• Sonuç bulunamadı

Kur'an-ı Kerim'in mal varlığına bakış açısı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kur'an-ı Kerim'in mal varlığına bakış açısı"

Copied!
161
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

TEFSİR BİLİM DALI

KUR’ÂN-I KERİM’İN MAL VARLIĞINA BAKIŞ AÇISI

HAZIRLAYAN

Mehmet Fatih EROLTEKİN

YÜKSEK LİSANS TEZİ

(2)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

TEFSİR BİLİM DALI

KUR’ÂN-I KERİM’İN MAL VARLIĞINA BAKIŞ AÇISI

HAZIRLAYAN

Mehmet Fatih EROLTEKİN

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

PROF. DR. İsmet ERSÖZ

(3)
(4)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... I ÖZET ... II SUMMARY .. ………III KISALTMALAR ………...………..………...………..IV ÖNSÖZ ...………..………..………...…...VI

GİRİŞ ………...………..………….…………1

A) Dünya ve Ahiret Kavramlarının Kur’an’da Geçtiği Yerler ve Geçiş Şekilleri ………..…...1

B) Çeşitli Dinlerin Dünya ve Ahiretle İlgili Görüşleri ………...……....2

B1) Yahudilik ………..….………...3

B2) Hıristiyanlık ………..………...4

B3) Hint dinleri (HİNDUİZM, BUDİZM, CAYİNİZM, SİHİZM) .…...6

BİRİNCİ BÖLÜM İHTİYAÇ VE HAVAİC-İ ASLİYYE ………..…….……....…….8

1.1.İhtiyaç ve Havaic-i Asliyye’nin Sözlük ve Terim Anlamları ………..…..9

1.2.Zaruret ve İhtiyaç Arasındaki Fark ………...……..………...…..12

1.3.Havaic-i Asliyye’nin Kapsamı ………..…...………....15

İKİNCİ BÖLÜM KUR’AN-I KERİM’DE VE İSLAM’DA ZENGİNLİK ………..……...20

2.1.İslam Hukukunda Mal ve Servet Kavramları ………...……….…..21

2.2.İnsanın İmtihanı ………...……...….28

2.2.1. Açlıkla İmtihan ………...…..……29

2.2.2. Toplumdaki Sosyal Konumla İmtihan ………..………...…..31

(5)

2.2.4. Mal, Servet ve Evlatla İmtihan ………..……...……36

2.3.İslam’ın Mülk ve Zenginliğe Bakışı ………...…...41

2.3.1. İslam’ın Hedeflediği Yaşam Tarzı …………..…..……....….41

2.3.2. İnsanın Mal Edinme Hırsı, Arzusu, İhtiyacı …………..…....57

2.3.3. Zengin Olmayı Gerektiren Sebepler ………...…...…61

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KUR’AN’DA ZENGİNLİK, FAKİRLİK VE İSLAM DİNİNİN YASAKLADIKLARI ……….….………...…..……….77

3.1. Zenginlik ve Fakirlik …………...…………..….………..……..…78

3.1.1. Kur’an-ı Kerim’e Göre Zenginlik ve Fakirlik………..….78

3.1.2. Hadis-i Şeriflere Göre Zenginlik ve Fakirlik …………....….104

3.1.3. İslam Alimlerinin Sözleri ……….………..……...….111

3.2. İslam Dininin Yasakladıkları ………..………..…....114

3.2.1. Malı Zayi Etmenin Hükmü ………...……..……...116

3.2.2. Servet Yığmanın Yasak Olması ……….…………119

3.2.3. İsrafın Yasak Olması ………..…………123

SONUÇ ……….………….…...……...…...131

BİBLİYOĞRAFYA ………...………..…………..….…137

ÖZGEÇMİŞ ………..……….…………..………...……147

(6)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Öğrencinin Adı Soyadı (İmza)

(7)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğre

nc

ini

n

Adı Soyadı Mehmet Fatih EROLTEKİN Numarası: 064244011001 Ana Bilim / Bilim

Dalı

Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı Tefsir Bilim Dalı

Danışmanı Prof. Dr. İsmet ERSÖZ

Tezin Adı Kur’an-ı Kerim’in Mal Varlığına Bakış Açısı

ÖZET

Allah (cc), insanı bu dünyaya gönderirken yaratılış amacı olarak kendisine ibadet etmesi, kulluk etmesi için onu yarattığını söylemiştir. Ayrıca eğer isteseydim, her şey bana kulluk ederdi diyerek insanın imtihana tabi tutulacağını dile getirmiştir.

İnsan hem Müslüman olup olmama arasında bir imtihan içindedir hem de Müslümanlar kendi aralarında çeşitli imtihanlara tabiidirler. Kimisi çoluk çocuğuyla, kimisi sağlık-sıhhatle kimisi de mal mülk ile imtihana tabi tutulur. Fakat bu, imtihana tabi tutulduğumuz şeylerin köyü olduğu anlamına hiçbir zaman gelmemiştir ve gelmez de. Burada asıl imtihan kişinin oradaki amacında ve niyetinde gerçekleşir. Böyle düşündüğümüzde servetin de insanlar için faydalı ve arzulanması gereken bir araç olduğu ortaya çıkmaktadır. İşte bundan dolayı Müslüman, elinden geldiğince çalışmalı, kazanmalı ve birikim yaparak hayatını devam ettirmelidir.

Yani bir Müslüman elinden geldiğince zengin olmalı ve hem kendine hem ailesine hem de toplumdaki diğer Müslümanlara yardımcı olmalıdır. Çünkü Allah (cc), müslümana acziyeti değil rahat bir hayatı emretmiştir. İnsanın rahat olması demek, toplumun rahat ve huzurlu olması demektir. Nitekim Allah (cc) bunu sağlamak üzere Müslümanlara bir takım görevler yüklemiştir. Bunların en başında zekat vermek ve faizden sakınmak gelir. Eğer ki Müslümanlar bu tür emirleri yerine getirmezlerse, daha sonra kapatılamayacak yaralar açmış olurlar. Bundan dolayı Müslüman, kazancını bu tür yanlış yollardan değil çalışıp didinerek kazanmalı ve bu yanlış yollara asla tenezzül etmemelidir.

Anahtar Sözcükler:

Servet Fert İhtiyaç Toplum

(8)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğre

nc

ini

n

Adı Soyadı Mehmet Fatih EROLTEKİN Numarası : 064244011001 Ana Bilim / Bilim

Dalı

Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı Tefsir Bilim Dalı

Danışmanı Prof. Dr. İsmet ERSÖZ

Tezin İngilizce Adı Kur’an-ı Kerim’in Mal Varlığına Bakış Açısı

SUMMARY

Allah (cc) said that he created human being to worship him alone and to be a slave as a purpose of creation when sending him to the world. He also mentioned that human being would be tested saying “if I wished, everything would serve for me”.

Human being is both in a test between to be or not to be a Muslim and the Muslim people are subjected to various tests among themselves. Some are tested with their children, some with their health and others with their property, but it never meant and will mean that things we subjected t a test are bad.. here the real test happens according to the purpose and intend of person. When we think so, it is revealed that wealth is a useful and desirable means for human beings. Just for this reason, Muslim should work, earn and maintain his life by making some saving to the best of his/her ability.

That is, a Muslim should be rich to the extent of his full power and help both himself and his family and other Muslims in society, because Allah (cc) ordered Muslims an easy life, but not inability. Feeling at ease for human being means that society is at ease and at peace. As a matter of fact, Allh (cc) loaded human beings some charges to provide that. Giving alms and avoiding from interest are the most important of them. If a Muslim does not fulfill these commands, then he would cause festering sores. Therefore, Muslim should earn its money not with such incorrect paths, but by working and slogging and should not condescend to these incorrect paths.

Key words

Wealth Individual

(9)

KISALTMALAR

Age : Adı geçen eser

Agm : Adı geçen makale Akt. : Aktaran, nakleden b. : İbn, bin Bkz. : Bakınız bs. : Baskı c. : Cilt cc : Celle Celaluh dan. : Danışman

DİA : Türkiye Diyânet Vakfı İslam Ansiklopedisi DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı

Hz. : Hazreti

İFAV : İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları md. : Madde, Maddesi

no : Numara

ra : Radıyallahu anhu / Radıyallahu anha s. : Sayfa

sav : Sallallahu aleyhi ve sellem

(10)

TDVY : Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları Ter. : Tercüme eden

Trs. : Tarihsiz Vb. : ve benzeri Vs. : Vesaire

(11)

ÖNSÖZ

Âlemde var olan her şey sadece insan içindir. Çünkü yalnızca insan yaptıklarından dolayı hesaba çekilecektir. Ne hayvanlar, ne bitkiler ne de diğer varlıklar yaptıklarında sorumlu değildirler, sadece insan yaptığından sorumludur.

İşte bu yüzden insanın bu dünyada neler yaptığı son derece önemlidir. Zira insan, bu dünyada yaptıklarının karşılığını ahirette görecektir. Bu, Kur’an’da “ Kim zerre miktarı bir hayır işlerse onu bulur, kim de zerre miktarı kötülük yaparsa onu bulur.” şeklinde ifade edilmiştir. Bundandır ki İslam dini bizlere iyilik yollarını ve kötülük yollarını açıklamış ve bizlerin bunlara dikkat etmemiz gerektiğini haber vermiştir.

Eğer insan diğer tarafta mutlu olmak istiyor, yani cennete gitmek istiyorsa bu dünyada çaba sarf etmelidir. Zaten her şey onun emrine verilmiştir. Bu münasebetle kişi, kendisine verilenlerden başkalarının da yararlanmasını sağlamalıdır. Nitekim biz Kur’an’a baktığımızda imanla beraber salih amelin dile getirildiğini görmekteyiz. Birçok ayette cennete girecekler söyle dile getirilir; “…ancak iman edenler ve Salih amel işleyenler…” ya da “iman eden ve salih amel işleyenler için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır.” İşte bu ve buna benzer birçok ayette görüldüğü gibi salih amelin değeri çok büyüktür. Bu salih amellerin arasında zekat vermek, cihad etmek, hacca gitmek gibi mali külfetleri olan amellerde vardır ki bu tür ameller her insanın yapabileceği ameller değildir.

Kısaca söylemek gerekirse bu dünya insanın tarlasıdır. İnsan burada iyi işler yapar ve Allah’ın belirlemiş olduğu çizgilerin dışına çıkmazsa ahrette mutluluğu kazanır. Cihad, zekât, sadaka, misafir ağırlama, ticaret vs. tüm bunlar ve benzerlerini ancak maddi imkânı olan kişiler yapabilir. Fakirlik insanın aşkını, şevkini kırar ve onu başkalarına mahkûm eder. İslam bunu hiçbir zaman kabul etmez ve müslümanın özellikle kâfir karşısında güçlü olmasını ister. Düşman size karşı ne ile hazırlanıyorsa siz de ona karşı onunla hazırlanın der ve adeta günümüze ışık tutar.

(12)

Günümüzde para ve diğer imkânlar kafirlerin elindedir ve bunu Müslümanların aleyhine kullanmaktadırlar. Misyonerler bile çalışmalarında insanların paraya olan ihtiyacını bilerek onları bu zayıf noktalarından yakalamaktadırlar. İşin en acı tarafı da bu paralar ve çeşitli eşyaların asıl sahibi Müslüman ülkelerdir. Ama ellerindeki fırsatı tepmektedirler.

Çalışmamızı sunmaya başlarken öncelikle insanın bu dünyadaki tek akledebilen ve düşünebilen varlık olmasından ve diğer varlıkların ona müsahhar kılınmasından hareketle ihtiyaç kavramını açıklamaya çalıştık. Herkesin bildiği gibi insan muhtaç bir varlıktır ve bu ihtiyaçlarını karşılaması gerekir. Burada üzerinde durulması gereken en önemli şey kişinin kendisidir. Çünkü insanın ihtiyaçlarını en iyi kendisi bilir. Nelere ihtiyacı olduğu, bunları nasıl temin edebileceği ve temin etmediğinde nelerin olacağını kestirebilir ve bu durumuna uygun olarak nasıl hareket etmesi gerektiğini tahmin edebilir.

İhtiyaç konusuna kısaca değindikten sonra insanın akledebilmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan onun imtihanı konusunu ele aldık ve daha sonra da konunun esası olan mülk edinme ve mülk, mal, servet konularına burada değindik. İnsanın imtihanı konusunu işlerken biz, sadece maddi özellik taşıyan yani maddeyle ilişkisi olan konularda kişinin imtihanından bahsettik. Diğer noktalarda da insanın imtihanı söz konusudur. Ancak bu bizim çalışmamızın amacını dışında olduğu için bu imtihan noktalarına değinmedik. Daha sonra İslam’ın hedeflediği yaşam tarzından hareketle İslam’ın mal, mülk vs.ye bakış açısını ortaya koymaya çalıştık. Bunu yaparken de Kur’an ve Sünnet’ten faydalanarak hayatımıza bir nebze olsun yön vermeye çalıştık.

Son olarak da İslam’ın yasakladığı noktalara değinerek çalışmamızı noktaladık. Aslında bu konuyla ilgili şimdiye kadar ki yanlış anlaşılmaların nedeni olarak bu yasaklananların hep göz önünde olmasını gösterebiliriz. İnsanoğlu daha ilk yaratıldığından beri hep kötü olanı arzuladığı için bu yasaklananları arzu etmiştir. Allah ona zekat ver demiş ama o, malım azalır diye bunu yapmamış, fuhuş yapma demiş ama insan bunu dinlememiş, Allah için savaş yap demiş fakat insan nefsine kıyamamıştır. Tüm bunların bir sonucu olarak da bu konu toplumu ilgilendiren yönleri de olması nedeniyle yanlış anlaşılmıştır. Biz bu düşünceyi ortadan kaldırmak

(13)

ve Müslümanlara bu dünyada ki yerlerini tekrar hatırlatmak için bu çalışmayı kaleme almış bulunuyoruz. Müslümanların düşüşe geçtiği noktalardan ilki Kur’an-ı Kerim’i terk etmeleri, diğeri de dünyadan el-etek çekmeleridir. Bizler bu noktada üzerimize düşeni yapmaya çalıştık. Ne zaman ki Müslümanlar ellerindekinin değerini anlar ve buna uygun olarak ellerindeki ile kazanmaya başlarlarsa işte o zaman kafirin pençesinden kurtulmuş olurlar. Sanayi inkılabı ile başlayan ve halende devam eden ezilmişlik duygusu, 2. Sınıf vatandaş olma duygusu son bulur. O kadar ki kafir bize mahkum olur ve doğal olarak dünyada sözü geçen yine Müslüman olur.

Bu duygular içinde çalışmamızı sunmaktan dolayı büyük bir sürur ve mutluluk duyuyorum. İnşaallah çalışmamız amaçladığımız hedefe ulaşır ve Müslümanlara da bir nebze olsun faydalı olur. Başarı ve Tevfik Allah (cc)’dan, takdir ise sizlerdendir. Başta danışman hocam Prof. Dr. İsmet Ersöz olmak olmak üzere bu çalışmamda bana yardımcı olan ve emeği geçen tüm hocalarıma teşekkür ederim.

Mehmet Fatih EROLTEKİN AĞUSTOS 2009

(14)

GİRİŞ

“ ‘Dünya’, yaşanan hayat itibariyle ahret hayatına mukabil öncelik ve yakınlık arzettiğinden, etimolojik olarak, ‘yakın olmak’ manasına gelen ve hemzesiz olan ‘dena, deneve’ kökünden türemiş olup, ‘en yakın’ manasındaki ‘edna’ fiilinin müennesi bir kemledir. Yahutta; aşağı, alçak, basit, değersiz, soysuz, haramdan kaçınmayan vs. manalara gelen ‘dene, denanetün’ kökünden türemiş ve yaşanan âleme ad olarak verilmiştir.”1 “Kur’an’da, ölüm ötesi hayatı ifade etmek için ahiret kelimesi kullanılmıştır. Ahiret, evvelin mukabili olan ve ‘son’ manasına gelen âhir kelimesinin müennesidir.”2

A)

DÜNYA VE AHİRET KAVRAMLARININ

KUR’AN’DA GEÇTİĞİ YERLER VE GEÇİŞ ŞEKİLLERİ

Dünya ve ahiret kavramları Kur’an’da 199 (yüz doksan dokuz) yerde geçmektedir. “Dünya” lafzı, 111 (yüz on bir) ayette 114 (yüz on dört) defa geçer. Bunlardan 43’ünde belirtili (marife) olarak yalın halde isim “Dünya”, 64’ünde “Hayat” kelimesine sıfat “el- Hayatü’d Dünya”, 4’ünde “Hayat” kelimesiyle isim tamlaması halinde “ Hayatü’d Dünya” (yakın hayat, dünya hayatı), üçünde de “sema” kelimesine sıfat olarak “es-Semae’d Dünya” (yakın sema) olarak zikredilmiştir.3

“Ahiret” lafzı ise, Kur’an’da 140 (yüz kırk) ayette 141 (yüz kırk bir) defa geçer. Bunlardan 105’inde müennes olarak “el-Ahiratü” (son, sonraki hayat), dokuzunda “dâr” kelimesine sıfat veya isim tamlaması halinde “daru’l Ahireh, ed-daru’l Ahireh” (ikamet edilecek son yer), yirmi altısında müzekker ve “el-yevm”

1

İbn Manzur, Cemaluddin Muhammed b. Mükrim, Lisanu’l Arab, Daru’s Sadr, Beyrut, trs. c.14 s. 271-276

2

Ebi’l Kasım el- Huseyn b. Muhammed el- Maruf bi’r Ragıb el-Isfahani, el- Müfredat Fi Garibi’l

Kur’an, Daru’l Marifeh,2005 Beyrut- Lübnan, s.23

3

(15)

lafzına sıfat olarak “el-Yevmi’l Ahir” (son gün), birinde de “en-Neşete’l Ahireh” (son yaratılış, ikinci yaratılış) şeklinde kullanılmıştır.4

Yaşanan hayat, ilk hayat manasına (el-Acil; el-Ula), sonraki hayat manasına da (ugba- Daru’l Karar) gibi ifadeler de kullanılmıştır. Dünya ve Ahiret kavramları 56 yerde aynı ayet içerisinde bir arada ifade edilmiştir.

B)

ÇEŞİTLİ DİNLERİN DÜNYA VE AHİRETLE İLGİLİ

GÖRÜŞLERİ

“Evrenin ve dolayısıyla insanın nasıl ve niçin varolduğu, ölüm olgusu karşısında insanın gücü, ölümün mutlak yokluk mu, yoksa ikinci bir alemin giriş kapısı mı olduğu, dünya hayatıyla bağlantısının niteliği ve bu bağlantının insan hayatına nasıl etki etmesi gerektiği gibi konular, insanlık tarihiyle paralel olarak sorula gelmiş, gündemini muhafaza ederek, insan zihnini meşgul etmiştir. İnsanoğlu, salt akılla çözemediği evrensel soruları çözebilmek amacıyla dini değerlere yönelmiştir. Buna karşılık her din, insana kendisi ve içinde yaşadığı evren hakkında açıklamada bulunmuştur. İnsan, kendi mahiyeti, evrendeki konumu ve geleceği ile ilgili malumatı dinde bulur. Dinin görevi, insan zihnini meşgul eden temel problemleri izaha kavuşturmaktır. Dinlerin hedefi bu olmakla birlikte, inanç sistemleri ve tasavvur şekilleri farklılık arz ettiğinden, aynı ölçüde ve niteliklerde açıklamalarda bulunmamışlardır.”5

Hak veya batıl dinlerin bu derece önem arz etmeleri ve insanların ilgisini çekmeleri sebebiyle, genel bir bakış açısı edinebilmek ve mukayese edebilme imkanına sahip olabilmek amacıyla, en azından günümüzde yaşamakta olup etkinliğini sürdüren dinlerin bir kısmının dünya ve ahiret hakkındaki görüşlerine kısa da olsa değinmek uygun olacaktır. Dinler tarihi kitaplarında, dinlerin çeşitli şekillerde tasnifleri yapılmıştır. Burada coğrafi olarak yapılan tasnifi esas alarak konumuza devam edeceğiz. Önasya dinlerinden Yahudilik ve Hıristiyanlığın İslamla

4

Isfahani, age. S.27-29 5

Şehmus Demir, (1995), Kur’an’ın Dünya Hayatına Bakışı ve Dünya Ahiret Münasebeti, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, s.5

(16)

aynı kaynaktan gelmiş olmaları ve diğer dinlere nispetle ortak noktalarının daha fazla olması nedeniyle bu iki dinin her birini ayrı maddeler altında açıklamak, Hint dinlerini; öte alem hakkındaki düşüncelerinin, bazı nüanslarla birlikte birbirlerine büyük ölçüde benzemeleri, Uzakdoğu dinlerinin de aynı şekilde birbirlerine yakınlıkları nedeniyle bölge adı başlığı altında bir arada özetlemek daha uygun olacaktır.

1) YAHUDİLİK

“Esasen yahudi dininin elimizde mevcut olan mukaddes kitabında ahiret inancı ve ölümden sonraki hayat hakkında açık ve kesin ifadeler bulamıyoruz. Sadece ölümden sonra ruhun gideceği yer olan “ölüler diyarı”ndan söz edilmektedir ki, burası da hayattakileri kötülüklerden sakındırmak için bir korkutucu yer olara zikredilir.”6

“Yahudilerin kutsal kitabında, ölüm ötesi hayat hakkında verilen bilgi, açıklık ve niteliğini belirleyicilikten uzak, üstü kapalı bir ifade tarzı ile anlatılmıştır.”7 Tevrat’ta ölüm ötesi hayata en açık delalet eden ayetlerden iki tanesi şöyledir;

“ Senin ölülerin dirilecekler: benimkilerin cesetleri kalkacaklar. Ey Sizler, ölü toprak içinde yatanlar, uyanın ve terennüm edin… ve yer ölülerini dışarı atacak.”8

“ Ve senin kavmin oğulları için durmakta olan büyük reis, Mikael, o vakit kalkacak; ve millet olalıdan beri, o zamana kadar vaki olmamış bir sıkıntı vaki olacak; ve o vakit senin kavmin, kitapta yazılı bulunan herkes kurtulacak. Ve yerin toprağında uyuyanlardan birçoğu, bunlar ebedi hayata ve şunlar utanca ve ebedi nefrete uyanacaklar. Ve anlayışlı olanlar gök kubbesinin parıltısı gibi bir çoğunu salaha döndürenler de yıldızlar gibi ebediyyen ve daima parlıyacaklar.”9

6

Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat (Kabir Hayatı), Kitap Dünyası Yay. 8. Baskı, 2001 Konya, s.57

7

M. Fatih Kesler, Kur’an’da Yahudiler ve Hıristiyanlar, Ankara 1993, s.94 8

Kitab-ı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1969,İşaya, 27/19 9

(17)

“Tevrat’ta yapılan tahrifler neticesinde ahiretle ilgili bilgiler çok sınırlı bir düzeye indirgenmiş ve niteliğini belirleyicilikten uzak bir üsluba bürünmüştür. Bunun yanında dikkati çeken önemli bir husus, dünya hayatını küçümseyici ve dünya hayatına aldanmamayı telkin edici ifadelere pek rastlanmamasıdır.”10 Bunu en açık göstergesi şu ayet-i kerimedir:

َﻦِﻣَو ٍةﺎَﯿَﺣ ﻰَﻠَﻋ ِسﺎﱠﻨﻟا َصَﺮْﺣَا ْﻢُﮭﱠﻧَﺪِﺠَﺘَﻟَو

ﱠﻤَﻌُﯾ ْﻮَﻟ ْﻢُھُﺪَﺣَا ﱡدَﻮَﯾ اﻮُﻛَﺮْﺷَا َﻦﯾِﺬﱠﻟا

ٍﺔَﻨَﺳ َﻒْﻟَا ُﺮ

َﻦِﻣ ِﮫِﺣِﺰْﺣَﺰُﻤِﺑ َﻮُھ ﺎَﻣَو

َنﻮُﻠَﻤْﻌَﯾ ﺎَﻤِﺑ ٌﺮﯿِﺼَﺑ ُﮫﱠﻠﻟاَو َﺮﱠﻤَﻌُﯾ ْنَا ِباَﺬَﻌْﻟا

“Elbette onları insanların hayata en hırslı, en düşkün olanları olarak bulacak, hatta müşriklerden bile daha düşkün bulacaksın. Onların her biri bin sene ömür sürmeyi arzular, oysa uzun yaşamak kendisini azaptan kurtarıp uzaklaştıracak değildir. Allah, onların neler yaptığını görüp duruyor.”11

2) HIRİSTİYANLIK

“Maddeye tapacak derecede ona değer veren ve her şeyi bununla ölçen bozulmuş Yahudiliğin bir reaksiyonu olarak gönderilen Hıristiyanlık, yahudileri düşmüş oldukları maddeperestlikten kurtarmak amacıyla ruhani hayata ağırlık vermiştir.”12

“Hıristiyanlıkta ahiret fikrine, yahudiliğe nisbetle daha açık olarak rastlanmaktadır. Ancak yine de ahiret konusundaki fikirler kapalılıktan kurtulamamış ve ahirete imanın gerekliliği açıkça belirtilmediği gibi, ahvali hakkında da teferruatlı bir şey söylenmemiştir. Ahd-i Cedid’de (İncil’de), Tevrattaki ölüm gerçeğine ilaveten, ölülerin diriltileceklerinden söz edilmektedir. Ama ölümden sonra bu insanların ne olacağı ve diriltildikten sonra başlarına başka neler geleceği hususu açıklanmıyor.”13

10

Günay Tümer, Günümüzdeki Dinlerde Dünya- Ahiret Dengesi, Dünden Bugüne İslam Dünyasında

Zihniyet Değişiklikleri ve Çağdaşlaşma Sempozyumu, Ensar Vakfı Yay. Bursa 1990, s.18

11

Bakara 2/96 12

Ziya Kazıcı, Kur’an’ı Kerim ve Garp Kaynaklarına Göre Hıristiyanlık, Bahar Yay. 1971 İstanbul, s.53

13

(18)

“ İsa’nın (as) görev süresinin tamamlanması nedeniyle insanlar arasından ayrılmasından sonra ilk üç yüzyılda Romalılarla Hıristiyanlar arasında kanlı çatışmalar meydana geldi. Özellikle bu üç yüzyılın ilk dönemlerinde Hıristiyanların Romalılara karşı güçsüz durumda olmaları, büyük eziyet, işkence ve sürgünlere maruz kalmalarına neden oldu. Roma Tanrılarına saygı göstermeyen Hıristiyanlara hayat hakkı tanınmadı. Birçoğu diri diri yakıldı. Bunun üzerine Hıristiyanlar kısmen de olsa bu eziyetlerden uzak durmak, kurtulmak amacıyla gizli yerlere çekilmeye başladılar. Hayattan bıkmış ve bezmiş olduklarından, dünya hayatından küskün bir vaziyette şahsi ibadetlerle sınırlı bir hayat tarzını seçtiler. Bu durum, giderek onları dünyevi hazlardan faydalanmanın ibadetin ruhuna ters düştüğü, faydalanmamanın ise bir fazilet olduğu düşüncesine götürdü. Böylece ruhban sınıfı teşekkül etmeye başladı. İncil’de bu yönde tahrif edildi. Tahrif olunmuş İncil’de dünyadan yüz çevirmenin yoları gösterilmiş ve dünya nimetlerinden faydalanmanın kötü olduğuna delalet eden birçok söz zikredilmiştir. Ruhbanların evlenmesi yasaklanmıştır. Halkın evlenmesine müsaade edilmiş, fakat yine de tavsiye edilen bekarlık olmuş, bunun bir erdem olduğu belirtilmiştir. Evlilik ise bir taviz olarak nitelendirilmiştir.”14

“ Ey fuhuş işleyenler, bilmiyor musunuz ki, dünyaya dostluk, Allah’a düşmanlıktır? İmdi kim dünyaya dost olmak isterse kendini Allah’a düşman eder.”15

İsa şöyle demiştir; “ Nasıl ki sizden biriniz (denizin) dalgası üzerine ev inşa edemiyorsa, dünya da öyledir. Onu istikrar yeri olarak edinmeyiniz.”16

Son tahlilde varacağımız netice şu ki: dünyayı tamamen terk etmek insan fıtratıyla çeliştiği gibi ahiretten kopuk bir dünyaya yöneliş de insan fıtratıyla çelişir ve her ikisi de birer dengesizlik örneğidir. Hıristiyanlık, dengeyi ahiret lehinde bozmuştur. Bu durum, insan fıtratıyla çeliştiğinden, Hıristiyanlar bunu devam ettirememiş ve her ifrat bir tefriti doğurur prensibince, çok geçmeden karşıt aşırı uca doğru yol alma süreci içerisine girmişlerdir. Bu defa da dengeyi dünya lehine bozmuş ve netice de dünya- ahiret dengesini yakalayamamışlardır.

14

Ali Bulaç, “Ruhban” Sosyal bilimler Ansiklopedisi, Risale Yay. 1990 İstanbul, c.3 s.325 15

Kitab-ı Mukaddes, Yakub’un Mektubu 4/4 16

(19)

Yüce Allah’ın Adem (as)’da Hz. Muhammed (sav)’e kadar tüm elçilerine göndermiş olduğu vahyin –temel dinamikleri itibariyle- kuralları ve amacı birdir. Toplumların zamanlara göre seviyelerinin göz önünde bulundurulması, seviyelerine uygun bir üslup tarzının seçilmiş olması, -füru diye nitelendirilebilecek- sosyal çevrenin, toplumsal şartların değişmesi ve gelişmesi ile meydana gelen ihtiyaç ve problemlere cevap ve çözüm yolu niteliğindeki konuların işlenmesi sebebiyle farklılıklar meydana gelmiştir. Yukarıda da arz edilmiş olduğu gibi, imani ilkelerin özünü etkileyebilecek nitelikte bir farklılık söz konusu değildir. Bu da İslam’ın fıtrat dini olduğunu gösterir. Kur’an-ı Kerim, son ilahi vahyin niteliğini taşıdığından, önceki ilahi dinlerin mükemmel bir bileşimidir. Bu nedenle evrenseldir ve tahrif edilme tehlikesine karşı ilahi muhafaza altındadır. Önceki bütün vahiylerin özünü kapsamakta ve kıyamete kadar dinamizmini muhafaza edecek temel prensipleri ihtiva etmektedir. Yüce Allah, ilahi kanunun değişmezliğini şu ifadelerle belirtmektedir:

َو ﺎَﻨِﻠُﺳُر ْﻦِﻣ َﻚَﻠْﺒَﻗ ﺎَﻨْﻠَﺳْرَأ ْﺪَﻗ ْﻦَﻣ َﺔﱠﻨُﺳ

َﻻ

ﯾِﻮْﺤَﺗ ﺎَﻨِﺘﱠﻨُﺴِﻟ ُﺪِﺠَﺗ

ًﻼ

“Bu, senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlerimiz hakkındaki sünnetimizdir. Bizim sünnetimizde herhangi bir değişme göremezsin.”17

3) HİNT DİNLERİ (HİNDUİZM, BUDİZM, CAYNİZM, SİHİZM)

Hint dinlerinde bulunan tenasüh inancı nedeniyle müntesipleri, tekrar dünyaya gelecekleri sonraki hayatta iyi bir konum elde edebilmek amacıyla dini ilkelere azami derece riayet ederler. Onlara göre nefis mutlak kötülük, insani bütün yıkıcı arzu ve ihtirasların sebebi olduğundan, ondan tamamen soyutlanmak gerekir. Bu da ancak nefsi öldürmekle mümkün olabilir. Bu nedenle riyazet, dünyevi arzulardan tamamen soyutlanmaya çalışmak, hint dinlerinin belirgin niteliğidir.

“Çin’in en büyük yerli iki dini Konfüçyanizm ve Taoizm’dir. Japonlarınki ise Şintoizm’dir. Konfüçyüslük, tanrı inancına sahip, kutsal metinleri olan ve kurucusu olan, ahlaki değerlere büyük önem veren bir dindir. Konfüçyüslükte dini ibadetlere

17

(20)

pek önem verilmemiş, en büyük ibadetin insanlara karşı ahlaki ödevlerin yerine getirilmesi olduğu belirtilmiştir. Konfüçyüs, ahretin varlığını inkar etmemekle birlikte üzerinde münakaşa etmekten de çekinmiştir. Konfüçyüslükte, dünyada işlenen suçların cezasız kalmayacağı, ancak bu cezanın dünyada verileceği belirtilmiştir.”18 Tüm bu inanışların bir sonucu olarak da Uzakdoğu dinlerinde dünyaya ve dünyada yaşayan diğer canlılara çok büyük önem verilmiş; Reenkarnasyon inancının bir getirisi olarak da ahiret inancı yok denecek kadar azalmıştır. Kişi yaptıklarının karşılığını yine dünyada alacağından dolayı dünyanın ve diğer varlıkların değeri artarken ahretin değeri azalmaktadır.

“Hindistan’da Brahmanizm, servet edinmek için çalışmanın günah olduğunu bildirmekte; mülk edinme aracı olması itibariyle de ticareti ve hatta bazan ziraati bile hoş karşılamamaktadır.”19

“Konfüçyüs dini ise, herşeyin mülkiyetini tamamen Çin Devlet Başkanı’nın hakkı olarak görmektedir. Bu dine göre Çin Devlet Başkanı, hiçbir kayda tabi olmayan mutlak hakimdir. Göğün halifesi, yerin ve içinde bulunan herşeyin tek sahibidir. Yeryüzündeki bütün servette mutlak tasarruf yetkisini haizdir. Bütün insanlığın da başkanıdır.”20

18

Günay Tümer; Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ocak yay. 2. Baskı, 1993 Ankara, s.63

19

Fahri Demir, İslam Hukukunda Mülkiyet Hakkı ve Servet Dağılımı, DİB, 3. Baskı, Ankara 2003, s.11

20

(21)

BİRİNCİ BÖLÜM

İHTİYAÇ VE HAVAİC-İ ASLİYYE

1.1. İHTİYAÇ VE HAVAİC-İ ASLİYYE’NİN SÖZLÜK VE

TERİM ANLAMLARI

1.2. HAVAİC-İ ASLİYYE’NİN KAPSAMI

(22)

İHTİYAÇ VE HAVAİC-İ ASLİYYE

1.1. İHTİYAÇ VE HAVAİC-İ ASLİYYE’NİN SÖZLÜK VE

TERİM ANLAMLARI

Sözlükte havc ve bu kökten türeyen ihtiyaç: "bir şeye muhtaç olmak, arzu ve rağbetle meyletmek" anlamına gelir.21

“İhtiyaç kelimesi Arapça orjinli olup, kök ve türevleri bakımından ortak kök olan ‘ h-v-c’ harflerinden türemiştir. Bu kök bağlamında ihtiyaç kelimesinin müştakları sözlükte şu anlamlarda kullanılmaktadır; (Hacet) İstek, ihtiyaç doğunca, ihtiyaç duyulanla giderilmesini (talep) istemek, fakirlik anlamlarının yanı sıra, şevk, arzu duyma anlamlarında da kullanılmaktadır.”22

“Hacetten maksat insanların bir şeye arzu ve iştah duymaları olmayıp bundan mahrum kalınması çoğu insana zarar vermez. Bu sebeple dinî-hukukî yönden itibar arzu ve iştaha değil zarar ve sıkıntının giderilmesine, insanların güçlerini sürdürebilmeleri için gerekli olan ihtiyaçlaradır.”23

Aynı şekilde ihtiyaç kelimesi lügatte; “gereklilik, lüzumluluk hali, muhtaçlık, çaresiz kalıp isteme, zaruret, sıkıntı, yokluk anlamlarına gelmektedir.”24

“Nicelik, çeşitlilik, eşyaya ihtiyaç duymaktan başkasına ihtiyaç duymaya yönelme, insanın hayvandan farkı: alet üretme, iş icat etme. İhtiyaç aynı zamanda faaliyet; tabiatla, başkalarıyla ve eşyayla karmaşık ve çetrefilli bir ilişki demektir. İhtiyaç, insanın acizliğinin gerçek bir ifadesi; iş ise insanın kudretinin ve başarısının göstergesidir.”25

21

Rahmi Yaran, “İhtiyaç” DİA, 2000 İstanbul, c.21, s.573 22

İbn Manzur, Lisanul Arab, c.2, s.242 23

Rahmi Yaran, “İhtiyaç” DİA, 2000 İstanbul, C.21 s.574 24

Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, 2001 İstanbul, s. 613 25

Ali Şeriati, İslam ve Sınıfsal Yapı, (Eserin Orjinal Adı: Cihetgîriy-i Tabakâti İslam), (Ter: Doğan Özlük), Fecr Yayınevi, Ankara 2008, s.153

(23)

Bu tariflere baktığımızda ortak nokta olarak diyebiliriz ki ihtiyaçta asıl olan kişinin bir başkasına ya da başka bir şeye ihtiyacının olmasıdır. Bu da insanın muhtaç bir varlık olduğunun açık bir göstergesidir. İnsan birçok konuda bir başkasına ya da bir başka varlığa muhtaçtır. Bu durumun farkında olmasak bile günlük yaşantımızda bunu açık bir şekilde görmekteyiz.

Istılahi manada ise ihtiyacın birçok tarifi yapılmıştır. Biz konumuzu ilgilendiren kısmını yani, ekonomik ihtiyacın tarifini yaparak devam edeceğiz. Ekonomik ihtiyaç: “İnsan için belli yararlar sağlayan ve gerçekleştirilebilme değeri olan mal veya hizmetlerin elde edilme arzusudur.”26

“Karşılanmaması halinde insanın zorluk ve sıkıntıya düşmesine yol açan gereksinmeler anlamında fıkıh usulü terimi.”27 olarak da tarifi yapılabilir.

Havayic-i Asliyye’nin de tarifi şöyle yapılabilir; “ Normal olarak maddi ve manevi hayatı devam ettirmek için insanın muhtaç olduğu şeyler.”28 Ya da “Refah ve zenginliğin meydana gelmediği miktardır.”29

Yani Havaic-i Asliyye, “temin edilmediği takdirde yokluğu hemen veya 24 saat içinde ölümüne sebep olacak şeyler değil, sıkıntı, darlık, zaaf… doğuran mallardır.”30

Bu tanımlara baktığımızda dikkatimizi çeken en önemli husus insanın belli ihtiyaçlarını karşılamasının ve yaşamını bir nebze olsun garanti altına almasının amaçlanmış olmasıdır. İleride anlatacağımız havaic-i asliye konusunda da bunu açık bir şekilde görmek mümkündür. “İslam, kişilerin özel mülkiyet edinme hak ve özgürlüğünü tanımakta, saygı göstermekte ve onu her türlü ihlale karşı titizlikle korumaktadır.”31

26

Afr, Abdulmumin, el-İktisadu’l İslam, el-İktisadu’l Cüz’i, Cidde 1985, c.3,s.9 27

Rahmi Yaran, “İhtiyaç” DİA, c.21, s.573 28

Halil Gönenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, 1982 İstanbul, s.82 29

Komisyon, İbadet ve Müessese Olarak Zekat, 1984, İstanbul, s. 34,35 30

Hayrettin Karaman, İslam’ın Işığında Günümüz Meseleleri, İz Yay. 2003 İstanbul, (3 cilt birlikte), 1.Ciltte “ Çaresizlik Sebebiyle Faizli Kredi”, s.400

31

(24)

İnsanın gerek Allah'la gerekse diğer insanlarla ilişkilerini düzenleyen bütün dinî hükümlerin temel amacı kulların dünya ve âhiret mutluluğunun sağlanmasıdır. Bunun gerçekleşmesi için insanların dinî-hukukî açıdan göz önünde bulundurulan yararları (mesâlih) genel olarak "zarûriyyât, hâciyât, tahsîniyyât" şeklinde üçlü bir ayırıma tâbi tutulmuştur. “Kemâ!iyyât, tetimmât, tekemmülât, tezyîniyyât" olarak da adlandırılan son kategori yerine bazı âlimler "menfaat, ziynet, fuzûl" şeklinde ve sırasıyla ihtiyaç ötesi arzu edilen şeyleri, lüksü, şüpheli ve haram şeylerden faydalan-mayı kapsayan bir derecelendirmeye giderek beşli bir ayırım yapmışlardır. Birinci grupta yer alan yararlar dînî ve dünyevî hayatın dayandığı zaruri gereksinmelerdir. İkinci derecedekiler hayatın sıkıntısız sürdürülmesi için gerekli olan ihtiyaçlardır. Bu grupta yer alan ihtiyaçlar karşılanmadığı takdirde mükellefler dinî ve dünyevî hayatın sürdürülmesinde zarar görür ve ciddi şekilde sıkıntıya düşerler. Üçüncü grup-taki ihtiyaçlar giderilmediğinde sıkıntıya yol açmamakla birlikte bunların karşılan-ması hayatın daha rahat sürdürülmesine vesile olur. Bu bakımdan her derecedeki gereksinmeler bir öncekinin tamamlayıcısı mahiyetindedir. İhtiyaç genel anlamda, dereceleri farklı da olsa her üç gruba giren bütün gereksinmeleri kapsamakla birlikte dar anlamda yalnız ikinci grupta-kileri ifade eder. Bundan dolayı bu gruptaki gereksinmeler "ihtiyaçla (hacet) ilgili şeyler" anlamında "hâciyât" diye adlan-dırılmıştır.32

Şimdi isterseniz “ihtiyaç” kelimesinin dini literatürde nasıl kullanıldığına kısaca bir göz atalım. Kur’an’da ihtiyaç kelimesi doğrudan geçmemekte, türevi olan hacet kelimesi kullanılmaktadır. Hacet kelimesi de her geçtiği yerde tek bir anlamı değil farklı farklı anlamları ifade etmektedir.

ﺎﱠﻤَﻟَو

ﻢُﮭْﻨَﻋ ﻲِﻨْﻐُﯾ َنﺎَﻛ ﺎﱠﻣ ﻢُھﻮُﺑَأ ْﻢُھَﺮَﻣَأ ُﺚْﯿَﺣ ْﻦِﻣ ْاﻮُﻠَﺧَد

ًﺔَﺟﺎَﺣ ﱠﻻِإ ٍءْﻲَﺷ ﻦِﻣ ِﮫّﻠﻟا َﻦﱢﻣ

ﻲِﻓ

ُﮫﱠﻧِإَو ﺎَھﺎَﻀَﻗ َبﻮُﻘْﻌَﯾ ِﺲْﻔَﻧ

َنﻮُﻤَﻠْﻌَﯾ َﻻ ِسﺎﱠﻨﻟا َﺮَﺜْﻛَأ ﱠﻦِﻜـَﻟَو ُهﺎَﻨْﻤﱠﻠَﻋ ﺎَﻤﱢﻟ ٍﻢْﻠِﻋ وُﺬَﻟ

32

(25)

“Babalarının kendilerine emrettiği yerden (çeşitli kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu tedbir) Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı; ancak Yakup içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bilmezler.”33 Bu

ayeti kerimeye baktığımızda buradaki hacet kelimesi talep, dilek anlamlarında kullanılmıştır.

َمﺎَﻌْﻧَﺄْﻟا ُﻢُﻜَﻟ َﻞَﻌَﺟ يِﺬﱠﻟا ُﮫﱠﻠﻟا

َنﻮُﻠُﻛْﺄَﺗ ﺎَﮭْﻨِﻣَو ﺎَﮭْﻨِﻣ اﻮُﺒَﻛْﺮَﺘِﻟ

}

79

{

ﺎَﮭﯿِﻓ ْﻢُﻜَﻟَو

اﻮُﻐُﻠْﺒَﺘِﻟَو ُﻊِﻓﺎَﻨَﻣ

ﻰَﻠَﻋَو ﺎَﮭْﯿَﻠَﻋَو ْﻢُﻛِروُﺪُﺻ ﻲِﻓ ًﺔَﺟﺎَﺣ ﺎَﮭْﯿَﻠَﻋ

َنﻮُﻠَﻤْﺤُﺗ ِﻚْﻠُﻔْﻟا

}

80

{

“Allah, kimine binesiniz, kimini yiyesiniz diye sizin için hayvanları yaratandır. Onlarda sizin için daha nice faydalar vardır. Gönüllerinizdeki bir arzuya, onlara binerek ulaşırsınız. Onların ve gemilerin üstünde taşınırsınız.”34 Burada da bir şeyi

arzu etme, isteme manalarında kullanılmıştır.

Sonuç olarak Hacet’in ayetlerde, dilek, talep, arzu ve zaruret, anlamlarında kullanıldığını görmekteyiz. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav)’ in hadis-i şeriflerine baktığımızda O’nun da hacet kelimesini hemen hemen aynı manalarda kullandığını görmekteyiz. Mesela “Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona haksızlık yapmaz. Onu düşmana teslim etmez. Kim kardeşinin hacetini giderirse, ahiret günü de Allah onun bir hacetini (sıkıntısını) giderir.”35 Görüldüğü gibi buradaki hadisin içerisinde hacet, ihtiyaç, talep gibi anlamlara gelmektedir.

Biz Kur’an-ı Kerim’deki diğer ayetlere baktığımızda “istemek, talep etmek, gereksinim vs.” gibi bazı ifadelerinde yukarıdaki manalara yakın olarak kullanıldığını görebiliriz.

1.2. ZARURET VE İHTİYAÇ ARASINDAKİ FARK

33 Yusuf 12/68 34 Mü’min 40/79-80 35

Buhari, Ebu Abdillah Muhammed b. Ebu’l Hasen İsmail b. İbrahim, el-Cami’us-Sahih, İstanbul 1982, Kitabu’l İkrah, 90

(26)

Arapçanın getirmiş olduğu bazı dil incelikleri göz önüne alındığında zaruret ve ihtiyaç’ın birbirinden farklı şeyler oldukları anlaşılacaktır. Nitekim Türkçe kullanımlarına da baktığımızda farklı iki olguyu ifade ettiklerini görürüz. Bu konunun içinde “fakir” ve “miskin” ifadelerini de düşünebilir ve karşılaştırabiliriz. Fakir ayrı bir sıfattır, miskin ayrı bir sıfattır. Bunun gibi, ihtiyaç ayrı bir şeydir zaruret ayrı bir şeydir, ikisi birbiriyle bağlantılı olmasına rağmen aynı şey değillerdir. Mesela zekatın kimlere verileceğinden bahseden ayeti kerimede şöyle geçmektedir:

ِبﺎَﻗﱢﺮﻟا ﻲِﻓَو ْﻢُﮭُﺑﻮُﻠُﻗ ِﺔَﻔﱠﻟَﺆُﻤْﻟاَو ﺎَﮭْﯿَﻠَﻋ َﻦﯿِﻠِﻣﺎَﻌْﻟاَو ِﻦﯿِﻛﺎَﺴَﻤْﻟاَو ِءاَﺮَﻘُﻔْﻠِﻟ ُتﺎَﻗَﺪﱠﺼﻟا ﺎَﻤﱠﻧِإ

ِﻞﯿِﺒﱠﺴﻟا ِﻦْﺑِاَو ِﮫﱠﻠﻟا ِﻞﯿِﺒَﺳ ﻲِﻓَو َﻦﯿِﻣِرﺎَﻐْﻟاَو

ٌﻢﯿِﻜَﺣ ٌﻢﯿِﻠَﻋ ُﮫﱠﻠﻟاَو ِﮫﱠﻠﻟا ْﻦِﻣ ًﺔَﻀﯾِﺮَﻓ

“Sadakalar, Allah'tan bir farz olarak; ancak fakirler, miskinler, sadaka üzerinde memur olanlar, kalbleri ısındırılanlar, köleler, borçlular, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğruna sarfedilir. Ve Allah; Alim'dir, Hakim'dir.”36

Bu ayet-i kerimede de görüldüğü gibi fakir ve miskin, farklı iki grubu temsil etmektedir. Tıpkı buradaki gibi zaruret ve ihtiyaçta iki farklı olgudur. “Kısaca zaruret, insanın varlığının devamının kendisine bağlı olduğu şeyleri ifade ederken ihtiyaç, insanın hissettiği ve telâfi etmediği sürece sıkıntıya düşeceği ve bazı işlerini gereği gibi yapamayacağı eksiklikleri belirtmektedir. İhtiyaçlar itibarî bir esasa dayandığından, sırf ferdî-fizyolojik anlamının ötesinde manevî ve medenî açılardan da toplumun dayandığı normatif esaslar ve toplumsal hayatın şartlarına bağlı olarak ortaya çıkar. Bundan dolayı dünyevî hayatın devamı için gerekli olanlar kadar dinî hayatın devamı için gerekli olan ihtiyaçlar da birbirini tamamlayıcı unsurlar olarak görülmüş, ancak insanların dünya ile olan ilişkileri dinî esaslar açısından değerlendirilerek bu dünyada mevcut olan şeylerin ne anlamda ve ne ölçüde ihtiyaç olduğu söz konusu edilmiştir.”37 Yani insanın bazı ihtiyaçlarının olduğu göz ardı edilmemiştir. Ancak bu ihtiyaçların hangi noktada insanının isteği, arzusu, şehveti vs. noktasına geldiği, hangi noktada insanın ihtiyaçları içerisinde kaldığı konusu

36

Tevbe 9/60 37

(27)

hakkında İslam alimleri çok açık ve net bir şeyler söyleyememişler ve bu konuyu daha çok kendi dönemleriyle ilişkilendirerek açıklama yoluna gitmişlerdir.

Ayrıca insanın beş temel özelliğinin korunmasının temel seviyesi olan zaruret hali, fıkıhtaki kullanımıyla ihtiyaç halinden daha şiddetli bir durumu ifade eder. Çünkü zaruret durumunda birçok maslahat ya tamamen ya da kısmen ortadan kalkma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Bu nedenle zaruret hali ile her seviyedeki eksikliğin yoksulluğunu duyma hali olan ihtiyaç hali birbirinden farklı hükümlere tabidir. “Bu kullanımıyla ihtiyaç, zarureti de içine alacak şekilde daha umumi bir çerçeveyi oluştururken; zaruret durumu ise hayatın devamı için zorunlu düzeydeki ihtiyaçları içine alır.”38 Fakir ile miskinin farkı da bu noktada meydana gelir. Miskin elinde avucunda hiçbir şey olmayan kişidir ama fakir, miskine oranla hayatını çok zor şartlar altında da olsa kendi imkanlarıyla devam ettirebilen insandır.

Mesela havaic-i asliyeden sayılan şeylerin başında barınılacak yer gelmektedir. Her insan için bir barınak, bir ev ihtiyaçtır. Günümüzde öyle insanlar vardır ki 30-40 bin liralık evlerde yaşarken kimisi de değeri milyon dolarlarla ifade edilen villalarda yaşamlarını sürmektedirler. Peki, o zaman havaic-i asliyeden sayılan yani kişinin aldığı takdirde israf yapmış olmayacağı ve İslam’ın emrine uymuş sayılacağı ev hangisidir? Bu sorunun yanıtı kişinin sosyo-ekonomik durumuyla ilgilidir. Eğer kişinin maddi durumu iyi ise bu kişi bütçesine göre bir evde oturmalıdır. Bütçesi 200-300 bin liralık bir evde oturmasına uygunken gidip 50-60 bin liralık bir evde oturması uygun değildir. Allah(cc), verdiği nimetlerin belirtisini kulları üzerinde görmek ister.39 Yada bir otomobil alacaksa ve durumu fazla müsait değilse ona göre bir otomobil almalıdır. Kendini zorlayarak ya da borçlanarak veya değişik yollara başvurarak kendisini aşan bir işe kalkışması doğru olmaz. Aksi takdirde günümüzdeki gibi birçok insanın aldığı mala, eve, arabaya vs. haciz gelir. Sözün kısası, kişinin ihtiyaçlarında en etkili faktörlerden birisi de o kişinin kazancı, sermayesidir. Kişi kazancına, sermayesine göre hayatını devam ettirir. Burada bizim söz konusu ettiğimiz kazanç, helal olan ve zamanı geldiğinde zekatı, sadakası, infakı

38

Zekiyyuddin Şaban, Usul’ü Fıkıh, (Ter: Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez), İslam Hukuk İlminin

Esasları, TDVY, 2000 Ankara, s. 354,355

39

(28)

vs. yapılan kazançlardır. Yoksa, helal yoldan kazanılmamış olan veya başkasının elinden zorla alınan mallardan elde edilen kazanç kazanç değeri alamaz. Çünkü haram bir yolla elde edilmiştir.

1.3. HAVAİC-İ ASLİYYE’NİN KAPSAMI

Âlimlerimiz havaic-i asliyye’nin tarifini yaparken birçok noktadan konuyu değerlendirmiş ve özellikle kendi toplumlarının ve yaşadıkları çağların etkisinde kalmışlardır. Biz bunu yapılan tariflerden anlıyoruz. Özellikle kendi dönemlerindeki Müslümanların hayat şartlarını göz önüne alarak bir tasnif, bir değerlendirme yoluna gitmişlerdir. Şu bir gerçektir ki her dönemde bazı insanların fakir ve muhtaç, bazılarının da varlıklı, zengin olması kaçınılmazdır. Bu noktadan hareketle, yapılmış ve yapılacak olan tariflerde ve konulan hükümlerde her zaman vasat, yani orta sınıf insanlar esas alınmıştır.

“Geçmişte özellikle Hanefî âlimlerinin temel ihtiyaçlar konusunda geniş açık-lama yapmalarına karşılık bazı çağdaş araştırmacılar bu tür ihtiyaçların zaman, çevre vb. şartlara bağlı olarak değişip gelişebileceğine işaret ederek ayrıntılı bir döküm vermek yerine ilkeler üzerinde durmayı tercih etmişlerdir. Bu konuda uygun çözüm, hangi tür ve ne miktar malın temel ihtiyaç grubunda yer alacağı hususunu tespitin, hem toplumun genel iktisadî şartlarına hem de kişilerin sosyal çevrelerine ve toplum şartlarına bağlı olarak yetkili mercilere bırakılmasıdır.”40

Bir malın aslî İhtiyaçtan sayılmasında kullanılan en temel ölçüt, o malın kişinin sağlık ve güvenlik içinde yaşamasını temin eden veya buna birinci derecede yardımcı olan bir özellik taşımasıdır. “Bundan dolayı açlığı giderecek kadar yiyecek, avret yerlerini örtme, sıcak ve soğuğa karşı korunma için İhtiyaç duyulan elbiseler veya kişinin kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin nafakası havâic-i asliyye’nin ilk örneklerini oluşturur.”41

Fetevayı Hindiyye’deki havaic-i asliye maddelerini belirtmek gerekirse; “İçinde oturulan eve, giyilen elbiseye, evin zaruri eşyalarına, binek hayvanlarına,

40

Orhan Çeker, “Havaic-i Asliyye” DİA, c.16, s.506 41

(29)

hizmet gören kölelere, kullanılan silahlara, aile fertlerinin bir senelik yiyeceğine, altın ve gümüşten olmayan kap kacağa zekat gerekmez. Keza cevahir, inci, yakut, zümrüt ve benzeri şeylere de (şayet bunlar ticaret için kullanılmıyorlarsa) zekât gerekmez. Keza nafaka temini için bulundurulan para için de zekât gerekmez. Hidaye Şerhi Ayni’de de böyledir. İlim ehlinin kitaplarına, sanatkârların aletlerine veya evde kullanılan aletlere de zekât gerekmez.”42

Temel ihtiyaçlarda zaman ve mekana bağlı olarak değişme ve gelişme özelliğine sahiptir. “Helal ve haramlıkları konusunda şer’i bir kayıt bulunmayan ancak insanlara fayda sağlayan ya da onlardan zararı kaldıran bir ihtiyaç veya bir ihtiyaç eşyası belirirse, maslahatı mürselenin yol göstericiliğine başvurulmaktadır. Çünkü insanların örf ve adetlerinin değişimine bağlı olarak beslenme, barınma gibi alışkanlıkların giderilme yöntemi değişmektedir. İleri teknoloji ile donatılmış makinelerle üretim serileşmekte, insanlar için yeni iş kolları ve gelir kaynakları meydana gelmektedir. Bolluğun ve alım gücünün yükselmesine bağlı olarak hayat standardı da yükselmektedir. Yeni gelişen durumlara bağlı olarak mali sorumluluklar birbirine karışmaktadır. Şari’nin hükmünü belirtmediği havaici asliye ile ilgili konularda maslahatı mürseleye başvurularak meselenin çözülebileceği düşünülmektedir. Dolayısıyla gelişmeye ve değişmeye açık olan noktalarında havaici asliyenin muhtevasını da maslahatı mürsele yol göstericiliği belirleyecektir. İşte bu durumlar maslahatı mürselenin havaici asliyenin dayanakları arasına girmesine kâfi sebebler olarak görülmektedir. Çünkü toplumsal hayatı dondurmak mümkün olmadığı için, tek ve sonuçlanmış çözümlerle yetinilmesi mümkün değildir.”43

Sanayi inkılâbı ve Fransız devriminden sonra insanların ihtiyaçları ve ihtiyaçlarını karşılama yolları değişmiş, buna bağlı olarak da eski ihtiyaçların bazıları işlevlerini yitirmişlerdir. Mesela Türkiye Diyanet Vakfının hazırladığı ilmihalde havaici asliye listesinde şunlar vardır: “ Bir kimsenin yeme, içme, barınma, sağlık, iş ve meslek edinme, seyahat, dinlenme ve eğitim gibi tabi ve temel ihtiyaçlarını içinde

42

Alemgir Şah, Fetevayı Hindiyye, (Ter: Mustafa Efe), Akçağ yay. 2. Baskı, Ankara, trs. Zekât mad. c.1 s.571

43

Hasan Balta,( 2006), İslam Hukuku’nda Havaic-i Asliyye (Temel İhtiyaçlar), Yüksek lisans tezi, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas, s.52

(30)

yaşadığı toplumun genel iktisadi seviyesine göre lüks ve aşırı sayılmayacak ölçüde gidermesi mümkün ve meşru görülmektedir.”44

Yukarıdaki birçok tariften çıkan sonuç şudur ki aynı döneme ait olsalar bile iki farklı kültür, iki farklı medeniyet içinde yaşayan iki farklı âlimin yapmış olduğu havaic-i asliyye tarifleri birbirinden farklı olabiliyor. Buda bizlere gösteriyor ki havaic-i asliyye kişiye, zamana ve mekâna göre değişebilmektedir.

“ ‘Özellikle Müslümanların iktisaden güçlenmeleri ve bu güçleri ile İslami faaliyetleri finanse etmeleri bir ihtiyaç mıdır?’ sorusuna bizim verdiğimiz cevap ‘evet ihtiyaçtır, hatta zarurettir.’ şeklindedir. Buna katılmamak gerçekleri görmemekten, sünnetullahı bilmemekten kaynaklanır.”45 Burada Hayrettin Karaman çok önemli bir noktaya temas etmiştir. Kişi hem kendisi hem de diğer Müslümanlar için çalışıp kazanmak zorundadır. İşte bu yüzdendir ki İslam, imkanı olduğu halde dilenen kişiye hoş gözle bakmamıştır. Çünkü dilenen kişi hem bir başkasına muhtaç olur hem de kendi onurunu, haysiyetini ayaklar altına almış olur.

‘ Dünyası (geçimliği) olmayanın ahreti de yoktur.’ Aslında bu hadiste ahiret, maddi hayata bağlanmaktadır. Yani dünya ve ahiret, birini kazanmak için diğerinin feda edilebileceği yerler değildirler. Ahireti kazanmanın yolu dünyada Allah’ın hoşuna giden fiilleri yapmaktan geçer. Nitekim Peygamber (sav)’in söylediği de doğrudur. “Doğru dürüst bir ekonomiye sahip olmayan toplumlar, seviyeli bir kültüre de sahip olamazlar. Böyle bir toplumda da ahlaki değerler çöker.”46

“Günümüzde Müslüman kesimin iktisaden güçlenmesi ve bu gücü ile İslami değerleri ayakta tutması bir ihtiyaç ise, bunda İslam toplumumuzun menfaati varsa, iktisaden zayıflamak bir dizi zayıflık ve zarara yol açacaksa Müslümanların bir çaresini bulup iktisaden güçlenmeleri farz olur. Eğer bu çare, şu gün için faizli kredi almak ise bu yola başvurulacak, fakat en kısa zaman içinde faizsiz kredileşme ve sermaye sağlama yolları aranacak ve bulunacaktır; bu yollar bulunup işletilince

44

İlmihal, (İman ve İbadetler kısmı), Komisyon, TDVY,2006, Ankara, c.1 s. 43 45

Hayrettin Karaman, age, s.406 46

(31)

ihtiyaç ve zaruret ortadan kalkacak, ‘Faiz, faizdir ve haramdır.’ hükmü yürürlüğe avdet edecektir.”47

“Bu nedenle ekonomik yokluk, fakir bir toplum ve geri kalmış bir ekonomi gibi asli bir mesele söz konusu olduğunda İslam, ekonominin önemine ve her türlü ekonomik büyüme ve ilerlemeye vurgu yapar. Burada söz konusu olan toplumsal bir meseledir.”48 Yani ileride de açıklayacağımız gibi İslam, toplumsal bir durum söz konusu olduğunda Müslümanları daima çalışıp kazanmaya ve zengin olmaya davet eder. Ama konu kişinin kendini geliştirmesi ve kendi nefsini tezkiyesi olduğunda müslümanın oldukça sade ve aşırıya gitmeden bir yaşam sürmesini tavsiye eder. Ama bu noktada bile hiçbir zaman açlığı, sefil bir hayatı ya da başkalarına muhtaç olarak yaşamayı müslümana telkin etmez. Bu iki nokta arasındaki çizgiyi çok iyi anlamak, kavramak gerekmektedir.

“İhtiyacı karşılayacak ölçüde mal olması, hiç olmamasından iyidir. Çünkü aç insan, marifet yoluna değil, ölüm yoluna gider. Ancak tehlikenin büyüklüğü açısından fakir, zengine göre tehlikeden daha uzaktır. Çünkü bolluktaki fitne, darlıktaki fitneden fazladır. Bundan dolayı sahabe (r.anhum): ‘Darlık fitnesiyle sınandık, sabrettik. Bolluk fitnesiyle sınandık, sabredemedik.’ demişlerdir.”49

Şu da bir gerçektir ki “Bu dünyadan el etek çekme öyle bir sonuç doğuruyor ki; ilahi nimetler ve memleket nimetleri gibi bütün nimetler züğürtlere, haylazlara, murdarlara ve gayri Müslimlere kalıyor. Bu, Müslümanlar dünyadan el etek çektiklerinden, gayri Müslimler dünyayı yağmaladığından, insanların alın yazısı ve geleceği, ekonomik gücü kendinde barındıranların elinde bulunduğundan; ister istemez Müslümanların insani ve fikri gelecekleri başkalarının inisiyatifinde olur. Bunun en güzel numunesi Hindistan’dır. İngilizler Hindistan’a geldikten sonra ve yeni iktisat, yeni pazar, yeni üretim, yeni tüketim, yeni eğitim öğretim ve İngiliz okulları Hindistan’a girince, Müslümanlar dünyadan el etek çektiler. Bundan önce, Hindular çoğunlukta olmasına rağmen hem ekonomi hem yönetim Müslümanların

47

Hayrettin Karaman, age, s.405 48

Ali Şeriati, age, s.35 49

(32)

elindeydi. 600-700 yıl boyunca Hindistan her zaman en büyük, en görkemli ve en güçlü İslam ülkelerinden biriydi. İngilizler gelinceye kadar Hindistan; İslami düşüncenin merkezi, Müslümanların gücü ve en büyük İslam ülkesiydi. Hatta Osmanlı İmparatorluğu yıkılınca, İslam hilafetini yeniden diriltmek için Hindistan’da halifeliği hakim kılma çalışmaları yürütüldü. Hindular geri kaldığından ve İslam’dan sonra tarih boyunca hükümet Müslümanların elinde olduğundan; ilim, iktisat, medrese, teknoloji, ticaret, medeniyet ve her şey Müslümanların elindeydi. Uygar olan Müslümanlar, geri kalmışlar ise Hindulardı. İngilizler geldikten sonra yeni iktisadi sistem ve yeni eğitim sistemi uygulamaya koydular. Bu yeni sistemi Müslümanlar reddedip yasakladılar. Hindular ise yeni iktisat ve eğitim sistemine yöneldiler. 700-800 yıl boyunca içinden bilinçli ve eğitimli bir şahsiyet çıkmayan geri kalmış Hindular; yeni eğitin öğretim sistemine geçince içlerinden Gandi’ler, Nehru’lar ve Şasteri’ler ortaya çıktı. Ancak en aydın bilim adamlarına, siyasetçilere ve en güçlü şahsiyetlere sahip olan Müslümanlar, yavaş yavaş gerilediler. Öyle ki Müslümanların en büyük şahsiyetleri Muhammet Ali Cinnah Bey ve ablası Fatma hanımdı. Başka kimse de yoktu. O da geri kalmış, bu günkü Pakistan’dır ki geldiği durum ortada zaten. Bugün bile Pakistanlı Müslümanlara olan sempatimiz, Hindulara kıyasla daha azdır. Öyle değil mi? …Peki, neden böyle oldu? Çünkü Müslümanlar dünya işlerinden uzak durdular. Sonra iktisat ve eğitim öğretim de Hinduların eline geçti ve Müslümanlar aradan geçen iki nesilden sonra geri kaldılar. İslam tarihinde sade yaşama yönelik tekelci vurgu, dünyadan el etek çekme veya sapık, anlamsız veya amaçsız zühde eğilim gösterme; en iyi, en ilerici müslümanın en gerici olmasına sebep oldu.”50

50

(33)

İKİNCİ BÖLÜM

KUR’AN-I KERİM’DE VE İSLAM’DA

ZENGİNLİK

2.1. İSLAM HUKUKUNDA MAL VE SERVET

KAVRAMI

2.2. İNSANIN İMTİHANI

(34)

KUR’AN-I KERİM’DE VE İSLAM’DA ZENGİNLİK

2.1. İSLAM HUKUKUNDA MAL VE SERVET KAVRAMI

“İnsan, özü itibariyle ilahi nefhadan51 ve bedeni itibariyle evrenin bütün elemanlarından parçaların bileşiminden teşekkül etmiştir. Bu yüzden insan, kâinatın küçük bir modeli olarak nitelendirilmiştir. İnsan diğer varlıkların aksine kendisine tevdi edilen ilahi emaneti52 yüklenerek şuurlu bir şekilde ibadet etmeyi ve ilahi hilafet vazifesini53 Allah’ın istediği şekilde yerine getirmeyi kabul etmiştir. İlahi nefha ve maddeyi temsil eden basit toprağın54 bileşiminden çift boyutlu olarak yaratılan insan, yaratılış gayesi olan Allah’a ibadet55 ve ilahi hükümleri yeryüzünde icra vazifesini ifa etmesi nisbetinde yücelip Allah’a yaklaşmakta, dünya hayatının yaratılış nedeni olan imtihanı56 başarı ile sonuçlandırarak, meleklerin topluca karşısında secde ettikleri, varlıkların en şereflisi konumuna yükselmektedir. Bunun neticesi olarak da ilahi nefha cihetinin maddi yön üzerine hâkim olmasına, onu kontrol altına almasına ve bir dengenin oluşmasına neden olmaktadır. Yüklendiği misyonu istenilen tarzda yerine getirmemesi halinde ise, maddi yönün ilahi nefha ciheti olan ruh ile bağlantılarını koparıp, insanın bedeni arzularının esiri durumuna düşmesine neden olmakta, dolayısıyla yaratılış amacının dışına çıkıp, imtihanı başarısızlıkla sonuçlandırarak, varlıkların en aşağısı konumuna düşmesine ve beden-ruh; madde-mana dengesinin bozulmasına neden olmaktadır.”57

“Mülkiyetin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanoğlunun yeryüzüne ayak

basmasıyla birlikte mülkiyete bağlı tartışmalar, çatışmalar, çekişmeler tarih sahnesindeki yerini almaya başlamış ve bu hal günümüze kadar devem etmiştir.”58 Biz ‘mülk’, ‘mülkiyet’ gibi kavramlardan bahsetmeden önce bununla ilgili olarak

51 Hicr 15/29; Secde 32/9 52 Ahzap 33/72 53 Bakara 2/30; En’am 6/165 54

Hicr 15/26-29; Al-i İmran 3/59

55 Zariyat 51/56 56 Maide 5/48; En’am 6/165 57 Tin 95/4-5 58

Halit Çalış, İslam Hukukunda Servet-Mülkiyet Tahdidinin İmkânı Üzerine, SÜİFD, Sayı 17, Bahar 2004 Konya, s.127

(35)

bazı kavramlardan bahsetmek istiyoruz. Kur’an-ı Kerim’de ‘mülk’, ‘mülkiyet’ terimleriyle hemen hemen aynı anlamlarda kullanılan kelimeler vardır. “Servetin maddi boyutuyla ilgili olarak arâd, bidâa, cizye, dûle, ecir, enfal, ferîda, fey’, ganimet, hak, harc-harac, hazine, kenz, gintar, maişet, mal, metâ, mülk-milk, re’su’l mal, rızk, sadaka, semer, zekât gibi kavramlar kullanılmıştır.”59 Ğına, metâ, kenz kelimeleri “mülk” ile yakın anlamlı kelimeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların kısaca tariflerini yaparak konumuza geçmek istiyorum.

“ Ğinâ; Zenginlik, servet, ihtiyaç duymama, muhtaç olmama, yapabilme, yeterlilik, güç yetirme manalarına gelir.”60 Kur’an’da 68 defa geçmektedir.61 Şurası unutulmamalıdır ki Kur’an’daki bir kelime Kur’an’da tek bir anlama gelmez. Kullanıldığı yere ve duruma göre ihtiva ettiği anlamlardan birini kazanabilir. “Kur’an’ın kullandığı kelime, deyim vs.’den birçoğunu anlamak için salt Arap dilini bilmek de yeterli olmamaktadır. Dolayısıyla Kur’an’ın oluşturduğu kavramsal çerçeve ve semantik alan dikkate alınmaksızın, sadece Arapçanın genel özellikleriyle anlaşılmaya çalışılması, onun doğru anlaşılma şansını da yitirmiş olacaktır.”62 “Kur’an, mevcut Arap diline tamamen teslim olmak yerine, zaman zaman onun belli unsurlarına yeniden şekil verip dizayn ettiği de olmuştur.”63

Keza, ‘gani’ye de çoğu zaman ‘zengin’ diyemeyiz. Bunun en açık örneği; zenginliği üstün göstermek isteyenlerin öne sürdükleri ve Hz. Muhammed’i muhatap alan “ Rabbin seni bir yoksul bulup da zengin (gani)etmedi mi?”64 ayetidir. Bu ayette Allah’ın Hz. Muhammed’i zengin (gani) ettiği vurgulanarak söylenir. Oysa onun hayatının maddi açıdan zenginlik olmadığını daha önce söyledik. Öyleyse buradaki zenginliğe, kendi kendine yeterli olma, ihtiyaçsız olma, gözü ve gönlü tok olma gibi bir anlam vermek zorundayız. Nitekim ‘ğina’ nın bu söylediğimiz

59

Ali Soylu, Kur’an’da Servet Dağılımı, Pınar yay. 2003 İstanbul, Ayrıntılı bilgi için bkz. S.58-71 60

İbn Manzur, age, “gny” md. c. 15 s.135-139

61

Abdu’l Baki, Muhammed Fuad, Mu’cemu’l Müfehrest Li Elfazi’l Kur’an’i’l Azim, Daru’l Hadis, Kahire 1996, s.217

62

Toshihio Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, (Ter. Süleyman Ateş), Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, trs. S.13

63

Şahin Güven, Kur’an’ın Anlaşılması ve Yorumlanmasında Çokanlamlılık Sorunu, Denge yay. 2005 İstanbul, s.40

64

(36)

anlamlarda kullanıldığını gösteren pek çok hadis vardır. Mesela ‘Zenginlik mal çokluğuyla değildir. Zenginlik (ğina) gönlü tok olmaktır.’65

Görüleceği gibi O (cc), Duha suresindeki bu ifadesiyle ‘gına’dan ‘istiğna’ yı kastetmiş gibidir. Allah’ın Hz. Peygamber’e hitaben ‘ Seni zengin/gani kılmadık mı?’sözünü de bu ifadesiyle beraber zikretmekle şunu demek istemiş olmalıdır: Allah Hz. Peygamber’i ‘gani’ kıldığını söylüyor. Oysa onun yığın yığın servetinin olmadığını, kemmi ölçülerle zenginleşmediğini biliyoruz. Ama o aynı zamanda insanlara muhtaç değildi (müstağni idi). Öyleyse ğina’ nın (zenginliğin) başlama noktası, ‘istiğna’nın oluştuğu nokta olmalıdır ki, bu da ‘kifayet’ sınırıdır.66

“ Metâ kelimesi ‘Ondan yararlanılan, açlığın onunla yatıştırıldığı herşey; yemek, ev mobilyası, aletler, ticari mallar, az veya çok dünyanın sunduğu şeyler; ebedi olmayan az bir faydalanmayla istifade edilen şey’ anlamlarına gelir.”67 Kur’an’da 35 defa geçmektedir.68

“ Kenz kelimesi ‘Bir kapta korunan, muhafaza edilen mal için bir isimdir.’ Nitekim bir hadis-i şerifte kenz “ zekâtı verilmeyen her mal kenz’dir.” Şeklinde ifade edilmiştir.”69

“Mal: insanlar nezdinde maddi bir değeri bulunan her türlü ayn’dır. Burada ayn, harici varlığı olan nesne demektir.”70

“ Mal kelimesinin doğuştan bütün (camit) bir kelime olmayıp Arapçada ismi mevsul ‘ma’, mülkiyet ifade eden ‘li’ ve 1. Tekil şahsa ait ‘y’ zamirinden yapılmış ‘bana ait olan şey’ anlamına bir terkip ‘=mâli’ olduğu; bu terkibin sonundaki şahıs zamiri atılarak ‘sahipli olan şey’ anlamına bir isim olmak üzere ‘mal’ (=mâli =mali =mâl = mal) sözcüğünün meydana geldiği; bu kelimenin daha müstakil bir kelime

65

Buhari, Rikak 15; Müslim, Zekat 120; Tirmizi, Zühd 40 66

Faruk Beşer, İslam’da Zenginlik ve Fakirlik, Nun yayınevi, 2.baskı, 2006 İstanbul, s.30 67

İbn Manzur, age, “meteye” md. c.8 s. 329,332-333

68

Abdu’l Baki, age, s.756-757 69

İbn Manzur, age, “keneze” md. c.5 s. 401-402 70

(37)

gibi tasrif edilerek çoğulunda ‘emvâl’, mal sahibi kılmak anlamında ‘temvil’ ve mal sahibi olma anlamında ‘temevvül’ şeklinde kullanılageldiği belirtilmektedir.”71

Yüce Allah, Şerefli Kitabı’nın birkaç yerinde mal kelimesi yerine ‘hayr’ kelimesini de kullanmıştır. Bu kelime çeşitli anlamlarıyla birlikte Kur’an’da 197 yerde geçmektedir. 72 Mal kelimesi yerine kullanılan yerlerden birinde şöyle gelmiştir:

ُﻢُﻛَﺪَﺣَا َﺮَﻀَﺣ اَذِا ْﻢُﻜْﯿَﻠَﻋ َﺐِﺘُﻛ

َﻦﯿِﺑَﺮْﻗَﻻْاَو ِﻦْﯾَﺪِﻟاَﻮْﻠِﻟ ُﺔﱠﯿِﺻَﻮْﻟا اًﺮْﯿَﺧ َكَﺮَﺗ ْنِا ُتْﻮَﻤْﻟا

َﻦﯿِﻘﱠﺘُﻤْﻟا ﻰَﻠَﻋ ﺎﻘَﺣ ِفوُﺮْﻌَﻤْﻟﺎِﺑ

“… birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir şekilde vasiyet etmek Allah’tan korkanlar için bir borçtur.” 73

Hayr, Allah tarafından yapılması istenen şey74, herhangi bir amacı tatmin eden şey, bir gaye için faydalı, uygun ve başarılı olan şey75, aklın beğendiği, vicdana uyan, Allah ve Rasülü’nün emirlerine uygun düşen işler ve umumun tasvibine uygun hareketler ve şerrin zıddıdır.76

“ Yine Hayr, Kur’an’da ‘nimet, vahy ve iman’ anlamlarına da gelir. Bu yaklaşımlara da katılmak mümkündür. Çünkü nimet Cenab-ı Allah tarafından insanın hayrına ve iyiliğine uygun verilen şeylerdir. Cenab-ı Allah’ın indirmiş olduğu vahy, bu vahye muhatap ettiği Rasul ve insanlara iki dünya saadetini kazandıran iman hep nimet türünden şeylerdir. Bu yüzden vahy ve imanın nimet, nimetin de hayr olarak vasıflanmasını doğru buluyoruz.”77

Isfahani’de benzer bir tanım yaparak, mutlak hayr için “ herhalde kendisine rağbet edilen, Peygamberimiz (sav)’in cennet diye vasıflandırdığı şeydir demiş ve ardından da ‘kendisinden sonrası cehennem olan hayr olmadığı gibi, kendisinden

71

Fahri Demir, İslam Hukukunda Mülkiyet ve Servet Dağılımı, İlmi yay. 1981 İstanbul s.14, Ayrıca mal kelimesi Kur’an’da da birçok şekilde kullanılmıştır. Bkz. Abdu’l Baki, Mu’cem, s.778-779

72

Bkz. Abdu’l Baki, age. S.249-253

73

Bakara 2/180

74

Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, (Hülasatü’t Tefasir), Arslan Yay. İstanbul, trs. c.2, s. 172

75

Osman Pazarcı, İslam’da Ahlak, İstanbul 1980, s.158

76

İbn Manzur, age. C.4 s.264

77

Referanslar

Benzer Belgeler

12 Atik, Bilal, Kral ve Peygamber Olarak Davud (as) ve Süleyman (as) Kıssalarıyla Verilmek İstenen Mesajlar, (Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi, SBE,

‘ Sizin hepinizin yaratılmanız da yeniden diriltilmeniz de sadece bir tek kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir; Allah her şeyi işitir, her şeyi

Bu ilim, Kur’ân harflerini zat ve sıfatlarına uygun, ihfâ, izhâr, iklâb ve idğâmlara riayet ederek okumanın yanında; kelimeleri medlûl ve mânâlarına yaraşır

(Bakara suresi, 98.ayet) D) “Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru

Bu durumda, med harfinden sonra lâzımî sükûn geldiği için medd-i lâzım olur.. Cezimli harflerin sükûnu da

Bu ürünü talep eden bireyler ürünü kullanacağı miktardan daha fazla alır ve israf ederse ürünün fiyatı yükselecek, bazı kişilerin bu ürünü

Medd-i Lâzım Harfi Müsakkale: Med harfinden sonra med sebebi olan lâzımî sükûn ayrı bir harfte şeddeli olarak gel- mesiyle oluşur2. Örnek: ( ْمي ِ ّملآ ْفِلَأ )

“Gördüğünüz gibi bu söylediklerimle size onların görüşlerini öğrenme imkânı kıldım.” Onlar şöyle demişlerdir: “Sizden duyduklarımızın doğru olduğuna inanıyoruz.”