory of İnternational Politics” adlı makalesinde, farklı siyasal sistemlere ve farklı ideolojilere sahip olan devletlerin neden benzer davranışlar ve politikalar benimsediklerini sistem kavramıyla açıklamaya çalışmıştır. Yapmış olduğu araştırmalarla birlikte bu benzerliğin nedenini, anarşik bir özeliğe sahip olan, uluslararası yapıya bağlamıştır (Arı, 2007: 21). Anarşik bir özellik gösteren bu uluslararası yapıda, korku ve güvensizlik, uluslararası ilişkilerin temelini oluşturmaktadır ve anarşik bir yapı içerisinde bir devletin güvenliğini sağlamaya dönük faaliyetler, uluslararası sistemdeki diğer bir devletin güvenliğine tehdit olarak görülmektedir. Bu görüşten de hareketle, K. Waltz’ın dikkate aldığı, bir devletin mutlak güvenlik içinde olması, diğer devletlerin mutlak güvensizliği anlamına gelmesi anlayışı, neorealizmin güvenlik algısına olan bakış açısını göstermiştir (Arı, 2007: 20- 21). Güvenlik algısına olan bu bakış açısının neorealizme yansıması, güvenlik ikilemi (security dilemma) olarak gelmiş ve neorealizm çerçevesinde bu kavram, olgunlaştırılmıştır. Güvenlik ikilemi, bir devletin güvenlik gerekçesiyle, askeri güçlerini sürekli artırması, diğer bir devletin de, bu durumu kendisine yöneltilen bir tehdit, güvensizlik olarak görmesi sonucu, bu devletin kendi güvenliği için güçlerini artırmaya başlamasıyla oluşan bir durumu ifade etmektedir (Elmas, 2013: 54). Bu durum içerisinde olan bir sistemde, devletler güvenliklerini artırmayı hedefleseler de, kısır döngü içerisinde gerçekleşen güvenlik

(25)

aktarımı, uluslararası sistemin daha da güvensizleşmesine sebep olmuştur (Elmas, 2013: 54- 55).

Uluslararası güvenliğin temel taşlarını, uluslararası sistemdeki devletlerin birbirleri arasındaki güç dağılımı olarak gören realizmin yanında yer alan K. Waltz, neorealizm akımı içerisinde güç dengesinin önemini ortaya koyarak, iki kutuplu sistemin, çok kutuplu sistemden daha istikrarlı olabileceğini ve güç açısından, aktörler arasında dengenin sağlanabileceğini vurgulamıştır (Birdişli, 2014: 29- 40). Uluslararası sistemin süreklilik gösterdiğini ve değişim sorunları üzerinde, fazla durulmaması gerektiğini vurgulayan realizmin aksine, neorealizm öncülerinden olan K. Waltz, uluslararası sistemde bir sürekliliğin hakim olduğunu kabul etmesinin yanında, devletlerin askeri kapasitelerinin değişkenlik göstermesi özelliğiyle, güç dağılımında da, bir değişimin var olduğunu kabul etmiştir. Meydana gelen bu değişimin, uluslararası sistemin anarşik yapılı olması özelliğinde bir değişime yol açmayacağını vurgulayan K. Walt, değişen unsurun güç dağılımı olduğunu ileri sürerek, güvenlik için değişkenlik gösteren bu dağılımın dengede kalması gerektiğini ifade etmiştir (Arı, 2007: 22). Güvenlik ikilemi durumunun uluslararası sistemde yer aldığını dile getiren neorealistler, uluslararası alanda, ulus devletlerin birbirleriyle işbirliği politikaları gerçekleştirmesi noktasında bölünmüşlerdir. Yaşanan bu güvensizlik durumu ve sürekli güvenlik rekabeti içerisinde, devletlerarasında işbirliğinin yapılamadığını ele alan K. Waltz, Mearsheimer gibi kötümser neorealistler olarak adlandırılan öncülerin yanında, Charles Glaser gibi iyimser neorealistler olarak nitelendirilen öncüler de, devletlerarasındaki işbirliğinin yapılabileceğini ve uluslararası sistemdeki aktörlerin, güvenlik hedeflerine en iyi şekilde aralarında yapacakları bu işbirliği politikaları ile ulaşabileceklerini dile getirmişlerdir (Baylis, 2008: 74- 75).

Güçten ziyade güvenliği ön planda tutan neorealizm, ulus devletlerin güvenliğinin yanında, uluslararası sistemin güvenliğini de göz önüne alarak, güvenlik halkasını genişletmiştir (Çalık, 2013: 27). Ayrıca realizmden farklı olarak, devletler arasındaki ekonomik ilişkilerinde, uluslararası sistemde önemli bir etkisinin olduğunu analiz eden neorealist düşünürler, ekonomik güvenlik olgusunun uluslararası ilişkiler içerisinde yer almasını sağlamıştır (Çalık, 2013: 27).

(26)

Kısaca değerlendirmek gerekirse, uluslararası ilişkiler teorileri içerisinde güvenlik kavramı, farklı farklı şekillerde yorumlanarak, güvenlik algısına yönelik çalışmalar başlatılmıştır. Bu teoriler içerisinde yer alan realizm ve realizmin eksik kalmış yanlarını tamamlamaya çalışan neorealizm de, güvenlik algısına yönelik çalışmaları farklı şekillerde ortaya koymuş olsa da, bu çalışmaların benzer yanları da bulunmaktadır. Her iki teori de, uluslararası sistemde ulus- devletleri temel aktör olarak görmüştür ve güvenlik algısına yönelik bakış açılarını bu yönde şekillendirmişlerdir. Ayrıca her iki teori de, ulusal güvenlik meselelerine öncelik vererek, temel aktör olarak gördükleri ulus devletlerin güç kapasitelerini artırmasının önemini vurgulamışlardır. Yine her iki teoride de, güç dengesi olgusunun, ulus devletlerin güvenliği açısından olmazsa olmaz bir olgu olduğunu ifade etmiştir. Bu iki teorinin benzer yanlarının yanında farklı yanları da vardır. Buna, realizmden farklı olarak neorealizmin, güçten çok güvenliği ön planda tutması örnek gösterilebilir. Aynı zamanda neorealizm, ulus devletler arasındaki güvenlik ikilemi paradoksunu ortaya koyarak, güvenlik algısına yönelik bakış açılarını yönlendirmiştir. Ayrıca neorealizm, sadece ulus- devletlerin değil, süreklilik gösteren ama, değişimin sadece askeri kapasitede yaşanmasına rağmen, anarşik yapı özelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen uluslararası sistemin de, güvenliğinin ön planda tutulması gerektiğini ortaya koymuştur. Son olarak, realizm gücü bir amaç olarak görmesine rağmen, neorealizm gücü, kendisini, güvenliğe götüren bir araç olarak görmesi de bu iki teori arasındaki farklılıklardandır (Özdemir, 2008: 131). Buna göre neorealistler için devletlerin amacı, güvenliği maksimize etmek değil, güvenliği sağlamaktır (Özdemir, 2008: 131). Realizmde ise bu durum, sürekli olarak güvenliği arttırıcı önlemler alma şeklinde değişmektedir.

1.2.2.)Liberalizmin ve Neoliberalizmin Güvenlik Anlayışı

Eşitlik, rasyonellik, özgürlük ve mülkiyet kavramları üzerine inşa edilen liberalizm, belli amaç ve idealleri olan siyasal düşünce geleneğini temsil etmek amacıyla, bir ideoloji olarak XVIII- XIX yüzyıllarında İngiltere ve ABD’de etkili olmuştur (Arı, 2004: 354). Bu düşünce, uluslararası ilişkiler teorisi olarak, I. Dünya Savaşı sonrasında, uluslararası barış ve güvenliğin egemen kılınması ve çatışmaların önlenmesine ilişkin çabaların bir sonucu olarak gündeme gelmiştir (Arı, 2004: 367).

(27)

John Locke’unda içinde yer aldığı liberal düşünürler, realizmin savunucusu T. Hobbes’in aksine, doğa halinin bir savaş durumu olduğunu düşünmemekte ve bu doğa halinde karşılıklı yardımlaşma ve işbirliğinin de mümkün olabileceğini savunmaktadırlar (Yorulmaz, 2014: 103- 135). Özgürlük, siyasal eşitlik, evrensel barış gibi ortak ideolojileri içinde barındıran bu düşünce geleneği, toplum içindeki tüm insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde, karşılıklı olarak temel haklarına ve özgürlüklerine saygı gösterecekleri bir düzen arayışındadır (Beriş, 2010: 91). Bu arayışın peşinde olan tüm liberal düşünürler, ilkesizliğin ve kuralsızlığın şekillendiği bir durumun aksine, “iyi düzenlenmiş toplum” idealindedirler(Beriş, 2010: 91). “İyi düzenlenmiş toplum” idealinde olan liberalizm, hukukun üstünlüğünün, sivil hakların ve özgürlüklerin teminatı olduğu ve kararların demokratik bir ortamda alındığı temel ilkeleriyle uyumlu bir demokrasi çerçevesini tanımlamaktadır (Akkanat, 2014: 302). Liberalizmin temel ilkeleriyle oluşturulan bu demokrasi çerçevesi içerisinde, bireyin güvenliği ve özgürlüğünün sağlanması aynı zamanda bu özgürlüğünün korunması görevini üstlenen temel aktör de devlettir. Buradan da anlaşılacağı üzere, temel aktör olarak ulus devleti kabul eden liberalizm, kabul gören bu temel aktörün yanında uluslararası kurumları, çok uluslu şirketleri, sivil toplum kuruluşlarını ve devlet dışı aktörleri de uluslararası sistemde analiz birimi olarak incelemektedir (Sandıklı, 2012: 13). Bireyi de uluslararası sistemde bir aktör olarak analiz eden bu teori, demokratikleşme ve özgürlüklerin genişletilmesinin, bireylerin zenginleşmesinin, ticaretin arttırılmasına neden olacağı, bu artışın da, uluslararası işbirliğini arttıracağı, bu işbirliğinin de, savaş ve çatışmayı önleyebileceği ilkesine dayanmaktadır (Günyel, 2011: 26).

Liberal teori, uluslararası sistemi güç mücadelesi üzerinden okuyan realist teoriden farklı olarak, uluslararası çatışmalar yerine barış ve işbirliği konuları üzerine yoğunlaşmıştır. Bu nedenle, bu teori, uluslararası gündemin sadece “ güvenlik” eksenli olmadığını, bunun yanında refah, modernleşme, çevre gibi konularında bu gündem içerisine dahil edilmesi gerektiğini savunmuştur (Günyel, 2011: 26- 27). Demokratikleşme ve özgürlüklerin genişletilmesiyle, bireylerin zenginleşmesine zemin hazırlanacağını savunan liberalizm, bu zenginliğin ticareti arttıracağına, artan bu ticaretin de bireyleri birbirine bağımlı yapacağına ve bu bağımlılığında barış ve

(28)

refahı attırarak uluslararası alanda işbirliğini ortaya çıkaracağına inanmaktadır (Çetinkaya, 2013: 253- 254). Bireylere doğuştan verilen, özgürlük, yaşama, mutlu olma gibi haklarını korumasıyla ulus- devletlerin var olabileceğini savunan liberaller, var olma, bağımsızlık, çıkarlarını koruma gibi haklara sahip olan devletleri uluslararası sistemde temel aktör olarak görmesine rağmen, ulus- devletlerin dışında diğer aktörlerin de varlığını kabul etmiştir (Çetinkaya, 2013: 254). Düşünceler ve algıların değişmesiyle, devletler arasındaki işbirliğinin oluşabileceğini savunan liberal düşünürler, işbirliği odaklı bir güvenlik anlayışını ortaya koyarak, uluslararası ilişkileri “sıfır toplamlı bir oyun” olarak görenlerin aksine, aktörler arasındaki işbirliğinin sağlanmasıyla her iki tarafında kazanç sağlayacağı “mutlak kazanç” varsayımını ileri sürmektedirler (Sandıklı ve Emeklier, 2012: 13). Böylelikle, barışçıl bir dünya düzeninin oluşacağını vurgulayan liberaller, siyasi alanın da bu yönde şekillenmesini savunmuşlardır (Eralp, 2007: 65). “Sıfır toplamlı oyun” mantığında olan devletlerin, kolektif güvenlik önlemleriyle savaşları önleyemeyeceğini savunan realistlerin aksine, yapılan kolektif güvenlik önlemleriyle savaşların önlenebileceğini savunan liberaller, çok taraflı araçlar ile daha geniş katılımın sağlandığı platformlarla, işbirliğinin ve barışın sağlanabileceğini desteklemişlerdir (Çalış ve Özlük, 2007: 230). Realistlerin savunmuş olduğu güç dengesi sistemi gibi, salt çıkar ve güvenlik odaklı fikirlerin savaş riskini arttırabileceğini vurgulayan liberaller, aktörler arasında oluşturulacak olan kolektif güvenlik sisteminin hakim olduğu uluslararası bir yapıda, savaşların daha ortaya çıkmadan önlenebileceğini iddia etmişlerdir (Çalış ve Özlük, 2007: 230- 232).

Kolektif güvenlik ve işbirliğini ele alan liberal teori, 1980’lerden sonra güncel sorunlar ve olaylar karşısında kendisini yenileme gayreti içerisine girerek, neoliberalizmin uluslararası ilişkiler teorileri içerisinde yer almasını sağlamıştır. Yenilenmiş liberalizmin gayretleriyle oluşan bu teori, 1960’lardan itibaren, Almanya, bütünleşen Avrupa ve Japonya’nın, ABD’yi ekonomik ve siyasi olarak zorlamaya başlamasıyla ve oluşan yeni rekabet ortamında ortaya çıkmıştır (Bozdağlıoğlu ve Özen, 2004: 76). Barış ve işbirliğine duyulan özlem ve ihtiyaç üzerine uluslararası arenada kendisine bir yer bulan neoliberalizm, uluslararası ilişkileri birimler üzerinden ele almıştır ve bu birimler üzerinden barış ve işbirliğini analiz etmiştir

(29)

(Serdar, 2015: 20). Ulus- devletlerin, uluslararası sistemde rasyonel aktör olduklarını kabul eden neoliberaller, bu rasyonel aktörlerin yanında, bireyler, baskı grupları, uluslararası örgütler gibi aktörlerinde var olduğunu savunmaktadırlar. Bu yönüyle liberalizmle benzer özellikler gösteren bu teori, yine liberalizmin temel ilkesi olan, demokrasinin, kendisinin de temel ilkesi olduğunu ifade ederek, liberal demokratik devletler arasında işbirliğinin oluşturulabileceğini savunmuştur (Serdar, 2015: 21). Bu işbirliğini oluşturacak faktörler arasında da, uluslararası örgütler, uluslararası hukuk, devletlerin göreceli kazançlar yerine, mutlak kazançlarla ilgilenmesi anlayışı gibi unsurların yer aldığını analiz etmiştir (Serdar, 2015: 21). Aynı zamanda hem liberalizm hem de kendisinin yenilenmiş hali olan neoliberalizm, uluslararası kurumların üstünlüğüne inanarak, politikalar üretilmesi gerektiğini vurgulamışlardır (İşyar, 2008: 33).

Neoliberalizm, ekonomik anlamda devletlerin, iktisadi ve devlet teşebbüslerinden ve eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim gibi kurumsal alanlardan elini çekmesi gerektiğini dile getirirken, ekonominin tamamen kendi kurallarına göre işleyen serbest bir piyasaya bırakılmasını ve tüm kuruluşların özelleştirilmesi gerektiğini ön plana çıkarmış bir teoridir (Birdişli, 2009: 49). 1990’lı yıllardan sonra Doğu Bloğu’nun çökmesiyle sona eren Soğuk Savaş Dönemi’nden sonra, neoliberal politikalar uluslararası sistemde yayılmaya başlamıştır. Ekonomideki bu değişim, sınırların, yabancı saldırılara karşı askeri önlemlerle savunulması anlamına gelen realist güvenlik anlayışının da değişimini sağlamıştır (Birdişli, 2009: 49). Uluslararası sistemde yer alan, ulus devlet dışındaki, çok uluslu şirketler gibi aktörlerin de artmasıyla, aktörler arasındaki işbirliği ve bağımlılık artarak, aktörler arasındaki saldırı riskinin de azalmış olacağını zikreden neoliberaller, böylece, ulusal güvenlik anlayışının “dış saldırılara karşı ulusal sınırları korumaya yönelik askeri önlemler ve tehdit algılamaları” yerine, ekonomik kapasite ve üretkenlik ilişkisine bağlılığın yaygınlaşacağı algılarının yer alacağını savunmuşlardır (Birdişli, 2009: 9).

Felsefi, siyasi, ekonomik boyutların hiç birini atlamadan evrenselleştirmeye çalışan liberalizm gibi neoliberalizm de, tarihsel gelişmenin insan hakları ve özgürlükler yönünde evrimleştiğini, bireylerin özgürlüğünü sağlayan argümanların yapılması gerektiğini ve hukukun üstünlüğü ilkelerine bağlı bir siyasal yapının

(30)

evrenselleştirilmesi zorunluluğunu dile getirmiştir (Çetin, 2002: 94). Hukukun üstünlüğü ilkesine sahip kalan siyasal yapılarda, demokrasi gelişeceğini ve bu da iç barışın korunmasını sağlayacağını ifade etmiştir. İç barışın korunduğu bir düzlemde, uluslararası teşkilatlar oluşturulmaktadır. Oluşturulan bu teşkilatlar da devletlerarası karşılıklılık ilkesinin gözetilmesine, işbirliğinin belirlenen hedefler doğrultusunda oluşturulmasına ve yürütülmesine katkı sağlayarak, dünya barışının kurulmasına zemin hazırlayacağını iddia etmektedir (Sandıklı, 2012: 140).

Kısacası, uluslararası ilişkiler teorileri içerisinde yer alan liberalizm ve onun yenilenmiş hali olan neoliberalizm, uluslararası sistemde kolektif güvenliğe önem vermiştir. 1980’lerden sonra liberalizmin kendi içerisinde reforme olmasıyla oluşan neoliberalizm, neorealizm ve realizm gibi uluslararası sistemin anarşik bir yapıda olduğunu kabul etmiş olsa da (Arı, 2004: 371). bu yapı içerisinde yer alan aktörler arasında işbirliğinin yapılabileceğini savunmuştur. Liberalizm gibi neoliberalizm de, bireyi ön plana çıkarmıştır ve özgürlüklerin önemini vurgulamıştır. Hem liberalizm hem de neoliberalizm, silahsızlanmanın ortak güvenliği sağlayacağına inanmışlardır ve askeri güçten ziyade ekonomik gücün önemini vurgulamışlardır (Arı, 2004: 370- 371). Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan yeni ortamda, barışçıl bir dünya düzeninin kurulamayacağını vurgulayan realizmin aksine, liberalizm ve neoliberalizm, idealizmin ideallerini kendi içinde barındıran bir dünya barışının sağlanabileceğini savunmuşlardır (Dağı vd., 2007: 68- 69). Kolektif güvenlik temelleriyle uluslararası ilişkiler içerisinde yer alan bu teoriler, dünya barışının önemini vurgulamış olsalar da, kolektif güvenlik için oluşturulan Milletler Cemiyeti (MC) ve onun bir devamı niteliğinde olan Birleşmiş Milletler’in (BM) yükümlülüklerini yerine getiremediğini gösteren örneklerin uluslararası arenada yer alması (Şen, 1992: 100- 103). bu iki teorinin güvenlik anlayışına yönelik eleştirilerin gelmesine sebep olmuştur. Bu nedenle, güvenlik anlayışı içerisine sosyal, ekonomik, politik, insani, çevresel gibi faktörleri içerisine katan liberalizm ve neoliberalizm, güvenlik anlayışı yelpazesinin genişlemesini sağlamış olsa da, meydana gelen ulusal ve uluslararası olay ve olgularla birlikte alternatif güvenlik çalışmaları da gündeme gelmiştir. Böylece, uluslararası ilişkiler teorileri içerisinde yer edinen diğer teorilerin güvenlik anlayışına yönelik bakış açıları ön plana çıkmıştır.

(31)

1.2.3.)Eleştirel Kuramın Güvenlik Anlayışı

Karl Marx’ın düşüncelerinden hareket eden ve 1923 yılında kurulan Frankfurt Okulu’nun en etkin temsilcilerinden olan Jürgen Habermas, Eleştirel Teori’yi tanıtarak uluslararası ilişkiler içerisinde bir teori olarak yer almasını sağlamıştır (Karacasulu, 2007: 91). “Entelektüeller topluluğu” olarak ifade edilen Frankfurt Okulu düşünürleri tarafından oluşturulan eleştirel teori, geleneksel güvenlik algısını ortaya koyan teorilere bir eleştiri olarak ortaya çıkmıştır (Kızılçelik, 2000: 1- 2). Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle uluslararası alanda meydana gelen olaylar, eleştirel çalışmaların, güvenlik sorunsallaştırılmalarının yeniden gün yüzüne çıkmasını sağlamıştır (Eralp, 2005: 144). Eleştirel Kuram, Realist güvenlik yaklaşımını temel alarak, bu yaklaşımın devletin fiziksel güvenliğini ve devlet temelli güvenlik anlayışını konu alan düşüncelerine karşı çıkmaktadır. İnsan ve insanın temel ihtiyaçlarının dikkate alınmadığını vurgulayan bu teori, güvenlik algısını, sosyal düzenin dayanaklarına ilişkin herhangi bir kaygının olmadığı bir durum olarak tanımlamıştır (Yorulmaz, 2014: 118).

Booth, Wyn Jones gibi düşünürler tarafından geliştirilen eleştirel teori, güvenlik alanında yapmış olduğu çalışmalarla güvenlik algısının kapsamının genişletilmesini sağladığı iddia edilebilir (Brincat vd., 2012: 7). Frankfurt Okulu olarak adlandırılan eleştirel teori, güvenlik algısı kapsamına, toplumsal cinsiyet çalışmaları, feminizm olgularını da dahil ederek güvenlik algısına yönelik çalışmaların yelpazesini genişletmiştir (Brown, 2009: 4). Realist güvenlik kavramları ve hakim modernleşme teorilerinin yanında Üçüncü Dünya akademisyenlerinin düşüncelerini de eleştiren bu teori, az gelişmişlik sorununun da güvenlik algısı içerisinde incelenmesini sağlamıştır (Brauch, 2008: 40). Güvenlik algısına yönelik yapmış olduğu çalışmalarla, bu alanda çalışmaların alanını genişleten bu kuram düşünürleri, güvenlik kavramını, aktörlerin yaptıklarına, beklentilerine ve aktörler arası etkileşimlerine bağlı olarak algıda şekillenen bir olgu olarak değerlendirmiştir ve güvenlik algısının sübjektif bir niteliğe sahip olduğunu belirterek tek- tipçi bir güvenlik yaklaşımının paradokslarına odaklanmışlardır (Çalık, 2013: 33). Devlet ve devlet sisteminin incelenmesinin ötesinde dünyada güç ve hakimiyet çalışmaları üzerine vurgu yapan eleştirel kuram, hegemonik güçlerin, dünya politikasını ve

(32)

ekonomisini yönettiği bir ortamda insanların nasıl özgürleşebileceği konusu üzerinde çalışmalarını yürütmüştür (Karacasulu, 2009: 56).

Avrupa merkezi ve esas olarak büyük devletler arasındaki mücadeleyi kendisine temel alan geleneksel güvenlik çalışmalarının, uluslararası sistemin mevcut güvenlik yapısını anlamak için yetersiz olduğunu dile getiren eleştirel güvenlik çalışmaları, geleneksel güvenlik çalışmalarının, devlet dışı aktörlerden kaynaklanan güvenlik sorunlarını açıklayamamakta olduklarını belirtmiştir (Yalvaç, 2011: 90). Bu nedenle bu çalışmalar, terörizm gibi yeni tehditlerin varolmasıyla, büyük devletler arasındaki çatışma ve mücadeleleri ifade eden anarşi kavramının, bu yeni tehditleri açıklamakta yetersiz olduklarını ifade etmiştir (Yalvaç, 2011: 90).

Marksist düşünce etrafında şekillenmiş ve Frankfurt Okulu olarak adlandırılan eleştirel teori, alışılmışın dışında çalışarak, güvenlik çalışmalarında geleneksel söylemlerin zayıf yanlarını ve sorunlarını tanımlayarak, özgürleştirme vizyonu doğrultusunda alternatif bir söylem geliştirmeyi amaç edinmiştir (Yavuz, 2009: 141). Aynı zamanda güvenlik sorunlarına farklı bir çözüm üretmeyi de amaçlayan bu teori, uluslararası ilişkileri sadece devletlerarası ilişkilere dayandırmamış, devlet dışı aktörlerinde uluslararası ilişkilerde etkili olabileceğini savunmuştur (Ünlü, 2009: 9). Güvenliği devlet merkezli olmaktan uzak olarak algılamıştır ve güvenliğin alanını genişleterek kimlik, salgın hastalıklar, çevre felaketleri, göç gibi konuları da, küresel boyutta bir güvenlik tasarımının parçası olarak analiz etmiştir (Ovalı, 2006: 12). “Ortak İnsanlık Toplumu”nu ön plan çıkaran eleştirel güvenlik yaklaşımı, güvenliğe yönelik anlayışını; (Ünlü, 2009: 9).

 Güvenliğin daha derin anlaşılarak sadece devletin değil, devlet dışındaki aktörlerinde dahil edilmesi

 Güvenliğin kapsamının daha geniş tutularak sadece askeri kuvvet kullanımının güvenlik kaynağı yada tehdit olarak değil, tehditlerin ve güvenlik kaynaklarının çok kaynaklı olduğu bir anlayışın yaygınlaşması

 Güvenliğin kültürel farklılıklara duyarlı, evrensel bir değişime sahip bir politika olmasıyla, güvenliğin yoğun olması gerekliliğini özümseyerek bu üç faktörü kendi içerisinde radikalleştirmiştir.

(33)

Böylece, son yıllarda da görüldüğü gibi güvenlik algısı, sadece askeri kapasiteye ve silahlı kuvvetlere ait birer aygıt olmaktan çıkarılmış ve güvenliğin daha geniş ölçekte düşünülmesi gerekliliği öne sürülmüştür. Bu da; BM, AB gibi uluslararası kuruluşlar olmak üzere pek çok aktör tarafından uluslararası arenayı anlamak için kullanılan bir etken olmuştur Ünlü, 2009: 10).

İfade edildiği gibi, Soğuk Savaş Dönemi, iki kutuplu bir dünya düzeni etrafında kurulmuşken, Soğuk Savaş Dönemi’nden sonra meydana gelen olaylarla birlikte, güvenlik algısına yönelik tartışmalar tekrar su yüzüne çıkmıştır. Bu tartışmalar, 11 Eylül 2001 yılındaki terörist saldırılar ile sonlanmıştır (Aktaran: Ünsal, 2007: 67- 68). 2001 yılında gerçekleştirilen terörist saldırılarıyla birlikte, iç güvenlik ve dış güvenlik arasındaki ayrımın kesin çizgilerle ayrılmaz bir hale geldiği söylenebilir. Ayrıca bu saldırılardan sonra, eleştirel teorinin güvenlik algısına yönelik ortaya koymuş olduğu, demokrasinin yayılması, ekonomik gelişme, insan hakları gibi yumuşak güvenlik konuları önemini az da olsa korumuş olsa da, sert güvenlik konuları tekrar uluslararası sistemde gündeme gelmeye başlamıştır (Aktaran: Ünsal, 2007: 59). Böylece bu saldırılardan sonra, devlet merkezli güvenlik algısı tekrar gün yüzüne çıkmıştır ve uluslararası alanda meydana gelen olaylarda kendisini göstermeye başlamıştır. Bu nedenle, Marksizm ve uluslararası ekonomi- politik eleştiri gibi bir çok yaklaşımdan etkilenen ve bu yaklaşımlara katkıda bulunma arzusu içinde olan eleştirel kuram, güvenliği sağlayacak yeni devlet dışı özne arayışları, bu kuramın güvenlik algısına yönelik temel argümanları olsa da (Kaygusuz, 2014: 42- 43). 11 Eylül Saldırıları sonrasında bu argümanların ikinci plana atıldığı, tekrar geleneksel güvenlik algısının uluslararası sistemde ilk sıraya geçtiği iddia edilebilir. Herhangi bir mevcut sistemi evrenselleştirerek ideal haline getirilmesini reddeden eleştirel kuram, (Köker, 1998: 109). kendi yaklaşımının öngörülerini güvenlik konusunun belirli sorunlarına, terörle savaşa, insani müdahaleye, küresel ticaret rejimine uygulama noktasında ön plana çıkmışsa da (Burchıll vd., 2013: 213), 11 Eylül Saldırıları’ndan sonra dünya, bu yaklaşımların peşinden çıkıp, tekrar eski haline dönmeye başlamıştır. Bu saldırılardan sonra özellikle ABD’nin teröre karşı yürüttüğü savaş, barışçıl ve adil bir dünya düzeni olasılığını azaltmakla kalmamış, o zamanda uygulamaya konulan ‘medenileştirici’

(34)

ilke ve uygulamalarında öneminin azalmasına sebep olarak (Burchıll, 2013: 235), güvenlik algısının tekrar devlet merkezli bir hal almasını sağlamıştır.

1.2.4.)Kopenhag Okulu ve Güvenlik Anlayışı

Geleneksel/ realist güvenlik anlayışının eleştirisi üzerinden, güvenlik anlayışı geliştiren Kopenhag Ekolü’nün temeli, 1985 yılında Kopenhag Üniversitesi’nde Barış ve Araştırma Merkezi’nin kurulmasıyla atılmıştır (Miş, 2001: 347). Avrupa güvenliği üzerine odaklanan bu merkez, Avrupa’nın güvenliğini askeri olmayan boyutlar üzerinden incelemiştir (Miş, 2001: 347).

Barry Buzan ve Olw Waever’in öncülüğünü yaptığı Kopenhag Okulu, “geleneksel güvenlik” ve “genişletici güvenlik” yaklaşımlarından farklı bir bakış açısıyla uluslararası sistemde yer alarak, güvenlik çalışmalarında önemli bir dönüşümün yaşanmasına öncülük ettiği ifade edilebilir (Aktaş, 2011: 11). Bu iki temsilcinin güvenlik alanındaki tartışmaları uluslararası alanda çok etkili olmuştur ve “People State And Fear” adlı eserinde Barry Buzan, güvenliğin kapsamını, hem seviye yönünden hem de sektör yönünden genişletmiştir (Ünlü, 2009: 6). Devletlerin yegane güvenlik aktörü olarak nitelendirilmesine ve devletlerin salt askeri kullanımı ile tehdit edildiğine, bu tehditlerle baş etmek üzere gücün dengelenmesi anlayışının kalıplaşmış bir politika olarak benimsenmesine karşı çıkan bu okul (Akgül- Açıkmeşe, 2011: 46). geliştirmiş olduğu çalışmalarla güvenlik alanına yeni boyutlarında katılmasını sağlamıştır. Geleneksel güvenlik anlayışının, aktör- tehdit- politika üçlemesinin eleştirilmesinden ortaya çıkan bu okul (Akgül- Açıkmeşe, 2011: 46). güvenlik konuları alanına askeri güvenliğin yanına, politik, ekonomik, toplumsal ve ekolojik konuları da dahil etmiştir. Böylece bu okulun temsilcilerinden olan Barry Buzan’ın ortaya koymuş olduğu, “genişletilmiş güvenlik” kavramı, güvenlik algısı askeri güç kullanımı tekelinden arındırılmış, halkın yaşantılarını etkileyen konuların da dahil edildiği bir şekle büründürülmüştür (Küçüksolak, 2012: 205). “Genişletilmiş güvenlik” kavramıyla Barry Buzan, güvenliği; askeri, siyasi, ekonomik, sosyal ve çevresel olmak üzere beş ayrı sektörde incelemiştir. Bu sektörlerin her birinde de temel birim olarak devletler yer almıştır ve oluşan sektörler bu devletlerin çıkarlarına göre şekillenmektedir (Küçüksolak, 2012: 204- 205). Böylece Kopenhag Okulu

Referanslar

Benzer Belgeler

Mısır genotiplerine farklı dozlarda çinko uygulamalarının bitkilerin azot kapsamları üzerine genotipler ve çinko uygulamaları % 1 önem düzeyinde etkili olurken

Sonrasında ise Kazakistan’ın Dış Politika Stratejisinde Çok Vektörlülük ve Uluslararası Örgütler alt başlığında, kısaca Kazak dış politikasının ayrı bir

a) İşbirliğinde bulunulması hedeflenen ülke ve topluluklarla iktisadi, ticari, teknik, sosyal, kültürel ve eğitim alanlarındaki ilişkileri karşılıklı kalkınmaya

Son olarak kültürel yakınlaşmaya verilen cevaplara baktığımızda Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin yine %60 gibi yüksek bir oranla bu sürece de en çok destek veren bölge

HWNHQ NRQXPGDGÕU EmpaWLN ELU GL\DORJ RUWDPÕQÕQ ROXúWXUXOPDVÕ LOH gWHNL ile ilgili

1970'li yıllar içerisinde genel olarak İsrail'le savaş halinde olan Arap Devletleri’ne ve özel olarak Filistinliler’e yönelik tutum değişikliğinin sebebi

ABD’nin elinde bulundurduğu güç üstünlüğüyle Orta Doğu’da saldırgan davranışlar sergilemesi bölgesel güç dengesinin statükocu bir parçası olan Suudi

Türkiye’de 1980 sonrası dö- nemde ulusal güvenliğe yönelik tehdit algısı, terör dengesi üzerine ku- rulmuş ve ağırlıklı olarak askeri tedbirlerin önem kazandığı bir