• Sonuç bulunamadı

Memleke Sarayı [Dâru’l-Memleke/Dâru Sebüktegîn]

4/10 YÜZYIL BAĞDAT TOPOGRAFYAS

Harita 1: Ruṣâfe ve Çevresinin Takrîbî Haritası

1.1.2.10 Memleke Sarayı [Dâru’l-Memleke/Dâru Sebüktegîn]

Büveyhî saraylarının ikincisi, Kraliyet Sarayı anlamına gelen Dâru’l-

Memleke’dir. Bağdat’ın doğu yakasında, Muḫarrim138 Mahallesi’nin kuzeyindedir. Hilâl es-Sâbî’nin kaydettiğine göre bu saray Muḫarrim’in üst tarafında, limanın [furḍa] karşısında yer alıyordu (Hilâl es-Sâbî, 1986:137; Yâkût el-Hamevî, 1998:118).

138 4/10. yüzyıl siyâsî hayatında önemli bir yeri bulunan Muḫarrim mahallesinin tarihi şehrin kuruluş

yıllarına kadar uzanmaktadır. Belâzurî, Muḫarrim b. Süreyh b. Hazn el-Hârisî’ye nispetle bu mahalleye Muḫarrim denildiğini nakleder. Muḫarrim b. Süreyh ise Ebû Ca‘fer el-Mansûr tarafından buraya yerleştirilmiştir. Bkz. Belâzurî (2013), Fütûhu’l-Büldân, (Çev. Mustafa Fayda), Siyer Yayınları: İstanbul, s. 335.

78

Dâru’l-Memleke’nin bulunduğu yerde önceden Muizzuddevle’nin gulâmlarından

Türk kumandan Sebüktegîn’e ait bir saray ve meydan bulunuyordu. Adududdevle, kubbeli revakların bulunduğu Beytu’s-Sittînî dışında Dâru’l-Memleke’nin büyük kısmını yıktırmıştı. Sarayın batı kapıları Dicle’ye, Doğu kapıları ise arkasında hurma ağaçları ve diğer ağaçların bulunduğu bahçeli bir avluya açılıyordu. Beytu’s-Sittînî’nin de içinde bulunduğu saray Adududdevle tarafından Dâru’l-Âmme haline getirildi. Eski saraydan kalan Beytu’s-Sittînî ise vüzeraya mahsus bir meclise dönüştürüldü. Bitişiğindeki revaklar ve kubbeler ise divan çalışanlarına tahsis edildi. Avlu yaz gecelerinde Deylemli nöbetçi askerlerin uyuma yeri olarak belirlenmişti (Cevâd ve Sûse, 2011:227).

Sarayın içindeki bahsi geçen Beytu’s-Sittînî ve revakların, 4/10. yüzyılın sonunda harap hale geldiği, Hilâl es-Sâbî’den nakledilen şu haberden anlaşılmaktadır:

Bana Hilâl b. el-Muhassin şöyle anlattı: Dâru’l-Memleke Muḫarrim’in en uç kısmında limanın karşısındaydı. Eskiden Muizzuddevle’nin gulâmı Sebüktegîn’e aitti. Adududdevle onun büyük bir kısmını yıktırdı. Buradaki yapılar arasında, etrafı kuvveli revaklarla çevrili olan revakların ortasındaki Büytu’s-Sittînî’den daha eskisi yoktu. Sarayın batı kapıları Dicle’ye, doğu kapıları ise avluya açılıyordu. Bu avlunun arkasında hurma ve başka ağaçların bulunduğu bir bahçe vardı. Adududdevle Beytu’s-Sittînî’nin bulunduğu kısmı Dâru’l-Âmme yapmıştı. Beytu’s-Sittînî’yi ise vüzerâ meclisi yapmış, buna bitişik yapıları da divanlara ayırmıştı. Avluda geceleri nöbet tutan Deylemli askerler uyurdu. Hilâl şöyle devam eder: Bu saray ve içinde adı geçen Beytu’s-Sittînî’yi ve revakları gördüğümde harap haldeydiler. Adı geçen vüzerâ meclisini ve oraya gidenlerin oturdukları mahfili gördüm. Celâlüddevle burayı hayvanları ve seyisleri için ahır yaptırmıştı. Fakat Adududdevle ve ondan sonra gelen evlatlarının bu sarayda yaptırdıkları binalar yıkılmaya direnmektedir (Hatîb el-

Bağdâdî, 2002:1/120).

Nişvâr müellifi, babasından şöyle bir nakilde bulunur:

Muḫarrim’de bulunan ve önceden Muizzuddevle’nin hacibi Sebüktegîn’in sarayı olan Dâru’l-Memleke’de Adududdevle ile birlikte yürüyordum. Neyin yapıldığı ve neyin yıkıldığını dikkatle inceliyordu. Sebüktegîn Meydan’ını genişletmek ve bahçe yapmak istemişti. Toprak kaldırılıp yerine kum getirilmiş, oradan çıkan toprak ise Dicle’ye bakan balkonun altına yığılmıştı. Büyük küçük çok sayıda evi satın alıp yıktırmış, maliyeti azaltmak için yıkılan evlerin duvarlarını fillere taşıttırmış ve bunların arsalarını meydana dâhil etmişti. Yeni açılan saha önceki meydanın iki kat büyüklüğündeydi ve alanın etrafını tamamen duvarlarla çevirttirmişti (Tenûhî,

1995:4/259).

Dâru’l-Memleke’nin inşası sırasında, Adududdevle inşaat sahasını teftiş ederek kaydedilen ilerlemeyi müşahede etmiş ve yanında bulunan kadıya [Kadı Tenûhî] biraz da övünerek yaptığı harcamayı anlatmıştı. Buna göre toprağın tesviye edilmesi, satın alınarak istimlak edilen evlerin yıkımı ve sahanın etrafına yapılan duvarın toplamda hâlisu’l-ayar 900.000 dirheme mâl olduğunu söylemişti. Târih-i Bağdat müellifi çalışmalar tamamlanıncaya ve bahçe genişletilip beyaz kum üzerindeki bitki ve yosunlar

79

temizleninceye kadar 2.000.000 dirhem harcandığını kaydetmiştir (Hatîb el-Bağdâdî, 2004:1/121). Bu imar faaliyetlerinde dikkat çeken bir husus, fillerin istihdam edilmiş olmasıdır. Hilâfet sarayına ait Dâru’l-Fîl adı verilen bir bölümün bulunduğu bilinmektedir. Büveyhî emirlerinin Dâru’l-Ḫilâfe’dekine benzer bir şekilde filler için böyle bir bölüm yapıp yapmadığı ya da inşatta kullanılan fillerin Hilafet sarayındakiler olup olmadığı bilinmemektedir.

Adududdevle’nin Dâru’l-Memleke’sinin Dicle’ye bakan kısmında büyük bir meydan bulunuyordu. Bu meydan da daha öncesinde Türk kumandan Sebüktegîn’e aitti. Meydan ve Adududdevle tarafından yapılan genişletme çalışması esasen Dâru’l- Memleke’nin inşasıyla birlikte anlatılır. Fakat İbnu’l-Cevzî, Sebüktegîn Meydanı’nın inşaat çalışmalarına, Dâru’l-Memleke’den ayrı olarak özel bir önem atfeder. Saray meydanı olduğu için biz bu meydanı Dâru’l-Memleke başlığı altında ele almayı uygun bulduk.

Muizzuddevle’nin hâcibi Sebüktekin’in adıyla anılan meydan [Meydân es-

Sebüktegînî] Adududdevle zamanında genişletildi. Meydana dâhil edilecek alanda

bulunan evler satın alınarak arazinin istimlaki yapıldı ve Sebüktekin Meydanı ile aynı seviyeye getirilmesi için çalışmalar başlatıldı. Meydana eklenen yeni arazi tesviye edilerek oradan çıkan hafriyat fillerle vasıtasıyla Dicle kıyısına taşındı. Genişletilen meydanın taşkınlar sırasında zarar görmemesi için Dicle kıyısına bentler [mesennât] yapıldı. İstimlak, hafriyat ve çevre düzenlemesi işlemleri Adududdevle’nin yaklaşık iki milyon dirhemine mal olmuştu.

Meydanın yeşil tutulması ve sulanması için Dicle Nehri üzerine su çarkları [devâlîb] kurulmuştu. Kısa bir süre sonra bunların yetersiz kaldıkları görülünce, su ihtiyacının karşılanması için Adududdevle’nin mühendislerine bir kanal kazmalarını emrettiği ifade edilmişitr. Yapılan araştırmalar neticesinde bu kanalın ancak Halis Nehri’nden açılabileceğine karar verilmiştir. Fakat nehir yatağı ile kanalın açılacağı zemin arasında seviyenin farklı olduğu görülmüştü. Bu sorunun halledilmesi amacıyla ilk olarak su seviyesini yükseltecek bir set inşa edilmiş ve böylece su toprak bentlerle Bağdat’a kadar getirilmiştir. Kanalın şehrin merkezinden geçerek Bostan’a ulaşan bölümü alçı, kireç ve tuğla ile yapılarak kanal tamamlanmıştır. Rivayete göre kanal masraflarıyla birlikte bu çalışmanın toplam maliyeti 5 milyon dirhemi bulmuştur.

80

Adududdevle’nin bir başka projesi, Büveyhî sarayından ez-Zâhir’e kadar olan bölgede bulunan bütün evleri yıktırıp bu sahayı yeniden inşa etmekti. Fakat bu planını hayata geçemeden vefat etti (İbnu’l-Cevzî, 1992:14/240; Le Strange, 2011:236).

Yâkût el-Hâmevî Muḫarrim Mahallesi’nde bulunan Dâru’l-Muḫarrim adlı bir saraydan söz eder. Büveyhî emirleri ve Selçuklu sultanlarının, Ruṣâfe ile Nehru’l-Muallâ arasındaki bu sarayda ikamet ettiklerini belirtir. Söz konusu sarayın Sultan Camii [Câmiu’s-Sultân] diye bilinen caminin arkasında bulunduğunu ve 587 senesinde Halife Nâsır Lidînillâh tarafından yıktırıldığını kaydetmiştir (Yâkût el-Hamevî, 1998:1/115). İbnu’l-İmrânî’nin kaydından, Yâkût’un Dâru’l-Muḫarrim şeklinde isimlendirdiği bu sarayın, Dâru’l-Memleke olduğu görülür. Zira Muizzuddevle’nin hacibi Sebüktegîn’den sonra Adududdevle tarafından Dâru’l-Memleke haline getirilen bu sarayın, Tuğrul Bey ve Melikşah dönemlerinde elden geçirildiği, 509 senesinde Behrûz tarafından yenilendiği, ardından bir cariyenin elindeki mumun tutuşturmasıyla yandığı ve son olarak Nâsır Lidînillâh tarafından yıktırıldığı kaydedilmiştir (İbnu’l-İmrânî, 2001:14).

Adududdevle yaptırdığı çok sayıdaki bina ile şöhret bulmuştur. Onun yaptırdığı saraylardan biri de yine bu mıntıkada inşa ettirdiği Ḳasru’l-Fahm’dır. Bu saray için oldukça geniş bir araziyi istimlak ederek sarayın bahçesi haline getirmiştir (Cevâd ve Sûse, 2011:140).

Adududdevle, 369 senesinde Bağdat’ın evlerinin, sokaklarının yenilenmesini emretmişti. Çünkü şehrin bazı semtleri yangın, sel gibi çeşitli sebeplerle harap olmuştu. İnşaat ve tamir işlerine ilk olarak Cuma camilerinden [el-Mesâcidu’l-Cevâmi‘] başlanmasını emretmiş, bunun için büyük meblağlar sarf etmişti. Çalışmalar sadece tamirle kalmamış, gerekli mobilya ve mefruşat temin edilmiş, kayyumlar, müezzinler, imamlar, kurrâlara maaş bağlanmış, ayrıca buralara sığınan evsiz barksız, garip ve zayıflar için vakıflar tesis edilmişti.

Merkezî yerlerin tamiratının ardından, kenar mahallelerdeki mescitlerin tamirini emrederek, önceden bu kurumlar için tesis edilmiş vakıfları sahiplerine iade etmişti. İnşaat işini güvenilir kimselere havale ederek, başlarına Nâkîbu’l-Aleviyyîn’i denetçi olarak tayin etmişti. Bağdat’ta meydana gelen karışıklıklar sırasında dükkânları yanan esnafın, dükkânlarını yeniden tamir etmelerini, buna gücü yetmeyenlere kendi hazinesinden para hibe edilmesini emretmişti (Miskeveyh, 2000:6/453).

81

Cami ve mescitlerin tamirinden sonra Dicle’nin doğu ve batı sahili boyunca uzanan yalıların ve evlerin durumlarının araştırılmasını emretmişti. Çalışmalar başlamadan önce, emire sunulan bir bilançonun hazırlandığı, Miskeveyh’in kayıtlarından anlaşılmaktadır. Araştırmaların ardından ilk olarak sahildeki binaları taşkınlardan koruyan setlerin tamir edildiği, balkonların yenilendiğinden söz edilir. Tamirat sırasında Dicle sahilinde evleri bulunan ileri gelenlerin ve saray çevresinin evlerinin yenilenmesi ve güzelleştirilmesine öncelik verilmişti (Miskeveyh, 2000:6/455).

Bu köşk ve sarayların harap olmasının sebebi, İzzuddevle Bahtiyâr’ın Ebu’l-Fadl el-Abbâs b. El-Hüseyn eş-Şîrâzî’yi tutuklattıktan sonra Şîrâzî’nin Sarât ve Dicle üzerindeki evlerini yıktırmasından ileri geliyordu. Bağdat’ta genişlik ve güzellik bakımından bu evlerden daha güzelleri yoktu. Bu evlerin 7 cerîb miktarındaki arsasını hurma gibi muhtelif ağaçlarla doldurarak bahçe haline getirmişti.

Adududdevle amcasının oğlu İzzuddevle Bahtiyâr’ı öldürüp Bağdat’a hâkim olduğunda, emirin kapısında nevbet vurulmaya devam ediliyordu. Fakat Adududdevle amcasının sarayına değil de amcasının hacibi Sebüktegîn’in Muḫarrim’deki sarayına yerleşmiş ve orayı Dâru’l-Memleke haline getirmişti. İnşaat faaliyetleri tamamlandığında, Adududdevle kendi sarayında [Dâru’l-Memleke] nevbet vurulması için halifeden izin istemiş ve talebi kabul edilmişti. Bundan sonra emirlerin kapılarında nevbet vurulması bir gelenek halini alarak Adududdevle’nin oğulları zamanında da aynı şekilde uygulanmaya devam etmiştir (Hilâl es-Sâbî,1986:136-7; Miskeveyh, 2000:6/445).

Miskeveyh, Adududdevle’ye verilen nevbet imtiyazının günde kaç defa olduğunu belirtmiyor. Fakat İbnu’l-Esîr ve Zehebî bunun günde üç vakit olduğunu kaydetmiştir. Halifenin kapısında 5 namaz vaktinde nevbet vurulurken, Adududdevle’nin sarayının önünde 3 vakit vurulması, Büveyhîlerin günde üç vakit namaz kılan Şiî akideye mensup olmalarının etkili olduğu söylenebilir. Zehebî, Adududdevle’ye verilen bu imtiyazın Büveyhî tahakkümünün zayıfladığı dönemlerde dahi uygulandığını kaydediyor. Bir süre sonra nevbet sayılarının beşe çıktığı görülür, zira Sultânuddevle Bağdat’a geldiğinde kapısında 5 vakit nevbet vurulmasını emretmiştir (İbnu’l-Esîr, 1997:7/649; Zehebî, 1993:28/27).

82