• Sonuç bulunamadı

İSLAMIN HEDEFLEDİĞİ YAŞAM TARZ

KUR’AN-I KERİM’DE VE İSLAM’DA ZENGİNLİK

2.3. İSLAM’IN MÜLK VE ZENGİNLİĞE BAKIŞ

2.3.1. İSLAMIN HEDEFLEDİĞİ YAŞAM TARZ

Kur’an-ı Kerim, kendine has üslubu olan bir kitaptır. Konular, ders kitaplarında olduğu gibi bir ünite veya bir başlık altında değil, Kur’an’ın bütünü içine serpiştirilmiştir. Hal böyle olunca, herhangi bir konuda Kur’an’dan istifade yoluna gidilirken, ilgili bütün ayetleri toplayarak ve mümkün olduğunca nüzul sırasına koyup ilmi bir tatbike tabi tuttuktan sonra –yukarıda da ifade ettiğimiz gibi- konulu tefsir metodu uygulayarak ancak istenilen netice en doğru bir şekilde ortaya çıkarılmış olur.129 İşte bu noktada bizler İslam’ın Müslümanlar için öngördüğü, amaçladığı yaşam biçimini, stilini anlayabilmek için Kur’an’daki bu konuyla ilgili belli ayetleri değil de geçen tüm ayet-i kerimeleri ele almalı ve sünnetle bütünleştirip anlamaya çalışmalıyız. Eğer böyle yapmaz da kendimizi işimize gelen bazı ayetlerle sınırlandırırsak, yanlış neticelere varırız.

İslam her alanda olduğu gibi zenginlik noktasında da itidali, ölçülü olmayı müslümanlara emretmektedir. İster ibadetlerde olsun isterse de sosyal hayat veya diğer noktalarda olsun İslam, bu ölçüler dışına çıkmayı uygun görmez. Öyle ki

127

Müslim, Zekat, 16

128

Muhammed Kutup, İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler, (Ter. Bekir Karlığa), Bedir Yayınevi, 1992 İstanbul, s.305

129

Bkz. Mevlüt Güngör, Kur’an araştırmaları 1, Kur’an Kitaplığı, 1995, İstanbul, akt; Ali Soylu, age, s.91

Zeynep (ra)’nın yorulduğu halde iplere tutunarak namaz kılmasına Peygamber Efendimiz (sav) karşı çıkmış ve yorulunca dinlenilmesini emretmiştir. Bir ayet-i kerimede ise şöyle gelir:

ُﻒِّﻠَﻜُﯾ َﻻ

ۤﺎَﻧْﺬِﺧاَﺆُﺗ َﻻ ﺎَﻨﱠﺑَر ْﺖَﺒَﺴَﺘْﻛا ﺎَﻣ ﺎَﮭْﯿَﻠَﻋَو ْﺖَﺒَﺴَﻛ ﺎَﻣ ﺎَﮭَﻟ ﺎَﮭَﻌْﺳُو ﱠﻻِا ﺎًﺴْﻔَﻧ ُﮫﱠﻠﻟا

َر ﺎَﻨِﻠْﺒَﻗ ْﻦِﻣ َﻦﯾِﺬﱠﻟا ﻰَﻠَﻋ ُﮫَﺘْﻠَﻤَﺣ ﺎَﻤَﻛ اًﺮْﺻِا ۤﺎَﻨْﯿَﻠَﻋ ْﻞِﻤْﺤَﺗ َﻻَو ﺎَﻨﱠﺑَر ﺎَﻧْﺄَﻄْﺧَا ْوَا ۤﺎَﻨﯿِﺴَﻧ ْنِا

ﺎَﻨﱠﺑ

َﻨْﻠِّﻤَﺤُﺗ َﻻَو

ْﻧﺎَﻓ ﺎَﻧَﻻْﻮَﻣ َﺖْﻧَا ﺎَﻨْﻤَﺣْراَو ﺎَﻨَﻟ ْﺮِﻔْﻏاَو ﺎﱠﻨَﻋ ُﻒْﻋاَو ِﮫِﺑ ﺎَﻨَﻟ َﺔَﻗﺎَﻃ َﻻ ﺎَﻣ ﺎ

ﻰَﻠَﻋ ﺎَﻧْﺮُﺼ

َﻦﯾِﺮِﻓﺎَﻜْﻟا ِمْﻮَﻘْﻟا

“Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz; lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır. Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi cezalandırma! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Üstesinden gelemeyeceğimiz şeyleri üzerimize yükleme! Bizi bağışla, ayıplarımızı ört ve bize rahmetinle muamele buyur! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın; artık kâfirlere karşı bize yardım et!”130 Bu ayet-i kerimede de görüldüğü gibi insana gücünün yetmeyeceği noktalarla ilgili yükümlülük verilmemiştir. Her noktada olduğu gibi, hatta oruç noktasında bile eğer oruç tutulacaksa her gün tutmayı değil Davud (as)’ın orucu gibi bir gün tutup bir gün tutmamayı tavsiye buyurmuştur.131

Kur'an'da, insanın madde ve mana yollarında yürüyüp ilerlemesi istendi ve insana madde ve mana âlemleri olabildiğince açıldı. İnsanın fizikî ve maddî âlemlerde ve de manevî bir alanda ilerleyip yükselmesine dinde bir engel konulmamıştır. İnsan her iki alanı da ihmal etmeden yükselebildiği kadar yükselmelidir. Ancak dinde, bir müslümanın günlük hayatı ile ilgili buyruklar vasat bir insan seviyesine göre ayarlanmıştır. Fakat bu, dinde, insanların önünün tıkanması olarak değerlendirilmemeli, maddî ve manevî âlemlerde yükselebilecek olanlara en ileri hedefler gösterilmiştir ve ilerlemeleri kabul görmüştür. Bunun için Kur'an, az önce sunduğumuz âyetlerde gösterilen hedefleri de aşıp daha ileri giderek yeryüzünün olduğu gibi tüm göklerin de insanın emir ve istifâdesi altına sokulduğu

130

Bakara 2/286

131

duyurusunu yapmıştır. İşte o duyurunun yer aldığı âyetlerden bir kaçı şöyledir:

" Allah göklerde ve yerde ne varsa tümünü, kendi tarafından sizin hizmet ve istifadenize vermiştir. Gizli veya açıkça üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi?"132

İslam adeta her konuda olduğu gibi ekonomik alanda da Müslümanlar için yepyeni ve her zaman kullanılabilecek olan bir sistem getirmiştir.“Apaçık bilinen şudur ki önümüzde, mülk edinme mefhumunda, görüş, prensip, uygulama ve her konuda birbirine zıt iki tane beynelmilel nizam var. Bunlar;

Ferdi mülkiyet nizamı veya bağımsız doktrin: Temel karakteri; mal edinmede, sarfetmede, dağıtımında ferdin istediği yerde ve istediği şekilde tam bir ferdiyetçilik ve geniş bir hürriyetle hareket etme yetkisine sahip olmasıdır.

Kolektif mülkiyet nizamı veya bağımsız doktrin: Bunun da temel karakteri, ferdiyetçiliğin özelliklerini silmek, şahsi hürriyetlerin bütün hareket sahalarını daraltmaktır.” 133 Yani ferdi mülkiyet nizamında kişi malını istediği gibi kazanır ve harcarken de tam bir serbestiyet söz konusudur. Kolektif mülkiyet nizamında ise kişi ne kadar çalışırsa çalışsın hiçbir şeye sahip olamaz ve kazancı devlete aittir. Bu iki sisteminde birçok eksiklikleri ve yanlışlıkları vardır.

“Protestanlık, mülk sahibi olmanın verdiği doğal zevke var gücüyle karşı çıkmış, özellikle lüks tüketimi sınırlamıştır. Buna karşılık, mal üretimini, psikolojik olarak, geleneksel ahlakın yasaklarından kurtarmış, kazanç uğraşısını bağlayan zincirleri koparıp, bunu yasal hale getirmekle kalmamış ayrıca bu uğraşıyı Tanrı’nın isteği olarak görmüştür.”134

“Bugünkü şekliyle Yahudilik, materyalist bir dünya tasavvuruna sahiptir. Hayatın ötelere, ahirete uzanan bir boyutu söz konusu değildir. Bu bakımdan ölüm, insanı biricik hayat sahnesinden ayırdığı için, istenmeyen korkunç bir sondur.

132

Lokman 31/20 133

Abdullah Ulvan, age, s.34 134

Orhan Atalay, (1993), Kur’an-ı Kerim’de İnsan-Meta’ İlişkisi ve Çalışmanın Yeri,Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, s.4

Kısaca, ‘benim memleketim yalnız bu dünyadır’ cümlesi, Yahudiliğin dünya görüşünün en kısa ifadesidir.”135

Marksizm: “Tarihi, üretim güçlerinin evrimiyle yorumlayan, sermayeyi ve özel mülkiyeti reddeden” bir sistem olarak tanımlanabilir.136

İslam’da ise durum çok farklıdır. İslam’a göre dünya bir oyun bir eğlencedir, 137 asıl hayat ahiret hayatı, asıl durulacak ve karar kılınacak yer orasıdır.138Her kim dünya hayatını ve güzelliklerini isterse Allah onlara amellerinin karşılığını orada eksiksiz öder. Bu hususta kendilerine bir haksızlık yapılmaz.139 Bu noktada Ahiret hayatı, geçici olan dünya hayatına nispetle arzulanması gereken yer olarak nitelendirilmiş; buna ahretin azığının dünya hayatında kazanılacağı da göz ardı edilmeyerek insanların dünyadan yüz çevirmelerine gerek olmadığı üstü kapalı da olsa dile getirilmiştir.

Örneğin, “Mal hayır yollarında sarf edilip dağıtılırsa, toplumda sosyal dayanışmanın temellerini sağlamlaştırmada ve insanlar arasındaki yardımlaşma bağlarını pekiştirmede en büyük amil olacağı açık bir gerçektir.”140 “… Bundan dolayı, ekonomik fakirlik meselesinin temel olarak söz konusu olduğu bir yerde (fakir bir toplum ve geri kalmış bir ekonomi ) İslam, ekonominin gerçekliğini ve olabildiğince fazla ekonomik ilerleme ve yararlanmayı esas alır.”141 “İslam dininin mensupları bu şuurla dünyanın gelişen şartları doğrultusunda zengin olmak ve belirli bir ekonomik güce sahip olmak zorundadırlar. Servete, varlığa ve belirli bir ekonomik güce sahip olmadan bugünkü çağımızda Müslümanların bir yere varmaları mümkün değildir. Aslında servet, ilahi iradenin doğrultusunda harcanıldığı takdirde, her yönüyle bir nimettir. Her iki dünya mutluluğunu kazandıran bir unsurdur. Çünkü

135

Muhittin Uysal, Dünyayı Yeren Asılsız Haberler, Tasavvuf ve İslam, SÜİFD, yıl 2001, sayı 12 Konya, s.92

136

Orhan Atalay, age, s.9

137 En’am 6/32 138 Ankebut 29/64; Mü’min 40/39 139 Hud 11/15 140

Abdullah Ulvan, age, s.57 141

bu olmadan, başta dini yaşamak, tebliğ etmek, hürriyet ve istiklali, insan onuruna yakışır bir şekilde muhafaza etmek oldukça zordur, belki de mümkün değildir.”142

“Kur’an, toplumların yok oluşunu hazırlayan ana sebeplerden bahsederken, ilk önce toplumun inancı, sonra etki bakımından önemli bir yer tutan ekonomik eşitsizliği zikreder. Bunların ikisi aynı paranın ön ve arka yüzleri gibidir.”143 “Açıkça Kur’an, kazanma açısından, kişilerin aynı yeteneklerde olmadıklarını ve bunun sonucu olarak da bazı kişilerin az, bazılarının çok varlıklı olabileceğini kabul eder. Ama Kur’an, birbirlerinin refahına karşı içli dışlı olan bir toplumda, bazısına ‘her şey’ bazısına ‘hiçbir şey’ durumunu kabul etmez. Kişiler farklı yerlerde çalışır, yeteneklerine göre az, çok kazanırlar. Aralarında varlıklı olanlar, tüm kazançlarını yoksullara bağışlamasalar bile, çaresizlik içinde, açlıkla baş başa bırakılmış yoksullara karşı ilgisiz kalamazlar.”144 İslam’ı diğer sistemlerden ayıran nokta da burasıdır. İslam da kişinin kazandıklarının tamamı kendisine ait değildir, kazancının içinde fakirinde bir hakkı vardır ve zengin bir Müslüman, zekat, sadaka vs. vererek fakirin bu hakkını ona verir. Böylelikle de toplumun huzuruna ve toplumsal barışa bir nebze olsun yardım etmiş olur.

“Öncelikle belirtilmelidir ki, daha önce de dikkat çekildiği üzere Kur’an ve sünnet’te, dünyayı dışta görme ya da dünya nimetlerine karşı tavır alma şeklinde bir tutum söz konusu olmadığı gibi, bu yönde bir tavır doğru da bulunmaz.”145 “Toplumların siyasi, sosyal ve kültürel yapıları, iktisadi yapılarına göre şekillenir.”146 “Çünkü malı olan, ekonomik durumu düzgün giden insanlar, kültürel ve sosyal etkinliklere ağırlık verebilme imkanlarına sahip olurlar. Bu durum, onların siyasi güçlerini artırır ve dünya milletleri arasında varlık göstermelerinde rol oynar. Ekonomileri kötü olan toplumlar ise, diğer toplumlar arasında bu ve benzeri konularda geri kalmaya mahkum olurlar.”147 İslam dini insanlara gönderilmiş son ilahi dindir ve bundan dolayı insanın fıtri özelliklerini göz ardı etmesi asla

142

Kerim Buladı, Kur’an’da Nankörlük Kavramı, Pınar Yay. 2001 İstanbul, s. 246 143

Kerim Buladı, age, s. 142-143 144

Ali Soylu, age, s.100 145

Halit Çalış, agm, s.135

146

W. W. Rostow, İktisadi Gelişmenin Merhaleleri, (Ter. Erol Güngör), Ötüken Yay. 1999 İstanbul, s.189

147

düşünülemez. Nitekin mala, mülke karşı sevginin insanın fıtratında var olan sevgilerden olduğundan Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde bahsedilmiştir.

Bu yüzden İslam’ın zenginliğe bakışı genel manada olumludur. Kur’an’da, doğrudan veya dolaylı olarak zenginliği yeren herhangi bir ayet mevcut değildir. Yerilen şey, zenginliğin getirmiş olduğu dini görevlerini yerine getirmemek, buna bağlı olarak da malın-mülkün kölesi olmaktır. Kur’an’ın kötülediği, “paranın/servetin yığılması” dır.148 Bunun tam aksine, dolaylı olarak zenginliği öven ve onu gerekli kılan ayetler vardır. Örneğin;

َﻮُﮭَﻓ ٍﺮْﯿَﺨِﺑ َﻚْﺴَﺴْﻤَﯾ ْنِإَو َﻮُھ ﺎﱠﻟِإ ُﮫَﻟ َﻒِﺷﺎَﻛ ﺎَﻠَﻓ ﱟﺮُﻀِﺑ ُﮫﱠﻠﻟا َﻚْﺴَﺴْﻤَﯾ ْنِإَو

ٍءْﻲَﺷ ﱢﻞُﻛ ﻰَﻠَﻋ

ٌﺮﯾِﺪَﻗ

“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa (verirse), onu kendisinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır dokundurursa (verirse), (bunu da kendisinden başka geri alacak yoktur.). Kuşkusuz O, her şeyi yapabilendir.”149

ِﺮْﺼَﻌْﻟاَو

)

1

(

ٍﺮْﺴُﺧ ﻲِﻔَﻟ َنﺎَﺴﻧِﺈْﻟا ﱠنِإ

)

2

(

اْﻮَﺻاَﻮَﺗَو ِتﺎَﺤِﻟﺎﱠﺼﻟا اﻮُﻠِﻤَﻋَو اﻮُﻨَﻣآ َﻦﯾِﺬﱠﻟا ﺎﱠﻟِإ

اْﻮَﺻاَﻮَﺗَو ﱢﻖَﺤْﻟﺎِﺑ

ِﺮْﺒﱠﺼﻟﺎِﺑ

)

3

(

“Asra yemin ederim ki, İnsan gerçekten ziyandadır. Ancak iman edip iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır.”150

İşte bu ayet-i kerime’de geçen “salih ameller” ’in içerisinde mal-mülkle ilgili birçok nokta vardır ki bunların hiçbirisi sırf mal mülkle gerçekleştiği için yerilmemiş yada hor görülmemiş; bilakis teşvik edilmişlerdir. Peygamberimiz (sav) hiçbir zaman fakir fukaraya yardım edenleri kınamamış, Ashab-ı Suffe’dekileri doyuranlara bunu yapmamalarını emretmemiş ya da zekat verenleri yermemiştir.

Mal-mülk/servet edinmek dini bir vazifedir; bununla beraber normal bir hayat standardına ulaştıktan sonra arta kalan servetin - şu ya da bu şekilde - toplum için sarf edilmesi de dini bir görevdir. Bunu yaparken de kendimizi göz ardı etmemeli ve

148

Cemal Ağırman, age, s.131 149

En’am, 6/17

150

malımızı/ mülkümüzü vasat ölçülerde kullanmalı; israf ve cimrilikten sakınmalıyız. Bunu açık bir şekilde dile getiren ayetlerden birisi de şudur:

ٍﺪِﺠْﺴَﻣ ﱢﻞُﻛ َﺪْﻨِﻋ ْﻢُﻜَﺘَﻨﯾِز اوُﺬُﺧ َمَدَآ ﻲِﻨَﺑ ﺎَﯾ

ﱡﺐِﺤُﯾ ﺎَﻟ ُﮫﱠﻧِإ اﻮُﻓِﺮْﺴُﺗ ﺎَﻟَو اﻮُﺑَﺮْﺷاَو اﻮُﻠُﻛَو

َﻦﯿِﻓِﺮْﺴُﻤْﻟا

“Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.”151 “Ayetinde belirtildiği gibi

güzel giyinmek, aşırı doymaksızın yiyip içmek israf değildir; fakat çok yemek yiyip aşırı doymak israftır.”152 Günümüzde öyleleri var ki acıktığında yemek yiyor fakat sırf kilo almamak için yediklerini geri kusuyor. Ya da farklı bir uygulama olarak sırf zekat vermemek için malının üstünden bir yıl geçmesine çok az bir zaman kala malın mülkiyetini karısına ya da tanıdığı birine devredip daha sonra tekrar geri alıyor. İşte bu tür uygulamaların önüne geçilmesi gerekmektedir. Hem yiyip hem de geri kusmak israf değil midir? Ya da malının mülkiyetini başkasına devredip tekrar geri almak bir hile değil midir? Şu unutulmamalıdır ki tüm bu uygulamalarla insan sadece kendisini kandırabilir. Allah, herşeyden haberdardır. Ve insanın kalbinde ne varsa Allah (cc), gizli açık ne varsa hepsini bilir.

Müminlerin namaz kılarken zinetlerini (güzel elbiselerini vs.) takınmaları istenir. Bunun bir kısmı elbette ancak malla mümkün olabilir. Ama israf, sevilmez ve günahtır.153 Bu ayetin devamında ise şöyle gelmektedir:

“ De ki: Allah'ın kullarına çıkarıp verdiği süsü ve rızıklardan temiz-pak olanlarını kim haram kılmıştır.”154

“Özellikle yasaklananlar dışında dünya hayatında iyi ve güzel olan şeylerin inananlara helal olduğunu bildirerek Kur’an, zımnen, hayatı reddeden çileciliğin, terk-i dünyacı (dünyayı terk edici), kendine eziyetçi eğilimlerin her çeşidini böylece yeriyor, mahkûm ediyor. İyi ve güzel şeylerin dünya hayatında hem inananlar hem

151

A’raf 7/31 152

Cemal Ağırman, age, s.135 153

Bkz. Âraf 7/31 154

de inanmayanlara eşit şartlarda arz edildiği, ama ahirette inanmayanlar için bu kapının kapanacağı ima ediliyor.”155

İlgili ayetle İslâm'ın bir lokma, bir hırka dini olmadığı, dünyadaki güzel fakat faydalı meşru şeylerin, temiz rızıkların daha çok müminlere has olduğu açıklanıyor. Bu anlatımdan çıkarılacak sonuç şudur: “Allah'a, Peygamber'e ve Âhiret'e iman eden her mümin bilmelidir ki, dünya hayatı da, âhiret saadeti de dosdoğru inananların istifadesine sunulmuştur. O halde her mümin bu iki hayatı elde etmek için durmadan didinip çalışacak, düşünüp bulacak, okuyup öğrenecektir. Aksi halde dünya nimetlerinin çoğunu daha iyi çalışan inkârcılara, materyalistlerle sosyalistlere bırakmış ve kendini ekonomik alanda bağımlı hale getirmiş olur ki, bu her mümin için zillet ve meskenet sayılır.”156

Çalışıp kazanmak güzel bir şeydir. Helal malından yemek, güzel giyinmek de iyidir. A’raf suresinin 32. ayetinde süsün ve güzel şeylerin müminlere yasak kılınmadığı açıklanmakta, 31. ayetinde de “mescitlere giderken süsünüzü takın (elbiselerinizi giyin), yeyin, için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez.”157 buyrulmaktadır. Demek ki Kur’an’ın gayesi, insanı dünyadan el-etek çekmeye sevk etmek değil, fakat dünya malına düşkünlük göstermeyi, önlemektir. “Çünkü dünya tutkusu insanın ruhunu karartır, kendinden başkasını düşünmez hale sokar.”158

Meşru yollardan çalışıp iki hayatın nimetlerini kazanmayı engelleyen kimse gerçek Müslüman değildir. Resulullah (sav) ve ashabının hayatı, müminleri hayata itmeye, meşru kazanç peşinde koşmaya yetecek kadar örneklerle doludur. Hicretten sonra kardeş ilan edilen Muhacir ve Ensar arasından bazıları dağlara odun toplamaya giderlerdi. Nitekim ashabdan Temim ed-Dârî (ra) bin dirhem kıymetindeki elbisesini giyip namaza çıkardı. Mâlik b. Dinar, o devirde çok değerli sayılan Aden'in hazır elbisesini giyinip toplantılara katılırdı. Ünlü müctehit İmam Ahmed b. Hanbel'in üzerindeki elbise birkaç dinar kıymetinde idi. Ama bu zatların bir de giyindikleri

155

Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, Meal-Tefsir, (Ter: Cahit Koytak; Ahmet Ertürk), İşaret Yay. 1999 İstanbul, c.1 s.275,276

156

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yay. 1988, İzmir, C.4 s. 2109,2110

157

A’raf 7/31-32 158

takva elbisesi vardı ki onu hiçbir zaman içlerinden yani kalplerinden çıkarmazlardı. “Çalışıp kazanmak, kazandıkça yararlanmak ve yararlandırmak, yararlandıkça da Allah’a şükretmek, İslam’ın nimete, mal ve servete olan ideal yaklaşımıdır.”159 Şükür, sabır, cömertlik ve yardımlaşma gibi pek çok erdem, mal ve mülkün kazanılıp kullanılmasıyla gerçekleşir. Zekat gibi zorunlu mali ibadetin, infak ve ihsan gibi gönüllü eylemlerin temel amacı da insanı meşru yolla kazanan ve kazandığını israfa kaçmadan harcayan şuurlu bir varlık haline getirmektir. “Zaten bilme, inanma ve şükretme arasındaki tevhidin gerçekleşip insanın ahlaki yüceliğe ulaşması, ancak böyle sağlanabilir. Dünyanın ıslah ve imarı ise, ahlaki bilince ulaşmış insanlarla gerçekleşir.”160

“Ahlaka uygun olmak şartıyla helal nimetlerden istenildiği kadarına sahip olunabilir. Bu nimetler, israfa gidilmedikçe ve ihtiyaç sahipleri onlardan yararlandıkları sürece helal niteliğini sürdürür.”161

“Dolayısıyla dünya malı, bir gurur, kibir ve tahakküm aracı olarak insanın iç dünyasına hükmetmeye ve insanı, malın, mülkün kölesi (abdü’d dinar) haline getirmeye çalışmadıkça, hoşgörü ile karşılanmış ve hatta teşvik bile görmüştür.”162. Mala karşı olumsuz yaklaşım sergilenen ayetlerde ise, malın varlığından dolayı değil, kibir ve gurur metaı, güçsüzlere tahakküm aracı, çokluk yarışı olduğu için karşı çıkılmıştır. “Binaenaleyh bu tür olumsuzlukları barındırmayan bir dünya hayatı, hem dünyada hem de ahirette mutluluk vesilesi olabilecek meşru bir nimet olacaktır.”163

ِﺔﱠﻀِﻔْﻟاَو ِﺐَھﱠﺬﻟا َﻦِﻣ ِةَﺮَﻄْﻨَﻘُﻤْﻟا ِﺮﯿِﻃﺎَﻨَﻘْﻟاَو َﻦﯿِﻨَﺒْﻟاَو ِءﺎَﺴﱢﻨﻟا َﻦِﻣ ِتاَﻮَﮭﱠﺸﻟا ﱡﺐُﺣ ِسﺎﱠﻨﻠِﻟ َﻦﱢﯾُز

ُﻦْﺴُﺣ ُهَﺪْﻨِﻋ ُﮫﱠﻠﻟاَو ﺎَﯿْﻧﱡﺪﻟا ِةﺎَﯿَﺤْﻟا ُعﺎَﺘَﻣ َﻚِﻟَذ ِثْﺮَﺤْﻟاَو ِمﺎَﻌْﻧَﺄْﻟاَو ِﺔَﻣﱠﻮَﺴُﻤْﻟا ِﻞْﯿَﺨْﻟاَو

ِبَﺂَﻤْﻟا

“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara

159

Cemal Ağırman, age, s.255 160

Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret yay. 2003 İstanbul, s. 345 161

Fahrettin Yıldız, age, s. 373 162

Bkz. Al-i İmran 3/14; A’raf 7/32; Hadid 57/20 163

çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.”164

"Kanatîr" kantarın çoğuludur, ‘mukantara’ ise kantarlanmış demektir. Kantarların kantarlanması da darb sûretiyle (çarpım yapılarak) çoğaltılmıştır ki, mübalağa için olur. Aritmetik ifadesiyle en az "kantar kerre kantar" demek gibidir. Kantar en büyük ağırlık birimidir ki, çeşitli zamanlarda, değişik kavimler tarafından farklı şekilde kullanılmış olduğu bilinmektedir. Mesela bir zamanlar Afrika ve Endülüs'te sekiz bin miskal, sonra yüz rıtıl bir kantar sayılmıştır. Hz. Peygamber'den bin iki yüz ukye (okka) veya on iki bin ukye veya bin iki yüz dinar diye üç ayrı rivayet de bulunmaktadır. Mutlak olması bakımından herhangi bir sayı değil, en yüksek tartıda birçok şey demek olur. Nitekim araplarda kantar miktarı belli olmayan bir ağırlık ve tartıdır. Veyahut yerle gök arası kadar mal demektir diye de lügat rivayetleri bulunmaktadır.”165

Sabuni, bu ayetin tefsirini şöyle yapmış ve bizlere bir ufuk açmıştır:

“Şehevî duygulara meyletmek insanlara güzel gösterildi ve ruhlarına sevdirildi. Bunlar kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, salma atlar, sağmal hayvanlar ve ekinlerdir. Yüce Allah şehevî arzuları anlatmaya kadınlardan başladı. Zira, onların sebebiyle meydana gelen fitne daha büyük ve onlardan zevk alma daha çoktur. Hadiste "Benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.” buyrulmuştur. Yüce Allah, daha sonra onlardan doğan çocukları zikrederek buyurdu. Çocuklar kalplerin meyveleri ve gözlerin nuru olduğu için ikinci olarak onları zikretti. Nitekim şâir şöyle der: ‘Aramızdaki çocuklarımız, yeryüzünde yürüyen ciğer pârelerinizdir. Onlann üzerine bir rüzgâr esse, gözümüze uyku girmez. İnsan, çocuğunu maldan daha çok sevdiği için âyette, çocuklar maldan önce zikredilmiştir. Yığın yığın biriktirilmiş, çokça altın ve gümüş mal, şehevî arzuların çoğu mal ile elde edildiği için, mal da sevilen şeylerdendir. Kişi o malı elde etmek için birçok tehlikeyi göze alabilir.’ Âyet-i kerimede, ‘Malı bütün gücünüzle seviyorsunuz.’ (Fecr 89/20)buyrulmuştur. Altın ve gümüşle muamele esas olduğu

164

Al-i İmran 3/14 165

için, burada özel olarak zikredilmişlerdir.”166 Görüldüğü gibi Sabuni, bu ayet-i kerimedeki süslü gösterilen nimetleri birbiriyle ilişkilendirerek belki de insan hayatında olmazsa olmaz olan bu nimetlerin tek başlarına bir değerinin olmadığını ifade etmiştir. Bu da şu yola çıkıyor ki bunlar somut olarak yerilmemiş ve kınanmamış; aksine bu nimetlerin insanı düşürdüğü kötü durum kınanmıştır.

Yine bu ayet-i kerimeyle ilgili Vehbe Zuhayli şöyle demiştir: “Mal bizatihi mal olduğundan dolayı yerilmez. Çünkü mal Allah'ın bir nimetidir. Onun yerilme sebebi tuğyana, büyüklenmeye ve fasıklığa götürmesidir. Bu şu sonucu doğurur ki yerilen şey insanın düştüğü kötü durumdur. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi:

ﻰَﻐْﻄَﯿَﻟ َنﺎَﺴْﻧِﺈْﻟا ﱠنِإ ﺎﱠﻠَﻛ

)

6

(

ﻰَﻨْﻐَﺘْﺳا ُهَآَر ْنَأ

)

7

(

‘Çünkü insan kendisini ihtiyacı yokmuş gördü diye gerçekten azar.’ 167 “Eğer Müslüman malındaki Allah'ın ve insanların haklarını öder, nimete şükreder, malıyla akrabalık bağını gözetir, malını Allah yolunda infak ederse bu hayırlı olur, mutluluk ve Allah'a yaklaşmak için bir sebep teşkil eder.”168

“Kaldı ki Rahman’ın has kulları olarak övülen ve üstün dini, ahlaki vasıfları sayılan kimselerin de Yaratıcıdan gözlerini aydınlatacak eşler ve zürriyetler istedikleri belirtilerek hem bunların meşruiyetine hem de birer nimet olduklarına işaret edilmiştir.”169 Bu noktada şu ayet-i kerimeyi de nakletmekte büyük fayda vardır:

ٌﻢﯿِﻠَﻋ ِﮫِﺑ َﮫﱠﻠﻟا ﱠنِﺈَﻓ ٍءْﻲَﺷ ْﻦِﻣ اﻮُﻘِﻔْﻨُﺗ ﺎَﻣَو َنﻮﱡﺒِﺤُﺗ ﺎﱠﻤِﻣ اﻮُﻘِﻔْﻨُﺗ ﻰﱠﺘَﺣ ﱠﺮِﺒْﻟا اﻮُﻟﺎَﻨَﺗ ْﻦَﻟ

“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz. Ne