• Sonuç bulunamadı

Türk modernleşmesinin taşrada basına yansıması (Hüyük örneği)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk modernleşmesinin taşrada basına yansıması (Hüyük örneği)"

Copied!
170
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ GAZETECİLİK ANABİLİM DALI

GAZETECİLİK BİLİM DALI

TÜRK MODERNLEŞMESİNİN TAŞRADA BASINA YANSIMASI (HÜYÜK ÖRNEĞİ)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

YARD. DOÇ. DR. CANER ARABACI

HAZIRLAYAN RAMAZAN KIZILKAYA

(2)

İçindekiler

TÜRK MODERNLEŞMESİNİN TAŞRADA BASINA YANSIMASI ... 0

(HÜYÜK ÖRNEĞİ) ... 0 ÖN SÖZ ... 3 ÖZET ... 5 ABSTRACT ... 6 KISALTMALAR ... 7 GİRİŞ ... 8

I. Araştırmanın Konusu, Amacı ve Önemi ... 8

II. Varsayımlar ... 12

III. Araştırmanın Yöntemi ... 13

IV. Araştırmanın Kapsamı ve Sınırları ... 14

V. Araştırmanın Örneklemi ... 14

BİRİNCİ BÖLÜM ... 17

MODERNLEŞME ... 17

1.1. Modern, Modernlik ve Modernleşme ... 17

1.2. Değişim Kuramları ve Modernleşme ... 19

1.3. Modernleşmenin Tarihsel Gelişimi ... 22

1.4. Modernleşmenin sonuçları ... 27

İKİNCİ BÖLÜM ... 29

TÜRK MODERNLEŞMESİ, TAŞRA VE BASIN ... 29

2. TÜRK MODERNLEŞMESİ ... 29

2.1. İçerdiği Anlamlar Bakımından Türk Modernleşmesi ... 29

2.3. Türk Modernleşmesinin Fikri Altyapısı ... 31

2.4. Türk Modernleşmesinin Tarihi Gelişimi ... 39

2.5. Eğitim ve Modern Toplum Hedefi ... 45

2.6. Türk Modernleşmesi Sürecinde Taşra ve Basın ... 56

2.7. Türk Modernleşmesinin Taşraya Etkisi ... 65

(3)

HÜYÜK VE SOSYAL DEĞİŞİM ... 68

3. MODERNLEŞME SÜRECİNDE HÜYÜK VE ÇEVRESİ ... 68

3.1. Hüyük ve Çevresinin Coğrafi Özellikleri ... 68

3.2. Hüyük ve Çevresinin Tarihi Özellikleri ... 68

3.3. Hüyük ve Çevresinin Siyasi Özellikleri ... 71

3.4. Hüyük ve Çevresinin Ekonomik Özellikleri ... 73

3.5. Hüyük ve Çevresinin Kültürel Özellikleri ... 76

3.5.1. Evlenme, Doğum ve Ölüm Gelenekleri ... 78

3.5.2. Bayramlar, Törenler ve Kutlamalar ... 86

3.5.3. İnançlar ... 90

3.5.4. Folklor ... 91

3.5.5. Mutfak Kültürü ... 92

3.5.6. Eğitim ... 93

3.5.7. Haberleşme ... 96

3.6. Dünden Bugüne Hüyük’te Değişim ... 99

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM... 102

TÜRK MODERNLEŞMESİNİN TAŞRADA BASINA YANSIMASI-HÜYÜK ÖRNEĞİ ... 102

4.1. Hüyük ve Çevresinde Basın ... 102

4.1.1. Aktepe Çavuş Köyü Dergisi ... 103

4.1.2. Hüyük Postası Gazetesi ... 104

4.1.3. İlkhaber Gazetesi ... 106

4.1.4. Hüyük Gündem Gazetesi ... 107

4.2. Türk modernleşmesinin Taşrada Basına Yansıması: Hüyük Örneği ... 109

4.3. Hüyük Basınında Modernleşme Unsurlarının İncelenmesi ... 111

4.3.1. Dünyevîleşme: Türk Modernleşmesinin “Olmazsa Olmaz”ı ... 113

4.3.2. Endüstrileşme: Modernleşmenin İlk Basamağı ... 117

4.3.3. Kentleşme: Modernleşmenin Göstergesi ... 121

4.3.4. Demokratikleşme: Modern Hayat Biçimi ... 124

4.3.5. Türk Modernleşmesinin Sonucu: Modern Türk İnsanı... 128

4.4. Modernleşme ve Değişim Bağlamında Hüyük Basınının Analizi... 129

SONUÇ ... 132

KAYNAKÇA ... 137

(4)

ÖN SÖZ

Avrupa’dan bütün dünyaya yayılan modernizm akımının, kültürel, ekonomik ve siyasal birçok bakımdan en çok etkilediği coğrafyalardan biri de Türkiye’dir. Bütün dünyada olduğu gibi modernizm, Osmanlı’dan günümüze yaklaşık 200 yıldır Türkiye üzerinde etkili olmaktadır. Modernizmin gelişmeye ve yayılmaya başladığı dönemde fiziki olarak kendisine en yakın etki alanı olan ancak kültürel olarak da en zıt iç dinamiklere sahip coğrafya özelliğine sahip Osmanlı Devleti, Batıdan yayılan modernizm nedeniyle büyük çalkantılar yaşamıştır. Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte de sistemli bir şekilde bu modernlik akımına teslim olunmasına ve bu yönde köklü reformlar denenmesine rağmen istenilen neticeye ulaşılamamış, maruz kaldığı çalkantıdan kurtulamamıştır.

Modernizm ile Osmanlı toplumunun kültürel dokusunun uyuşmamasından dolayı, ne devlet eliyle gerçekleştirilen reformlar tam anlamıyla başarıya ulaşmış ne de ananevi kültür tamamen yok olmuştur. Buna rağmen toplumumuzda büyük ve köklü değişimlerin sebebi olan modernleşme, bu uyuşmazlık nedeniyle giderilemeyen ve halen yaşanagelen anlam kargaşası nedeniyle temel bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir.

Hemen herkesçe bilinen ve küçük farklarla kabul edilen bu olgu, çeşitli olgular açısından farklı şekillerde irdelenmiştir. Ancak aynı olgunun taşra boyutu genellikle ihmal edilmiştir. Bu alanda yapılan inceleme sayısı yok denecek kadar azdır. Taşranın bir ayağının da kentlerde olan kısmını da hesaba katılırsa, nüfusunun çoğunluğu taşrada yaşayan ya da sosyolojik olarak taşralı kabul edilebilecek olan toplumumuzun modernleşmeye bakışı, moderniteyi algılayışı; hepsinden ötesi, bu süreçten nasıl etkilendiği ve bugünkü pozisyonu toplumsal iletişim açısından oldukça önemli bir konudur. Bu bakımdan da modernleşme kültürel, ekonomik ve siyasi açılardan incelenmesi gereken bir alandır.

Bu çalışma, bahsedilen ihtiyaçtan hareketle, tarihî ve sosyolojik temelleri tanımlanarak bir taşra yerleşimi olan Hüyük ve çevresinde gerçekleştirildi. Türkiye’de merkezin ve taşranın tanımı, toplumsal iletişim göz önünde bulundurularak yeniden yapıldı. Bu bağlamda Hüyük ve çevresiyle sınırlandırılan inceleme sonucunda, Türkiye’de taşranın bugünkü görünümü ele ortaya konurken, Türk modernleşmesinin taşra ve taşra toplumu üzerindeki etkileri ile söz konusu etkilerin sonuçları açıklandı.

Çalışmanın, elde olan imkânlar dâhilinde Türkiye bilim dünyasına yeni bir açılım getirdiğine inanılmaktadır. Ayrıca çalışmanın bu konuya bir dikkat çekme olarak algılanması

(5)

ve akademi dünyasında taşranın önemsenmesini ve daha detaylı bir şekilde inceleneceği umulmaktadır.

Tezin konusun bu yönde belirlememde bana öncü olan Danışmanım Yrd. Doç. Dr. Caner Arabacı ve önerdiği kaynak eserler ve stratejileriyle çalışmamı kolaylaştıran Yrd. Doç. Dr. Bünyamin Ayhan hocalarıma teşekkür ederim. Hüyük ve çevresinde yaptığım alan araştırmaları sırasında hep yanımda olan ve bana rehberlik eden (Hacı) İbrahim Ayhan ve değerli eşi Ayşe Ayhan olmak üzere, misafirperverlik ve yardımlarını esirgemeyen bütün Hüyük ve çevre halkına minnet borcum var. Ayrıca çalışmam sırasında maddi manevi yardım gördüğüm eşim N. Hilâl’e müteşekkirim.

Ramazan Kızılkaya Konya– 2008

(6)

ÖZET

Modernleşme, dünya gündemini en çok meşgul eden kavramlardan birisidir. Başka bir ifadeyle modernleşme, insanlık tarihini en çok meşgul eden ve tarih boyunca toplumların hayatına etki eden en büyük olgulardan birisi olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Endüstrileşme ile birlikte ortaya çıktığı günden bu yana, içerdiği anlam çerçevesinde a’dan z’ye bütün toplumsal hayatı etkileyen bu kavram, bugün hâlâ fiili bir durum olarak etkisini sürdürmekte ve aynı paralellikte de tartışılmaktadır. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılın ilk çeyreğinde dünya olabildiğince karmaşık bir hal alırken, “küreselleşme”, “Yeni Dünya Düzeni”, “BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)” gibi türevleriyle modernleşme, ortaya çıkardığı sonuçları bakımından artık çözülmeyi bekleyen bir soruna dönüşmüştür. Bugün kaotik bir şekle bürünen dünya düzeninin yeniden normalleşmesi için modernleşmenin birçok anlam içeren bir kavram olarak yeniden irdelenmesi gerekmektedir.

Bu çalışma, hem insanlık tarihi açısından, hem de Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi bakımından Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Konya’nın ilçelerinden Hüyük’te, Türk modernleşmesinin insan ilişkilerine ne şekilde etki ettiğini sebep ve sonuçlarıyla ortaya koymak ve bugün toplumumuzda yaşanan çatışmaların aralanmasına ışık tutması amacıyla yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda söz sahibi ve öncü olan modernleştiricilerin, Türkiye Cumhuriyeti ve halkı ile ilgili düşünceleri, hedefleri ve beklentileri çerçevesindeki uygulamaları ve bu uygulamaların taşraya yansımaları, araştırmanın konusunu oluşturmaktadır.

(7)

ABSTRACT

Modernity is one of the concepts occupying a priority position in world's agenda. In other words, it was and still is among the most important phenomena for humanity and has a great impact on societies through the ages. Modernity which came along with industrialization and has been influencing the whole social life of communities is still in effect and accordingly is being heavily discussed. In the first quarter of the 21st century, as the world gets more and more complicated, modernization, with its several by-products like “globalization”, “the New World Order”, and the Greater Middle East Project, turns to be a problem -as far as its serious consequences are concerned- that needs to be solved. The concept of modernity should be reconsidered at length with its manifold meanings for making today’s chaotic world order normal again.

This study aims to present a detailed survey for the impact of Turkish modernization on social relations in Hüyük, Konya, one of the oldest settlements for humanity and also one of the first sites of Turkish settlement in Anatolia; and to shed light upon current social conflicts. The subject matter of this study is the actions of Turkish modernists who lead the foundation of Turkish Republic within the framework of their thoughts, aims and expectations for Turkish Republic and its people; and reflections of these actions on the countryside.

(8)

KISALTMALAR

AKP Adalet ve Kalkınma Partisi Bkz Bakınız

BOP Büyük Ortadoğu Projesi Çev. Çeviren

D. Doğum

DP Demokrat Parti

HRT Hüyük Radyo Televizyonu MHP Milliyetçi Hareket Partisi

S. Sayı

s. Sayfa

TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi TDK Türk Dil Kurumu

(9)

GİRİŞ

I. Araştırmanın Konusu, Amacı ve Önemi

Modernleşme, dünya gündemini en çok meşgul eden kavramlardan birisidir. Başka bir ifadeyle modernleşme, tarih boyunca toplumların hayatına etki eden en büyük olgulardan birisi olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Endüstrileşme ile birlikte ortaya çıktığı günden bu yana, içerdiği anlamlar çerçevesinde a’dan z’ye bütün toplumsal hayatı etkileyen bu kavram, bugün hâlâ fiili bir durum olarak etkisini sürdürmekte, paralellikte de sonuçları bakımından tartışılmaktadır. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılın ilk çeyreğinde dünya olabildiğince karmaşık bir hal alırken, “küreselleşme”, “Yeni Dünya Düzeni”, “BOP” gibi türevleriyle modernleşme, artık çözülmeyi bekleyen bir soruna dönüşmüştür. Bugün kaotik bir şekle bürünen dünya düzeninin yeniden normalleşmesi için modernleşmenin birçok anlam içeren bir kavram olarak yeniden irdelenmesi gerekmektedir.

Bütün dünyaya, “değişerek mutluluğu yakala” çağrısı yapan ve “değişim” olgusu etrafında belirlediği “mutlu olma reçetesi”yle insanlığa yeni bir rota çizen modernleşme, yine insanlığı bugünkü ikici (dualism) ve çatışmacı dünya düzeni ile baş başa bırakmıştır. Dünden bugüne hep tartışılan ve belirsiz bir süre daha tartışılma ihtimali yüksek olan hukuk devleti, sosyal devlet, laik toplum, sivil toplum, insan hakları, bireysel özgürlükler vb. gibi sosyal, siyasal ve kültürel kavramsal sorunlar, hep modernizm ve modernizmin kendisine çizdiği yolda öteledikleri ve reddettikleriyle arasında yaşanan çatışmadan kaynaklanan sorunlardır (Huntington, 2004: 96).

Hiç şüphesiz insanlığı, Orta Çağ’dan Reforma, Rönesans’tan Aydınlanmaya ve günümüze kadar belirlediği idealin peşinden sürükleyen ve azımsanamayacak bir noktaya taşıyan modernizm, yine insanlığa olumlu ve olumsuz birçok sosyal, kültürel ve siyasal önemli tecrübe kazandırmıştır. Modernizm, Avrupa başta olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde toplumları kendisine tâbi olmak kaydıyla etkileyen, geliştiren ve dönüştüren bir olgu olarak bugün hâlâ toplumlara yön veren bir konumdadır. Gelinen noktada, dünyanın hemen her yerinde insanlar ve otoriteler arasında yaşanan olayların en büyük aktörünün modernizm ve modernleştirenler olduğu açıkça ortadadır. Günümüzde gerçekleşen olayları inceleyip açıklarken, modernlik olgusuna, modernliğin etki ve sonuçlarına bakmak gerekliliği vardır. Çünkü sistemli bir gerçeklik olarak modernizm, iklim şartlarının doğasına özgü coğrafi şekiller oluşturduğu gibi, toplumlara şekil veriyor.

Bu çerçeveden baktığımızda savımızı destekleyecek en iyi örneklerden birinin Türkiye olduğunu görürüz. 17. yüzyılda Batı’da (Avrupa’da) başlayan ve ve günümüze kadar neredeyse bütün dünyayı etkisi altına alan bir toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimi (Giddens, 2004: 11) modernizm akımının, kültürel, ekonomik ve siyasal birçok bakımdan en

(10)

çok etkilediği coğrafya Türkiye’dir. Bütün dünyada olduğu gibi modernizm, Osmanlı’dan günümüze yaklaşık 200 yıldır Türkiye üzerinde etkili olmaktadır. Modernizmin gelişmeye ve yayılmaya başladığı dönemde fiziki olarak kendisine en yakın etki alanı olan, ancak kültürel olarak da en zıt iç dinamiklere sahip coğrafya özelliğine sahip Osmanlı toplumu, Batıdan yayılan bu akımın etkisiyle büyük çalkantılar yaşamıştır. Bu çalkantılı sürecin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte de sistemli bir şekilde bu akıma teslim olan Türk toplumunun bunalımı devam etmiş, bu yönde köklü reformlar denenmesine rağmen bu bunalımdan kurtulamamıştır.

Modernizm ile Osmanlı toplumunun kültürel dokusunun uyuşmamasından dolayı, ne devlet eliyle gerçekleştirilen reformlar tam anlamıyla başarıya ulaşmış ne de ananevi kültür tamamen yok olmuştur. Buna rağmen toplumda büyük ve köklü değişimlerin sebebi olan modernleşme, bu uyuşmazlık nedeniyle giderilemeyen ve halen yaşanagelen bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir.

Osmanlı bir tarafa bırakılacak olursa modernleşme, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük hedeflerinden biridir. T.C.’nin kuruluşundan bugüne 90 yıla yakın gelişme süreci boyunca bu büyük hedefin toplumsal hayata birçok yönden olumlu ve olumsuz etkileri olmuştur. Özellikle yeni bir toplum tasarısı görünümü sergileyen Türk modernleşmesi projesi, elbette modernleşme akımından farklı olarak millî bir özellik de taşımaktadır. Başka bir ifadeyle Türk modernleşmesi, kalkınmanın yanında bağımsızlaşmayı ve aydınlanmayı da ana hedef olarak bünyesinde barındırmaktadır. Bu olgular, Türk modernleşmesine farklı hedefler ve anlamlar yüklenmesine, “resmi bir ideoloji”nin şekillenmesine sebep olmuştur. Bu yönüyle Türk modernleşmesi, klasik modernleşme kuramının öngördüğü geleneklerden farklı olarak, belirlediği kendine has ilke ve imkânlarla “Kemalizm” adıyla yeni bir toplumsal değişim projesi oluşturmuştur.

Bu kurama göre Türk modernleşmesi, üç temel hedef üzerine şekillendirilmiştir: Bunlardan birincisi, mutlakıyetçi ve meşruti rejimleri reddeden anayasacı akımın mirasçısı olan cumhuriyetçi özdür. İkincisi, Osmanlı Devleti’nin çözülmesi sonucunda ortak bir dili ve kültürü olan tek bir toplum esasına dayanan üniter (Uygulamaları itibariyle hem birleştirici hem de merkeziyetçi) bir idari yapı olmasıdır. Üçüncü hedef ise, klasik modernleşme kuramının da en temel ideallerinden olan ananevi inanış ve kültürün reddedilerek belirlenen resmi ideoloji çerçevesinde laik bir içerik taşımasıdır (Aydın, 1993: 16). Böylece klasik modernizmin kurguladığı ve sistem dâhilinde öngördüğü değişim hedeflerini, Türk modernleşmesinin öncüleri bizzat gerçekleştirmeye gönüllü olmuş, devletin bütün anayasal kurumlarını ve toplumu yukarıdan aşağıya belirlediği hedefler doğrultusunda değiştirmeyi öngörmüştür.

(11)

Dolayısıyla, bir anlamda ‘Kemalist Modernleşme Modeli’ diyebileceğimiz Türk modernleşmesi, Klasik Batı modernleşmesinin sonuçları olarak diğer toplumlara dayatılan siyasal ve ekonomik emperyalizme karşı bağımsızlığı hedefleyen, aynı Batı’nın aydınlanma fikrini ise değişmek ve kalkınmak içi rehber edinen temel özellikleriyle Batıcı entelektüel bir çabadır (Tazegül, 2005). Bu çaba, toplumun geniş kesimlerinde hep bir çelişki olarak algılana gelmiştir. Bu yönüyle Türk modernleşmesi projesi, azımsanamayacak ölçüde değişmeye imza atarken, aynı zamanda toplumun alt ve üst katmanları arasında yaklaşık yüz yıllık bir çatışmanın da mimarı olmuştur. Toplumumuzda bugün yaşanan ve temelinde bu modernleşme projesinin olduğunu düşündüğümüz çatışmalar, ister istemez bir iletişimci olarak dikkatimizi çekmektedir. Kişilerarası iletişimin ve toplumsal uzlaşmanın sağlanabilmesi veyahut anlaşılabilmesi bu çelişkinin çözümlenmesinden geçmektedir.

Bu bağlamda değerlendirildiğinde, onlarca yıldır çözülemeyen ve toplumsal kalkınmamızın önünde karmaşık ve büyük bir engel gibi görünen sorunların nirengi noktası bu çelişkiden doğan çatışmadır. Yerleşmiş bir ifadeyle 200 yılı aşkın bir süredir Türk toplumunun önünde bir mecburiyet gibi duran ancak bir türlü gerçekleştirilemeyen; değişerek “Batı gibi olabilme” arzusu taşıyan; “Muasırlaşma”, “Batılılaşma”, “Çağdaşlaşma”, “Kalkınma” gibi kavramlarla ifade edilen Türk modernleşmesi projesinin başarıya ulaşamamasının ve buna rağmen hâlâ bir hedef olarak toplum önünde durmasının sebeplerinin araştırılması gerekmektedir.

Bütün bu olumsuzluklara ve çelişkili sonuçlarına rağmen Türk modernleşmesi, Batı gibi olma hedefinin gölgesinde kalan gelişmenin değil belki ama büyük değişimlerin sebebi olmuştur. Esasında modernleşme, kentleşme, makineleşme ve uzun süreli yerleşik bir düzenin olduğu şehirlere özgü bir şeydir ve toplumların gelişmelerine bağlı olarak ortaya çıkan doğal bir durumdur. Burada, bir modernleştirme projesi olarak Türk modernleşmesine özgü farklı bir uygulama açıkça göze çarpmaktadır: Türk modernleşmesi, kent yerine taşradan başlatılan bir “modernleştirme” projesidir. Başka bir ifadeyle Türk modernleşmesi, felsefesi gelişme ve değişme üzerine belirlenmiş olan modernleşmeden farklı olarak, gelişme, kalkınma vb. etkilerin doğal sonucu olarak modernleşme yerine, direkt modernleştirme çabasına girişmiştir. Türkiye’de halkın hemen her zaman çoğunluğunu ifade eden taşra insanı üzerinde gerçekleştirilmeye çalışılan modernleşme projesinin, “Köy Enstitüleri” ve “Halkevleri” gibi eğitim kurumları aracılığı ile hayata geçirilmeye çalışılmış olması, ister istemez dikkatlerimizi bu konuyu araştırmaya yönlendirmiştir.

Türk modernleşmesi, bu ve paralel birçok konuda sorgulanmış, yerli ve yabancı birçok uzman araştırmacı tarafından incelemeye tâbi tutulmuştur. Ancak yapılan bütün incelemelere

(12)

rağmen, hâlâ incelemeye ve aydınlatılmaya muhtaçtır.1 Özellikle taşra boyutu üzerine yapılan araştırmalar, hem sayıca yok denecek kadar azdır; hem de toplumsal uzlaşmanın sağlanmasına ışık tutacak ölçüde açıklayıcı değildir. Bu nedenle böyle bir çalışmanın gerçekleştirilmesi ve Türk modernleşmesinin taşra üzerine olan etkilerinin araştırılması gerekliliği vardır. Dünden bugüne Türk modernleşmesi sürecinde modernizmin toplumsal etkilerine maruz kalan toplumun, bu olguyu algılama şekli, bu çerçevede toplum bireylerinin kendilerini tanımlamaları; yine bu olgunun yönlendirici etkisi karşısında bireylerin bir özne-nesne olma durumları ve hepsinin sonucunda sahip oldukları bilincin tespiti, bugün Türkiye’de var olan toplumsal çözülme ve kargaşa ortamının normalleşebilmesi için büyük önem taşımaktadır.

Hemen hemen bütün toplumlarda olduğu gibi Türk toplum yapısı da yöneten ve yönetilenlerden oluşan ikici bir özellik göstermektedir. Şerif Mardin’in Redfield’i referans alarak (Mardin, 2006: 22) “Büyük gelenek” ve “küçük gelenek” olarak nitelediği Marksist temelli (alt yapı-üst yapı) çözümlemesi bu konuda geniş açılımlar getirse de, bugünkü toplumsal sorunların çözümü için yeterli değildir. Buradaki “küçük gelenek” taşrada insanı ve kültürünü ifade etmektedir ve araştırmanın konusunu teşkil etmektedir.

Bugün Türkiye’deki toplumsal görünüm, seçkinciler ile halkın devam eden çatışması şeklindedir. Bu durumun tarihi arka planına bakıldığında, sorunun temelinde Türk toplum yapısının ve devlet geleneğinin olduğu görülmektedir. Türk devlet geleneğinde toplumsal sorunların çözücüsü “merkez”dir. Bütün güç ve imkânlar merkeze aittir. Halk ise hep, merkezi otoriteye saygılı ve bağımlı; toplumsal iç dayanışma dışında hiç bir gücü olmayan “çevre” olarak tanımlanmış ve kabul görmüştür. Bu nedenle hem Osmanlı’da hem de Cumhuriyet Türkiye’sinde, merkezin güçlü olması, halkın ise güç bakımından hep zayıf ve kontrol altında tutulması tarihi bir gerçektir (Heper, 2006: 40–41). Güçsüzlük çerçevesindeki bu kontrol aynı zamanda bir korku unsurudur ve halk padişahın ve bürokratik merkezin yaptırımlarından daima korkmaktadır. Bu korku, Türk siyasi kültürüne sürekli bir gerilim olarak yansımakta; toplumumuzdaki merkez-çevre etkileşiminin temelini oluşturan çatışmalı durum meydana gelmektedir. Şerif Mardin'in merkez-çevre ilişkileri çalışmasında açıkladığı gibi, merkez daima çevrenin niyetlerinden kuşku duymuş, çevre de merkeze duyduğu güvensizlik nedeniyle merkezle işbirliğine gitmemiş ve sürekli bir gerilim ve çatışma ortamı doğmuştur (Mardin, 2006: 171).

Bugün gelinen noktada üzerinde durulan hep merkez söz konusu olmuş, çevre, merkeze bağlı gerçekleşen olayların aydınlatılmasında ancak araştırma konusu olmuştur. Bu konuda çevre üzerine yağılan az sayıdaki araştırmalar ise, sonuçları itibariyle merkez ile

1 Bu konuya ilişkin daha detaylı bilgi için bkz. Altun (2002), Berkes (2006), Georgeon (2006), Lewis (2003), Mardin (2006), Muhiddin ( 2003), Touraıne (2003), Türköne (2006).

(13)

bütünleşme sağlamamıştır. Ayrıca Türk toplum yapısındaki yüzlerce yıllık bu katı merkezci gelenek nedeniyle, bu çalışmada mekân, zaman ve nitelik bakımından “taşra” merkezden gittikçe uzaklaşmaktadır. Böylece merkezle bütünleşemeyen taşra, gelişme sağlayamadığından dolayı yozlaşmaya ve çözülmeye başlamaktadır. Ayrıca kitle iletişim araçlarının iyice yaygınlaştığı günümüzde taşranın küresel yapay kültürün etkisinde kalarak kimlik yitimine uğramaktadır.

İşte bu çalışma, hem insanlık tarihi açısından, hem de Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi bakımından, Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Konya’nın ilçelerinden Hüyük’te, Türk modernleşmesinin insan ilişkilerine ne şekilde etki ettiğini, sebep ve sonuçlarıyla ortaya koymak ve bugün toplumumuzda yaşanan çatışmaların aralanmasına ışık tutması amacıyla yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda söz sahibi ve öncü olan modernleştiricilerin, Türkiye Cumhuriyeti ve halkı ile ilgili düşünceleri, hedefleri ve beklentileri çerçevesindeki uygulamaları ve bu uygulamaların taşraya yansımaları, araştırmanın konusunu oluşturmaktadır.

II. Varsayımlar

Bugün Türkiye’de yaşanan toplumsal çatışmaların çözümü için otoritelerin dikkatlerini taşraya çevirmesi önemli bir gerekliliktir. Sağlıklı bir toplum oluşturarak, Türk modernleşmesinin de ana hedefi durumunda olan “çağdaş uygarlık seviyesinin yakalanabilmesi” için siyasi otoritelerin ve akademik çevrelerin öncülüğünde taşranın yeniden inşa edilmesi şarttır. Çünkü;

a) Bağımsızlık ve kalkınma ana temelleri üzerine kurgulanan Türk modernleşmesi hem genel anlamda, hem de taşrada amacına ulaşamamıştır.

b) Bu nedenle bugün taşra, ekonomik, siyasi ve kültürel problemlerin yaşandığı bir görünüme sahiptir. Bu problemler, ekonomik gerilik, göç, toplumsal çözülme ve bu bağlamdaki diğer temel sorunlardır.

c) Bu temel sorunlar nedeniyle bugün Türk toplumu, oldukça uzun olan modernleşme sürecinin zihin yorgunluğunu yaşamaktadır. Yukarıdan aşağı uygulanmaya çalışılan modernleşme projesi çerçevesinde, toplumun üst ve alt tabakaları arasında oluşan modernlik ve gelenekçilik karşıtlığı, toplumsal gerilime sebep olmaktadır.

d) Söz konusu gerilim de sonuçları itibariyle Türk toplumunun ve özellikle de taşra kısmını karamsarlığa ve umutsuzluğa sürüklemektedir. Bu nedenle de gerçekleştirilemeyen toplum devlet bütünleşmesi gittikçe daha kötü sonuçlar doğuracak bir şekilde gelişmektedir.

e) Bütün bu olumsuz durumlar nedeniyle kendi haline terkedilmiş bir görünüm ve tavır sergileyen taşra, toplumsal kalkınma anlamında hiçbir gelişme göstermeden ve kazanıma sahip olmadan modernleşme özlemi yaşamaktadır. Böylelikle taşra, günümüzde etkisi iyice

(14)

artan ve kitle iletişim araçlarının sunduğu imkânlar sayesinde bütünleştikleri küreselleşmenin sonucunda yapay bir modernleşme yaşamaktadır.

Bütün bunlar, Türk modernleşmesi projesinin başarıya ulaşmadığının göstergesi durumundadır. Bu durum, yeni üretilecek toplumsal kalkınma projeleri ile 2000’li yılların Türkiye’sinde yaşanan toplumsal çatışmaların çözülmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Yeni bir toplum kalkınması hamlesinin başlatılarak Türk modernleşmesi projesinin başarıya ulaşabilmesi ve toplumun çoğunluğunu oluşturan taşranın sorunlarının çözülebilmesi için yeni projeler üretmek bir mecburiyet halini almıştır.

Yapılan çözümlemelerle Türk modernleşmesi sürecinde dünden bugüne Hüyük ve çevresinde gerçekleşen olumlu-olumsuz değişim ortaya konarak, Türk modernleşmesinin tam olarak amacına ulaşamadığı ve bugün var olan bazı toplumsal çatışmaların temel etkenlerinden biri olduğu tezi ortaya konmuştur. Ayrıca Hüyük basınında yapılan tarama ve nitel içerik analizi ile de bu tezin ispatı amaçlanmaktadır.

III. Araştırmanın Yöntemi

Bu araştırmada Türk modernleşmesinin taşraya etkisi ve basına yansıması irdelenecektir. Bu nedenle araştırmanın birinci aşamasında modernlik, modernleşme, batılılaşma ve Türk modernleşmesi ile ilgili genel bir literatür taraması ve söz konusu kavramlar ile ilgili çeşitli saptamalar yapılmıştır. İncelenen bölgede, bir toplumsal değişim ve dönüşüm projesi olan Türk modernleşmesinin etkisi araştırıldığından, modernleşme bağlamında değişim kuramları ve modernleşmenin tarihsel gelişimi hakkında da bilgiler incelenmiştir. Gerekli referanslar ve yeni saptamalar ışığında da incelemenin kavramsal temeli oluşturulmuştur. Ayrıca Türk modernleşmesinin araştırma bölgesi üzerindeki etkilerinin tespitinin basın taramasıyla mümkün olacağından, Türk modernleşmesi çerçevesinde yaygın ve yerel basının (taşra basını) tarihsel gelişimi ve önemi ayrı ayrı incelendi.

Daha sonra incelemeye konu olan Hüyük ve çevresi ile ilgili tarihi ve folklorik kaynaklar gözden geçirilmiş; kitap, dergi ve yerel gazeteler taranmıştır. Ayrıca araştırma alanıyla ilgili kaynağın yetersiz olması nedeniyle, bölge halkına hazırlanan görüşme kılavuzu çerçevesinde sorular yöneltilmiş ve bölge ile ilgili bilgiler elde edilmiştir. Elde edilen belge ve bilgiler nitel içerik analizi yöntemiyle çözümlenerek yorumlanmıştır. Ayrıca araştırma, küresel bir olgu olarak modernleşme ve gelenekçi bakışa yakın bir anlam ifade eden taşra çerçevesinde hazırlandığından dolayı yer yer karşılaştırma yöntemine başvurulmuştur. Bu çerçevede Hüyük ve çevresinde incelemeye konu olan dergi ve gazetelerin seçilen nüshaları incelenerek Türk modernleşmesinin bölge üzerindeki etkileri saptanmış, daha sonra da araştırmanın evreni olan bütün Türkiye taşrası ile bağlantılandırılmış ve başlangıcından

(15)

günümüze Türk modernleşmesinin taşrada basına yansıması, sonuçlarıyla birlikte ortaya konmuştur.

IV. Araştırmanın Kapsamı ve Sınırları

Modernlik ve modernleşme süreçleri, toplumları hemen her yönüyle kapsayan geniş içerikli olgulardır. Araştırmanın temellendirildiği konu olan Türk modernleşmesi de ekonomik, siyasi ve kültürel birçok süreci etkileyen kapsamlı bir konudur. Bu nedenle çalışma, günümüz itibariyle taşrada değişimin boyutlarını göstereceğinden dolayı bütün modernleşme tarihimizi içine alacak şekilde tasarlanmıştır. Bütün Türkiye taşrası araştırmanın evrenini oluştururken, zaman ve imkânlar bakımından bütün Türkiye taşrasını araştırma imkânı olmadığından, örnek araştırma alanı olarak seçilen Hüyük İlçesi ve çevresi ile sınırlandırılmıştır. Her ne kadar modernleşme süresi boyunca Türkiye’de farklı fikri akımlar ve düşünce değişimleri yaşansa da bütün bunlar modernleşme yani, batılılaşma, çağdaşlaşma söylem tartışmaları etrafında gerçekleşmiş ve taşrayı da etkilemiştir. Bu bakımdan süreç içerisinde Hüyük ve çevresinde yaşanan, kültürel, ekonomik ve siyasal her türlü etki sonucunda gerçekleşen değişim ve dönüşüm incelememize konu olacaktır.

Araştırmaya konu olan Hüyük İlçesi’nde yaşanan değişim, taşrada Türk modernleşmesinin etkilerini göstermesi bakımından önemlidir. Çünkü daha çok köylüyü bilinçlendirme gayesiyle çalışan Halkevlerinin olası etkilerinin uzun yıllar sonra ortaya çıktığı düşünecek olursak, 1940’larda kurulmaya başlanan Köy Enstitüleri’nin de fikrî olarak etkileri 60-70’li yıllarda görülmeye başlanmıştır. Ayrıca Türk modernleşmesinin en önemli özelliklerinden olan, Batı’nın ananevi ve dinî mevcut inanç ve düşüncelerini reddedip, kültürel unsurlarını devreye sokması sonucu ortaya çıkan inanç ve düşüncelerle gelenek ve modern olanın farklı beraberliği Hüyük’te çok belirgin bir şekilde görülmektedir. Bütün bunlar, Türk modernleşmesinin Türkiye taşrasındaki etki alanını ve boyutlarını görmemiz açısından önemlidir.

Bu çerçevede Türk modernleşmesinin Hüyük çevresinde, 1960–1972 yılları arasında yayınlanan Aktepe Çavuş Köyü dergisine; günümüzde ise Hüyük sınırları içerisinde yayınlanan üç haftalık gazeteye (İlkhaber, Hüyük Postası ve Hüyük Gündem gazeteleri) nasıl yansıdığı araştırılmıştır.

V.

Araştırmanın Örneklemi

Araştırma için örnek inceleme alanı olarak Konya’nın Hüyük İlçesi ve çevresinin seçilmiştir. Bu bölge kültürel, ekonomik ve siyasal özellikleri bakımından Türkiye taşra yerleşimlerinin bütün özelliklerini yansıtmayabilir de. Anadolu gibi onlarca medeniyetin

(16)

merkezi olmuş ve zengin bir kültürel çeşitliliğe sahip bir coğrafyayı bir ilçe ile örneklendirmek tam olarak mümkün olmayacaktır. Bu dezavantaja rağmen Türk modernleşmesinin bir yansımasını ve etkilerini üzerinde inceleyebileceğimiz en önemli taşra merkezlerinden birisi, birkaç bakımdan Hüyük İlçesi olmuştur. İnceleme için Hüyük’ü örneklem almamızın gerekçeleri şunlardır:

a) Hüyük, insanlığın en eski yerleşim yerlerinin başında gelen Konya sınırlarında yer almaktadır ve yine Hüyük, Türk kültürü mekânlarından birisi olarak Anadolu Selçukluları, Osmanlılar ve Türkiye gibi üç önemli Türk devleti dönemlerinde var olan bir yerleşim yeridir. b) Uzun bir tarihi geçmişe sahip olmasına rağmen Cumhuriyetle birlikte sırasıyla kaza, belediye ve şu anki haliyle sonunda ilçe olan Hüyük, folklor değerleri bakımından hâlâ geleneklerine bağlı bir taşra yerleşim biçimi görünümündedir.

c) Hüyük’te, eski bir yerleşim yeri olmasına bağlı olarak Türk modernleşmesi projesine rağmen geleneksel inanış ve davranış kalıplarından oluşan Türk kültürü ve medeniyet değerleri bölgede hâlâ varlığını sürdürmektedir.

d) Diğer taraftan Hüyük, Türk modernleşmesine özgü değerleri içselleştirmiş ve bu değerlere büyük bir bağlılıkla sahip çıkan bir halk yapısına sahiptir.

e) Büyük kentlere ve yurt dışına en çok göç veren yerleşimlerden biri durumunda olan Hüyük’te insanlar, bir yandan geleneksel hayatlarını sürdürürken, diğer taraftan modern bir görüşe ve davranışa sahiptirler.

f) Yakınlığı bakımından, araştırma yapma imkânı en kolay alanlardan biridir.

Yukarıda sayılan nedenler Hüyük ve çevresinin, araştırmanın örneklemini oluşturmasının ana nedenleridir.

Çalışmanın ilk bölümü, modernleşme olgusunun oluşumu ve Türkiye’deki algılanışını ortaya koymaktadır. Çalışmanın asıl amacı, modernleşme ya da Türk modernleşmesi kavramları yerine, bir akım olarak Türk modernleşmesinin taşra üzerindeki etkilerini incelemektir.

İkinci bölümde ise, Türk modernleşmesinin oluşum süreci, bu oluşum sürecinde taşranın toplumsal ve kültürel yapısı, Türk modernleşmesi ile Anadolu’daki kültürel yapının etkileşimi ve bütün bunların ne şekilde sonuçlandığı incelendi. Burada, köklü reformlarla halka benimsetilmeye çalışılan modernleşme projesinin ve içerdiği unsurların Türk toplum yapısına ne derece uygun olduğu, endüstrileşme, dünyevileşme, kentleşme ve demokratikleşme gibi modernleşme unsurlarının ne ölçüde gerçekleştirilebildiği en önemli inceleme konusu olmaktadır.

Çalışmanın üçüncü bölümünde de, örnek olarak seçilen Hüyük ve çevresinin kültürel, ekonomik ve siyasal bakımdan tanımlaması yapıldı. Bu çerçevede, Hüyük ve çevresi ile ilgili genel bir bilgi verilmiş, eski bir yerleşim yeri olması nedeniyle Türk kültürüne ve medeniyet

(17)

değerlerine köklü ve sağlam bağlarla bağlı olan yörede Türk modernleşme projesinin olumlu-olumsuz etkileri ve yaşanan değişimin boyutları araştırılmaktadır.

Son bölümde ise, Türk modernleşmesinin, örnek alan olan Hüyük ve çevresinde, basına yansıması, yapılan dergi, yıllık ve gazete incelemeleri sonucunda ortaya konulmaktadır.

(18)

BİRİNCİ BÖLÜM MODERNLEŞME

Türk modernleşmesini tam manasıyla anlamak, olgunun kavramsal çerçevesinin iyi bir şekilde çizilmesiyle mümkün olacaktır. Günümüzde yaygın olarak kullanılan “modernleşme” ya da “Türk modernleşmesi” tanımlamaları, kavramsal alt yapısı tam olarak çözümlenmediği zaman yanlış anlamaları ve bunun sonunda da iletişim çatışmalarını beraberinde getirmektedir. Bu nedenle Türk modernleşmesi çerçevesinde yapılan bu araştırmayla ortaya konulmak istenen bulguların daha iyi anlaşılması bakımından önce kavramsal çerçeve ortaya konulacaktır.

Dolayısıyla öncelikle, “modernlik”, “modernizm”, “modernleşme” ve son zamanlarda daha sık kullanılmaya başlanan “modernleştirme”, “sosyal değişim”, “gelişme” ve “ilerleme” kavramlarıyla ilgili anlamsal bir giriş yapılması gerekmektedir. Şüphesiz bu kavram algı ve bilinci Türk modernleşmesi ile şekillenmiş olan günümüz Türk toplumu için önemli içeriklere sahiptir. Ancak bu kavramların içeriklerinin tam olarak çözümlenememesi nedeniyle de ciddi bir anlam kargaşası ve zihin karışıklığı vardır. Söz konusu karmaşadan kurtulmak ve ortaya konan varsayımların araştırma çerçevesinde yanlış anlaşılmaları önlemek veya azaltmak için söz konusu kavramların yeniden tanımlanması yerinde olacaktır.

1.1. Modern, Modernlik ve Modernleşme

“Modernleşme” olgusunun tarihsel gelişim süreci içerisinde incelenebilmesi için önce “modern” ve “modernlik” kavramlarının ne anlamlar ifade ettiğine bakılması gerekmektedir.

Yeninin ya da yakın zamanın eş anlamlısı olarak anlaşılan modern’in, Türkçedeki sözlük anlamı, içinde bulunulan zamana, çağa, güne uygun olan demektir. Modern’in dilimizdeki ikinci anlam, Batı medeniyetine uygun olan; üçüncü anlamı ise, “köksüz, geleneksiz olan” demektir (Doğan, 2003: 925). Kavramı daha ayrıntılı bir şekilde incelediğimizde ise, kendinden önceki kültürlerden faklı olarak geçmişte yaşamaktan çok, gelecekte yaşayan bir toplum ve kurumlar bütünüdür. Modernleşme ise, tarımsal üretimden endüstriyel üretim tarzına geçişin getirmiş olduğu genel, toplumsal değişikliklerdir (Arda vd, 2003: 421–424).

“İster olumlu, isterse olumsuz değerlendirilsin, gündelik hayatta ve kültürde modaya uygun tutumlara ‘modern’ denir”. Aynı makalede Janniere ‘modern’in, “radikal bir değişmeden sonra ortaya çıkanı adlandırdığını” belirtir ve “insana olduğu kadar çevresine de uygulanır” der (Küçük (Der.), 2000: 95–107; Janniere, 1990: 499-510). Modernlik ve modernleşme konusunda en kapsamlı ve yetkin tanımı yapanlardan birisi olarak Alain Touraine’ın ise, Modernliğin Eleştirisi adlı eserindeki modernlik tanımı şöyledir: “En iddialı biçimiyle modernlik düşüncesi, insanın yaptığıyla bir olduğunun, dolayısıyla da, bilim,

(19)

teknoloji ya da yönetimin daha etkili kıldığı üretimle, toplumun yasayla örgütlenmesi ve çıkarların, ama aynı zamanda da, tüm kısıtlamalardan kurtulma isteğinin harekete geçirdiği kişisel yaşam arasında bir denklik ilişkisinin olması gerektiğinin olumlanmasıdır” (Touraine, 1997: 13). Bu tanımlamalardan hareketle, kısaca modern olanı ya da modernlik düşüncesini, ‘gündelik hayatta modaya uygun olan veya kabul gören en yeni tutum ve davranışlar' şeklinde tanımlayabiliriz.

Genel olarak, geleneksel, tarımsal üretim ve küçük çaplı el sanatlarına dayalı durağan bir yapıdan, sanayileşmiş, şehirleşmiş, okur-yazarlık oranının arttığı, kitle iletişim ve ulaşım araçlarının geliştiği, dinamik bir yapıya geçiş, modernlik durumunun en belirgin özelliği olarak yorumlana gelmiştir. Buna bağlı olarak modern kültürün en belirgin özelliği, öncekilerin hayat tarzından ayrı ve yeni, hatta bazı modernist düşünürlere göre alternatif bir hayat tarzını ifade etmektedir.

Modernliği, aydınlanma çağı sonrası, siyasal alanda demokrasiyi, kültürel alanda insan hakları merkezli bireyci bir dünya tasavvurunu, bilimsel alanda sınırsız akıl egemenliğini ve ekonomik alanda da kitlesel üretim ve tüketim normları ile serbest piyasa dinamiklerini ifade eden Batı tarafından tanımlanmış bir olgu olarak tanımlayabiliriz.

Bugün tanımladığımız anlamdaki modernizm, aydınlanma düşünürleri tarafından, on sekizinci yüzyılda ortaya atılmıştır. Bugünkü anlamda modern kelimesinin “eskiye göre farklı ve yeni olan” anlamını taşıyan, ama dinî çağrışımlardan uzak bir biçimde kullanılması ise Rönesans’tan sonra aydınlanma ile başlar. En iddialı biçimiyle modernlik düşüncesi, insanın yaptığıyla bir olduğunun, dolayısıyla da, bilim, teknoloji ya da yönetimin daha etkili kıldığı üretimle, toplumun yasayla örgütlenmesi ve çıkarların, ama aynı zamanda da tüm kısıtlamalardan kurtulma isteğinin harekete geçirdiği kişisel yaşam arasında bir denklik ilişkisinin olması gerektiğinin olumlanmasıdır. Modernlik bu anlamda, sürekli ve hızlı bir değişikliğe her zaman açık olmak demektir. Buna bağlı olarak modern kültürün en belirgin özelliği, öncekilerin hayat tarzından ayrı ve yeni bir hayat tarzını ifade etmektedir. Bir başka deyişle modernlik, on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda Batı Avrupa’da filizlenmeye başlayan ve esas görünümlerine Kuzey Amerika’da rastlanılan ve o zamandan bu yana Batı dışı dünyaya yayılan bir toplum biçimine karşılık gelmektedir. Marshall Berman bugünkü modernlik algısını şöyle tarif ediyor: "bugün, dünyanın her köşesindeki insanlarca paylaşılan bir deneyim tarzı var. Bu deneyim tarzını modernlik diye adlandırmak istiyorum. modern olmak, bizlere serüven, güç, coşku, gelişme, kendimizi ve dünyayı dönüştürme olanakları vaat eden; ama bir yandan da sahip olduğumuz her şeyi, bildiğimiz her şeyi, olduğumuz her şeyi yok etmekle tehdit eden bir ortamda bulmaktır kendimizi. Modern olmak, Marx'ın deyişiyle "katı olan her şeyin buharlaşıp gittiği" bir evrenin parçası olmaktır." Berman, 2008: 27).

(20)

Modernlik, “uygarlık” kavramı çerçevesinde tanımlandığı zaman karşıtları, “barbar”, “vahşi”, “geri” olarak ifade edilir. Modernleşmeci bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde, düalist bir yaklaşım ortaya çıkar ve “geleneksel toplum” ve “modern toplum” tanımlamaları kendiliğinden şekillenir.

“Modernleşme” kavramı ise, zaman kavramıyla bağlantılı olarak ‘modernliğe doğru yaşanan süreci’ ifade eder. Ayrıca modernleşme, modernlikten farklı olarak ideolojik bir boyutu da temsil etmektedir. Modernlik ile ortaya konulmak istenen toplumsal bir projenin hayata geçirilme sürecidir. Bu süreç, geleneksel yaşam tarzından, modern yaşam tarzına geçişi tanımlar.

Anthony D. Smith’den hareketle, modernleşme süreci üç başlık altında ele alınabilir. Birincisi, bir toplumsal değişme süreci veya kuramsal yer ve zaman boyutunda evrensel olan veya bu tür süreçler toplamı olarak modernleşme; ikincisi, genellikle Rönesans ve Reform’a kadar geri götürülen, “laikleşme ve kapitalizmin doğuşu ile ayırt edilen modernleşme; üçüncüsü de, gelişmekte olan ülkelerin liderleri veya elitlerince izlenen bir seri politikaları niteleyen bir kavram olarak modernleşmedir (Smith, 2003: 66).

Modernleşme, Anthony Giddens’a göre, “on yedinci yüzyılda Avrupa’da başlayan ve sonraları neredeyse bütün dünyayı etkisi altına alan toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimlerine işaret eder”. Peter Wagner, modernliğin başlangıcına on sekizinci yüzyılda gerçekleşen “demokratik ve endüstriyel devrimler”i yerleştirir (Altun, 2002: 21).

Modernleşme, Batılı toplumsal bilimciler tarafından, bütün gelişmekte olan toplumların, Batı toplumlarına benzer aşamalardan geçecekleri anlayışından hareketle oluşturulmuş bir kavramdır. Bu tanımlamalar özünde modern olma, modern bilinç ve modernlik kuramını tanımlamaya çalışmaktadır. Her ne kadar herkesin tek bir tanım üzerinde fikir birliğinin sağlanması mümkün olmasa da aşağı yukarı bütün tanımlar birbirini tamamlar ve tekrarlar niteliktedir.

1.2. Değişim Kuramları ve Modernleşme

Modernleşme, “Batılı toplumbilimciler tarafından oluşturulmuş olan ve gelişmekte olan bütün toplumların Batı toplumlarına benzer aşamalardan geçecekleri anlayışından hareketle oluşturulmuş bir kavram” (Kongar, 2000: 247) olduğuna göre, modernleşme kuramları da, bütün toplumlar için geçerli olan ve kaynağını Batı’dan alan evrensel bir gelişme çizgisinin olduğu yönündeki bir temele

dayanmaktadır. Bu bağlamda en çok bilinen ve yaygın değişim kuramı, modernleşmedir. Modernleşme Kuramı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Amerikan sosyal bilim çevrelerinde ortaya çıkan, Batı’nın model alınması suretiyle tüm dünya toplumlarının modernleşebileceğini varsayan ve Amerika’yı modernliğin temsilcisi olarak sunan bir toplumsal değişme yaklaşımıdır.

ABD'nin önde gelen üniversitelerinde geliştirilmiş teorik bir çerçeve olan Modernleşme Kuramı, en özlü ifadesiyle, modern Batılı sosyal bilimcilerin modern olmayan

(21)

toplumlar için yazdığı sosyolojik reçetenin adıdır. Modernleşme kuramı, büyük oranda yapısal işlevcilerin kuramsal öncüllerine yaslanır ve toplumların, gelenekten modernliğe doğru yaşanan evrensel bir sürece muhatap oldukları takdirde gelişebileceklerini söyler (Altun, 2002: 44). Bir değişme ve gelişme kuramı olan modernleşme kuramı, toplumların modern ekonomik gelişme aşamasına ulaşmaları için kültürel ve toplumsal bir değişim sürecine ihtiyaç duydukları yönünde bir inanca dayanır.

Tarihsel bir kategori olarak modernleşme, tarihin belli bir dönemini çağdaş olarak sınıflar; ancak bu çağdaşlık, yeni ve kendini aşmış olmayı vurgular. Yine bu çağdaşlık, ilerleme ve gelişmeyi simgelemesi yanında, ilerleme ve gelişmenin sonunda varılacak noktayı da belirler ve dolayısıyla gerçekleştirilmesi gereken bir hayat biçimi önerir. Bu olgu, onun belli bir niteliğin belirleyicisi olmasını sağlamaktadır. Böylece modernleşmenin kendisi, hem kronolojik olarak bir dönemi, hem de gelişme ve ilerlemeyle bütünleşen toplumsal deneyimin gelişerek sürekli hale gelmesini anlatmaktadır (www. ikincicumhuriyet. org/ 6 Şubat 2008).

Ulusal devlet ve modernleşme kuramları, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren toplumsal gelişmenin temelini belirlemişlerdir. Uluslaşma ve sanayileşme-demokratikleşme-toplumsal gelişme dinamikleri bir yandan kimi toplumların ulaştıkları belli bir aşamayı simgelemiş; bir yandan da gelişmenin olmazsa olmaz koşulu olarak diğer toplumlar için bir model oluşturmuştur. Modelin getirdiği en önemli özellik, uluslaşmanın, gelişmenin ve ilerlemenin devlet öncülüğünde, devletin belirleyeceği hedefler ve ilkeler çerçevesinde gerçekleşmesi düşüncesidir. Bir diğer özellik ise, bu sürece giren toplumların tüm yönlerinin değişiminin söz konusu olması, genel bir değişimin gerekliliğinin ortaya çıkışıdır. Belirlenen bu şablona göre toplumlar, ister kendi istekleriyle, isterlerse modern güçlere bağımlı bir sürecin başladığı her yerde hedeflerin önceden belirlenmesi ve toplum yaşantısının tüm yönlerini içermesi, modernleşmenin ana felsefesini oluşturmaktadır. Bu felsefede modernleşme, "hem toplumların birlikte yaşamak için ideal bir imkân sunmuş, hem de insanların bu ideal imkânı değerlendirmek istediklerini onlara gösteren ikna edici bir işlev kazanmıştır (Uysal-Sezer, 1993: 26/1).

Diğer yandan modernleşme kuramının temelinde, onu destekleyen aydınlanma ve çeşitli yönetim felsefeleri bulunmaktadır. Aydınlanma, Orta Çağ’da dine hizmet eden felsefenin dinden bağımsızlaşmasıyla ortaya çıkan düşünce biçimidir. Başka bir deyişle aydınlanma, Rönesans ve Reform ile birlikte gelişen felsefenin akılcı, özgür ve laik olarak tanımlanan bir kültüre; gücünü milletten alan, bilgi ve demokrasiye dayalı bir devlet düşüncesine dönüşmesidir. Bu durum aynı zamanda 18. yüzyılda bilimin egemen olduğu bir doğa ve evren görüşünün oluşturduğu bir kültür anlamına gelmektedir.

Görülüyor ki, modernleşme ya da çağdaşlaşma, insanı özne ve nesne yapan bilimsel ve teknolojik buluş ve yeniliklerin getirdiği sosyo-ekonomik değişimlerle ilgili objektif bir süreç

(22)

ve eski düzenden çözülüşten kaynaklanan kültürel bir durumu da ifade etmektedir. Bu süreç bir özne olarak insana kendini dönüştüren ilişkileri değiştirme gücü verir ve dönüşümü de ekonomik gelişme ile birlikte bireyin kendini geliştirmesine bağlar. Bu durum ise, devlet ile birey, özel ile kamu arasında üstünlük veya uzlaşma gibi sorunların habercisidir. Modernleşmenin çelişkilerinden biri olarak ortaya çıkan bu sorunlardan biri, "egemen insanla egemen devletin" uzlaştırılmasıdır. Ancak bu çelişki, yalnız genel çerçevede devletle birey arasında değildir. Aynı zamanda kamu ile özel bağlamında tüm ilişkilerde, somut koşullarla hedefler arasında, görünüş ile gerçeklik, üst ve alt kültür, değer ikilemi gibi belirgin tezatların oluşmasına da neden olmaktadır. Ancak bu ikilem ve/ya da çelişki, modernleşmenin sonunda ortaya çıkan bir sorun değil, başlangıcındaki niteliksel farklılaşma amacının bir sonucudur (Uysal-Sezer, 1993: 26/1).

Modernleşme, teknolojik gelişimle bütünleşen bir ekonomik toplumsal (kültürel) siyasal süreç olarak alındığında olduğu kadar, bir modele göre değişme amacının özünde de bulunan somut koşullar - hedef ayrımını ve buna bağlı tüm ikilemleri kendiliğinden içermektedir. Zira sürecin özünde, yerleşik bir yaşam biçiminden, daha ileri düzeyde örgütlenmiş bir başka yaşam biçimine geçiş; yerleşik ekonomik, toplumsal ve siyasal yapıların, kurumların, ilişki kalıplarının ve değerlerin yıkılıp, yerlerini yenilerinin alması bulunmaktadır. Ancak modernleşme süreci içinde toplumun tüm unsurlarının aynı anda ve hızda değişememesi gerçeği de vardır.

Modernleşmenin ekonomik boyutu, yalnızca sanayileşme ile değil, aynı zamanda kapitalist ekonominin gerekleri; siyasal boyutu ulus devlet ve çoğulcu demokrasi doğrultusunda demokratikleşme; kültürel boyutu ise her iki alanda geçerli bilgi, değer ve normlarla bütünleşmektedir. Ancak daha ileri bir örgütlenme modeline dönüşüm açısından bakıldığında, modernleşmenin bu boyutları, Marksizm ve onun her üç boyuttaki belirleyicilerini ve buna yönelik değişim sürecini de anlatmaktadır. İki sistem arasındaki temel farklılıklar ne olursa olsun, değişim dönüşüm sürecinde yukarıda belirlenen ikilemler ortadan kalkmamaktadır. Nasıl bir model kabul edilirse edilsin sonuçta düşünülen daha ileri, daha demokratik daha iyi ve arzulanan bir yaşam biçimine geçiş görülmektedir. Bu bakımdan modernleşme, ekonomik olduğu kadar toplumsal ve siyasal amaçlar da taşımaktadır.

Özetle modernleşme olgusu, teknolojik gelişmelerin ve bilimsel bilginin bir ürünü olarak değerlendirilmektedir. Teknolojik bilgi ile düşünceyi, dinî ve geleneksel sistemden ayırıp özgürleştirmeyi tasarlamıştır. Böylece teknolojiyi üretecek insan tipi ortaya çıkmış ve hem ulusal devletin, hem de daha sonra çoğulcu ve liberal demokratik devletin fikri ve alt yapısı oluşmuştur.

(23)

Bugünün modernleşmesi kültürel, ekonomik ve siyasal bir süreç olarak önemli bir aşamaya gelmiştir. Bu aşamada modernleşme, teknolojik gelişme bakımından olmasa bile düşünce bakımından büyük bir sorun olarak tartışılmaktadır.

Bugün modernleşmenin, teknolojik gelişim yanına bakıldığında, toplumları peşinden sürüklediğini ancak aynı süreçte arkasında biriken bir düzine de problem yarattığı görülmektedir. Bu gelişim post-modern bir söylemle, insanlığın küçük bir bölümünü, haz ve hız tutkusuyla sarhoş ederken, büyük çoğunluğunu da açlık ve ölüme sürüklemektedir. Çünkü günümüzde teknoloji, bir yandan insan hayatını kolaylaştırıp kendisine bağımlı kılarken, diğer taraftan da öldürücü silahlar üretmektedir. Teknolojiyi elinde bulunduran modern güçler (Batı ve ABD), geri kalan (genel olarak İslâm) ülkeleri, hem olumlu hem de olumsuz yönde bir silah olarak kullanmaktadır. Modernleşme, sadece sermaye ve dolayısıyla gücü elinde bulunduranlar için hâlâ vaat ettiği mutluluğu sunmaya devam ederken, kitle iletişim araçlarının gelişmesi ve küresel ekonomik ağlar sayesinde insanlığın geri kalan çoğunluğu, açlık ve sefalet içerisindedir. Hiç şüphe yoktur ki, gelinen bu nokta, bizi modernizmin iflas ettiğini açıklamaya götürmektedir.

1.3. Modernleşmenin Tarihsel Gelişimi

Temel olarak gelişme ve değişmeyi öngörerek bugün dünya halklarının gerçekleştirme hedefi haline gelen bu medeniyet kuramının çıkış noktası ve alt yapısı nedir? Bu sorunun yanıtını bulmak ve modernleşme olgusunun tarihsel gelişimini tanımlamak, ancak 15. yüzyıldan günümüze uzanan süreç içerisinde Avrupa’yı ve Osmanlı medeniyeti tarihlerini mercek altına almakla mümkün olabilir. Siyasal, ekonomik, kültürel ve toplumsal ayrımlarından bahsettiğimiz modernleşmeyi, sebep ve sonuçları itibariyle çözümlemek ve doğru bir kanıya varabilmek için bu uzun dönemi mercek altına almak gerekir.

Modern tarih çözümlemeleri çerçevesinde yaygın olan anlatıma ve değerlendirmeye göre insanlık tarihi, dönemlere bölünerek modern aklın tarihsel bir kavramlaştırması yapılır. Bu dönemsel kavramlaştırma, Antik Çağ, Orta Çağ ve Modern Çağ olarak en genel tanımına kavuşur. Bunun dışındaki dönemselleştirmeler daha fazla detayı ifade eder ve pek fazla kullanılmaz. Modern tarihe göre yapılan bu tasnife göre, çağlar şu şekilde tanımlanır: Eski Çağ (Antik Çağ), göz kamaştırıcı bir ışıkla bağdaştırılır. Orta Çağ, gecenin üstüne çöktüğü cahillik, ‘Karanlık Çağ’, olarak tanımlanır ve Modern Çağ da, karanlıktan çıkılan bir dönemi işaret ederek, aydınlık bir geleceği müjdeleyen, uyanış ve ‘Yeniden Doğuş’ zamanı olarak tanımlanır (Karakaş, 2005: 446).

Antik Çağ, bugünkü modern Batı medeniyetinin görünüşte redderek kendisini bulduğu kutsal metinlerde adı geçen ülke ve halkların tarihleriyle başlatılır, Yunan ve Roma medeniyetlerinin başlangıç ve sona erişleriyle sınırlandırılır. Orta Çağ, antik dönemin ışıltılı

(24)

dünyasını modern döneme bağlayan ama üzerine karanlık örtülmüş bir dönemi ifade eder. Modern Çağ ise, tam olarak bugünkü yaygın modernizm algısını ifade eder.

Modern Batı Medeniyeti, bugünkü varlığını eski ve sağlam bir geçmiş ile temellendirirken, bunu ancak başta İslâm Medeniyeti olmak üzere başka medeniyetleri yok sayarak yapmaktadır. İnsanlık tarihini bu çerçevede yorumlayan Batıcı tarih yaklaşımı, “toplumların farklılıklarını, geçmiş deney ve birikimlerini yok saymaktadır. Bu yaklaşım, modernizm çerçevesinde toplumların gelişmesi ve ilerlemesi, genel-geçer belirli yasalara bağlamakta, toplumların geleceklerinin şekillendirilmesinde Batı’ya önemli roller yüklemektedir” (Sezer, 1999: 89).

Elbette bu çalışma, değişik açılardan medeniyetleri kıyaslamak ve durum değerlendirmesi yapmak üzere kurgulanmadı. Ancak, Türk modernleşmesi ve etkilerini incelerken hep bir bilimsel tekrar yapmak yerine yeni açılımlar getirmek ve bilime katkıda bulunmak temel görevlerden birisidir. Şu da bir gerçek ki, temelleri 15. yüzyılda atılan ve günümüze kadar etkisini sürdüren modern Batı medeniyetini ve bu süreçteki tarihi olayları irdelerken bahsettiğimiz gerçeklerin bilinmesi, yapılacak değerlendirmelerin sıhhati açısından önemlidir.

Bugünkü modernleşme olgusunun ve modern Batı medeniyetinin temeli 15. yüzyılda atılmıştır. “Müslüman-Türk” medeniyeti olarak adlandırdığımız Osmanlı medeniyeti en parlak dönemine ulaşmak üzere gelişimini sürdürdüğü dönemde, Batı medeniyeti Orta Çağ’ı en derin şekilde yaşıyordu. Bu dönemde bütün topluma karşı her yönden üstün bir konuma gelen kilise kurumu, keyfi olarak kişileri dinden çıkarıyor (aforoz), sahip olduğu para karşılığında günah çıkarma ve cennetten yer satma (Endülüjans) gibi yetkilerini kullanarak adaletsiz ve eşit olmayan uygulamalarda bulunabiliyordu. Sayısız hurafe ve haksız vakaların yaşandığı Orta Çağ Avrupa’sında, İslâm âlimlerinin kitaplarını okuyarak dünyanın döndüğünü ilan eden Galile ve daha pek çok düşünür çeşitli işkenceler görmekteydi.

Siyasal ve askeri gücü elinde bulunduran, toprağın mülkiyetine ve/ya imtiyazına sahip olan asiller ile bu sınıfa bağımlı köleler sınıfından oluşan feodal Avrupa’da halk, soylular, rahipler, burjuvalar ve köylüler şeklinde sınıflandırıldığından dolayı, sosyal adalet sağlanamamıştır. Adalet sağlanamadığı gibi siyasal birlik de yoktur. Bu durum 16. yüzyıla kadar da böyle devam etmiştir. Ancak Orta Çağ karanlığından kurtulma ihtiyacı duyan Avrupalılar, denizaşırı keşifler gerçekleştirmeye başlamış (Coğrafi Keşifler), bu keşifler sayesinde dünyayı tanımışlar ve böylece Avrupalılarda düşünce ve toplumsal gelişme yer etmeye başlamıştır. Ayrıca bu düşünsel gelişmede doğu ya da İslâm medeniyetinin olumlu etkileri de göz ardı edilmemelidir. Doğu’nun olumlu etkileri ve katkıları sonucunda, Batı Medeniyetinin üzerindeki karanlık Orta Çağ perdesi de yavaş yavaş kalkmıştır. Hiç şüphesiz bu gelişmeler Avrupa’da modernleşmenin temellerini oluşturmaktadır. Modernleşmenin

(25)

temelini oluşturan bu yenilikçi düşünce sistemine ise çok sonraları Rönesans yani "Yeniden doğuş" denmiştir.

Rönesans araştırmacılarından Burkhard’ın ifadesiyle “Rönesans, insanın keşfedilmesidir” ve bu manada Batı; kendisini, insanlığını henüz keşfetmiştir. 15. Yüzyılda başlayan bir süreç olarak Rönesans, aynı yüzyıl içinde bütün Avrupa'ya yayılmıştır. Bu düşüncenin gelişmesindeki temel amaç ise, Orta Çağ karanlığı yaşayan, eşitsizlik ve fakirlikten bıkan insanların daha iyi bir hayat arayışının olduğu söylenebilir. Ayrıca gücünü kötüye kullanarak, halkı üzerinde büyük baskı kuran kilise yönetiminin cezalandırılması düşüncesi de yenilikçi düşüncenin temel tetikleyicilerindendir. Bunlar vb. sebeplerle ortaya çıkan bu düşünce, özet olarak denizaşırı seferlerin ilgi çekici olması, insanın birçok şey yapmaya yetecek kadar güçlü olduğu inancı gibi anlayışları da beraberinde getirmişti. Bütün bunlar doğru olmakla birlikte, her şeyin kendiliğinden meydana gelmediği, Orta Çağ Avrupa’sının Müslüman Türk ve Arap milletlerinin kurduğu medeniyetlerin (Endülüs ve Osmanlı) açıkça ve önemli ölçüde etkili olduğu bir gerçektir.

Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u fethettikten sonra, isteyen bilim adamlarının İtalya’ya gidebileceklerini bildirmesi: İslâm medeniyeti ve ilmi hareketleri hakkında bilgiye sahip bulunan Bizanslı düşünürlerin, bilim ve sanat alanında yaptıkları çeviriler ve yazdıkları eserlerin yayınlanması sonunda İtalya’da yaşayan insanların bilgi ufukları genişlemiş ve derinleşmiştir. Avrupalı gemicilerinin, doğu dünyası ile münasebette bulunmaları ve bunların İslâm ülkelerindeki zenginlik, refah, nizam, intizam, adalet ve inanç hürriyetini her vesileyle dile getirmeleri ve İslâm ülkelerinde gördükleri uygulamalara benzer olarak şairleri, sanatkârları, fikir adamlarını himayeye ve teşvik etmeye başlamaları, Rönesans’ın en önemli etki gücü olmuştur.

İşte bu dönem, Avrupa’nın ya da medeniyet tanımıyla Batı’nın doğuşuna denk gelmektedir. Niyazi Berkes, “Yeni Avrupa, Fatih’in İstanbul’u aldığı sırada doğmaya başlamış, Kanuni Süleyman zamanında kendine özgü yönünü ve rengini almış bulunuyordu” der ve bu yargısını destekleyen tarihi en önemli gelişmeyi, yeni Avrupa’nın gelişmesinde birinci derecede etkisi olan olayı şöyle açıklar: “Fatih’in İstanbul’u kuşatması sırasında (1453) Avrupa’nın göbeğinde Gutenberg ilk basacağı kitabı hazırlıyordu” (Berkes, 2006: 35).

Araştırmanın çerçevesini oluşturan Türk modernleşmesi bakımından, burada önemli bir noktaya değinmek gerekmektedir. Yukarıda değinilen bu tarih sadece bugünkü Batı Medeniyetinin doğmaya başlamasına değil, aynı zamanda uzun vadede Doğu (Müslüman-Türk) medeniyetinin de durağanlaşması ve gerilemesine tekabül ediyor. Çünkü coğrafi keşifler sonrasında Avrupalılar tarafından ele geçirilen ticaret yolları, Batıyı beslerken Doğu’yu fakirleştirmeye başlamıştır. Ayrıca üç kıtada, onlarca ülke yönetimine sahip olan Osmanlı Devleti’nin bu yüzyılda (16. yüzyıl), yeni ülkeler fethetmekten ziyade mevcudu

(26)

koruma ihtiyacı doğmuştur. Böylece Avrupa devletleri, gelişimlerini sürekli olarak sürdürme imkânı bulmuşlardır. 16. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı Devleti en parlak dönemlerini sürdürürken, aynı süreçte Avrupa’nın gelişmesi Osmanlıda hissedilmemiş, fark edilmemiştir (Berkes, 2006: 38).

Coğrafi keşifler ve Rönesans sonucunda yavaş yavaş dinamik bir topluma dönüşmeye başlayan Avrupa toplumu, inançlar ve düşünce yönünden de rahat bir nefes alıyordu. Zenginleşen Avrupa’da toplumsal hayatla birlikte düşünceler ve inançlar da değişiyordu. İşte modernizmin önemli aşamalarından birisi olan Reform hareketleri, 16. yüzyılın başlarında (1517) gerçekleşmiştir.

Reform düşüncesi, Almanya'da Martin Luther tarafından ortaya atılmıştır. Luther, kendisinden yaklaşık yarım asır önce Avrupa’da matbaa-basım tekniğini geliştiren soydaşı Gutenberg gibi fakir bir keşişti. Luther eleştirel bir bakışa sahipti. Kiliseye karşı olan eleştirileri ve ortaya koyduğu farklı fikirler hızla yayıldı ve toplumda büyük bir yankı buldu. İncil’i Almancaya çeviren Luther, önce Almanya’da sonra da bütün Avrupa’da, Papa’lığa karşı yeni kiliselerin kurulmasına sebep oldu. Yeni mezheplerin kurulmasıyla (Protestanlık, Kalvenizm ve Anglikanizm) birlikte, gücünü kaybeden kilise kurumuna karşı, eğitim sistemlerinde seküler bir yapı oluşmaya başlayan Avrupa’da, “Aydınlanma” olarak isimlendirilen yeni bir dönemin temelleri yavaş yavaş atılmaya başlamıştı. Kilise kontrolünde olan Avrupa, ekonomik, sosyal ve kültürel yönlerden parçalanıyor, kurulan Engizisyon Mahkemeleri bu parçalanmayı önleyemiyordu. En önemli sonuçlardan birisi olarak da bu parçalanmanın, Osmanlı Devleti'nin Avrupa'da ilerlemesini kolaylaştırdığını sayabiliriz. Bu dönemde, Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan ve büyük çoğunluğu Hıristiyan olan gayrimüslim halkın, Osmanlı Devleti tarafından inanç serbestliği tanınarak Avrupa'daki mezhep kavgalarına karşı korunması da Osmanlı Devleti’nin, Doğu Avrupa’da ilerlemesini ve gelişmesini kolaylaştırdığı söylenebilir.

Reform hareketleri sürecinde Avrupa’da, bir yandan sayısız savaş ve toplumsal çatışma yaşanırken diğer yandan da felsefe, sanat ve bilimsel düşünce hızla gelişti. Bu zaman dilimi daha sonra adına, “Aydınlanma” denilecek olan olgunun habercisi oldu. Bu dönemde, akıl en temel ilke olarak benimsendi ve bütün toplumsal hayat bu temel ilkeye, akla göre şekillendirildi. Ana fikir olarak Aydınlanma, akıl aracılığıyla doğru bilgilere ulaşılabileceği ve bu doğru bilgi ile de toplumsal hayatın düzenlenebileceğini savunmaktadır.

Diğer taraftan, aklı temel alan bilim de aydınlanma çağına öncülük etmiştir. 15. yüzyıldan itibaren meydana gelmeye başlayan yeni keşifler ve icatlar, aydınlanmayı hazırlamış, bunun sonunda da "karanlık çağ" olarak değerlendirilen Orta Çağ'ın sonuna gelinmiştir. Deney ve gözlem, aklın uygulama araçları olarak bu dönemde bilimsel yöntemin ilkeleri biçiminde ortaya çıkmış ve doğa bilimlerinde önemli gelişmelere kaynaklık etmiştir.

(27)

Rönesans ve reformlarla başlayan bilimsel gelişmeler, aydınlanma fikriyle zirveye çıkmıştır. Newton ve Kopernik ile tüm bir evren-dünya kavrayışı değişime uğramış, Descartes ve Kant gibi isimlerle bu değişen zihniyetin felsefi düşüncesi geliştirilmiştir. Rönesans’ın ortaya koyduğu düşünsel gelişmeleri ve belirsiz kavram içeriklerini kullanan 17. yüzyıl düşünürleri, Aydınlanma düşüncesinin ilke ve temel kavramsal alt yapısını büyük ölçüde 17. yüzyılda hazırlamışlardır (http://tr.wikipedia.org/11. 06.2008).

Öte yandan, Avrupa’daki endüstri devrimleri de bu sürecin maddi temelini oluşturmaktadır. Yeni ve bambaşka toplumsal ve ekonomik ilişkiler içerisinde yaşamaya başlayan insanlar, ortaya çıkan yeni düşünce biçimleriyle dünyaya farklı gözlerle bakmaya başlamışlardır. Bu ortam, modernite denilen sürecin ve modernleşme olgusunun oluşumunu hazırlamıştır. Bu süreç, aydınlamacılıkta ifadesini bulan köklü bir zihin değişikliği anlamına gelmektedir. Bunun sonucunda modern yaşamın temelleri atılmıştır.

Felsefe yüzyılı olarak nitelendirilen 18. yüzyılda genel olarak insanın, kendi yaşamını kendisinin düzenlemesi fikri, tam olarak gündeme alınmıştır. Hem düşüncenin hem de toplumsal hayatın köklü değişimlere uğrayacağı bir sürecin felsefi başlangıcı ise 18. yüzyılda olmuştur. Bu yüzyılın sonlarına doğru meydana gelen Fransız Devrimi (1789), ve ardından gerçekleşen modernleşme süreçlerinin fikri alt yapısını ve kaynaklarını aydınlanma düşüncesi oluşturmaktadır.

Bu yüzyılda (18. yüzyıl), inanç merkezli toplumsal yapının ve düzenlemelerin yerini, akıl merkezli toplumsal düzenlemeler almaya başlamıştır. Bu yüzyılda, aklın aydınlattığı kesin doğrulara ve bilginin ilerlemesine dayanan entelektüel bir kültürel ortamın oluşması düşüncesi gelişmiş ve bu kültürel ortamın ilelebet ilerlemesi arzu edilmiştir. Bu ilerleme hedefi ise, Batı’nın Orta Çağ karanlığından kurtularak sürekli mutluluk ve özgürlük yolunda gelişme isteğini ifade eder. 17. yüzyılda sistemleştirilmeye başlanan bu ideal düşünce, kesintiye uğramadan hatta daha da gelişerek 18. yüzyılda sekülerleşme ve modernleşmeye doğru ilerlemiştir.

Modernleşme tarihi açısından 19. Yüzyıl, genel anlamda bir tarih yüzyılı olarak nitelenmektedir. Bu nitelemenin sebebi, özellikle Fransız İhtilâli’nden sonra tarih bilincinin gelişmesi ve felsefi düşüncenin tarih ile birlikte ele alınarak değerlendirilmesidir. Böylece 19. yüzyıl, tarihsel bakımdan siyasal ideolojilerin ortaya çıktığı bir dönemdir. Sosyalist düşünce ve onun felsefi kökleri bu dönemde belirginlik kazanmış, öte yandan Liberalizm ve onun felsefi kökleri belirginleşmiştir.

(28)

Bu yüzyılın sonlarında başlayarak günümüze kadar gelen dönemde ise Batı, Fransız İhtilali ve dönemin düşünce akımlarının vaat ettiği emellerin gerçekleşmemesi nedeniyle yaşadığı hayal kırıklıklarını onarmaya çalıştı ve çalışmaya devam etmektedir. İnsanlığın en uzun yüzyılı olarak da nitelenen 20. yüzyıl, siyasal olayları, kültürel ve teknolojik gelişmeler, bilimsel alandaki yeni sonuçlar, ortaya çıkan yeni düşünce eğilimleri, bilime yönelik sorgulayıcı yaklaşımlar, aklın sorgulanması girişimleri, özne kavramı üzerinde yürütülen tartışmalar, zihin problemleri, yabancılaşma ve iktidar kavgaları gibi tarihi sorunların arka planını oluşturmaktadır.

İşte, “modern olma” ya da “modernleşme” bilinci, 17. yüzyılla birlikte bu tarihsel alt yapı üzerine oluşmaya başlamıştır. Bu bilinç Avrupa’da başlar. Avrupa, Doğu’ya göre kendi gelişmişliğini ve modernliğini keşfeder. Bu dönemde Aydınlanma felsefesi ile birlikte oluşan gelişme düzeyi, kendi iktidar gücünü de beraberinde getirmiştir. İktidarın kaynağı, bilgi ve gelişmeye olan bağlılık olmuştur. Böylece yeni olan, geleneğe hükmetmeye başlar ve geleneksel bir yaşam tarzı ise, gelişmenin önündeki tek engeldir. Modern olmak, artık düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir dünyada yaşamak demektir (Küçük, 1994: 96).

Marshall Berman’a göre, artık “dünyanın her tarafındaki insanların paylaştığı hayati bir deneyim tarzı” olan modernlik, fiziksel bilimlerdeki büyük keşifler, sanayileşme, muazzam demografik çalkantılar, kentleşme, kitle iletişiminin yaygınlaşması, ulus devletler, egemen sistemlere alternatif önerme iddiasında olan kitlesel toplumsal hareketler ve kapitalist dünya pazarı gibi kaynaklara dayanır (Altun, 2002: 28).

1.4.Modernleşmenin sonuçları

İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılın başında, hâlâ devam eden modernleşme sürecinin getirdiği olumlu ve olumsuz birtakım sonuçlarla baş başa bulunuyoruz. İçinde bulunduğumuz toplumsal tedirginlik, kargaşa ve ümitsizlik bunun en belirgin göstergeleridir. Bu aynı zamanda Batı’nın, insanlığın önüne koyduğu ve sonsuza kadar da peşinden sürüklemeyi hedeflediği modernleşmenin, bir sistem olarak tıkanmış olduğunu göstermektedir. Her ne kadar hâlâ varlığını sürdürse ve milyonlarca insanı peşinden sürüklemeye devam etse de, günümüzde yaşanan karmaşalar, eşitsizlikler, ekonomik ve siyasal krizler, modernliğin eseridir.

Gelinen bu noktanın, çoğu toplum bilimcinin tanımladığı gibi bir postmodernlik dönemine girildiğini söylemek yerine, modernliğin sonuçlarının eskisinden daha çok radikalleştiği ve evrenselleştiği bir başka döneme doğru gidildiğini(Giddens, 2004: 13)

Şekil

Tablo 1: Dergi ve Gazetelerin Yayımlandığı Tarihler
Tablo 3: Haberlerin Modernleşme Unsurlarına Göre Dergi ve Gazetelerdeki Dağılımı

Referanslar

Benzer Belgeler

Ele almõş olduğumuz çalõşma, Taşrada Bir Değişim Örneği: Cumhuriyetin İlk Yõllarõnda Çankõrõ (1923-1939) konu başlõğõnõ taşõmaktadõr. Burada bir şehrin tarihinin

yüzyılın başlarında Mardin sancak merkezi ile sancağa bağlı Cizre, Midyat, Nusaybin ve Savur kazalarında görev ifa eden mülki ve askeri memurların kanunlara

Tanzimat döneminde başlayan ve Batılılaşmak olarak da değerlendirilen modernleşme süreci, Modern Türk Tiyatrosu için de başlangıç olarak kabul

Araştırmamızda, Türk modernleşme sürecinin ulusal ve uluslararası ticaret yoluyla geçinip zenginleşen sınıflar öncülüğünde gerçekleştiği, Türk

Dünyanın pek çok modernleşme projesinde olduğu gibi ulus-devlet- leşme ile birlikte kadınların daha çok gösteren olarak öne çıkarılması.. 12

Türk sahnesinin ölmezleri sı­ rasında yer almış büyük kadın sanatkârımız Neyire Ertuğru- lun vasiyetini yerine getirmek üzere bir araya gelen yakın

 Celal Nuri’ye göre Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra Türk toplumu üzerinde ne gibi inkılâplar

11 In the light of cumulative data provided from prospective studies, buprenorphine monotherapy off ers additional, advantages in safety and tolerability such as fewer