• Sonuç bulunamadı

Dâru’l-Ḫilâfe’nin Sur ve Kapıları

4/10 YÜZYIL BAĞDAT TOPOGRAFYAS

Harita 1: Ruṣâfe ve Çevresinin Takrîbî Haritası

1.1.1.3 Dâru’l-Ḫilâfe’nin Sur ve Kapıları

Yaklaşık 60 yıllık Sâmerrâ döneminin ardından Halife Mu‘tazıd’ın Bağdat’a kalıcı olarak yerleşmesiyle birlikte Bağdat’ın imarında gözle görülür bir canlanma yaşanmıştı. Mu‘tazıd’ın inşasına başladığı yeni saraylar, oğulları Müktefî ve Muktedir zamanında tamamlanmıştır. Kaynaklarda Muktedir’den sonra gelen halifeler zamanında dikkate değer bir gelişmeden söz edilmemiştir. Kâhir zamanında, inşaat faaliyetleri bir yana, Muḫarrim’deki Dâru’l-Vizâre’nin dahi satıldığı görülmektedir.

Dâru’l-Ḫilâfe’nin etrafını, Dicle sahilinden başlayıp tekrar Dicle’de sona eren,

dokuz kapısı olan, yarım daire şeklinde126 bir sur [Sûru Dâri’l-Ḫilâfe] ihata ediyordu. Bu

surun, Ḳasru’l-Ḥasenî’yi genişletip ona yeni binalar ekleyen Halife Mu‘tazıd tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir (Cevâd ve Sûse, 2011:123).

Sur içindeki halka ait yerleşim birimlerini [Ḥarîmu127 Dâri’l-Ḫilâfe], halifelerin

özel ve resmi hayatlarının geçtiği kısımdan ayıran Sûru Ḥarîmu Dâri’l-Ḫilâfe adında başka bir sur bulunuyordu. Dolayısıyla burada, Dâru’l-Ḫilâfe suru ve Harîm suru olmak üzere iç içe geçmiş iki sur sistemi mevcuttu. Yâkût el-Hamevî, “el-Ḥarîm” maddesinde,

Ḥarîmu Dâri’l-Ḫilâfe’nin, Bağdat’ın üçte birini teşkil ettiğini kaydeder ve Dâru’l- Ḫilâfe’nin sur sistemini şöyle anlatır:

Bu surun etrafını sardığı, ammeye ait evler, mahalleler ve Bağdat’ta Cuma namazlarının kılındığı Câmiu’l-Kasr’ın tamamına Harîm denilmiştir. Halka ait evleri içeren bu Harîm ile Dâru’l-Ḫilâfe’nin has bölümü arasında hiç kimsenin girmesine müsaade edilmeyen bir başka sur daha vardır (Yâkût el-Hamevî, 1995:2/251).

Dâru’l-Ḫilâfe surunun kuzeyindeki ilke kapıya Ġarabe Kapısı [Bâbu’l-Ġarabe] adı verilmiştir. Dicle’nin kıyısındaki İğneciler Limanı’nın [Meşra‘atu’l-İbriyyîn] yanında bulunan bu kapının, adını o civarda bulunan akçakavak ağacından [şeceretu’l-ġareb] aldığı kaydedilmiştir (Cevâd ve Sûse, 2011:157).

126 Kazvînî, Yâkût ve İbn Abdulhak’ın yarım daire şeklinde tarif ettiği Dâru’l-Ḫilâfe surunun şeklini “hilal

şeklindedir” kelimeleriyle ifade eder. Bkz. Zekeriyyâ el-Kazvînî (1960), Âsâru’l-Bilâd, s. 315.

127 Harîm (Harem) kelimesi bir kuyunun çevresindeki 40 ẕira‘ çapındaki alan, bu alan içinde bulunan bina

ve teçhizata verilen genel bir isim olup, kelime zamanla anlam genişlemesine uğrayarak, yasaklanıp engellenen bütün durumlar için kullanılmıştır. Bkz. Yâkût el-Hamevî (1995), Mu‘cemu’l-Buldân, C. 2, s. 250.

58

Sur üzerindeki ikinci kapı olan Hurma Pazarı Kapısı’na [Bâbu Sûḳu’t-Temr] sonradan Bâbu’l-Kâimî adı verilmiştir (Cevâd ve Sûse, 2011:158). Bu kapının oldukça yüksek inşa edildiği, Nâsır Lidînillâh’ın hilafetinin ilk döneminde kapatıldığı kaydedilmiştir (Yâkût el-Hamevî, 1995:2/251). Kazvînî, kapatılmasına sebep olarak, Halife Müsterşid’in Türklere karşı savaşmak üzere bu kapıdan çıktığı ve bu çıkışın kötü akıbetle sonuçlanması sebebiyle olduğunu kaydeder (Kazvînî, 1960:315). Bu kapının Harîm’e açılan iç kısmının hemen yanında ed-Dâru’l-Kutniyye diye bilinen konak bulunuyordu. Bu konak iğne satıcılarının bulunduğu Meşra‘atu’l-İbriyyîn’e bakıyordu (Cevâd ve Sûse, 2011:158).

Bedr Kapısı [Bâbu Bedr/Bedriyye], Dâru’l-Ḫilafe kapılarından olup Ġarabe ve Hurma Pazarı kapılarının yakınında bulunmaktaydı. Bedr veya Bedriyye olmak üzere iki farklı şekilde imla edilmesinin sebebi ise kapının farklı kişi ve gruplara nispet edilmesinden kaynaklanmaktadır. Rivayete göre Halife Mu‘tazıd’ın gulâmı Bedr el- Mu‘tazıdî’ye nispet edildiği için kapının bu adla anıldığı ifade edilmiştir (Kâzerûnî, 1962:20). Bedr Kapısı’na bir zamanlar havas zümresinin Dâru’l-Ḫilâfe’ye bu kapıdan girmesi sebebiyle Ḫâssa Kapısı [Bâbu’l-Ḫâssa] adı verildiği de kaydedilmiştir. Halife Müktefî tarafından siyaseten katledilen, Mu‘tazıd döneminin önde gelen kumandanlarından olan Bedr’in konağı ve sokağının (Safedî, 2000:10/58), bu kapının dış kısmında bulunması sebebiyle Ḫâssa Kapısı adı, yerini Bedr veya Bedriyye Kapısı adına bırakmıştır. Bedr Kapısı’nın üzerine Halife Müstazhir tarafından Hilafet sarayları ve sur dışındaki Reyhâniyyîn Konağı’nın yakınında bulunan Reyhâniyyîn Çarşısı’nı [Sûḳu’r-

Reyhâniyyîn] izlemek için bir seyir terası [manzara] yaptırıldığı kaydedilmiştir (Cevâd

ve Sûse, 2011:158). Sarayda Bahtiyar tarafından derdest edilen Halife Tâi‘ Lillâh, Dâru’l- Memleke’ye götürülürken Bedr Kapısı’ndan çıkarılmıştı (İbnu’l-‘İmrânî, 2001:1/179).

Nûbî Kapısı [Bâbu’n-Nûbî]: Bedr Kapısı’nın doğusunda Dâru’l-Ḫilâfe’ye açılan iki büyük kapı bulunuyordu. Bunların ilki Nûbî Kapısı’dır. Nûbî Kapısı’na Eşik Kapısı anlamına gelen Bâbu’l-‘Atebe de deniyordu (Yâkût el-Hamevî, 1955:2/251). Çünkü Bağdat’a gelen elçiler, ordu kumandanları, melikler ve hac emirleri bu kapıdan kabul edilirdi. Abbâsî halifeliğinin sonuna kadar Dâru’l-Ḫilâfe’nin ana girişi yani protokol kapısı olarak bu kapı kullanımda kalmıştır (Cevâd ve Sûse, 2011:158).

59

Dâru’l-Ḫilâfe kapılarından olan ‘Âmme Kapısı’nın [Bâbu’l-‘Âmme] bir diğer adının Ammûriye Kapısı [Bâbu Ammûriyye]128 kapısı olduğu kaydedilmiştir. Bu isimle

anılma sebebinin, Halife Mu‘tasım’ın, Ammûriye’den getirdiği devasa boyuttaki demir kapıyı buraya taktırmasından ötürü olduğu kaydedilmiştir (İbnu’t-Tıktâkâ, 1997:227). Nûbî Kapısı ile Amme Kapısı arasında halka ait mahalleler bulunuyordu. Bu mahalleleri Dâru’l-Ḫilâfe’den ayıran bir başka sur daha bulunuyordu. Bu surun üzerinde de, Bâbu’d-

Devâmât, Bâbu’l-Alyân ve Bâbu’l-Harem gibi kapıların olduğu kaydedilir. Amme

Kapısı’ndan sonra sur üzerinde Halife Müsterşid’in açtırdığı Bâbu’n-Nasr dışında uzun bir mesafede kapı bulunmuyordu. Bâbu’l-Ḫâssa ise Bedr Kapısı’nın eski adı unutulduktan sonra yeni bir kapının adı olmuştur (Cevâd ve Sûse, 2011:159).

Bostan Kapısı’nın [Bâbu’l-Bustân] Amme Kapısı’ndan itibaren surun yaklaşık bir millik kısmında bulunan tek kapı olduğu kaydedilmiştir (Cevâd ve Sûse, 2011:159). Bu kapının üzerinde kurban bayramlarında kurbanlıkların kesildiği yere bakan bir seyir terası bulunmaktaydı. Ali b. Îsâ üçüncü defa vezirlik makamına getirilip Halife Muktedir tarafından kendisine hil‘at giydiğinde [Safer 315/Nisan-Mayıs 927], saraydan Bostan Kapısı’ndaki konağına kadar yürümüştü. Adet olduğu üzere bütün kumandanlar vezirin önünde evine kadar yürümüşlerdi (Hemedânî, 1967:250; Miskeveyh, 2000:5/219). Halife Muktedir döneminin önde gelen kumandanları Hârûn b. Garîb, Şefî’ el-Lu’luî, Müflih, Nesîm, Yâkût ve Nâzûk, Ali b. İsa’nın Bâbu’l-Bustân’daki evine varıncaya kadar yeni vezirin önünde yürümüşlerdi (Miskeveyh, 2000:5/219).

Bostan Kapısı’nın yakınında, kapının adıyla anılan bir de mezarlık [Makberatu

Bâbu’l-Bustân] bulunuyordu. Meşhur kıraat âlimi İbn Mücâhid vefat ettiğinde [20 Şaban

324/13 Temmuz 936], ikamet ettiği Bostan Kapısı Mezarlığı’na defnedilmişti (Sıbt İbnu’l-Cevzî, 2013:17/117).

Merâtib Kapısı’nın [Bâbu’l-Merâtib] Dâru’l-Ḫilâfe surunun Dicle’ye birleşmeden önceki son kapısı olduğu kaydedilmiştir. Harîm’in güneyindeki bu kapı ile Dicle arasında yaklaşık iki ok atımı mesafe [nahve ğalvetey sehm]129 olduğu ifade edilmiştir (İbnu’l-

128 Halife Mu‘tasım Ammûriye’yi zapt ettiğinde bu şehrin demir kapılarından birini söktürüp Bağdat’a

getirtmişti. Bkz. İbnu’t-Tıktâkâ (1997), Fahrî, s. 227; Bu kapı muhtemelen doğu surlarının yapıldığı Müsta‘în zamanında Bâbu’l-Amme adı verilen kapıya takılmıştı ki, o günden itibaren bu kapıya Ammûriye Kapısı da denilmişti.

60

‘İmrânî, 2001:16). Yine Hilâl b. el-Muhassin’in evi bu kapının etrafını saran mahallede bulunuyordu (İbnu’l-Cevzî, 1992:8/83).

Yâkût el-Hamevî ve İbnu Abdulhak, Merâtib Kapısı ve çevresindeki mahalle hakkında şu kayıtları düşerler:

Bâbu’l-Merâtib, Bağdat’taki Dâru’l-Ḫilâfe’nin kapılarındandır. En büyük ve en şerefli kapılarındandı. Kapıda, kadri büyük, sözü geçen bir hâcip vardı. Kapının iç kesiminde, zengin tacirlerin ve eşrâfın oturduğu büyük bir mahalle ile eski evler bulunuyordu. Buradaki evler bir zamanlar oldukça pahalı ve kıymetli binalardı. Sonra sakinleri orayı terk ederek başka yere taşındılar. Şimdi ise hiçbir kıymeti kalmamıştır. Burada evi olanlar satmaya çalışır da alıcı bulamazlar. Bu sebeple sahipleri evlerini yıkıp enkazını satarlar (Yâkût el-Hamevî, 1995:1/312; İbn

Abdulhak, 1954:1/146).

Dâru’l-Ḫilâfe’nin içinde Şâri‘u Dâri’l-Ḫilâfe adı verilen büyük bir cadde bulunuyordu. Bu cadde, kuzey kapısı Bâbu’l-Ġarabe’den başlayarak Dicle’ye müvazi bir biçimde güneydeki Bâbu’l-Merâtib’e uzanıyordu. Caddeden saray ve konaklara açılan sokaklar ve sur kapılarına açılan yollar bulunuyordu (Cevâd ve Sûse, 2011:159-160).

Saraylar

Bağdat’ın doğu yakasında kurulan ilk saray, Halife Mehdî’nin şehzadeliği döneminde Bağdat’taki ikametgâhı olan Mehdî Sarayı [Ḳasru’l-Mehdî]’dır. Mehdî, Me’mûn ve Müsta‘în tarafından geçici olarak kullanılan bu saray, 4/10. yüzyılda Abbâsî ailesine mensup hanımların ve şehzadelerin yaşadıkları yerdi.

4/10. yüzyılın başından itibaren doğu yakasının güneyindeki Ḥasenî Sarayı çevresinde inşa edilen saraylar Dâru’l-Ḫilâfe’yi meydana getirmiştir. Dicle sahiline bakan kıyıda, kuzeyden güneye doğru dizilen saraylar arasında Firdevs Sarayı [el-Ḳasru’l-

Firdevs], Tâc Sarayı [el-Ḳasru’t-Tâc], Ḥasenî Sarayı [el-Ḳasru’l-Ḥasenî], Dâru’l-

Musemmine ve Dâru’ş-Şecere bunların başlıcasıydı. Burada Ruṣâfe’de bulunan Mehdî Sarayı ve Dâru’l-Ḫilâfe’deki en eski saray olan Ḳasru’l-Ḥasenî’den sonra öne çıkan diğer saraylar kronolojik olarak verilecektir.