• Sonuç bulunamadı

MAL, SERVET VE EVLATLA İMTİHAN

KUR’AN-I KERİM’DE VE İSLAM’DA ZENGİNLİK

2.1. İSLAM HUKUKUNDA MAL VE SERVET KAVRAM

2.2.4. MAL, SERVET VE EVLATLA İMTİHAN

İslâm, her türlü meşru çalışmayı övmüş, onu ibadet saymış ve insanın ancak çalışmasını karşılığını alabileceğini belirtmiştir.117“Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlısını yememiştir”118 diyerek el emeği ile geçinmeyi; yani çalışmayı teşvik etmiştir. Buna karşın İslâm, insandaki fıtri bir takım meyilleri inkâr etmemiş, insanın dünyalıklara karşı arzusunu baskı altına almamış, ancak bu arzunun dengelenmesini, nefsin isteklerinin kontrol altına alınmasını istemiştir. Bunun da yollarını ve prensiplerini açıklamıştır.

İslâm, dünya nimetlerini değil, hırsı, şuhhu, buhlu yasaklamıştır. Mü'min, Allah'a tevekkül eder, O'ndan başkasına dayanmaz; cimri, hasûd, kıskanç, kindar olmazsa, servet sahibi olması kötü değil, iyidir. Çünkü o, servetini Allah yolunda harcar, onunla, Allah'ın kullarının ihtiyacını karşılar. İmam Ebû Abdi'r-Rahmân es- Sülemî, atasından kalan büyük servetini, tasavvuf kitaplarını yazıp yaymağa ve yoksulların ihtiyaçlarını karşılamağa harcamıştır. İhtiyâcı karşılayacak ölçüde mal olması, hiç olmamasından iyidir. Çünkü aç insan, ma'rifet yoluna değil, ölüm yoluna gider. Ancak tehlikenin büyüklüğü açısından fakîr, zengine göre tehlikeden daha uzaktır. Çünkü bolluktaki fitne, darlıktakinden fazladır. Bundan dolayı sahabe (Allah kendilerinden razı olsun): "Darlık fitnesiyle sınandık, sabrettik. Bolluk fitnesiyle sınandık, sabredemedik” demişlerdir.

116

İbn Mace, Sünen, Zekat 1788-1789 117

Necm 53/39

118

Hz. Peygamber (sav) "Her ümmetin bir fitnesi/sınavı vardır; benim ümmetimin (en ağır) fitnesi/ sınavı da maldır."119 buyurmuştur.

“Para önemli olmakla beraber mutluluğun tek kaynağı değildir. Zira sadece para veya maddiyat hiçbir zaman insanlara mutluluk verememiştir. Gerçek mutluluk madde ile mana biraraya geldiğinde ancak elde edilebilir.” 120 Bunun Firavun ve onun gibilerindeki yansımalarını görmek mümkündür. Mesela günümüzde öyle milyonerler, öyle zenginler vardır ki her ihtiyaçlarını karşılayabildikleri halde mutlu değillerdir, bir arayış içindedirler. Para, onlara sadece anlık mutluluk verebiliyor ancak bu, onların içlerindeki huzursuzluğu gideremiyor. Bu huzursuzluğu atmalarının yolu ise elbette ki Allah’a sarılmaları, O’nun emirlerini yerine getirmeleridir. Aksi takdirde şu ayet-i kerimenin bahsettiği kişilerden olmaları içten bile değildir;

ْﮫَﯿِﺑﺎَﺘِﻛ َتوُأ ْﻢَﻟ ﻲِﻨَﺘْﯿَﻟ ﺎَﯾ ُلﻮُﻘَﯿَﻓ ِﮫِﻟﺎَﻤِﺸِﺑ ُﮫَﺑﺎَﺘِﻛ َﻲِﺗوُأ ْﻦَﻣ ﺎﱠﻣَأَو

)

25

(

ْﮫَﯿِﺑﺎَﺴِﺣ ﺎَﻣ ِرْدَأ ْﻢَﻟَو

)

26

(

ﺎَﯾ

َﺔَﯿِﺿﺎَﻘْﻟا ِﺖَﻧﺎَﻛ ﺎَﮭَﺘْﯿَﻟ

)

27

(

ْﮫَﯿِﻟﺎَﻣ ﻲﱢﻨَﻋ ﻰَﻨْﻏَأ ﺎَﻣ

)

28

(

“ Kitabı sol tarafından verilene gelince, der ki: Keşke, bana kitabım verilmeseydi! Şu hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Keşke onunla (ölümümle) her iş olup bitseydi! Malım bana hiç fayda sağlamadı; Saltanatım da benden (koptu), yok olup gitti. Onu yakalayın da, (ellerini boynuna) bağlayın; Sonra alevli ateşe atın onu! Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincir içinde oraya sokun! Çünkü o, ulu Allah'a iman etmezdi, Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi.”121

Ayrıca burada Al-i İmran suresindeki ayeti hatırlatmakta da fayda vardır. Ayette şöyle geçmektedir;

ِﺔﱠﻀِﻔْﻟاَو ِﺐَھﱠﺬﻟا َﻦِﻣ ِةَﺮَﻄْﻨَﻘُﻤْﻟا ِﺮﯿِﻃﺎَﻨَﻘْﻟاَو َﻦﯿِﻨَﺒْﻟاَو ِءﺎَﺴﱢﻨﻟا َﻦِﻣ ِتاَﻮَﮭﱠﺸﻟا ﱡﺐُﺣ ِسﺎﱠﻨﻠِﻟ َﻦﱢﯾُز

ا ِةﺎَﯿَﺤْﻟا ُعﺎَﺘَﻣ َﻚِﻟَذ ِثْﺮَﺤْﻟاَو ِمﺎَﻌْﻧَﺄْﻟاَو ِﺔَﻣﱠﻮَﺴُﻤْﻟا ِﻞْﯿَﺨْﻟاَو

ِبَﺂَﻤْﻟا ُﻦْﺴُﺣ ُهَﺪْﻨِﻋ ُﮫﱠﻠﻟاَو ﺎَﯿْﻧﱡﺪﻟ

119 Tirmizi, Sünen, Zühd 26, c.5, s.68-69 120

Cemal Ağırman, age, s.194 121

“ Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.”122

Bu ayet-i kerimede de insanın imtihanının bir yönü olarak insanlara bazı şeylerin güzel gösterildiği dile getirilerek bunlara rağmen sebat gösterenler için Allah katında daha güzel mükafatlar olduğu dile getiriliyor. Yine bu konuyu destekler mahiyette Tevbe suresinde şöyle buyrulmuştur:

ﱠﻠﻟا ِﻞﯿِﺒَﺳ ﻲِﻓ َنﻮُﻠِﺗﺎَﻘُﯾ َﺔﱠﻨَﺠْﻟا ْﻢُﮭَﻟ ﱠنَﺄِﺑ ْﻢُﮭَﻟاَﻮْﻣَأَو ْﻢُﮭَﺴُﻔﻧَأ َﻦﯿِﻨِﻣْﺆُﻤْﻟا ْﻦِﻣ ىَﺮَﺘْﺷا َﮫﱠﻠﻟا ﱠنِإ

ِﮫ

ِنآْﺮُﻘْﻟاَو ِﻞﯿِﺠﻧِﺈْﻟاَو ِةاَرْﻮﱠﺘﻟا ﻲِﻓ ﺎﻘَﺣ ِﮫْﯿَﻠَﻋ اًﺪْﻋَو َنﻮُﻠَﺘْﻘُﯾَو َنﻮُﻠُﺘْﻘَﯿَﻓ

ْﻦِﻣ ِهِﺪْﮭَﻌِﺑ ﻰَﻓْوَأ ْﻦَﻣَو

ُﻢﯿِﻈَﻌْﻟا ُزْﻮَﻔْﻟا َﻮُھ َﻚِﻟَذَو ِﮫِﺑ ْﻢُﺘْﻌَﯾﺎَﺑ يِﺬﱠﻟا ْﻢُﻜِﻌْﯿَﺒِﺑ اوُﺮِﺸْﺒَﺘْﺳﺎَﻓ ِﮫﱠﻠﻟا

“Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır. Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat'ta da, İncil'de de Kur'ân'da da Allah'ın kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah'tan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur.”123

“Âyetin açıklamasını yaparken iniş sebebini gündeme getirmek gerekiyor. Âyetin iniş sebebini ulema şu şekilde dile getiriyorlar: İkinci Akabe Biatı'na ensardan yetmiş dolayında erkek katılmıştı. Burada Abdullah b. Revâha, Hz. Peygamber'den şu istekte bulundu: ‘Rabbin için de kendin için de dilediğin şartı koş!’ Hz. Peygamber şöyle buyurdu: ‘Rabbim için O'na ibadet etmenizi, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamanızı şart koşuyorum. Kendim için de beni, kendinizi ve mallarınızı neye karşı ve nasıl koruyor iseniz öylece korumanızı şart koşuyorum.’ Biata katılanlar bunun üzerine şu soruyu sordular: ‘Bunu yerine getirecek olursak bize ne var?’ Hz. Peygamber ‘cennet’ diye buyurunca: ‘Böyle bir alışveriş kârlıdır. Biz ne bu alışverişten döneriz, ne de dönme teklifinde bulunuruz.’ demeleri üzerine

122

Al-i İmran 3/14 123

‘Allah müminlerden, mal ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.’ âyeti inmiştir.”124

Âyetin tarihî boyutunu ortaya koyan bu açıklama doğru olabilir. Ama âyeti o olgunun içine hapsetmek mümkün değildir. Çünkü bu bilgiyle sınırlı kalmak, âyetin evrenselliği ve gelecek nesillere hitap etme keyfiyetini ortadan kalkacaktır. Âyeti, o olgudan çıkan, ama bütün dallarını bütün nesillere uzatan bir ağaç olduğuna inanıyor ve böyle açıklıyoruz:

‘Allah müminlerden, mal ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.’ Alışveriş manevî alanda da olur: Tanrı fikrinin olduğu yerde, fedakârlık etmek, kurban kesmek ve gerektiğinde kendini feda etmek vardır. Tevbe sûresinin 111. âyetinde, mümin insanların gerektiğinde Allah uğrunda canlarını feda etmeleri ve mallarından fedakârlık yapmaları istenmektedir. Bu isteğe karşılık onlara cennet sunulmaktadır.

Müminlerin verdiklerine, yani fedakârlıklarına karşılık cenneti almaları, bir çeşit alışveriş olmaktadır. İnsanların idrakine sunmak için Allah, buna alışveriş demektedir. ‘Can’ ve ‘mal’ gibi iki önemli değerden fedakârlık yapmak ve bunu Allah adına yapmak münafıklıkla gerçek müminlik arasındaki farkı belirlemektedir. Bir bakıma bu ifade, mümin ile münafık arasındaki farkı bir cümle ile belirlemenin anlatımı olmaktadır.

Âyetteki ‘işterâ’ (satın alma) kelimesinin içeriğinde derinlere gidilirse insanın "hür iradesi"nin olduğu görülür. Satın almakta, satan ve alan taraflar hürdür. Hürriyetin olmadığı yerde satın almaktan bahsedilemez. Hürriyetin olmadığı yerde alınan şeye karşı bedel de ödenmez. Allah, müminlerin can ve mallarını alırken onlara cenneti vermektedir. Allah, cennetini verdiğine göre aldıkları ile onlara zulmetmediğini, onların tercihlerine, iradelerine değer verdiğini ifade etmektedir. Bu âyette müminlerin can ve malarını gönül rızası ile Allah'a verdikleri ortaya çıkmakta ve Allah'ın zor kullanmadığı esası anlaşılmaktadır.

“İşterâ” fiilinde "satmak" anlamı da vardır. Bu durumda âyetin anlamı: "Allah müminlere nefisleri ve malları karşılığında cenneti satmıştır" şeklinde olmaktadır. Yani serbest iradesiyle canını ve malını ortaya koyan kişilere Allah cenneti satmıştır.

124

Bayraktar Bayraklı, Yeni Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yay. 2003 İstanbul, c.8 s.353- 357

“Bu alışveriş müminler adına büyük bir kazanç bir başarı ve bahtiyarlıktır. Âyette geçen el-fevz kelimesi ‘kurtuluş’ anlamına da gelmektedir. Malını ve canını, gözünü kırpmadan Allah uğrunda feda edip karşılığında cenneti alacağına dair Allah ile sözleşmek, alışverişte bulunmak, O'nun vaadini almak gerçekten büyük bir başarı, kazanç ve kurtuluştur.”125

Dünya malı bir imtihan aracıdır. Kişi ne derece ona değer verirse ahiretini o kadar kaybetmiş olur. Burada söz konusu olan ona bağlanmak, bir nevi onu her işimizi yapan, o olmadığında ortada kalacağımız, onsuz nefes bile alamayacağımız bir put yerine koymaktır. Yoksa onu bir araç, aracı olarak kullanmak değildir.

Peygamber (sav) dünyadan yüz çevirerek, devamlı ibadetle meşgul olup, kendisinin ve ailesini ihtiyaçlarını bile karşılamayan sahabelerin tutumunu tenkit ettiği gibi, dünyalık ve mal sevgisini kalbe yerleştirip kulluk görevlerini ihmal edenleri de uyarmıştır. Sonuç olarak diyebiliriz ki “Adil, insaf sahibi herkese Allah’ın, insanın elleri arasındaki ve ayağının altındaki şeyleri sırf insan aynı anda hem onlara melik(mâlik) olsun hem de Allah’a kul olsun diye bu koca âlemi nasıl hayret verici şeylerle doldurduğunu göstermek için kitab-ı aziz’in büyük kısmını aktarmayı istemiyoruz.”126 Şu da unutulmamalıdır ki ashab “ ‘Ya Rasulullah! Servet sahipleri sevapları alıp gittiler. (Zira) bizim kıldığımız gibi namaz kılıyorlar, bizim gibi oruç tutuyorlar. (Fakat) onlar, mallarının fazlalarını tasadduk ediyorlar.’ demişler. Rasulullah (sav):

‘Size Allah tasadduk edecek bir şey vermemiş mi? Her tespih mukabilinde bir sadaka, her tekbir bir sadaka, her tahmîd bir sadaka, her tehlil bir sadaka, emr-i bil ma'rûf sadaka, kötülükten nehiy sadakadır. Birinizin cinsî münasebetinde bile sadaka vardır.’ buyurmuşlar. Ashâb:

‘Ya Rasulullah! Birimiz şehvetini kaza eder de (hanımına yaklaşırsa), onda da ecir mi olur?’ diye sormuşlar. Rasulullah (sav):

‘Ne dersiniz, o kimse şehvetini haramla tatmin ederse, ona günah olur mu?

125

Bayraktar Bayraklı, age, c.8 s.353-357 126

İşte bunun gibi helâlde tatmin ettiği zaman da ona sevap olur.’ buyurmuşlar.”127 “ Yukarıda gösterilen ayet ve hadis-i şeriflerden anlaşılacağı üzere dünyevi ve maddi fiiller, insanın bedeni yönünü tatminine ait fiiller, ibadet olarak değerlendirilmektedir. Böylece fert, dünyası için yaşarken, aynı zamanda ahireti için de yaşar. O halde İslam nazarında tamamen dünya hayatı ile sınırlı hiçbir amel yoktur ki, insan onu işlediğinde ahiret duygusundan tamamen sıyrılmış olsun.”128