• Sonuç bulunamadı

2.4 Radikal Yapısalcı Paradigma Diyalektik Kuram

2.4.3. Yeni Marxist Yaklaşım ve Kent

Karl Marx kentle ilgili hiçbir teori ortaya koymamıştır. Ancak, ona göre kent, önemli bir analiz birimidir, çünkü 19. yy.ın ortalarından beri ekonomik, politik ve sosyal süreçler ulus-devletler düzeyinde gerçekleşmektedir. Kent, sınıf bilincinin ve devrimci hareketin ortaya çıkışında önemli bir elemandır, ancak kent kendisi genel sosyal süreçlerin bir ürünü olarak düşünülmelidir. Bu görüş son 20 yılda değişmiştir. 1960’larda, bir grup Avrupalı sosyalist Marxist teoriyi kente adapte etmeye başlamışlardır. Bu teorisyenler, bu yapının ve daha önemlisi kapitalist toplumlardaki kentlerin problemlerinin onların altındaki ekonomik düzenin ürünü olduğu görüşünde birleşmişlerdir. Onlar, kent problemlerinin, kapitalist sistem içinde yaratılan çelişkilerin yansımaları olduğunu ve tek çözümün sistemi değiştirmek olduğunu söylemişlerdir. (Schwab, 1992: 1-34)

David Harvey kentleşme sürecini sermayenin birikim süreçleri çerçevesinde açıklamıştır. Sermaye birikim süreçlerini ise üç çevirimde açıklamıştır:

Birinci çevirimde, ilk pazar fabrikada üretilen malların satıldığı yerdir. İkinci çevirimde, kapitalist toplumda birden çok üretici vardır, ancak, üretim fazlalaşsa da pazar sabit kaldığı için sermaye sahibinin elinde, malını satamadığı için, yatırıma dönüşmeyen para kalmaktadır. Dolayısıyla bu süreçte, sermaye birikimi çevrenin yapılaşmasına (konut, ulaşım gibi) yatırım yapmakta, alt kentleşme (suburb) ve pazar genişlemekte böylece tüketim pompalanmak, üretim için ise sabit sermayeye (yapılaşmış çevre ve makina

gibi) yatırım yapmaktadır. Ancak, sürekli üreten kapitalist sermayeye bu pazarlar yetmemektedir. Batı, uzun bir süre ikinci çevirimde çözüm aradığı için kriz yaşanmış ve kente sürekli belirgin şeyler eklenmiştir. Böylece, kentsel süreç sermaye birikim sürecinin bir parçası olmuştur. Üçüncü çevirimde, pazarın duraklaması nedeniyle, sermaye piyasasının yerini devlet almakta, üretim ve tüketimden gelen vergiler ile üretimin gelişmesi için, bilim ve teknolojiye; tüketimin gelişmesi için ise, sosyal harcamalara yatırım yapmaktadır. Devlet, sermaye mantığının bir parçasıdır ve bu üç çevirim arasındaki ilişkileri düzenleyen bir aygıt olarak çalışır (Harvey,1985).

Bu gruptaki ikinci isim olan Castells, Harvey’den farklı olarak daha çok yapılara önem vermiş ve kentin kapitalist toplumda oynadığı rolü sorguladıktan sonra ekonomiyi incelemeye başlamıştır. Ekonomiye üretim, tüketim ve değişim ilişkileri açısından bakıldığında değişik örgütlenmelerin olduğunu; üretim değişik şekillerde örgütlenirken, tüketim kent düzeyinde örgütlenmektedir. Kent düzeyindeki bu örgütlenme ise, emeğin üretimi için birlikte tüketim (eğitim, konut, sağlık vb.) şeklinde olmaktadır. Üretim düzeyinde emek-sermaye çelişkisi varken, tüketim düzeyinde birlikte tüketim ve kapitalist üretim arasında çelişkiler oluşmaktadır. Çünkü devlet sosyal faaliyetler ve birlikte tüketim alanlarına yatırım yapabilmek için kapitalist üretimdeki vergileri yükseltmektedir.

Her ikisi de Marxist ve radikal yapısalcı çizgiden geldikleri halde Harvey, çevrenin yapılaşmasına, Castells ise sosyal harcamalara ve birlikte tüketime ağırlıklı olarak yer vermişlerdir. Castells’in bu anlayışında kent tüketim yeri olmaktan çıkmış ve üretim yeri haline gelmiştir.

Castells’in siyasete bakışı da sermaye ve birlikte tüketim bağlamında olmuş, birbiriyle çelişen talepler çevresinde ise kent siyasetinin oluştuğunu söylemiştir. Kentteki olumlu değişimler, kentsel sosyal faaliyetlerin tüketim çevresinde yoğunlaşarak kendilerini siyasi bir güç odağı olarak görmeleriyle mümkün olabilir. Bunlar, ideolojik, ekonomik ve kültürel dönüşümleri örgütlerlerse radikal bir değişime neden olabilirler. Kent bağlamında siyasi bir güç olarak örgütlenerek, birlikte tüketimi geliştirme konusunda başarılı olabilirler. Ancak bu sosyal faaliyetler, siyasi partilerle ilişkiye girerlerse oyunu kuralına göre oynamaya başlar ve sosyal olmaktan çıkarlar (Gottdiener,1988; Ersoy,1992).

2.5 Radikal Hümanist Paradigma

Eleştirel Kuram olarak da değerlendirilen bu yaklaşımın en önemli temsilcisi Horkheimer, Adorno, Marcuse'un üyesi oldukları Frankfurt Okulu'dur. Frankfurt Okulu Marxist teoriyi benimsemiş ve değişimin devrimle olacağını kabul etmiştir. Bunun sağlanması ise yeni sınıfların iktidara gelmesiyle olacak, bu iktidar ise sınıf içindeki bireylerin sınıf bilincine sahip olması ve bu bilincin yönlendirdiği eylemler ile olacaktır. Bireyin eyleminden toplumsal değişmeye geçiş sınıflarla olmaktadır. Dolayısıyla, sınıf bilinci ve "kültür endüstrisi" Adorno ve Marcuse'un ilgi odağı olmuştur (Tekeli, 1999: 67 - 94).

Mevcut toplumsal değişimin insana getirdiği sınırlamaların nasıl aşılabileceğini sorgulamışlardır. İnsanların bilincinin, ilişkide bulundukları ideolojik üst yapıların egemenliğinde oluştuğu düşüncesini eleştirerek, bunu yanlış bir bilinçlenme (false conciousness) olarak tanımlamışlardır. İnsanların bireysel iradeleri önemlidir ve toplumsal yapıların oluşmasında, değişmesinde yaratıcı ve özgür insanların iradeleri ve etkileşimleri önemli rol oynar.

İnsan atomistik bir birey olarak değil, "toplum içinde insan" olarak düşünülmektedir. Toplum yapılanmış, farklılaşmış ve değişkendir. Böyle bir toplum içinde yaşayan insanlar da ilişki içindedirler.

Bu çalışmalar daha sonra Frankfurt Okulunun son temsilcisi olan Habermas'ın iletişimsel eylem kuramı (1996) ile yeni bir kimlik kazanmıştır. Habermas "rasyonelliği, araçsal ve toplum dışından değerlendirilen bir şey olmaktan çıkararak karşılıklı iletişimle ortaya konulan bir şey haline" getirmiştir (Tekeli, 1999: 93).

2.5.1 Oyun ve Simgesel Etkileşim Kuramı

E. Goffman'ın (1959) Oyun Kuramı'nda, hayat bir tiyatro sahnesidir. Toplumsal çevre tarafından tasarlanan metne göre, bireyler de yaşam dramının aktörleridir. Onlar, bazen metni izlerler, bazen de ona karşı hareket ederler. Kişiler - aktörler, "kabul gören bir benlik imajı sunabilmek için sistemi işletirler" (Poloma, 1993: 218). Goffman burada,