• Sonuç bulunamadı

Zendeverd/Zendrûd Manastırı [Deyru’z-Zendeverd]

4/10 YÜZYIL BAĞDAT TOPOGRAFYAS

Harita 1: Ruṣâfe ve Çevresinin Takrîbî Haritası

1.1.10.3 Zendeverd/Zendrûd Manastırı [Deyru’z-Zendeverd]

Bağdat’ın doğu yakasındaki manastırlardan olup, Bâbu’l-Ezec’den Şefî`î’ye kadar uzanıyordu. Arazisi bütünüyle turunçgiller ve asma ağaçlarıyla doluydu. Bağdat’ta en kaliteli üzüm suyunun bu kilisede üretildiği kaydedilir. Ebû Nuvâs bu manastırın şarabı hakkında şu beyitleri söylemiştir:

Seherde Zendeverd bağından bana şarap içir

Salkımların gölgesinde, salkımların suyundan (Şâbuştî, 1986:338; Yâkût el-Hamevî,

1995:2/513).

Adalar

Sadece birkaç kaynak Bağdat’ta Dicle üzerinde bulunan adalardan söz etmiştir. Bu kaynaklardan biri Kadı Ebû Yûsuf’un Kitâbu’l-Harac’ıdır. Ebû Yûsuf, mevât araziden saydığı Dicle ve Fırat nehirlerindeki ada arazilerinin kullanım şartları ve fıkhî

126

durumlarını ele alırken doğu yakasındaki Bustânu Mûsâ’nın karşısında yer alan adaya da temas eder. Halife Mûsâ el-Hâdî’ye nispet edilen bahçenin karşısında bulunan bu adada ziraat yapmak, bina kurmak yasaklanmıştı. Kullanılması halinde halka zarar veren bu türden adaların halife tarafından herhangi birine iktâ edilmesi de mümkün değildi (Ebû Yûsuf, 1979:92).

Adaların bir diğeri Miskeveyh’in kaydına göre hilafet sarayının deve ahırları [ıstablu merbati’l-cimâl] ve mefruşat depolarının [hizânetu’l-füruş] önünde bulunuyordu. Anlaşıldığı kadarıyla mefruşat depoları 4/10. yüzyılda Dâru’l-Fîl olarak da biliniyordu ve sözü edilen ada buranın hemen önündeydi.

19 Zilhicce 329’da Bağdat’a gelen İbn Râik, kısa bir süre önce kendisine katılan maktül Beckem’in yakın adamları yanında bulunduğu halde batı yakasındaki Necmî’de karargâh kurmuştu. Kûrengîc’in Deylemlilerden mürekkep ordusu ise Dâru’l-Fîl olarak bilinen binaya yerleşmişlerdi (Miskeveyh, 2000:6/51). 334 senesi Zilhicce’sinin son günü şehrin doğu yakasına bir çıkarma hareketi yapan Muizzuddevle’nin adamları Saymerî ve İsfehdos, Muḫarrim karşısındaki bir adaya çıkmayı başarmışlardı ki, muhtemelen sözü edilen ada bu adaydı (Miskeveyh, 2000:6/124). Yine 376 senesinde kendisi için hazırlanan hadîdî tipi zırhlı bir tekneyle Dâru’l-Fîl’in sonuna kadar gitmiş, orada kendisini Şerefüddevle karşılamış, huzurunda yer öpmüştü (Miskeveyh, 2000:7/161).

Dicle’nin en dar mevkiine Semânîn adının verildiği kaydedilmiştir. Bağdat’ta yaşanan Muizzuddevle ile Hamdânî emiri Nâsıruddevle arasındaki mücadele sırasında, Muizzuddevle’nin Ümmü Ca‘fer Katî‘a’sında inşa ettirdiği elliden fazla çektiriyi [zebâzib] Semânîn mevkiine indirerek [26 Zilhicce 334/29 Temmuz 946 Çarşamba] mücadelenin seyrini değiştirdiği kaydedilmiştir (Miskeveyh, 2000:6/123).

127

1.2 BATI YAKASI [el-Cânibu’l-Ġarbî]

Bağdat’ın batı yakası eskiden beri Katrabbul/Kutrabbul157 ve Bâdûrayâ adında

iki bölgeye ayrılmıştı. Sarat Nehri’nin doğusunda kalan bütün bölgeye Bâdûrayâ, aynı nehrin batısındaki bölgelere ise Katrabbul denilmişti. Yâkût, kendi zamanında bu bölgenin Îsâ Nehrî bölgesine dâhil edildiğini söyler. Îsâ Nehri bölgesi, Nehhâsiyye, Hârisiyye ve Nehrü Urmâ ile dış taraflarındaki Kurayye, Necmî ve Rakka gibi semtlerden meydana geliyordu (Yâkût el-Hamevî, 1995:1/317).

Batı yakasının en üst tarafında Katî‘atü Ümmü Ca‘fer, onun hemen aşağısında ise Tahir Hendeği [Ḫandeḳu Ṭâhir] bulunuyordu. Hendek, şehre bitişik yapıları, batı yakasının kuzey kesimini oluştura Katî‘atü Ümmü Ca‘fer’den ayırıyordu. Şehrin güneyinde de benzer bir durum söz konusuydu. Orada da Sarât Nehri, Kerh’in mahallelerini şehre bitişik yapılardan ayırmaktaydı. Batı yakasının kuzey-güney sınırlarını bu şekilde tayin ettikten sonra, batı yakasının genişliğine gelecek olursak, Dicle’nin batı sahilinden başlayarak Koç ve Aslan [el-Kebş ve’l-Esed] mevkiine kadar uzanıyordu. Fakat 4/10. yüzyılda batı sınırındaki mahallelerin büyük oranda terkedildiği bilinmektedir. 5/11. yüzyılda el-Kebş ve’l-Esed ile şehrin arasında uzun bir mesafenin ortaya çıktığı kaydedilmiştir (Hatîb el-Bağdâdî, 2004:1/91).

Batı yakasının merkezini, şehrin kurucusu Ebû Ca‘fer el-Mansûr’un yaptırdığı dâirevî şehir oluşturuyordu. Dâirevî şehre ait hiçbir eser günümüze ulaşmadığı için, tarihi şehrin tam olarak hangi noktada bulunduğu tespit edilememiştir. Bu durum Bağdat topografyası üzerine çalışan araştırmacıların birbirinden farklı görüşler ileri sürmelerinin başlıca sebeplerindendir. Le Strange, dâirevî şehri, Müstazhir suruyla çevrili doğu yakasının yaklaşık olarak karşısında konumlandırmaktadır. Mustafa Cevâd bunun doğru olmadığını ileri sürer. Cevâd’a göre dâirevî şehir, batı yakasının kuzeyindeki Kâzımeyn’in çok uzağında değildi (Cevâd ve Sûse, 2011:45). Bu tartışmalarda yeteri kadar dikkat çekilmeyen bir husus, Mansûr şehrinin neden, nasıl ve yaklaşık olarak ne zaman ortadan kalktığı meselesidir. Bu mesele hakkındaki kayıtlar incelendikten sonra dâirevî şehri ele almak daha uygun olacaktır.

128

Ebû Ca‘fer el-Mansûr’un yaptırdığı dâirevî şehre ait kalıntılar günümüze neden ulaşmamıştır? Bağdat’ın mütemadiyen maruz kaldığı taşkınlar, tek başına bu yok olmanın sebebi olabilir mi? Bilinçli bir yıkım söz konusu mudur, eğer öyle ise tarihçiler neden bu konuda bilgi vermiyor? Bu gibi sorular dâirevî şehrin yok oluşuna dair ilk olarak akla gelebilecek sorulardır.

4/10. yüzyılın ilk yarısında dârevî şehrin surlarının, Mansûr sarayı ve camiinin, hapishanesinin, sur kapılarının ve çeşitli yapılarının ayakta olduğu, cami, hapishane ve kapılarının hala kullanıldığını anlaşılmaktadır. 7 Cemâziyelâhir 329/9 Mart 941 Salı tarihinde Mansûr sarayına isabet eden yıldırım, “Bağdat’ın tâcı, ülkenin alemi ve Abbâsî halifelerinin büyüklerinin yâdigârlarından”158 kabul edilen yeşil kubbenin yıkılmasına sebep olmuştu. Abbâsî halifeliğinin azametinin simgesi kabul edilen bu kubbe inşasından tam 187 yıl sonra çökmüştü. Kubbenin çöküşünün Muttakî’nin halifeliği dönemine denk gelmesi, Muttakî’nin uğursuzlukla yaftalanmasına sebep olmuştur (İbnu’l-Cevzî, 1992:14/6). Mansûr sarayının kubbesinin yıkılması, dâirevî şehre ait yapıların günümüze ulaşamamasının başlıca sebeplerinden biri olarak durmaktadır. Bir diğer sebep, halifelerin artık doğu yakasında ikamet etmeleridir. Halifelerin bu tutumu ise Sâmerrâ’dan dönen Halife Mu‘tazıd’ın kesin tavrının bir sonucudur. 4/10. yüzyılın başından itibaren, Mansûr şehrinin artık yıkıma terkedildiği anlaşılır. Mukaddesî Mansûr şehrindeki Cuma camii dışındaki yapıların metruk durumda olduğuna işaret eder. Mansûr şehrinin kaybolmasının bir diğer sebebi, malzemelerinin sökülerek farklı binalarda kullanılmasıdır. Bu durum Bağdat’taki en yaygın adetlerdendi ve Mansûr şehrinin yok olmasındaki esas faktör bu uygulama olmalıdır.

350 senesinde Muizzuddevle Bustânu’s-Saymerî’de sarayını inşa ettirdiği vakit, Mansûr şehrindeki ve Ruṣâfe’deki demir kapıları söktürüp sarayına taşıtmıştı (Hemedânî, 1967:392). Bu bilgi, Mansûr şehrinin sur kapılarının, 4/10. asrın ortalarına kadar yıkılmamış olduğunu göstermektedir. Mes’ûdî, yaşadığı dönemde [332 senesinde] dâirevî şehrin halen sağlam olduğunu ifade etmiştir (Mes’ûdî, 2005:3/239). Bununla birlikte İbn Havkal ve Mukaddesî, Mansûr Camii dışındaki yapıların harap durumlarından söz etmektedirler:

Şehre gelince [dâirevî şehir]harap oldu. Oradaki cami [Mansûr Camii] yalnızca Cuma günleri şenleniyor, sair günlerde ıssızdır. Batı yakasının en mamur yeri

129

Katî‘atu’r-Rebî’ ve Kerh’tir. Bağdat’ın doğu kısmında ise Bâbu’t-Tâk ve Emîr Sarayı ve imaretler en mamur olan yerdir. Batı yakasının çarşıları daha fazladır. Bâbu’t- Tâk’ın yanındaki köprünün diğer kıyısında Adududdevle’nin yaptırdığı Bîmâristân bulunur (Mukaddesî, 1991:119-120).

580/1184’te Bağdat’a gelen İbn Cübeyr ve ondan sonra gelen İbn Battûta batı yakasındaki eski şehrin harabelerinden söz ederler. Bütün bu kayıtlar, Mansûr şehrinin artık kullanılamaz hale geldiğine, Büveyhîler zamanında karar verildiğini göstermektedir (İbn Cübeyr, 1986:179). Zira şehrin yeniden kullanabilecek son büyük parçaları [demir

kapıları] Büveyhîler devrinde sökülmüştür.

Batı Yakası’nın Surları