• Sonuç bulunamadı

SERVET YIĞMANIN YASAK OLMAS

KUR’AN’DA ZENGİNLİK, FAKİRLİK VE İSLAM DİNİNİN YASAKLADIKLAR

3.2. İSLAM DİNİNİN YASAKLADIKLAR

3.2.2. SERVET YIĞMANIN YASAK OLMAS

Bizim burada servet yığmaktan kastımız insanların cimrilik yaparak kazandıkları maldan tek kuruş dahi harcamamaları, onu yastık altında, ölene kadar biriktirmeleri ve onu işletmemeleridir. Müslüman bir insan hiçbir zaman böyle bir işe tevessül etmemeli ve elindeki malı ekonomiye kazandırmalıdır.

“İfade edilmelidir ki söz konusu hukukçular (özel mülkiyetin tahdidini savunanlar), iktisab ediliş itibariyle meşruiyet şartını taşıması kaydıyla, prensip itibariyle mülkiyete herhangi bir tahditte bulunulamayacağını kabul etmektedirler.”380 Fakat daha önce de ifade ettiğimiz gibi müslüman, fakirin hakkını da gözetmek durumundadır. Bu, onun imtiyazına bırakılmış bir hak değil bir ödev, mal varlığının getirdiği bir yükümlülüktür.

378

İsra 17/29

379

Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c.10 s.320-321 380

Eğer Allah (cc)’nun uyarılarına kulak asmayıp kazancından hiçbir kimseye hakları olan zekat, sadaka gibi, kendi malını da temizleyen harcamalarda bulunmazsa elindeki mal yok olur gider. Allah (cc) sırf bu yüzden, yani fakirin hakkını vermedikleri için malları ellerinden alınan bahçe sahiplerini bizlere ibret olarak vermiştir. Ayet-i Kerimelerde şöyle geçmektedir;

َنﻮُﻨْﺜَﺘْﺴَﯾ ﺎَﻟَو

)

18

(

َنﻮُﻤِﺋﺎَﻧ ْﻢُھَو َﻚﱢﺑَر ْﻦِﻣ ٌﻒِﺋﺎَﻃ ﺎَﮭْﯿَﻠَﻋ َفﺎَﻄَﻓ

)

19

(

ِﻢﯾِﺮﱠﺼﻟﺎَﻛ ْﺖَﺤَﺒْﺻَﺄَﻓ

)

20

(

َﻦﯿِﺤِﺒْﺼُﻣ اوَدﺎَﻨَﺘَﻓ

)

21

(

َﻦﯿِﻣِرﺎَﺻ ْﻢُﺘﻨُﻛ ْنِإ ْﻢُﻜِﺛْﺮَﺣ ﻰَﻠَﻋ اوُﺪْﻏا ْنَأ

)

22

(

ُﻘَﻠَﻄﻧﺎَﻓ

اﻮ

َنﻮُﺘَﻓﺎَﺨَﺘَﯾ ْﻢُھَو

)

23

(

ٌﻦﯿِﻜْﺴِﻣ ْﻢُﻜْﯿَﻠَﻋ َمْﻮَﯿْﻟا ﺎَﮭﱠﻨَﻠُﺧْﺪَﯾ ﺎَﻟ ْنَأ

)

24

(

َﻦﯾِرِدﺎَﻗ ٍدْﺮَﺣ ﻰَﻠَﻋ اْوَﺪَﻏَو

)

25

(

َنﻮﱡﻟﺎَﻀَﻟ ﺎﱠﻧِإ اﻮُﻟﺎَﻗ ﺎَھْوَأَر ﺎﱠﻤَﻠَﻓ

)

26

(

َنﻮُﻣوُﺮْﺤَﻣ ُﻦْﺤَﻧ ْﻞَﺑ

)

27

(

ْﻞُﻗَأ ْﻢَﻟَأ ْﻢُﮭُﻄَﺳْوَأ َلﺎَﻗ

ُﺗ ﺎَﻟْﻮَﻟ ْﻢُﻜَﻟ

َنﻮُﺤﱢﺒَﺴ

)

28

(

َﻦﯿِﻤِﻟﺎَﻇ ﺎﱠﻨُﻛ ﺎﱠﻧِإ ﺎَﻨﱢﺑَر َنﺎَﺤْﺒُﺳ اﻮُﻟﺎَﻗ

)

29

(

“Haberiniz olsun ki, Biz onlara bela vermişizdir, (tıpkı) o bağ sahiplerine bela verdiğimiz gibi. O sırada ki, sabah olunca mutlaka onu devşireceklerine yemin etmişlerdi. (Allah izin verirse, diye) bir istisna da yapmıyorlardı. Derken onlar uyurken Rabbin tarafından bir dolaşan (afet) onun üzerinden dolaşıverdi. Sabaha kadar o bağ sırıma (biçilmiş tarlaya) dönmüştü. Derken sabaha yakın birbirlerine seslendiler. Mahsullerinizi devşirecekseniz erkence çıkın, diye. Derken fırladılar, aralarında fısıldaşıyorlardı. ‘Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın’ diyorlardı. (Evet, yoksullara yardıma) güçleri yettiği halde, onları yardımdan mahrum etmek niyet ve azmi ile erkenden yola düştüler. Fakat bahçeyi gördüklerinde: ‘Biz herhalde yanlış gelmişiz’ dediler. ‘Yok, biz mahrum edilmişiz.’ (dediler). İçlerinde en makul olanı şöyle dedi: ‘Ben size Rabbinizi tesbih etsenize dememiş miydim?’ ‘Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz zalimler imişiz.’ (dediler).”381

Görüldüğü gibi Allah (cc), bağ-bahçe sahiplerinin ellerinde ne varsa yerle bir etmiştir. Sebep olarak da fakirlerin haklarını vermemeye niyet etmeleri ve sırf bu yüzden erkenden yola çıkıp mahsullerini toplamaya gitmelerini göstermiştir. Allah (cc) burada bizlere adeta gözdağı vermektedir. “Sana elindeki her şeyi veren benim,

381

verdiğim gibi almasını da bilirim” demektedir. İsra suresi 29. Ayette geçtiği gibi ‘büsbütün eli sıkılık’ felaket getirmiş ve nimetin tamamının elden çıkmasına neden olmuştur.

Aslında Kur’an-ı Kerim rızıklardaki farklılığı kabul etmektedir. Yani yukarıdaki ayette geçtiği gibi ya da Karun’la ilgili ayet-i kerimede de geçtiği gibi toplumun bir kesimi zenginlikler içinde yüzerken bir başka kesimi de onlara imrenen ya da sabırlı olup Allah’ın fazlını bekleyenler, ümit edenler olarak karşımıza çıkmaktadır ve İslam hiçbir zaman bunun yanlış bir uygulama olduğunu söylememiştir. İslam’ın istediği elbette ki toplumdaki herkesimin refah seviyesinin aynı olmasıdır. Bunun oluşabilmesi için birçok tedbir alınmış ve çözüm yolları öne sürülmüştür. Fakat bunun gerçekleşmesi çok uzak bir ihtimaldir. Kalem suresinde de yerilen nimet değil, verilen nimete karşı yapılan şükürsüzlüktür. Nitekim kominizm ya da diğer akımlara baktığımızda veya tahrif edilmiş olan hak dinlerin uygulamalarına baktığımızda, ya tamamen toplumu eşit hale getirmek için zenginleri ezdiklerini görürüz ya da zenginle fakir arasındaki uçurumun her geçen gün biraz daha arttığını görürüz. Ama İslam, her iki sınıfı da bir vakıa olarak görmüş ve ne zengini ezmiş ne de fakiri ortada bırakmıştır. Bir Ayet-i kerime de şöyle geçmektedir;

ﺎَﻣ ﻰَﻠَﻋ ْﻢِﮭِﻗْزِر يﱢداَﺮِﺑ اﻮُﻠﱢﻀُﻓ َﻦﯾِﺬﱠﻟا ﺎَﻤَﻓ ِقْزﱢﺮﻟا ﻲِﻓ ٍﺾْﻌَﺑ ﻰَﻠَﻋ ْﻢُﻜَﻀْﻌَﺑ َﻞﱠﻀَﻓ ُﮫﱠﻠﻟاَو

ُﮭَﻓ ْﻢُﮭُﻧﺎَﻤْﯾَأ ْﺖَﻜَﻠَﻣ

َنوُﺪَﺤْﺠَﯾ ِﮫﱠﻠﻟا ِﺔَﻤْﻌِﻨِﺒَﻓَأ ٌءاَﻮَﺳ ِﮫﯿِﻓ ْﻢ

“Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?”382

Ebû Zer el-Gıfarî (ra), bu konuyla ilgili olarak “Tevbe suresi’nin 31-34. ayetlerinden hareketle insanın kendi ve çoluk çocuğunun geçimini sağlayacak miktardan fazla olan her şeyin, şer’an yasaklanan ‘kenz’ kapsamında olduğuna ve infak edilmesi gerektiğine inanıyor ve insanlara da bu yolda fetva veriyordu.”383

382

Nahl 16/71 383

Fakat daha önce de Gazali’de gördüğümüz bu anlayış, topluma hizmeti emreden İslam dinine çok da uygun görünmüyor.

“Her ümmetin bir fitnesi vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır.”384 “ ‘Fitne’ zorlu ve çetin imtihan demektir. Buna göre Muhammed (sav), ümmetinin en çok zorlanacağı, dolayısı ile en çok döküleceği imtihanı mal olacaktır.”385

Kim bilir belki de Ebu Zerr el-Gıfari bu tür hadis-i şerifleri de göz önüne alarak fetvalar vermiştir. Ancak şu hiçbir zaman unutulmamalıdır ki havaic-i asliyye veya “mal” kavramlarının içeriğine baktığımızda bunların Ebu Zerr el-Gıfari’nin söylediklerinden daha kapsamlı olduğu aşikârdır. Ayrıca O’nun Müslümanları düşünerek, onların fitnelere bulaşmamalarını isteyerek bu tür fetvalar verdiğini söyleyebiliriz. Çünkü insanla mal-mülk arasındaki ilişki çok hassas bir ilişkidir. “ Ya da değişik bir anlatımla, mal ile insan ilişkisi, denizle vapur ilişkisi gibidir. Vapur denizden su almadıkça, deniz sayesinde yüzer ve hedefine ulaşır. Su almaya başlarsa, batar. İnsan da malı bir gaye için, bir vasıta olarak kullanırsa, mal güzel bir vasıtadır, onunla gemisini yüzdürür. Ancak mal gaye haline gelir ve insanın emeli olursa, adeta vapurun içine dolan su gibi, insanın gönlünü doldurur ve insanın manen batması ve helak olması sonucunu verir.”386

“Bol nimet ve servetin insan üzerinde olumsuz etkileri de vardır. Bunlar; a)Tecavüzün ve zulmün mal ve servetle çok daha kolay yapılabileceği, bir baskı aracı olarak kullanılabileceği

b)Sınırsız servetin insanı zamanla ilahlaştırabilmesi

c)Müreffeh bir hayatın statükocu bir anlayışa neden olabileceğidir.”387

Yukarıdaki maddelerde göz önüne alındığında ve Peygamber Efendimiz’in tebliğine karşı gelenlerin genelde toplumun refahlı kişileri olduğu düşünüldüğünde

384

Tırmizi, Zühd 26 385

Faruk Beşer, age, s.15 386

Faruk Beşer, age, s.16 387

insanın mal ile olan imtihanının ne kadar çetin olduğu açıkça anlaşılacaktır. Tüm bunlara rağmen Mus’ab b. Umeyr gibi tüm zenginlik ve ihtişamı gerisinde bırakanlar olduğu gibi onlarına İslam yolunda kullanan Hz. Hatice’ler Peygamber Efendimiz (sav) döneminde olduğu gibi günümüzde de vardır.

Gazali, malın zararları noktasında da insanı günahlara sürüklemesi, refaha alıştırması ve Allah’ı anmaktan alıkoymasını dile getirmiştir. Bunları açıklarken de şunu dile getirir: “Nefsin istekleri ulaşılabilir olmaları bakımından birbirinden farklıdır. Bu sebeple bazen kişinin aczi günah işlemesine engel olabilir. Günaha güç yetirememek de ondan kurtulmanın bir yoludur. İnsan bir günahı işlemekten ümit kestiği nispette ona olan isteği azalır. Ona güç yetirebileceğini hissettiğinde ise isteği de ivme kazanır. Mal da günah ve isyanlara karşı istek uyandıran bir güçtür.”388

İşte bundan dolayı “Şurası bir hakikattir ki, fertlerin mülkiyetlerini tesbit etmeleri hayırlı bir iştir. Ve onların mallarını mülkiyet altına alma ve ondan tayin edilen hudutlar dairesinde istifade hürriyetleri vardır. İslam, yalnızca devletin işlerini tanzim etmek ya da her sahada devlet sultasını hâkim kılmak için gelmemiş; bir ideal etrafında hür ve serbest beşer iradelerinin toplandığı bir cemiyeti var etmek, yaratmak için gelmiştir. Bu gaye, hiçbir kuvvetin diğer kuvvet içinde eriyip kaybolmadığı, sağlam ve metin bir cemiyeti meydana getirmek gayesidir.”389