• Sonuç bulunamadı

4/10 YÜZYIL BAĞDAT TOPOGRAFYAS

Harita 1: Ruṣâfe ve Çevresinin Takrîbî Haritası

1.2.5.4 Bîmâristânu ‘Aḍudî

Dicle’nin doğu yakasındaki Bâbu’t-Tâk’tan başlayan köprünün diğer ucu, Bâbu’l- Basra Mahallesi ile Mahalletu’ş-Şâri’ arasında bulunan Adududdevle’nin yaptırdığı Bîmâristân-ı Adudî’ye çıkıyordu (Mukaddesî, 1991:120; Yâkût, 1995:2/382). Bağdat’ın en büyük hastanelerinden olan Bîmâristân-ı Adudî, Sinân b. Sâbit b. Kurre’nin 329/941 isteği üzerine Emîr Beckem tarafından inşaatına başlanmış, 368/966 senesinde Adududdevle tarafından tamamlanmıştır. İnşaatına ilk defa Emir Beckem başladığı için, Bîmâristân-ı Adudî’nin bir diğer adının Emîr Beckem Bîmâristân’ı olduğu söylenmiştir. Bîmâristanların nasıl bir sağlık hizmeti verdikleri tam olarak tespit edilememiştir. Kısmen tımarhane olarak da kullanıldıkları ya da böyle bir özel bölüm ihtiva ettikleri anlaşılmaktadır. Bunun yanında ilaç hazırlanan bölümleri, tabip odaları ve hasta koğuşlarının bulunduğu bilinmektedir. Bağdat’taki Bîmâristan-ı Adudî’nin delilere [mecânîn] mahsus olan bir bölümü [Dâru’l-Mâristân] bulunuyordu. Burada akıl hastaları, hastalıklarının ciddiyetine göre farklı tedavi süreçlerine tabiydi. Bazı hastaların ayaklarının zincirlendiği kaydedilmiştir (Benjamin, 2013:74).

371/981 senesinde hizmete açılmış ve Büveyhî emiri tarafından doktorlar, eczacılar, hazineciler, kapıcılar, vekiller ve nazırlar tayin edilmiştir (İbnu’l-Esîr, 1997:7/386). Bu hastanenin yıllık giderlerinin 100.000 dinarı bulduğu kaydedilmiştir.

154

Muhtelif dinlere mensup 24 hâzık tabibin bu hastanede istihdam edildiği bilinmektedir171.

‘Adudî Bîmâristan’ında hizmetlerin aksatılmadan yürütüldüğünü kontrol etmek üzere halife tarafından müfettişler tayin edildiği bilinmektedir (Benjamin, 2013:74). Hastaneyi ziyaret eden İbn Cübeyr, doktorların yaptıkları tetkiklerden, Pazartesi ve Perşembe günleri hastaları düzenli olarak takip ettiklerinden söz eder (İbn Cübeyr, 1986:180). Bîmâristân-ı Adudî, Bağdat’tın maruz kaldığı sel baskınları sırasında büyük hasarlar görmüş fakat her defasında tamir edilerek varlığını devam ettirmiştir. Halife Mustansır Billâh’ın [623-640/1226-1242] Bağdat’ın doğu yakasında, Dâru’l-Ḫilâfe’nin yakınlarında, Dicle sahilinde yaptırdığı Mustansıriye Medresesi bünyesindeki tıp okulu inşa edildikten sonra Bîmâristân-ı Adudî’nin zamanla önemini kaybettiği ve binasının ortadan kaybolduğu anlaşılmaktadır. Dicle sahilinde bulunması sebebiyle birçok kez taşkınlarda sular altında kalması, Bîmâristân-ı Adudî’nin zaman içinde yok olmasının en önemli sebepleri arasında olmalıdır. 569/1174 senesi Ramazan ayında meydana gelen taşkında, Bîmâristân-ı Adudî’nin sular altında kaldığı, demir pencerelerinin parçalandığı ve teknelerin pencerelerden geçerek hastanenin içine girebildiği kaydedilmiştir. İbnu’l- Cevzî, hastanenin aldığı bu hasardan sonra kimsenin onu ıslah etmeye gayret etmediğini kaydeder (İbnu’l-Cevzî, 1992:18/205). İbn Battûta 8/14. yüzyılda Bağdat’ı ziyaret ettiğinde, Basra Kapısı Mahallesi ile Dicle’ye bakan cadde arasındaki bu muazzam hastanenin köhne harabelerinden söz ediyor (İbn Battûta, 2000:319).

Büveyhî emirleri kendi saraylarının dışında kamu hizmet binalarının imarına da itina göstermişlerdir. Adududdevle’nin tarihlere konu olan imar projesinin bir ayağını, şöhreti asırlar boyu devam eden ve meşhur tabiplerin görev yaptığı Bîmâristân-ı Adudî’dir. Adududdevle, Medînetu’s-Selâm’ın batı yakasında inşa ettirdiği bu meşhur hastanenin açılışını 27 Safer 372/21 Ağustos 982 tarihinde yapmıştı. Oraya tabipler, ilaç hazırlayan hekimler [muâlicûn], hazînedâr, kapıcılar, vekilller ve nâzırlar tayin etti. Ayrıca ilaç, su, mobilya, mefrûşât ve gerekli aletleri temin ederek tüm ihtiyaçlarını gidermişti (İbnu’l-Cevzî, 1992:14/289). Bîmaristân’ı Adudî’nin, Ebû Ca‘fer el- Mansûr’un yaptırdığı meşhur Huld Sarayı’nın üzerinde yapıldığı bilinmektedir ki, burası İsa Nehri’nin Dicle’ye döküldüğü noktaya yakın Dicle sahilinde bir mevkiidir.

171 6/12. Yüzyılda Bağdat’ı ziyaret eden Benjamin, Bîmâristan-ı Adudî’de 60 kadar doktorun hizmet

verdiğini kaydediyor. Ayrıca bu hastanede doktorlara mahsus odaların bulunduğunu belirtir. Bkz. Tudela’lı Benjamin (2013), Ortaçağda İki Yahûdî Seyyahın İslâm Dünyası Gözlemleri, (Çev. Nuh Arslantaş, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları: İstanbul, s. 74.

155

Mukaddesî Bimâristan’ın yerini “Bâbu’t-Tâk’ın yanındaki köprünün diğer kıyısında

Adududdevle’nin yaptırdığı Bîmâristân bulunur” şeklinde tarif eder (Mukaddesî,

1991:119-120).

İbn Mendeveyh, İsfahan asıllı olmasına rağmen Büveyhîlerin delaletiyle Bağdat’a gelmiş ve meşhur Bîmâristân-ı Adudî’de hekimlik yapmıştır. Vezir Sâhib b. Abbâd’a ithaf ettiği yemeklerin sindirilmesi ve hazmı konusundaki risalesi172 devlet adamlarıyla yakın alakasını göstermektedir (İbn Ebî Usaybia, 1995:460).

Gıdalar hakkında ansiklopedik bir eser olan Minhâcu’l-Beyân müellifi Hristiyan Tabip İbn Cezle [ö. 493/1100]173, Bîmâristân-ı Adudî’nin başhekimlerinden Ebu’l-Hasan

Saîd b. Hibbetullâh el-Bağdâdî’nin öğrencisi olmuştu. Ailesinin Bağdat’ın batı yakasındaki Kerh semtinde oturduğu, kendisinin de buradaki Hristiyan bilginlerin tedrisinden geçtiği bilinmektedir. Şeyhu’l-Mu‘tezile Ebû ‘Ali b. el-Velîd’den mantık okumuş ve onun teşviki ve Bağdat Kâdılkudâtı Ebû ‘Abdullah ed-Dâmğânî’nin şehadetiyle Müslüman olmuştur. Müslüman olduktan sonra da Bağdat’ın batı yakasında yaşamaya devam ettiği, hastalarını ücretsiz muayene edip ilaçlarını bizzat temin ettiği kaydedilmiştir. İbn Cezle, vefat etmesine yakın şahsi kütüphanesindeki kitapları İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin Meşhedi’ne vakfetmiştir (İbn Ebî Usabia, 1995:1/343; Kıftî, 2005:1/273).

Çarşılar

Halife Ebû Ca‘fer el-Mansûr, dâirevî şehrin inşaatını tamamladığı zaman Bizans’tan bir elçi gelmişti. Mansûr’un emri ile elçi şehirde gezdirildikten sonra halifenin huzuruna getirilmişti. Halife patriğe şehir hakkında ne düşündüğünü sormuş, patrik ise bir şey dışında her şeyin mükemmel olduğunu ifade etmişti. Mansûr noksanın ne olduğunu sormuş, bunu üzerine patrik, “Düşmanların sen farkına varmadan diledikleri

gibi şehre girip çıkıyor, gizlenmesi mümkün olmayan durumun her tarafa yayılıyor”

172 Risâle ilâ ‘Abbâd b. ‘Abbâs fî Vasfi İnhizzâmi’t-Ta‘âm. Bkz. İbn Ebî Usaybia (1995), ‘Uyûnu’l-Enbâ’

fî Tabakâti’l-Etıbbâ’ (Thk. Nizâr Rıza), Dâru Mektebeti’l-Hayât: Beyrut, s. 460.

173 Tam adı Ebû Alî Yahyâ b. Îsâ b. Alî b. Cezle el-Bağdâdî’dir. Vefâyâtu’l-‘Ayân’da 493/1100’te vefat

ettiği (İbn Hallikan, 1978:6/267) ifade edilirken, Cemâlüddîn el-Kıftî onun vefat tarihini 473 olarak kaydetmektedir (Kıftî, 2005:1/273). Zehebî ise 478 yılını kaydetmiştir. Vefat tarihi hakkında bir ittifak bulunmamakla birlikte İbn Hallikan’ın kaydı esas alınmıştır. Ali Haydar Bayat (1999), “İbn Cezle”, DİA (C: 19, ss. 396-7), TDV Yayınları: İstanbul.

156

cevabını vermişti. Bu nasıl olur diye soran halifeye, “Çarşılara herkesin girmesine izin

veriliyor, böylece düşman da alışveriş yapar gibi giriyor. Tüccara gelince, onlar dünyanın her yanına giderler ve senin durumun anlatırlar” diye karşılık vermişti (Hatîb

el-Bağdâdî, 2004:1/99).

Tarihi kayıtların işaret ettiğine göre, Mansûr bu konuşma üzerine, dâirevî şehrin içindeki çarşıların derhal dışarı çıkarılmasını emretmişti. Hacibi Rebî ve kâtibi Muhammed b. Hubeyş’i çarşının inşaatından sorumlu tutan Mansûr, ilk olarak geniş bir kumaş parçası getirilmesini emredip çarşının sınırlarını belirlediği bir plan çizmişti. Böylece çarşıların Sarât ile Îsâ Nehri arasında kurulması kararlaştırılmıştı (Hatîb el- Bağdâdî, 2004:1/99; Kubeysî, 1979:80).

Bağdat’ın en eski çarşıları, Bağdat’ın kurucusu Ebû Ca‘fer el-Mansûr’un aldığı karar neticesinde, Kerh bölgesinde kurulan bu çarşılardır. Halife çarşıların inşasını emredince, masrafları kendi hazinesinden olmak üzere, inşaat işini hacibi Rebî’in uhdesine bırakmıştı. Kerh’in inşası 20 Cemâziyelevvel 156/18 Nisan 773 tarihinde tamamlanmış, Mansûr bundan elli gün sonra Dicle sahilinde inşa ettirdiği Huld Sarayı’nın inşaatına başlamıştı (Hatîb el-Bağdâdî, 2004:1/98-9).

Kerh Çarşısı’nda her esnaf grubuna mahsus bir yer tayin edilmiş, kasaplar ise çarşıların en sonuna yerleştirilmişti. Böylece bunların kestikleri hayvanların sesleri, kokuları ve kullandıkları keskin aletlerin, çarşının diğer esnaf ve müşterilerini rahatsız etmesinin önüne geçilmişti. Mansûr’un emri ile yine çarşı esnafının namazlarını kılacağı bir cami inşa edilmişti. Caminin inşasından sonra, esnaf ve tüccarın Cuma namazları için dahi dâirevî şehre girmelerine izin verilmemiştir. Kerh’teki caminin inşaatı için Vaddâh b. Şebâ adında bir adam görevlendirilmişti. Böylece Vaddâh’a nispet edilen sarayın içinde bir mescit inşa edilmişti. Bu mescit Sarât’ın doğusunda bulunması sebebiyle Şarkiyye olarak da adlandırılmıştı (Hatîb el-Bağdâdî, 2004:1/99-100; Yâkût el-Hamevî, 1995:4/448).

Kerh çarşıları Mansûr şehrinin güneyinde, Sarât ile Îsâ Nehri arasında kurulmuştu. Mansûr, vefatına kadar Kerh çarşısı esnafından vergi almamıştı. Bir rivayette, esnafın durumuna göre bir vergi koyduğu da ifade edilir. Fakat oğlu Mehdî zamanında Kerh’teki dükkânlardan vergi [harâc] alınması kararlaştırılmıştı. Kerh çaşısındaki dükkânlar kısa bir süre sonra Bağdat’ın en kazançlı akaratları haline gelmişti. Ayrıca kuruluşundan bir

157

süre sonra çarşının artık yetersiz kaldığı görülmüştü. İbrahim b. Hubeyş b. Harrâş, dükkân sıralarının artık yetersiz olduğunu, kendi mallarından harcayarak, kendileri yeni çarşılar inşa edebileceklerini ve kiraya verebileceklerini halifeye bildirmişti. Bu isteğe halifenin olumlu bakması neticesinde, Kerh çarşısının genişletildiği anlaşılmaktadır (Yâkût el- Hamevî, 1995:4/448). Bu durum iktâ sahiplerinin de iştahını kabartmış görünmektedir. Zira halifenin azatlılarından Rebî b. Yûnus daha fazla kar elde etmek için iktâ arazisini çarşı haline getirmişti (Kubeysî, 1979:83).

Kerh çarşılarının topografası hakkında, çarşının içinden geçen nehirler önemli bir bilgi kaynağıdır. Zira bu nehirler, hemen yanında bulundukları çarşıların adlarını taşımaktaydı. Kumaşçılar [Bezzâzîn], Kavumacılar [Kallâîn]174 ve Tavuk [Deccâc] gibi

nehir adları ve bunların üzerindeki köprüler, çarşıların konumları hakkında bilgi verir. Dâirevî şehrin güneyinden, yaklaşık olarak batı-doğu yönünde ve kavisli bir biçimde, biri diğerine paralel olarak uzanan Kerh nehirleri, çarşıların sınırlarını tayin etmektedir.

Kerh çarşılarının kapladığı alan hakkında Ya‘kûbî’nin kaydı dışında neredeyse hiçbir bilgi yoktur. Ya‘kûbî ise çarşıların, Vaddâh Sarayı’ndan başlayarak doğu yakasındaki Sûḳu’s̱-S̱ülesâ’nın hizasına kadar uzandığını ve bu iki nokta arasındaki mesafenin 2 fersah olduğunu kaydeder175. Mahallenin genişliği ise Rebî İktâı’ndan Dicle

sahiline kadar 1 fersah mesafedeydi (Ya‘kûbî, 2002:36). Le Strange, Ya‘kûbî’nin tarifindeki Sûḳu’s̱ -S̱ülesâ mevkiinin, batı yakasında aynı adı taşıyan başka bir çarşı olduğu zannetmiş ve çizdiği haritada da bunu göstermiştir176. Hâlbuki batı yakasında

böyle bir çarşının bulunduğuna dair hiçbir kaynakta bilgi bulunmamaktadır. Kubeysî gibi Le Strange’i referans alan araştırmacılar aynı hataya düşerek, Kerh’in güneyinde ikinci

174 Balık gibi et kızartanlara Kallâ’ denilirdi. Kerh’in doğu kısmındaki kavurmacı esnafına mahsus çarşıya

ve çarşı etrafında gelişen mahalleye Kavurmacılar (Kallâîn) adı verilmiştir. Rivayete göre çarşı etrafında gelişen Kallâîn Mahallesi’nin bulunduğu yerde, Bağdat’ın kurulmasından önce Versâlâ adı verilen bir köy vardı. Kallâîn Mahallesi sakinlerinin Sünnî olduğu ve onlarla Kerh’in Şiî ahalisi arasında amansız kavgalar meydana geldiği kaydedilmiştir. Kallâîn Mahallesi’nin batısında Bağdat zâhitlerinin medfun bulunduğu Şûnîziyye Mezarlığı, güneyinde ise Tâbak Nehri bulunuyordu. Mahallenin ve çarşısının ortasından geçen Kallâîn Nehri ve Kerh nehirlerinin kaynağı olan Kerhayâ Nehri’nin kollarındandır. Bkz. Yâkût el-Hamevî (1995), Mu‘cemu’l-Buldân, C. 5, s. 322-3.

175 Ya‘kûbî’nin verdiği bu iki fersahlık mesafe, batı yakasının kuzey-güney istikametteki kapladığı toplam

alandan daha uzundur. Bu sebeple dâirevî şehrin güney kapılarından olan Basra Kapısı’nın yakınında bulunduğu bilinen Vaddâh Sarayı’ndan doğu yakasındaki Sûḳu’s̱-S̱ülesâ mevkiine kadar olan mesafenin iki fersah (yaklaşık 12 km) olmasına imkân yoktur. Bkz. Ya‘kûbî (2002), Buldân, s. 36-7.

176 Le Strange’ın “Map IV: Karkh and Neighbouring Suburbs” başlığını taşıyan haritasının, açıklama

bölümündeki (Rerefences to Map No. IV) 27 numarada “The Tuesday Market” (Sûḳu’s̱ -S̱ülesâ’)

158

bir Sûḳu’s̱ -S̱ülesâ olduğu bilgisini yanlış bir şekilde tekrar etmişlerdir (Le Strange, 2001:64; Kubeysî, 1979:89-90; Cevâd ve Sûse, 2011:34-5; Lassner, 1970:202).

Kûfe Kapısı’na yakın bir mevkide, Sarât Nehri’nin sol kıyısında Suveykatu177 Abdulvâhid, Sarât ile Kerh arasında ise Suveykatu Ebî Verd bulunuyordu. Suveyka’nın

sağ tarafına İshal el-Ezrak eş-Şerevî iktası, sol tarafına ise Zelzel Kuyusu bitişiyordu (Yâkût el-Hamevî, 1995:3/286).

Kumaşçılar Çarşısı [Sûḳu’l-Bezzâzîn], çarşının adını taşıyan köprüden başlayarak, güneyde Tavuk Nehri [Nehru’d-Decâc]’a kadar uzanıyordu. Kumaşçıların doğu tarafında Kasaplar Çarşısı [Sûḳu’l-Cezzârîn] vardı. Mansûr Kerh çarşılarının planını çizerken kasapları çarşının en dış kesimine konumlandırmıştı. Fakat Kerh’in genişlemesiyle birlikte, bunlar da iç kesimde kalmıştı. Kasaplar Çarşısı’ndan iki yol ayrılıyordu. Bunların biri güney-batı yönündeki Tavuk Çarşısı’na, diğeri ise güney doğudaki Üşnân Satıcıları [Bâ‘atu’l-Üşnân] ulaşıyordu. Sabunculara giden yol, Tavuk Nehri’nin üzerindeki köprü ile Kallâîn Nehri üzerindeki köprüden geçip, nehrin sağ tarafında bulunan Kızartmacılar’a [Kallâîn] varıyordu (Kubeysî, 1979:86).

Sarât Nehri’nin üzerinde bulunan Yeni Köprü’de178 muhtelif ticârî emtianın

satıldığı büyük bir çarşı vardı. Bu köprünün batı kısmında, Tâku’l-Harrânî’den başlayarak Sarât Nehri boyunca Kantaratu’l-Cedîde’ye kadar uzanan yolun her iki yanında, kâğıt ve kitap satıcılarına ait Sahaflar Çarşısı [Hânûtu’l-Varrâkîn] bulunuyordu (Ya‘kûbî, 2002:35). Onlara nispetle bu çarşıya Sûḳu’l-Varrâkîn denilmiştir (Le Strange, 2011:92). Şarkiyye Mahallesi’nin batısına doğru uzanan bu çarşıda yüzden fazla sahaf dükkânın olduğu kaydedilir (Kubeysî, 1979:87).

177 Topografya araştırmalarında yer adları ve bu yer adlarındaki suveyka, rabaz ve katî‘a gibi terimler çoğu

zaman tam olarak ne anlama geldiği tetkik edilmeden, ana kaynakta geçtiği gibi kullanılmaktadır. Bunların tam olarak nasıl bir alanı ifade ettiğini anlamak, topografya araştırmalarında anahtar mesabesindedir. Yâkût el-Hamevî, Suveyka kelimesini, insan bacağına benzeyen uzunlamasına bir kara parçası olarak tarif eder. Peki, bu uzunlamasına kara parçasına şekil veren ne idi? Söz konusu kara parçasını uzunlamasına kesen nehirler mi, duvarlar mı, yoksa cadde ve sokaklar mıydı? Bağdat özelinde nehirler arasında kalan kara parçalarına suveyka denilmiş olması mümkündür. Bkz. Yâkût el-Hamevî (1995), Mu‘cemu’l-Buldân, C. 3, s. 286.

178 Yâkût el-Hamevî, Ebû Ca‘fer el-Mansûr tarafından en son yaptırılan köprü olduğu için Yeni Köprü

(Kantaratu’l-Cedîde) adı verilen bu köprünün birçok kez yenilendiğini, fakat Sarat Köprüsü olarak bilindiğini kaydeder. Kendi zamanında ise Sarât Nehri üzerinde biri aşağı, diğer yukarı olmak üzere iki köprünün (kantara) bulunduğunu söyler. Bkz. Yâkût el-Hamevî (1995), Mu‘cemu’l-Buldân, C. 4, s. 405.

159

Basra Kapısı Caddesi’nin doğu kısmında bulunan Yemek Çarşısı [Sûḳu’t-Ta‘âm], Tavuk Nehri’nin en doğusundaki köprüden, Tâbak Nehri’nin Îsâ Nehri ile birleştiği kısma kadar uzanıyordu. Kerh’in kenar semtlerinde, muhtemelen Bağdat’ın yakın köylerinden gelip ürettikleri malları pazarlayan kimselerin kurdukları semt pazararları vardı. Kubeysî’nin ifadesiyle bunlar muhtemelen bir dükkân gibi kapalı alanı olmayan, üzeri açık semt pazarlarıydı. Îsâ Nehri üzerinde bulunan Zeytinyağcılar Çarşısı ve Köprüsü [Sûḳu’z-Zeyyâtîn ve Kantaratu’z-Zeyyâtîn], Üşnân Köprüsü’ndeki üşnân satıcıları, Diken Köprüsü üzerindeki Dikenciler [Bâ‘atu’ş-Şevk] bunun gibi çarşılardandır (Kubeysî, 1979:90).

Basra Kapısı ile Dicle arasındaki Şarkiyye adı verilen bölgede bulunan çarşıların çokluğu sebebiyle, bu bölgedeki esnaf ve tüccarın hukuki problemini çözmek üzere müstakil bir kadı tayin edilmişti. Mahalleler bahsinde ele alındığı üzere, Sâmerrâ sonrası Abbâsî halifeleri Bağdat’ın doğu yakasında oturmayı tercih ettiklerinden ötürü, 3/9. yüzyılın sonundan itibaren Şarkiyye Mahallesi’nin Tüsteriyyîn adını aldığı kaydedilmiştir. Tüsterî nisbesi taşıyan Ahmed b. Îsâ b. Hassân et-Tüsterî [ö. 243/ 857-8] gibi bazı kimseler, Tüster elbiseleri ve kumaşlarının ticaretini yapmaları sebebiyle bu adla biliniyorlardı (Yâkût el-Hamevî, 1995:2/31).

Ticârî malların Îsâ Nehri üzerinden Fırat-Dicle arasında taşınabilmesi için Muhavvel’de aktarma yapılması icap ettiğinden, Muhavvel limanında birçok depo, çarşı ve dükkân bulunuyordu. Ayrıca Kerhayâ Nehri boyunca Muhavvel’den gelen cadde üzerinde sağlı sollu çarşılar bulunuyordu. Kerhayâ üzerindeki Yahûdî Köprüsü [Kantaratu’l-Yahûd], orada Yahûdî tüccarın faaliyet yaptığını göstermektedir. Bu çarşının yanında ise deve, at, katır ve merkep gibi binek hayvanlarının satıldığı pazar [Sûḳu’d-Devâb] vardı (Kubeysî, 1979:91).

Farsça “Çehâr Sûc” olarak bilinen mahalle, Harbiye Mahallesi’nin güneyinde, Ebû Ca‘fer el-Mansûr’un Horasanlı kumandanlarından Heysem b. Muâviye tarafından kurulmuştu. Yâkût’un zamanında mahalle ve çevresi tamamen harap durumdadır. Nasriyye, Attâbiyyûn ve kâğıt imal edilen Dâru’l-Kazz çarşıları, Bağdat harabelerinin arka tarafında birbirine bitişik halde müstakil bir şehir gibi durmaktaydı (Yâkût el- Hamevî, 1995:2/193). Attâbiye çarşısı, Abbâsî vilayetlerinde oldukça rağbet gören,

160

muhtelif renkteki ipek ve pamuk karışımı attâbiye )ناوللأا ةفلتخم نطق و ريرح يه و) dokumalarıyla meşhurdu (İbn Cubeyr, 1986:180; Kubeysî, 1979:92).

Şam Kapısı önünde, kapıdan geçen caddenin her iki kıyısında kurulmuş, Sûḳu’ş-

Şâm adını taşıyan büyük bir çarşı bulunuyordu. Şam Çarşısı, dâirevî şehrin Şam

Kapısı’ndan çıkıldığında, karşılaşılan Fadl b. Süleyman et-Tûsî’ye ait iktâ arazisine bitişiyordu. Şam Kapısı Hapishanesi ve Şam Çarşısı Fadl’ın iktâ arazisinin yanında bulunuyordu (Ya‘kûbî, 2002:40).

4/10. yüzyılın ilk yarısında ölen İstahrî, Kerh ve çarşılarının, doğu yakasının çarşılarından üstün olduğunu söyler. Zira büyük sermayedar ve tüccarın evi Kerh Mahallesi’nde bulunuyordu. Kerh Çarşılarının bazılarında, çarşının adını taşıyan kapıların bulunduğu görülmektedir. Hayvan Pazarı Kapısı, Salı Pazarı Kapısı, Koyun Pazarı Kapısı bunlardan bazılarıdır (İstahrî, 2004:84).

Hapishaneler