• Sonuç bulunamadı

4/10 YÜZYIL BAĞDAT TOPOGRAFYAS

Harita 1: Ruṣâfe ve Çevresinin Takrîbî Haritası

1.1.2.2 Hilâfet Sarayı [Dâru’l-Ḫilâfe]

Doğu yakasının güneyinde, Dicle sahili boyunca etrafı surlarla çevrili yaklaşık 1 km’lik alana Dâru’l-Ḫilâfe adı verilmiştir. Sûḳu’s̱-S̱ülesâ’ Mahallesi’nin güneyinden başlayan ve etrafı yarım daire şeklindeki bir surla ihata edilmiş olan Dâru’l-Ḫilâfe, 4/10. yüzyılda Bağdat’ın doğu yakasının en aşağı kısmını teşkil ediyordu ve daha güneyde Kelvâze’ye kadar düzenli bir yerleşim131 bulunmuyordu (İstahrî, 2004:83; İbn Havkal,

1996:216).

Dâru’l-Ḫilâfe yöneticilerin ikamet ettiği, merkezî hükümet büroları ve ordu evlerinin bulunduğu bir iç kaleyi [kuhendîz] ihtiva eden geleneksel İran şehir tipini

131 Burada düzenli bir yerleşimle mahallelerin bulunmadığı ifade edilmek istenmiştir. Zira İbn Havkal

Kelvâze’ye kadar evlerin bulunduğunu kaydediyor: Doğu canibinin yapıları Dâru’l-Ḫilâfe’nin aşağısında Kelvâze’ye kazar uzanır. Kelvâze aynı şekilde iki yakaya ayrılmış (el-kısde) bir şehirdir. Orada bir Cuma Camii vardır. Burası Bağdat’tan sayılsa yeridir. Çünkü Bağdat’tan pek çok kişi burada namaz kılar. Bkz. İbn Havkal (1996), Ṣûretu’l-Arḍ, s. 216.

63

yansıtmaktaydı. Burada Ḳasru’l-Ḥasenî, Ḳasru’l-Firdevs, Ḳasru’t-Tâc, Dâru’ş-Şecere,

ed-Dâru’l-Müsemmine sarayların yanında vezirlere ait binalar, divanlar ve bunun gibi

binalar bulunuyordu. Dâru’l-Ḫilâfe’nin tam karşısında, Dicle’nin batı yakasında, halifelerin gezip istirahat ettikleri özel bir mesire alanı olan Rakka Bostanları [Besâtînu

Rakka] yer almaktaydı (Le Strange, 2011:261).

Hilâl b. el-Muhassin es-Sâbî, Dâru’l-Ḫilâfe’yi şu sözlerle anlatır:

[Dâru’l-Ḫilâfe] bir zamanlar muazzam genişlikteydi. Geriye kalan şimdiki şu harika bakiyenin birkaç katıydı. Bunun kanıtı ise [Dâru’l-Ḫilâfe’nin] bir zamanlar hayvanat bahçesi [el-ḥayr] ve S̱üreyyâ [Sarayı]’na kadar uzanmasıdır. Bugün aralarında oldukça uzun bir mesafe vardır. Muktedir Billâh’ın [salevâtüllâhi aleyh] hal’ edilişi, geri gelişi, Kâhir Billâh’ı tutuklaması, Ebu’l-Heycâ lakaplı İbn Hamdân’ın öldürülüşü ve bundan sonra farklı ellerde bu meyanda vuku bulan fitneler sırasında meydana gelen yangınlar ve yıkımlarda, saraylar, köşkler, yapılar ve mamur köşeler harap oldu. Böylece, bunlarla [yani Hayvanat bahçesi ve S̱ üreyyâ Sarayı ile] Hilâfet Sarayı’nın arası açılmış, aralarındaki mesafe uzamıştır. Çünkü bu fitneler sırasında [Dâru’l-Ḫilâfe’nin] büyük bir kısmı [eş-şatru’l-ekber] harap olmuştu (Hilâl es-Sâbî,

1986:7).

Dâru’l-Ḫilâfe’nin önceki durumu hakkında, İbn Havkal’ın ifadeleri Sâbî’nin kaydını destekler mahiyettedir. İbn Havkal, hilâfet sarayları ve bu sarayların bahçelerinin etrafının tek bir sur ile çevrili olduğunu, surun Dicle kıyısından Bîn Nehri’ne [Nehru Bîn] kadar vardığını, oradan dönerek tekrar Dicle sahiline değini ve iki fersah boyunca uzandığını kaydetmiştir (İbn Havkal, 1996:216).

Hilâfet Sarayı’ndaki bahçe ve bostanların ekilip biçilmesi ve saraya ait hayvan sürülerinin [‘avâmil] idaresi için çiftçiler, seyisler ve çobanlar tutulduğu kaydedilmiştir. Dâru’l-Ḫilâfe’nin içinde yaşayan tüm saray ahalisi için 400 hamamın bulunduğu kaynaklarda ifade edilmiştir. Müktefî Billâh zamanında sarayda 20.000 saray oğlanı [Ġilmân Dâriyye], zenci ve Slavlardan mürekkep 10.000 hizmetçi bulunurdu. Muktedir Billâh zamanında ise 7.000’i zenci, 4.000’i beyaz Slavlardan olmak üzere toplam 11.000 hizmetçi görevlendirilmişti. Ayrıca hür ve köle olmak üzere toplam 4.000 kadın ve harem oğlanlarından [Ġilmân Huceriyye] binlercesi bulunurdu. Sarayı muhafaza etmek için 5.000 Musâfiyye piyadesi nöbet tutardı. Ayrıca 4.000 bekçi [hâris] ve 8.000 temizlikçi [ferrâş] bulunduğu kaydedilmiştir (Hilâl es-Sâbî, 1986:7-8). Eğer bu sayılar doğru ise Halife Muktedir Billâh zamanında, hizmetçiler ve muhafızlarıyla birlikte saraylıların toplam nüfusunun 35.000 civarında olduğu anlaşılmaktadır.

Hatîb el-Bağdâdî’nin 305/917 senesinde Bağdat’a gelen Bizans elçi heyetinin şehre girişi hakkındaki kayıtları, Dâru’l-Ḫilâfe’nin yapıları ve caddeleri hakkında önemli

64

bilgiler verir. Buna göre Bağdat’ın doğu yakasının en kuzeyinde bulunan Şemmâsiye Kapısı’ndan şehre giren heyet, Muḫarrim Kapısı’ndan geçerek Bâbu’l-’Âmme’ye ulaşmıştır. Bâbu’l-’Âmme’den giren heyet ilk olarak, büyük bir bölümü mermer sütunlarla kaplı revaklı bir avluya yönlendirilmiştir. At Hanı [Hânu’l-Hayl] adı verilen bu bölümde 1000 adet saf kan at bağlanmıştır. Hanın sağ tarafında altın ve gümüş eyerli, üzerleri örtülü 500 at, sol tarafta ise eyerleri altın sırmalı ve başları uzun ipek örtülerle kaplı 500 at bulunuyordu. Her atın başında üniformalı bir seyis [şâkiriyye] duruyordu (Cevâd ve Sûse, 2009:33).

Şemmâsiyye’den Dâru’l-Ḫilâfe’ye kadar uzanan ana yolun kenarları çift sıra halinde askerlerle tutulmuştu. Bu münasebetle süvari ve piyade olmak üzere Bağdat’ta toplam 160.000 askerin olduğu kaydedilmiştir. Bizans imparatorunun mektubunu getiren elçilere halife ile görüşmelerinden önce Dâru’l-Ḫilâfe’deki saraylar gezdirilmişti. Heyetine 23 sarayın gösterilmesi, Dâru’l-Ḫilâfe’nin alanının büyüklüğünü gözler önüne sermektedir. Bu gezi sırasında elçi tek bir askerin bile bulunmadığı saraya götürülmüştür. Bu sarayda hizmetçiler [hadem], hâcipler [huccâb] ve siyah gulâmlar [ğilmânu’s-sûdân] bulunuyordu. Sarayda 4000’i beyaz, 3000’i siyahi olmak üzere toplam 7000 hizmetçi, 700 hâcib ve siyahi hizmetçilerin dışında 4000 tane de siyahi gulâm vardı. Elçinin saray ziyareti sırasında bunlar sarayın alt ve üst katlarında görev yapıyorlardı (Hatîb el- Bağdâdî, 2004:1/117-120; Le Strange, 2011:255).

Elçiler bu bölümü gezdikten sonra, yakında bulunan hayvanat bahçesine götürülmüştü. Hayvanat bahçesinde envâi çeşit vahşi hayvan kendilerine mahsus alanlarda muhafaza ediliyordu. Daha sonra fillerin tutulduğu başka bir binaya götürülmüşlerdi. Burada altın sırma işlemeli ipek eyerlerle donatılmış, her birinin üzerinde 8 Sindli ile ateşli ciritler atan adamlar oturmaktaydı. Bundan sonra sonra 50’si sağ tarafta, 50’si sol tarafta bağlı tutulan 100 adet aslanın bulunduğu bölüme geçilmiştir. Boyunlarından demir halkalar ve zincirlerle bağlanmış bu yırtıcıların her birinin başında bir bakıcının [sebbâ’] beklemekte olduğu (Hatîb el-Bağdâdî, 2004:1/118), hayvanat bahçesinin diğer bölümlerde ise zürafalar ve av için tutulan leoparlar bulunduğu kaydedilmiştir (Le Strange, 2011:256).

Elçiler daha sonra bahçelerle kaplı Cevsaku’l-Muhdes Sarayı’na götürülmüşlerdi. Sarayın ortasında 30 zirâ‘ uzunluğunda 20 zirâ‘ genişliğinde parlak kurşundan imal edilmiş bir havuz ve havuzun içinde üzerleri işlemeli ve altın sırmalı Debîkî kumaşla

65

kaplanmış oturma yerleri olan dört adet küçük tekne [tayyârât sığâr] bulunuyordu. Bunların etrafında ise parlak gümüşten dahi daha güzel göründüğü söylenen kurşundan kanallar mevcuttu. Havuzun etrafında geniş bir bahçe vardı. Bahçede bulunan 400 hurma ağacının her birinin 5 zirâ’ yüksekliğinde olduğu, gövde kısımlarının tamamının kök hizasından dallarının başlangıcına kadar işlenmiş sâc ağacıyla kaplı olduğu ve ayrıca bahçenin muhtelif yerlerinde keskin kokulu turunç meyveleri taşıyan ağaçlardan bahsedilmiştir (Hatîb el-Bağdâdî, 2004:1/118; Cevâd ve Sûse, 2011:33).

Elçi heyetine Dâru’l-Ḫilâfe’deki 23 saray gezdirildikten sonra harem gulâmlarının bulunduğu Doksanlı Avlu’ya [eṣ-Ṣaḥnu’t-Tis‘înî] geçilmişti. Avluda güzel kıyafetleri, ellerinde baltaları ve süngüleriyle tepeden tırnağa savaş aletleriyle donatılmış gulâmlar bekliyordu. Bu bölümden çıkan elçi heyeti ordu haciblerinin halifeleri, piyadeler ve düşük rütbeli kumandanların saflarının arasından geçerek hilafet sarayının selamlık bölümüne [Dâru’s-Selâm] ulaşmıştı. Diğer bütün avlulardan daha fazla hizmetçi ve slavın [es-

Sekâlibe] bulunduğu selamlıktaki insanlara kar ile soğutulmuş içecekler ve bira [fukkâ‘]

ikram edilmekteydi. Hizmetçilerden bazıları elçi heyetine eşlik ediyor, onlara oturacak yer göstererek rahat etmelerini sağlıyor ve su ikram ediyorlardı. Halifeliğin Şam sınırı hudut kumandanı Ebû Ömer Adiy b. Ahmed b. Abdulbâkî et-Tarsûsî de üzerindeki siyah renkli kaftanlar [kabâ’ sevdâ’], kılıcı ve kemeriyle [minṭaka] elçi heyetine eşlik ediyordu. Heyet Halife Muktedir’e geldiğinde halife Tâc Sarayı’nın Dicle’ye bakan kısmında, altın işlemeli Debîkî elbisesiyle abanozdan yapılmış ve üzeri altın sırmalı Debîkî örtülerle süslenmiş tahtında oturuyordu. Halifenin başında tavîle adı verilen uzun bir başlık, tahtının sağında tesbih tanesi gibi dizilmiş 9 mücevher, sol tarafından ise parıltısı gün ışığına galebe çalacak kadar göz kamaştırdığı söylenen 9 mücevher dizilmişti. Bu parçalar mücevherlerin en büyük ve değerlileri olduğu kaydedilmiştir. Halifenin beş oğlundan üçü sağ tarafında, ikisi ise sol tarafından durmaktaydı. Protokol kurallarına aykırı bir şekilde ayağa kalkan elçi ve tercümanı halife tarafından aşağılamıştı. Bunun üzerine elçinin tercümanı, halifenin tercümanı Mûnis el-Hâdim ve Nasr el-Kuşûrî’ye hitaben “Eğer

efendinizin yer öpmemizi istediğini bilseydim öperdim fakat bizim nezdimizde sizin elçilerinizden böyle bir şey istenmediği için ben de yapmadım” demişti. Elçilerden genç

olanı müzakereci, yaşlı olanı ise tercümandı. Yaşlı elçi, imparatora saygı ifadesi olarak devasa mektubu öptükten sonra halifeye teslim etmişti. Halifenin huzurunda yaklaşık bir saat kalan iki elçi ve beraberindekiler, Ḫâssa Kapısı’ndan çıkarak konakladıkları Dâru

66

Sâ‘id’e gitmek üzere saraya mahsus özel bir tekne olan hassa şezâlarına binmişlerdi (Hatîb el-Bağdâdî, 2004:1/119-120).

Aduddevle’nin hazinedarı Hûşâze’nin “Dâru’l-Ḫilâfe’nin mâmur ve harap

kısımlarını, harîmini, civarını ve kenarlarını gezdim ve gördüm ki, Şiraz ölçeğindedir”

dediği nakledilmiştir (Yâkût el-Hamevî, 1955:2/251). Bu kayıt Dâru’l-Ḫilâfe’nin boyutlarını göstermesi bakımından önemlidir. 364 senesi ilkbaharında Bağdat’a giren Adududdevle, Hilâfet sarayını tamir ettirip, boyattırmış, döşemelerini, halılarını ve bütün eşyalarını yeniletmişti. 8 Receb 364/24 Mart 975 tarihinde Bağdat’a dönen Halife Tâi‘ için bütün hazırlıkları tamamlattırmış ve halifeyi bizzat karşılamak için önüne çıkmıştır (Miskeveyh, 2000:6/389).