• Sonuç bulunamadı

3.1 Tarım Devrimi ve İlahi Otoritenin Temsilcisi Olarak Rasyonalist

3.1.3 Sanayi Devrimi ve Araçsal Rasyonalist Planlamanın Yükselişi

3.1.3.2 Sanayileşen Kentin Sorunları ve Kentlere Sistemci Rasyonalist

19. yüzyılda, özellikle sanayileşmede öncü olan ülkelerde (İngiltere, Fransa ve Almanya’da), kırdan kente göçün artışı ile kentlerde büyük problemler yaşanmıştır. Kentlerdeki sağlıksız koşullar nedeniyle kentlerdeki ölüm oranı, doğum oranını geçmiştir. Kırda ise; ölüm oranı düşük, doğum oranı yüksek olmuştur. Yine de kentler büyük bir hızla büyümüştür. Bu da, o dönemde kırdan kente göç oranının ne kadar yüksek olduğunu göstermektedir. 1851-1872 arasında Paris’e net göç: 510.000, doğal nüfus artışının 4 katı, 1881 Londra nüfusunun ise üçte biri göçmenlerden oluşmuştur (Hawley, 1971).

19. yüzyılda eski Orta Çağ sınıflarının bir kısmı çözülmeye, bir kısmı ise nitelik değiştirmeye başlamıştır. Aile toplumsal örgütlenmenin temel kurumu olmaktan

çıkmıştır. Toplumda başka işçi ve burjuva dernekleri gibi toplumsal örgütlenmeler oluşmaya başlamış, sorunlar yaşayan insanlar ilk dernekleri kurmuşlardır. İşsizlik sorunları ile ilgili olarak ortaya çıkan işçi dernekleri, işçi sendikaları, cenaze kaldırıcıları derneği ve göçmenlere yardım derneği ilk kurulan dernekler olmuştur. Toplumda çok farklı yatay ve dikey çeşitlenmeler oluşmuştur.

Dikey çeşitlenmede; katman sayısı artmış, burjuva ve küçük burjuva sınıfları arasında başka sınıflar ortaya çıkmıştır. Yatay çeşitlenmede ise; sivil örgütlerin, gönüllü grupların yarattığı çeşitlenme artmıştır.

Devletin göçü teşvik etmesi de, kapitalizmin kendini yeniden üretebilmesi de bu

dernekler vasıtasıyla olmuştur. Demek ki, sanayi devrimi önce toplumsal bir kaosa neden olmuş, daha sonra artan toplumsal çeşitlilik ve bu çeşitliliğin getirdiği dernekler, toplumsal düzene geçişde önemli rol almıştır.

19. yüzyıl kentinde; uzmanlaşma giderek artmış, toplumsal sistem karmaşıklaşmış, kültür standartlaşmış, ölçek büyümüş ve bununla birlikte, iletişim maliyetleri artmış (yük ve mesafe), yeni uzmanlıklara ihtiyaç artmış (işletmecilik, organizasyon, yönetim), denetim merkezileşmiş, yönetim ve iletişim mekanizmaları daha da gelişmiş ve ulaşım sistemindeki gelişmelerle (demiryolu, gemiler) birlikte bir merkezden denetlenebilir, ulaşılabilir alanlar büyümüştür.

Bir yandan, kentlerde büyük fabrikalar - seri (fordist) üretim , mekanizasyon gelişir ve sanayi imparatorları (tröstler) gelişirken, diğer yandan, sefalet mahalleleri, toplumsal uçurumlar, konut, kanalizasyon, güvenlik, sağlık ve çevre kirliliği, doğadan kopuş, toplumsal dönüşüm sorunları da ortaya çıkmıştır. (Hawley, 1971: 49-61).

Avrupa'da 19. yy.da sanayileşmeye bağlı olarak ortaya çıkan bu sorunlar ve toplumsal özellikler Türkiye'de 20.yy.'ın son yarısında başlayan ve bugün yoğunlaşan başta İstanbul olmak üzere, büyük kentlerde yaşanan sürece benzemektedir. Ancak, sanayileşme sürecinin Türkiye'de devletin desteği ile başladığı, ülke kalkınma ve bölge planlarının yönlendirici etkisiyle de daha sancısız gerçekleştiği düşünülebilir. Belki de iyimser bir yaklaşımla değerlendirecek olursak, gecekondulaşmaya göz yumulması ve sık sık çıkan aflarla yasallaştırılması da devletin bir tür ucuz konut politikası haline

gelmiş, bu bir yanda kentsel altyapı ve hizmet sorunları yaratsa da, diğer yandan Batı'da yaşanan sürece göre, insanlara minimum sağlıklı ve ucuz barınma imkanları sağlamıştır. Böylece, sanayileşme sonucu göçle gelen insanlar, Batıdaki kadar sağlıksız, güneş girmeyen, 4-5 ailenin birlikte kullandığı ıslak hacimleri olan işçi konutları gibi barınma koşullarında (Bilgin, 1992) değil, ilk başlarda bahçesi de olan köy evi şeklindeki gecekondularda yaşamışlardır. Toffler'ın dediği gibi, toplumlar teknolojideki devrimlerle ortaya çıkan değişim dalgalarından farklı zamanlarda ve farklı derecelerde etkilenmektedirler.

Bu dönemde kent planlaması iki yönde gelişmiştir; İngiltere'de çıkartılan sağlık yasalarıyla kentin sağlıklı hale getirilme çalışmaları ve 1860'lı yıllarda III. Napolyon'un ve Haussmann'ın Paris'teki rasyonalist uygulamaları ve Le Corbusier'in "kulelerin kenti" (Hall, 1990) yaklaşımı. Modernizm tüm yıkıcı yüzünü bu uygulamalarda göstermiştir. Bu tür rasyonalist planlamaya karşı eleştiriler 1890'larda farklı planlama akımlarına neden olmuştur: Güzel kent akımı, E.Howard'ın "bahçe kent" ütopyası, Camillo Sitte'nin tarihi çevreye duyarlı yaklaşımı, Berlage'nin Amsterdam'daki uygulamaları, Tony Garnier'in "endüstri kenti" gibi (Tekeli, 2000: 17-18).

20. yy'da artık kent planlaması mimarlıktan ayrı bir disiplin olarak gelişmeye başlamıştır. 1930’lara gelindiğinde, sanayileşmenin getirdiği sorunlardan hareketle, "kamu yararı" ilkesi ile kentleşme sürecine müdahale edilmesi ve kentlerin "özgür bireylerin yaşadığı yerler" haline gelmesi amaçlanmıştır. Bir başka deyişle, devlet düzenleme mekanizmaları ile sürece müdahale etmeye karar vermiştir ve en önemli

düzenleme mekanizması da kent planlama olarak gelişmiştir. Bu anlayışa göre kent ve

bölgesi; sosyo - ekonomik ve politik bir bütünlüğe sahiptir. Bu organik bütünlük ise, ülke ve bölge ölçeğinden uygulama ölçeğine kadar hem kademeli bir planlamayı, hem de fonksiyon alanlarının ayrı ayrı belli standartlara göre planlanmasını getirmiştir.

Bu gelişimde 1933'de Bertalanffy'nin sistem düşüncesini yerleşimlere uyarlayan Christaller'in geliştirdiği "merkezi yerler kuramı"ndaki kademelenme prensipleri etkili olmuştur. Yaklaşık altmış yıl önce "Güney Almanya'nın Merkezi Yerleri" adlı çalışmasında açıkladığı "Merkezi Yerler Kuramı", yerleşim merkezlerine sistematik bir bakış açısı getirmiş; merkezlerin büyüklükleri, ekonomik fonksiyonları ve birbirleri ile olan ilişkilerine göre bir hiyerarşi / kademelenme önermiştir. Christaller'in modelini

Lösch (1939), Isard (1956), Berry gibi özellikle bölge bilimi ile ilgili teorisyenler geliştirmeye çalışmışlardır.

Şekil 3.1 Christaller'in güney Almanya'da çalıştığı orijinal alan (Allen, 1997: 29)

P.M.Allen'a göre; "denge" kabulüne dayanılarak geliştirilen bu modelde, fizikteki en iyi denge durumunu gösteren "kristal" yapısı kullanılmıştır. Belli bir süreç sonunda bu tür yerleşim sistemlerinin "global bir optimizasyon" sergileyen "mekansal organizasyonlar" haline geleceği düşünülmüştür. Christaller kuramının; merkezi yerlerin ekonomik etkileşimler sonucu böyle bir gelişme gösterecekleri savı, "kendi kendine organizasyon" sonucu "dinamik olarak evrimleşme" düşüncelerini barındırdığı fikrini ortaya çıkartmıştır. Bu, aslında fizikten, sosyal bilimlere ödünç alınan bir düşüncedir; her bireyin kendi amaçları doğrultusundaki birbirinden bağımsız eylemleri, sistemi "bütüncül bir optimallikle" karakterize olan "denge durumuna" götürür. Allen, bunun fizikte kolayca ispatlanabildiğini, ancak sosyo- ekonomik sistemlerde mümkün olmadığını düşünmektedir. (Allen, 1997: 30).

Şekil 3.2 Merkezi yerler kuramı (Allen, 1997: 30)

Merkezi yerler kuramı içindeki kademelenme sisteminde, her bir üst kademenin bir alt kademedeki fonksiyonları da içerebileceği ve zenginleşeceği, buna karşılık daha karmaşık bir örgütlenme yapısına sahip olacağı belirtilmiştir.

Arslan'a göre; merkezi yerler kuramı, gerçekçi olmayan önkabullere bağlı olması ile eleştirilmiş olmasına rağmen, kademelenme, hinterland ve bölge ilişkileri açısından çok önemli katkılar sağlamıştır. (Arslan, 1997: 44-47).

Christaller'in kademelenme düşüncesi ile birlikte planlama da kademeli bir uygulama alanına kavuşmuştur. Yerleşim merkezleri, nüfus büyüklüklerine ve bulunduracağı hizmetlere göre kademelendirilmiştir. Bu sistematik içinde, genel olarak kentlerin yirmi yıllık gelişmesinin tahmin edilebileceği ve buna göre yerleşme biçiminin tasarlanabileceği ve yerel yönetimlerin de yatırım programlarıyla ve yapı süreçlerini denetleyerek bu planları uygulayabileceği kabul edilmiştir. (Tekeli, 2000: 18).

Burada planlama erkinin merkezi otorite olan devlette toplandığını, yerel yönetimlerin ise uygulayıcı veya uygulamayı yönlendirici bir rol üstlendiği görülmektedir. Bu uygulamanın Türkiye'deki yansıması olarak İller Bankası'nın merkezden çeşitli yerel

yönetimler için yaptığı imar planları görülmektedir. Bu rasyonalist planlar, kentlerde olması gereken fonksiyon alanlarını gereken standartlarda sağlamayı amaçlamışlardır. Yerel yönetimlerin zayıf olduğu ve planlama yapacak kadrolara sahip olmadığı dönemlerde, yerleşimlerin gelişmesi için düzenleyici bir işlev yerine getirse de, daha sonraları kentlerin kimliklerini ve geleneksel tasarım çözümlerini gözardı ederek birbirine benzeyen yerleşimlere neden oldukları ve halkın düşünce ve tercihlerine önem vermedikleri için eleştirilmişlerdir.