• Sonuç bulunamadı

KUR’AN’DA ZENGİNLİK, FAKİRLİK VE İSLAM DİNİNİN YASAKLADIKLAR

3.2. İSLAM DİNİNİN YASAKLADIKLAR

3.2.3. İSRAFIN YASAK OLMAS

Kur'an, saçıp savurmayı (tebzir) yasaklar. “Tebzir; tohumu gerektiği yere atmamak ve böylece onu kaybetmek, karşılığında bir şey almamak manasındadır. Kavram olarak ise; ‘malı saçıp savurmak, sefihçe harcamak, gerektiği yere sarf etmemek, az da olsa yararlı yerde değil de, yok olup gideceği yerde harcamak’ anlamlarına gelir. Kısacası infakta bulunulmaması gereken yerlere infakta bulunmak, malı gerektiği yerde harcamamak tebzir kavramı içine girer.”390

“İsraf seref kökünden ifâl veznidir. ‘seref’ genelde yapılan eylemlerde sınırı aşmak, aşırı hareket etmek demek ise de israf daha ziyade harcamada aşırılık,

388

İmam Gazali, Cimrilik ve Mal Tutkusundan Korunmak, (Orijinal İsmi: Kitabu’l Buhl), (Ter: Harun Öğmüş), Polen Yay. 2005 İstanbul, s.23

389

Muhammed Ebu Zehra, age, s.60 390

savurganlık anlamında kullanılır. Harcamada israf, savurganlık; eylemlerde israf aşırılık demektir. Süfyân, Allah'a tâ'atin haricinde yapılan her harcamanın, az da olsa israf olduğunu söylemiştir.”391

“İsrafın kapsam ve boyutlarının belirlenmesinde inanç, örf, adet, tutum, tercih ve alışkanlıkların rolü inkâr edilemez. İsrafı belirleyen kıstasın dini, milli, içtimai, ailevi, mesleki temel rollerin hakkıyla ifası için ruhen, aklen ve bedenen ihtiyaç duyulan şeylerin tatminine yönelik kaynak istihdamı ve harcamalar olduğu ifade edilebilir.”392 İsraf kişiden kişiye de değişir. Biri vardır ki onun birçok fabrikası, evi, arabası vardır; biri de vardır ki asgari geçim standartlarında yaşamaktadır. Bu iki kişinin harcamaları farklı olduğundan ve kazançları farklı olduğundan israfın duruma göre değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Bu iki insanın aynı değerde tutulup değerlendirilmesi yanlış olur. Nitekim biz Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda da İslam’ın gelir farklılıklarını kabul ettiğini görmekteyiz.

Aslında Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda Allah (cc) bizlere israfın nelerde olacağından çok nasıl meydana geldiğini göstermiştir. Çünkü sadece mal- mülk hususunda değil birçok konuda israf söz konusu olmaktadır. Yani sadece servet sahipleri değil tüm Müslümanlar israf yapabilir. Bu yüzden Allah (cc) bizleri uyarmış ve Peygamber (sav)’ de bizlere bunu açıklamıştır. Bir hadis-i şerif’te şöyle geçmektedir;

İbn Abbâs (ra): “Peygamber (sav): ‘Sağlık ve boş vakit, halkın çoğunun aldanıp değerlendiremediği iki nimettir’ buyurdu”393demiştir.

Bu hadisi şerife benzer şekilde Peygamber (sav), akarsudan ya da denizden abdest alırken dahi israf edilmemesi gerektiğini bildirmiştir.394 Ayet-i Kerimelerde de şöyle geçmektedir;

391

Isfahani, age, s.236 392

Cemal Ağırman, age, s.136 393

Buhari, Kitabu’r Rikak, 1, bkz. Abdullah Feyzi Kocaer, Sahih-i Buhari (Muhtasarı Tecrid-i Sarih), Hüner Yayınları, 2003, Konya,2088 no’lu Hadis, c.2 s. 429,

394

ﱡﺐِﺤُﯾ ﺎَﻟ ُﮫﱠﻧِإ اﻮُﻓِﺮْﺴُﺗ ﺎَﻟَو اﻮُﺑَﺮْﺷاَو اﻮُﻠُﻛَو ٍﺪِﺠْﺴَﻣ ﱢﻞُﻛ َﺪْﻨِﻋ ْﻢُﻜَﺘَﻨﯾِز اوُﺬُﺧ َمَدَآ ﻲِﻨَﺑ ﺎَﯾ

َﻦﯿِﻓِﺮْﺴُﻤْﻟا

“Ey Âdemoğulları, her mescide (gidişiniz)de süs(lü), güzel elbiselerinizi (üzerinize) alın; yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü O (Allah), israf edenleri sevmez.”395

اًﺮﯾِﺬْﺒَﺗ ْرﱢﺬَﺒُﺗ ﺎَﻟَو ِﻞﯿِﺒﱠﺴﻟا َﻦْﺑاَو َﻦﯿِﻜْﺴِﻤْﻟاَو ُﮫﱠﻘَﺣ ﻰَﺑْﺮُﻘْﻟا اَذ ِتَآَو

)

26

(

ُﻤْﻟا ﱠنِإ

اﻮُﻧﺎَﻛ َﻦﯾِرﱢﺬَﺒ

اًرﻮُﻔَﻛ ِﮫﱢﺑَﺮِﻟ ُنﺎَﻄْﯿﱠﺸﻟا َنﺎَﻛَو ِﻦﯿِﻃﺎَﯿﱠﺸﻟا َناَﻮْﺧِإ

)

27

(

“Akrabaya yoksula ve yolcuya hakkını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü savurganlar, şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür”396

“Dolayısıyla burada şeytanın da savurganın da ortak bir özellik olarak Rablerine karşı nankör oldukları vurgulanmaktadır.”397

َﻦﯿِﻓِﺮْﺴُﻤْﻟا َﺮْﻣَأ اﻮُﻌﯿِﻄُﺗ ﺎَﻟَو

)

151

(

َنﻮُﺤِﻠْﺼُﯾ ﺎَﻟَو ِضْرَﺄْﻟا ﻲِﻓ َنوُﺪِﺴْﻔُﯾ َﻦﯾِﺬﱠﻟا

)

152

(

"O aşırıların (müsriflerin) emrine uymayın. Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyenler(in sözüyle hareket etmeyin).”398

ﱠﺮَﻣ ُهﱠﺮُﺿ ُﮫْﻨَﻋ ﺎَﻨْﻔَﺸَﻛ ﺎﱠﻤَﻠَﻓ ﺎًﻤِﺋﺎَﻗ ْوَأ اًﺪِﻋﺎَﻗ ْوَأ ِﮫِﺒْﻨَﺠِﻟ ﺎَﻧﺎَﻋَد ﱡﺮﱡﻀﻟا َنﺎَﺴْﻧِﺈْﻟا ﱠﺲَﻣ اَذِإَو

ﻰَﻟِإ ﺎَﻨُﻋْﺪَﯾ ْﻢَﻟ ْنَﺄَﻛ

َنﻮُﻠَﻤْﻌَﯾ اﻮُﻧﺎَﻛ ﺎَﻣ َﻦﯿِﻓِﺮْﺴُﻤْﻠِﻟ َﻦﱢﯾُز َﻚِﻟَﺬَﻛ ُﮫﱠﺴَﻣ ﱟﺮُﺿ

“İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize dua eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi.”399 Bu ayette de israfçıların, aşırı davranışlarını beğendikleri; alışkanlık haline getirdikleri kötü eylemlerinin, kendilerine cazip hale geldiği anlatılmaktadır.

395 A'râf 7/31 396 İsrâ 17/26-27 397

Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an’ı Kerim’in Türkçe Meali ve Tefsiri, Çağrı Yay. İstanbul 1985, c.4 s.1866-1867.

398

Şuara 26/151-152

399

َنﻮُﻓِﺮْﺴُﻣ ٌمْﻮَﻗ ْﻢُﺘْﻧَأ ْﻞَﺑ ْﻢُﺗْﺮﱢﻛُذ ْﻦِﺋَأ ْﻢُﻜَﻌَﻣ ْﻢُﻛُﺮِﺋﺎَﻃ اﻮُﻟﺎَﻗ

“...Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa bu uğursuzluk mudur? Bilakis, siz aşırı giden bir milletsiniz.”400

Ayet-i Kerimelere ve Hadis-i Şeriflere baktığımızda israfın sadece mal-mülk ile ilgili olmadığı açıkça görülecektir. Hadislerde sağlık ve boş vakit konusunda ya da suyu kullanma noktasında dahi (bu su abdest almak için, yani ibadete vesile bile olsa) israfın söz konusu olabileceği vurgulanmaktadır. Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkının (yani onların hakkı olan zekâtın) verilmesi, fakat savurganlıktan kaçınılması, zira savurganların şeytanın kardeşleri olduğu vurgulanır.401 Burada da yine bir ibadet söz konusudur. Allah (cc), akrabaya, yoksula vs. yardım ederken dahi saçıp savurmayı, yani daha açık bir ifadeyle kişinin kendisi ve aile fertlerinin geleceğini tehlikeye atacak derecede malından tasadduk etmesini yasaklıyor. Çünkü savurganlık dengeyi bozar, aile düzenini sarsar. Hatta toplum düzeninin sarsılmasına da yol açar. Bu da fesaddır, bozgunculuk demektir. Bozgunculuk şeytanın işidir. Bundan dolayı savurganlar şeytanın kardeşi sayılmışlardır. Bu noktada Peygamber Efendimiz (sav)’in bir sözünü de daha önce aktarmıştık ki bu noktada çok manidardır.402

َﻦﯿِﻓِﺮْﺴُﻤْﻠِﻟ َﻚﱢﺑَر َﺪْﻨِﻋ ًﺔَﻣﱠﻮَﺴُﻣ

“Rabbinin katında, israfçılara atılmak üzere işaretlenmiş (taşlar)vardır.”403

َﻦﯿِﻓِﺮْﺴُﻤْﻟا ﺎَﻨْﻜَﻠْھَأَو ُءﺎَﺸَﻧ ْﻦَﻣَو ْﻢُھﺎَﻨْﯿَﺠْﻧَﺄَﻓ َﺪْﻋَﻮْﻟا ُﻢُھﺎَﻨْﻗَﺪَﺻ ﱠﻢُﺛ

“…İsrafçıları helak ettik."404 ayetlerinde Allah'ın, israfçıları helak ettiği vurgulanmakta; Sonra onlardan çoğu, bunun ardından yine yeryüzünde israf

400 Yasin 36/19 401 Bkz. İsra 17/26-27 402

Bkz. Buharî Cenaiz 37, Vasaya 2, 3, Fezailu'l-Ashab, 49, Megazi, 77, Nafakat, 1, Marza, 13, 16, 43 , Feraiz 6; Müslim, Vesaya 5, (1628)

403

Zariyat 51/34 404

etmektedirler.405 ayetinde de, peygamberlerinin uyarılarını duymalarına rağmen insanların çoğunun müsrif oldukları (aşırılıklar yaptıkları) anlatılmaktadır.

“Saçıp savurma, doğru olmayan yerlere harcamada bulunmaktır. Bir insan malının hepsini Allah yolunda harcasa, saçıp savurmuş olmaz. Bir avuç dahi doğru olmayan yerlere harcasa saçıp savurmuşlardan olur.” 406 Bu açıklama bizim kanaatimize göre yanlıştır. Çünkü daha öncede dediğimiz gibi tek kızı olan sahabeye Peygamberimiz (sav), ‘aileni zengin bırakman, başkasına muhtaç halde bırakmandan iyidir.’ demiş ve başkalarına yardım söz konusu olsa bile kendi aile fertlerimizi muhtaç duruma düşürmememizin daha önemli olduğunu söylemiştir.

“Mücahid şöyle demiştir: ‘Şayet bir adam, Ebû Kubeys Dağı kadar altını Allah yolunda harcasa, bu israf olmaz. Ama Allah'a isyan hususunda bir ölçek (bir sâ) harcasa, bu israf olur.’ Hasan el-Basrî de şöyle demiştir: ‘Bunun anlamı, onlar, Allah'a isyan olacak hususlarda harcamazlar, gerekli yerlerden de kısmazlar’ şeklindedir. Kısma işi, bazen Allah'ın hakkı olan şeylerden geri durmak şeklinde olur ki, bu, kısmanın en kötü olanıdır. Bazen de, vacip olmayan ama mendûb olan şeylerden geri durmak biçiminde. Bu, meselâ zengin bir kimsenin, kendi akrabaları olan fakirleri zenginliğine yaklaştırmaması gibidir.”407

“Demek ki, saçıp savurmanın az veya çok harcama ile ilgisi yoktur. Harcamanın yapıldığı yerle ilgisi vardır.”408 Yani eğer bir mümin malını Allah yolunda harcarsa, ne kadar harcarsa harcasın, isterse tamamını infak etsin, bu israf değildir. Ama çok cüzi bir kısmını dahi olsa Allah’ın hoşnut olmayacağı bir yere harcarsa bu israftır ve Allah (cc) katında hoş karşılanan bir olay değildir. Yukarıda da değindiğimiz gibi biz bu görüzün tamamına katılmıyoruz. Allah yolunda harcarken dahi insan, kendisini, ailesini, akrabalarını gözetmek zorundadır.

İslam, insan hayatına her konuda bir denge getiriyor. İnançta, amellerde, ahlâkta, mal kazanma ve harcamada, duygularda, nefret ve sevmede hep orta yolu tavsiye ediyor. Ne aşırılık, ne de tembellik veya gevşeklik; ne ifrat ne de tefrit. İslâm

405 Maide 5/32 406 İbn Kesir, age, c.3 s.404 407 İbn Kesir, age, c. 3 s.405 408

Mikail Özkan, (2008), Emirler Ve Nehiyler Açısından İsra Suresi, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, s.47

ümmeti, ‘vasat bir ümmettir’.409 Yani orta yolu izleyen, dengeli ve hayır yolları üzerinde olan bir ümmettir. Bu ümmetin mal konusundaki tutumu da dengelidir, harcamaları da ölçülüdür. Bunun bir getirisi olarak da mallarını hem kendi müsrifliklerinden hem de başkalarının yanlış uygulamalarından korurlar. “Malı muhafaza deyimi hem kazanılmış serveti koruma hem de sahip olunan maddi varlığı meşru yollarla geliştirme hem de çalışarak ve çabalayarak mal üretme ve servet kazanma, bütün bunları hukuken koruma manasını ifade eder.”410

َأ َءﺎَﮭَﻔﱡﺴﻟا اﻮُﺗْﺆُﺗ ﺎَﻟَو

اﻮُﻟﻮُﻗَو ْﻢُھﻮُﺴْﻛاَو ﺎَﮭﯿِﻓ ْﻢُھﻮُﻗُزْراَو ﺎًﻣﺎَﯿِﻗ ْﻢُﻜَﻟ ُﮫﱠﻠﻟا َﻞَﻌَﺟ ﻲِﺘﱠﻟا ُﻢُﻜَﻟاَﻮْﻣ

ﺎًﻓوُﺮْﻌَﻣ ﺎًﻟْﻮَﻗ ْﻢُﮭَﻟ

“Allah'ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermezlere (reşit olmayanlara) vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.”411

“Bu ayette Allah, müslümanların mallarını aklen zayıf ve nakıs olan kişilere vermelerini yasaklamıştır. Mal, hayatın devamı için bir gerekliliktir ve bu yüzden sefihlere verilip çarçur edilmesi menedilmiştir. İşte, Kur’ani öğretiler insan hayatına reel ve iktisadi bağlamda yön veriyor” der.412

Bakınız bunun farkına varmış olan alimler veya peygamberler, Kur’an’da nasıl dile getiriliyor:

َﻣاَﺪْﻗَأ ْﺖﱢﺒَﺛَو ﺎَﻧِﺮْﻣَأ ﻲِﻓ ﺎَﻨَﻓاَﺮْﺳِإَو ﺎَﻨَﺑﻮُﻧُذ ﺎَﻨَﻟ ْﺮِﻔْﻏا ﺎَﻨﱠﺑَر اﻮُﻟﺎَﻗ ْنَأ ﺎﱠﻟِإ ْﻢُﮭَﻟْﻮَﻗ َنﺎَﻛ ﺎَﻣَو

ﺎَﻨ

َﻦﯾِﺮِﻓﺎَﻜْﻟا ِمْﻮَﻘْﻟا ﻰَﻠَﻋ ﺎَﻧْﺮُﺼْﻧاَو

"Rabbimiz, bizim günahlarımızı ve işimizde taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı (yolunda) sağlam tut, kâfir topluma karşı bize yardım eyle."413 Bu ayet-i kerime de

409

Bakara 2/143 410

Süleyman Uludağ, age, s.183 411

Nisa 4/5 412

M.İzzet Derveze, et-Tefsiru’l Hadis (Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri),(Ter: Mustafa Altınkaya), Ekin Yay. 1998, İstanbul, c.6 s.72

413

kendilerini Allah'a vermiş âlimlerin, Yüce Allah'tan, günahlarını, israf (aşırı davranışlarını) larını bağışlamasını diledikleri anlatılmaktadır.414

Tüm bu açıklamalardan sonra diyebiliriz ki israf birçok noktada söz konusudur. Ancak biz tüm bunlardan sadece mal-mülk ve servetle ilgili olanları ele aldık ve sonuç olarak diyebiliriz ki; Aslında tüm bu ayetlerin esas gayesi kişinin malını korumasıdır. Hem başkalarından korumalı, hem de kendisinden korumalıdır. Evet, insan kendi malını kendisinden de korumalıdır. Nitekim israfın yasaklanması da bu amaca mebni olarak konulmuş bir disiplindir. Çünkü israf eden kişi malını gereksiz yere harcıyor demektir ki bu, Müslümana uygun bir eylem değildir. Nasıl olabilirdi ki İslam’ın mübelliği olan Hz. Muhammed (sav), kişinin akarsuda abdest alırken dahi israf etmemesi gerektiğini söylemiştir. İşte kişi, malını korumasını bilmelidir. Bunun yolu da kişinin ihtiyaçlarının farkında olmasıdır. Yani ihtiyaçlarıyla nefsanî isteklerini karıştırtmamalıdır. Burada önemli olan husus ise kişiden kişiye bu ihtiyaçların ve nefsanî arzuların değişebilmesidir. Yani israfı belirleyen ölçülerden en önemlisi herhalde kişinin toplumsal konumu, kazandığı para miktarıdır. “İslam’ın üzerine bina edildiği beş temel esaslarından biri de zekattır. ‘Zekat’ kelimesi lügatte; “temizlik, temizlemek, vasfetmek, safvet, nemalanmak, bereket, rahmet, doğruluk, layık olma, övme, yüceltme, artırma gibi manalara gelmektedir.”415 Kazanılan ve sahip olunan malın belli bir miktarının yoksullara veya belirtilen diğer vasıflara uygun kimselere verilmesi, insanı maddeten ve manen temizlediği için, cismani ve nefsanî kirlerden arındırdığı için bu eyleme ‘zekat’denilmiştir.

“Nitekim Zekat işe gücü yetip işi olana verilmez. Kazanmaya gücü yetmeyen veya gücü yettiği halde yapacak iş bulamayan fakirle ağır borç altında kalıp ödeyemeyen borçluya verilir.”416 Aksi takdirde zekatımızı ihtiyacı olmayan birine vermiş oluruz ki bu, sistemin işlememesine ve fakirlerin bir nebze olsun mutlu olamamalarına kadar gider. Bundan dolayı Âlimlerimiz zekat verilmeden önce araştırma yapılması gerektiğini dile getirmişlerdir. Zengine ya da ihtiyacı olmayan birine verilen zekatın yeniden fakire verilmesi gerektiğini söylemişlerdir.417 “Ebû

414

Bu konuda Kenz maddesine bakınız.(Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c.10 s.324-329) 415

Bkz. İbn Manzur, age, c.14 s.358 416

Abdullah Ulvan, age, s.65

417

Yusuf gibi düşünenlere göre fakir ile miskin aynıdır. Buna karşı cumhur fakir ile miskinin farklı olduklarını ileri sürmüşlerdir; Hanbelî ve Şâfiîlere göre fakir daha yoksul, Mâlikî ve Hanefîlere göre miskin daha yoksuldur. Hanefîler zekâttan muaf olmak için de, zekât alabilmek için de nisâbı esas almışlar, zekâta tâbi nisab miktarı malı olmayanı fakir saymışlardır. Diğer üç mezheb ise mal ve gelirin, geçim giderlerini karşılayıp karşılamamasını esas almışlar, karşılamıyorsa nisâba malik olsa dahi kişiyi zekât almaya ehil saymışlardır. Aksine nisâb miktarına ulaşmasa dahi ihtiyacından fazla malı olan kimseye de zekât almayı câiz görmemişlerdir. ‘Zengine ve gücü sıhhati yerinde olana sadaka helâl olmaz.’ hadisi üzerine fukahâ böyle kimselerin de zekât almaları haramdır, derken Hanefîler ‘çalışabilecek fakire zekât haram olmamakla beraber, almayıp çalışarak kazanması daha iyi olur’ demişlerdir. Kendisini ibâdete verip çalışmayanın zekât alamayacağı, buna karşılık ilim tahsili sebebiyle başka iş yapamayanların zekât faslından istifade edebilecekleri kabul edilmiştir.”418

418

Nevevî, el-Mecmû', c. VI, s. 191. Akt. Hayrettin Karaman, İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, s.151; bkz. İlmihal, c.1, s.476-480

SONUÇ

“Kur’an-ı Kerim’in Zenginliğe Bakış Açısı” olarak ele aldığımız bu çalışmamızda amacımız, bir lokma bir hırka mantığından farklı olarak İslam’ın dünya varlığına verdiği değeri ve İslam’ın dünyaya bakış açısını ortaya koyabilmektir.

Dikkatle incelendiğinde Kur’an ayetlerinde yerilen ve dışlanan dünya, ahiret kaygısı taşımadan yaşanan dünya hayatıdır. Yani kişi, malını mülkünü kendisi için kullandığı gibi ahretini de düşünerek başkalarına da yardımcı olmalıdır. Çünkü dünya ile ahret, birbirlerinin alternatifi değil; birbirlerini tamamlayıcı fonksiyona sahiptirler.

İnsan bu dünyaya gönderildiği andan itibaren birtakım şeyleri elde etmek için çalışmış, didinip durmuştur. Bu çalışıp didinmesi kimi zaman bazı temel ihtiyaçlarını karşılamak için olmuş kimi zaman da arzu ve isteklerini tatmin etmek için olmuştur. İnsanların asli ihtiyaçları (havaic-i asliyye) olduğu gibi bunun da ötesinde sırf heva ve heveslerini gerçekleştirme eğilimi de söz konusudur.

Günümüze kadar, insanlar kimi zaman ülkelerinde rejimin etkisiyle son derece rahat bir şekilde istedikleri her şeyi elde edebilmişken kimi zamanda hiçbir şeyi elde etme, kazanma hakkına sahip olamamışlardır. Sadece günlük yaşamlarını devam ettirebilmek için çalışıp durmuşlardır. Bu noktada Allah (cc) insanlara bir rahmet, bir müjde, bir ferahlık ve genişlik olan son ilahi kitap olan Kur’an-ı Kerim’i ve O’nunla birlikte son ilahi din olan İslam’ı insanlara göndermiştir. Böylece insanlar rahata, huzura erişmenin mutluluğunu yaşamışlardır.

Allah (cc), insanların çalışıp kazanmasına ve böylece zenginleşmelerine, böylece hiç kimseye muhtaç olmadan yaşamalarına hiçbir zaman engeller koymamış, hatta bunu teşvik babında ne gerekiyorsa onu yapmalarını emretmiştir. Çalışıp kazanmanın bir getirisi olan zenginliğe ve zenginlere de Peygamber Efendimiz (sav), hiçbir zaman kötü muamele yapmamıştır. Fakat burada şu önemli noktaya da temas edilmelidir ki; Allah (cc), toplum söz konusu olduğunda müslümanın, elindekinden

infak etmesini ve böylece hem kendisini temizlemesini hem de toplumdaki bir sıkıntının giderilmesini emretmiştir. Ancak konu kişiye indirgendiğinde Müslüman ne kadar zengin olursa olsun Allah (cc) öncelikli olarak takvayı ve kanaatkâr olmayı Müslümanlara emretmiştir. Mesela Osmanlı’da Cami, Kervansaray gibi yapılarda gösteriş ön plandayken kişilerin özel mülklerine bu kadar itina ve titizlik göstermedikleri görülmektedir. İşte bunun sebebi özel hayatların da daha çok kanaatkârlığı benimsemiş olmalarındandır. Allah, Kur’an-ı Kerim’de bu konuya adeta her sayfada değinmiştir. İbadetlerden sonra, özellikle de namaz ibadetinden sonra zekat, sadaka, infak gibi ibadetlerin anlatılması çok manidardır. Aslında bu tür ayet-i kerimeler, üstü kapalı da olsa Müslümanları zenginliğe ve zengin olmaya teşvik etmektedir. Çünkü bu tür iyilikler, yani mal ve servete bağlı her ibadet, aslında zengin olmayı, çalışıp kazanmayı Müslümanlara emretmektedir. İşte böylece zengin olan Müslüman, başkalarına da yardım edebilme imkanını bulabilecektir.

Şu bir gerçektir ki bir insanın ihtiyaçları veya arzu ve istekleri onun toplumdaki konumu veya kazancına göre şekillenmektedir. Yani bir memurun ihtiyaçlarıyla bir iş adamının ihtiyaçları farklı olabilmektedir. Kur’an-ı Kerim buna işaret etmiş ve insanların gelirlerinin (rızıklarının) farklı olduğunu, bazılarına bol rızık verilirken bazılarına kısıtlandığını haber vermektedir. Ya da hiç kimse bir başkasının elindekine göz dikmemeli şeklinde toplumdaki ekonomik farklılıklara işaret etmiştir. Aslında nasıl ki zengin insan malını nerede harcadığından, zekât verip vermediğinden ya da çeşitli hayırlara vesile olup olmadığından hesaba çekilecekse fakir insan da bu yoksulluğuna, bu muhtaçlığına sabredip etmediğinden ya da insanlara el açıp açmadığından hesaba çekilecektir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) ihtiyacı olmadığı halde insanlara el açmayı cehenneme gitmeye vesile saymış ve insanın elinin emeğiyle çalışarak, alın teri dökerek çalışıp kazanmasını en hayırlısı olarak dile getirmiştir. Hatta muhtaç olmanın kötülüğünü anlatmak bakımından ashabına, atlarındayken (yada develerindeyken) kamçıları yere düştüğünde onu bir başkasından istememelerini ve attan inip kendileri almalarını tavsiye etmiştir.

Allah (cc) insanlara çalışmalarını emretmiş ve başkalarına el açarak yaşamalarını kötü görmüştür. Peygamber (sav)’de bunu destekler mahiyette birçok

uygulamada bulunmuştur. Bir defasında da “senin mirasçılarını zengin bırakman, başkalarına el-avuç açar şekilde bırakmandan daha iyidir” demiş ve bizlere bu noktada yol gösterici olmuştur.

İşte bu noktada Kur’an-ı Kerim, müslümanın hem başkasına muhtaç olmaması hem de kafirlere karşı bir güç olması amacıyla çalışıp kazanmalarını ve zenginleşmelerini teşvik etmiştir. Nitekim fakirliğin teşvik edildiği yerlerde hep zengin olan ve bu zenginliğini insanları ezmede kullanan insanlardan bahsedilmesi dikkat çekici bir hadisedir. Firavun ya da Karun ya da bir başkası hiç fark etmez, eğer biz bu kişilerle ilgili ayet-i kerimeleri incelersek bunu çok açık bir şekilde görürüz. Bunun yanında bu kıssalarda dikkatimizi çeken başka bir konu daha vardır ki o da israftır. Çünkü bu zenginler, ellerindekini gereksiz yerlere ölçüsüzce harcadıklarından dolayı yerilmektedirler. Peygamber Efendimiz (sav)’de bizleri uyararak israfın toplumdaki dengesizliği daha da artırdığını ve bu nimetlere ulaşamayanların, için için isyana sürüklendiğini söylemiştir. İsrafın yanında bir diğer özellik ise bu zengin insanların fakirlere yardım etmemeleridir. Hatta fakirlere bu mallarından vermemek için sabahın erken vaktinde yola çıkmalarından bahsedilmiştir.

Hem fakirliğin hem de zenginliğin dezavantajları söz konusudur. Fakir olan bir insan Allah’a isyana daha yakındır. İmkânsızlıklar onu bu noktalara sürükler; fakat zengin olan insan da gurur ve kibire kapılarak kendisini üstün bir varlıkmış gibi görebilir. İşte bu noktada âlimlerimiz zenginliğin daha tehlikeli olduğunu söyleyerek fakir bir müminin zengin bir müminden daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Hatta sırf bu yüzden İslami literatüre girmiş olan birçok rivayet söz konusudur. İnsanları zenginlikten uzak tutmak ve dolayısıyla bu tür şirk ve daha farklı alanlara yönelmelerini engellemek için bu tür sözleri Peygamber Efendimiz (sav)’e isnad etmekten bile çekinmemişlerdir. Ancak şunu söyleyebiliriz ki sosyal bozuklukların birçoğunun temelinde fakirlik sıkıntısı ve imkânsızlıklar yatmaktadır. Hırsızlık, faiz, adam öldürme gibi birçok toplumsal sorunun temelinde fakirlik ve sıkıntılarına çözüm bulamamaları gelmektedir. Eğer zengin, zenginliğini bu tür sıkıntılara engel olabilmek ve başkalarının bu tür fiillerde bulunmalarının önüne geçebilmek için

kullanıyorsa; zenginliğinin şükrünü eda edebiliyorsa, israf yapmıyorsa ve kazancını helal yoldan sağlıyorsa bu derece farkı ortadan kalkar. Çünkü üstünlük ancak takvadadır.

Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de şu açıkça dile getirilmiştir ki insanda mala karşı bir hırs, onu kazanmak için bir istek vardır. Al-i İmran suresine ya da Nisa suresine baktığımızda süslü gösterilen şeylerden biri de altın, yani mal-mülktür. Hatta insan yaşlandıkça fıtratındaki bu mal biriktirme hırsının gençleştiğini, daha da arttığını Hz. Muhammed (sav) hadislerinde dile getirmiştir. Nasıl ki bir insanın fıtratında Müslümanlığa doğru bir meyil, bir istek var, öyle de insanın fıtratında mal biriktirme ve onu ihtiyaç olduğunda harcamaya ait bir meyil vardır.

Dünya ve ahiret arasında bir denge kurmayı amaçlamalıdır insan. Burada şu akla geliyor ki dünya malını ve dünyayı yeren, ondan el-etek çekmeyi emreden birçok sahih veya sahih olmayan hadis var. Bu durumu nasıl halledecez? Aslında biz bu rivayetlere ve nakledilen sözlere baktığımızda bizzat dünya malını ve dünyayı yeren rivayet sayısı bir elin parmaklarını geçmemektedir. Bu rivayetlerde yerilen ve uzak durulması istenenler dünya veya dünya malı değil, dünya malının bir getirisi olan gurur, kibir, mal varlığını vs.yi insanlara tahakküm aracı olarak kullanmak, ya da bu tür özelliklerin Allah’ı unutturmasıdır. Bu tür hareketlerden uzaklaşmamız,