• Sonuç bulunamadı

4/10 YÜZYIL BAĞDAT TOPOGRAFYAS

Harita 1: Ruṣâfe ve Çevresinin Takrîbî Haritası

1.1.2.4 Tâc Sarayı [Ḳasru’t-Tâc]

Halife Mu‘tazıd’ın temellerini attığı fakat oğlu ve halefi olan Müktefî’nin 289/902’de tamamladığı Tâc Sarayı, halifelerin en önemli ikametgâhı olmuştur. Sarayın adı Halife Mu‘tazıd tarafından verilmiştir (Yâkût el-Hamevî, 1995:2/99). Tâc Sarayı, Dicle Nehri’nin doğu sahilinde ve Ḳasru’l-Ḥasenî’nin güneyinde inşa edilmiştir. Saray binasının sahile bakan kısmı, Dicle’nin akıntısını kıracak büyük bir set üzerinde yükseliyordu. Setin sütunları üzerinde yükselen saray, adeta bir taçı andırıyordu ve adını da bu şeklinden almıştı. Tâc Sarayı'nın Dicle Nehri'ne bakan yüzünde özel bir mimari üslup uygulanmıştı. Beş zira yüksekliğindeki 10 tane bodur sütun üzerinde yükselen beş adet kubbeli niş, yapının adı ve mimari karakteristiğinin en belirgin vasfıydı (Yâkût el- Hamevî, 1995:2/3). Tâc Sarayı’nın Dicle sahilinde uzanan seddi, 466/1074 yılındaki büyük sel felaketi sırasında gemilerin demirleyebileceği en sağlam sığınak olmuştu.

Müktefî inşaatı tamamlayabilmek için Kisra Anûşirvan’ın 7. yüzyılda Medâin’de yaptırdığı Beyaz Saray [Ḳasru’l-Ebyaz] ile Sâmerrâ’daki Kâmil Sarayı [Ḳasru’l-Kâmil] yıktırmış, enkazını yeni yaptırdığı saraya taşıtmıştı. Halife Müktefi, bu işi Ebû Abdullah en-Nakkarî’ye havale etmişti. Kisrâ sarayının balkon ve duvarlarından sökülen tuğlalar, Tâc sarayının Dicle’ye uzanan kısımlarında temel taşları olarak kullanılmıştı. Daha sonra

69

Kisra sarayının temellerinden sökülen tuğlalar da getirilerek, Tâc sarayının üst kısımları ve balkonları inşa edilmişti. Halife tarafından Beyaz Saray’ın enkazını söküp Bağdat’a getirmekle görevlendirilen en-Nakkarî, Beyaz Saray’ın balkon ve duvar tuğlalarının, Tâc’ın temellerine gömülüp, temel taşlarının ise Tâc’ın balkonlarında kullanılmasına hayret etmişti (Yâkût el-Hamevî, 1995:2/5; Fîrûzâbâdî, 2005:1/638; Le Strange, 2011:254; Cevâd ve Sûse, 2009:31).

Müktefî, babasının başlattığı sarayın inşaatını tamamlamanın dışında Hilâfet Sarayı’nın dâhilinde Saray Camii’ni [Câmiu’l-Kasr] inşa ettirmiştir. Böylece 4/10. yüzyıl tarih ve coğrafyacılarının atıfta bulunduğu doğu yakasının iki Cuma camii olan Ruṣâfe Camii ve Saray Camii ortaya çıkmıştır. Caminin kurulduğu arazi önceden Mu‘tazıd’ın zindan olarak kullandığı fakat aslında Ḳasru’l-Ḥasenî’nin inşaatında çalışan işçilerin barınması için inşa edilmiş tonozlu odaların bulunduğu bir mekândı. Müktefî, hilafetinin başlarında bu yapıların yıkılmasını ve yerine bir cami inşa edilmesini emretmişti. Başlangıçta halka açık olmayıp sadece halifenin namaz kıldığı bu cami daha sonra halka açık hale getirilmiştir.

Saray Camii’nin [Câmi‘u’l-Ḳasr], Abbâsî Halifeliği’nin sonuna kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır. 1258’deki Moğol istilası sırasında caminin kısmen yandığı fakat Hülâgu’nün emriyle onarıldığı kaydedilmiştir. Mustafa Cevâd, 1950’li yıllarda bu caminin harap haldeki minaresinin İplikçiler Çarşısı’nın [Sûḳu’l-Gazl] yanında olduğunu ve İplikçiler Çarşısı Minâresi adıyla bilindiğini kaydetmiştir (Cevâd ve Sûse, 2011125).

Müktefi, Tâc’ın hemen yanında toplantı salonları ve birçok kubbeli alan inşa ettirdi ki bu kubbelerden biri Merkep Kubbesi [Kubbetu’l-Himâr] adıyla meşhur olup, halife ufak bir eşekle [himârun latîf] binanın spiral merdiveninden yorulmadan en tepeye kadar çıkabiliyordu. Yarım daire şeklinde, oldukça yüksek bir kuleden ibaret olan bu yapı sayesinde halife buradan Dicle’nin güzel manzarasını izleyebiliyordu. Cevâd ve Sûse (2011:126) yapının Sâmerrâ’daki Melviye’ye benzediğini kaydetmektedir. Sarayın Dicle’ye bakan yüzü, her biri 5 zirâ yüksekliğinde olan 10 mermer sütun üzerindeki toplam 5 kaide üzerine bina edilmişti133. Yâkut’un kaydına göre bu yapı, Halife

133 Saraya adını veren mimari özellik Yâkût’un tarifinden tam olarak anlaşılamamaktadır. Fakat Merâsid

müellifinin, Tâc sarayının mimarisi hakkındaki ifadeleriyle birleştirildiğinde, sarayın mimarisi tasvir edilebilir bir şekil almaktadır. İbn Abdulhak’ın tarifinde taç adı verilen kısım, mermer sütunlar ve 5 tâk üzerinde yükselen revak benzeri bir platformdan meydana gelmektedir. Her iki tâk arasında 5 sütun vardı ve sütunların beşincisi ortada olup son derece yüksekti. Bu yapıların tamamı Dicle üzerine yapılan set

70

Muktefî134 Billâh zamanında [1136-1160] saraya isabet eden bir yıldırım neticesinde yıkılmıştı. Muktefî bu binayı eski tarzında yeniden inşa ettirmişti. Fakat onarım sırasında mermer sütunların yerine tuğla ve kireç kullanıdığı kaydedilmiştir (Yâkût el-Hamevî, 1995:2/5; 4/308).

Müktefî vefat ettiğinde sarayın tavlalarında at, katır ve deve gibi hayvanlardan toplam 9000 adet bineğin bulunduğu kaydedilmiştir. Muktedir, Tâc Sarayı’nın çevresine yeni binalar ekletmiş, ayrıca S̱üreyyâ ile Tâc arasında uzanan bölgede yeni bir hayvanat bahçesi yaptırmıştı. Muktedir zamanında gelen Bizans elçisine At Hanı [Hânu’l-Hayl] gezdirildikten sonra aralıksız geçitler ve dehlizlerle bu yapıya bağlanan Hayvanat Bahçesi’ne [Hayru’l-Vahş] ulaşılmıştı. Bahçede bulunan muhtelif yırtıcılar ziyaretçilerin yakınına kadar yaklaşılıyor, hatta bazı ziyaretçiler ellerindeki yiyeceklerle onları besliyordu (Hatîb el-Bağdâdî, 2004:1/118).

Tâc Sarayı’nın Dicle sahiline bakan kısmında Halife Kâhir tarafından kurulan küçük bahçe [muhtemelen burayı ziyaret eden] Mes‘ûdî tarafından şu şekilde tarif edilmektedir:

Halife Kâhir surun ihata ettiği bölümünde yaklaşık 1 cerib büyüklüğünde bir bahçe yapmıştı. Bahçeye, Basra, Umman ve Hint’ten getirtirilen nârenciye ağaçları dikmişti. Ağaçlar bahçeyi kapatacak kadar büyüyüp gelişmiş, ağaçların dalları arasındaki kırmızı ve sarı meyveler birer yıldız gibi parlar olmuştu. Ağaçların arasında türlü fidanlar, hoş kokulu güller ve çiçekler vardı. Bunların dışında kumru [el-kumârî],üveyik [ed-dübâsî], karatavuk [eş-şehârîr], papağan [el-babbâğa] gibi muhtelif memleketten getirilen kuş türleriyle bu bahçe olağanüstü bir güzellikteydi. Halife Kâhir şaraba düşkündü ve içki meclislerini bu oturma yerlerinde kurardı. Hilâfet Râzî’ye geçince, o da bu mekânı çok sevmiş, içki meclislerine burada devam etmiştir… (Mes’ûdî, 2005:4/267; Le Strange,

2011:258)

Kâhir Billâh’ın müsadere ettiği mallara ve kendisine ait hazineye ne yaptıysa ulaşamayan Râzî, Kâhir’e yaptığı işkenceden vazgeçip güzel muamele ile yaklaştığında ondan “Nârenciye bahçesinin dışında benim hiç bir malım yok” cevabını almıştı. Râzî, onun bu sözünden, hazineyi bahçesini gömmüş olabileceğini düşünerek, bahçenin her yanını kazdırmış, ağaçları söktürmüş fakat Kâhir’in mallarına ulaşılamamıştır. Yapılan kazılarda Kâhir’e ait mallara ulaşılamayınca, bahçesinin kendisinden sonra başka birine yâr olmaması için o sözü sarf ettiği anlaşılmıştı (Mes’ûdî, 2005:4/267-8).

duvarının üzerinde yükseliyordu. Dicle suları ile Tâc arasındaki mesafe 70 zirâ’dan daha fazlaydı. Bkz. İbn Abdulhak (1954), Merâsid, C. 1, s. 248.

134 Halife Muktefî [يفتقملا] ile kendisinden yaklaşık 200 yıl önce halife olan Müktefî [يفتكملا] birbirine

karıştırılabilmektedir. İsimlerinin benzerliklerin yanında, Müktefî’nin Tâc Sarayı’na yaptırdığı meşhur Kubbetu’l-Himâr, Muktefî zamanında yanmıştı.

71