• Sonuç bulunamadı

3.1 Tarım Devrimi ve İlahi Otoritenin Temsilcisi Olarak Rasyonalist

3.1.1 Antik Dönem ve Kozmoloji Anlayışında Kent ve Planlama

Fernand Schwarz (1997), geleneksel toplumlarda "kutsal coğrafya", "kutsal mekan", "kent" açıklamaları ile ontolojik (varlık) sorunların yaşandığı "planlama, düzenleme ve organizasyon" düşünce ve eylemlerinin mantığını anlamamıza ve açıklamamıza yardımcı olabilir.

"Geleneksel bakış açısına göre insan, kutsalın tecrübesini yaşayabilir ve amacı semavi alemin şekillerini yeryüzünde yeniden oluşturmak olan, zamanı ve mekanı entegre eden "kutsal coğrafya" çerçevesinde evrene bağlanabilir. Kutsal coğrafya basit fiziki bir coğrafya değildir; gök ve yer arasında doğrudan bir bağ oluşturur. Gök ve yerin bu birleşmesi, gerçekten kutsal bir mekan oluşturan belli coğrafi yerlerde kutlanır.

"Kutsal mekan" sadece bir alan değildir; aynı zamanda yukarı ve aşağı güçlerin birleştiği ve bir araya geldiği yönelme noktalarından oluşur. Bu mekan; gök ve yer arasındaki bağlanma / düğüm noktalarından oluşan kocaman bir ağa benzetilebilir, gök ve yer arasındaki ilişkiyi sağlayan bu ağ, aynı zamanda bir hiyerogomi bir başka deyişle bir kutsal evlilik olarak görülür. Böylece, her kent (cité) bu büyülü düğümlerden biri halindedir. Farklı varoluş düzlemleri arasındaki bu evlilik, bir takvimin oluşmasıyla senenin belirlenmiş bazı imtiyazlı anlarında kutlanırdı. Takvimin amacı, mekanı, kozmik ritme bağlayarak ona hayat ve hareket vermektir. Böylelikle, zaman da kutsal olmuş ve insanın yeniden evrenle uyumlu olmasını sağlamıştır.

Demek ki, "kutsal coğrafya", takvimin referans olduğu "gezegenlerin evrimiyle ve mevsimlerle ritimlenmiş" bir zaman - mekan'dır.

Kozmogonik mitlere göre "mekan"; yaratılışın toplanma yeridir ve kendi kaosundan çıkan alemi temsil eder. Kutsal mekan, ilk mekanın görünür alemde daha küçük boyutta yeniden yaratılışıdır. O, tüm uyumların kaynağı olan, düzenleyici ve akleden ilkeyi ihtiva eder. (Schwarz, 1997).

Geleneksel toplulukların insanı, tanrıların evreni yaratması gibi, ideal bir modele göre, kendi alemini (yerleştiği bölgeyi, köyü, evi..) yönelme mitleri ile yaratmıştır. Bu, insanın bir "kaos"ta yaşayamadığını, düzenlenmiş bir alemde, bir "kozmos"da bulunma ihtiyacını gösterir. Yönelme mitleri sayesinde "kaos" halinde ve yönsüz olan mekan, "kozmoslaşarak" bir yöne ve düzene sahip olur ve "kutsal mekan" haline gelir, böylece insan kendini buna dahil edebilir ve orada yaşayabilir.... Bireysel ölçekte insanın bedeni, kutsanması gereken mekan olur. Daha geniş bir ölçekte yani insan ile kozmos arasındaki ilişki ölçeğinde - mabedin ve evin yeri olan - "kent"; "alemin kozmoslaşması"nın ifadesidir.

Geleneksel kent, evrenin aynası olarak insana yerin ve göğün birbirine bağlanmasını sağlayan anayönlere göre yönelmiş bir "mandala" (evrenin küçültülmüş geometrik bir tasviri) olarak görünmektedir.

Kent, kozmogoniyi taklit eden yapısıyla dünyanın bir suretidir. Bir yere yerleşmek dünyanın kuruluşuna eşdeğerdir. İnsan yavaş yavaş gezegenin daha büyük alanlarına

yerleşir ve kozmogonik mitler tarafından bildirilen örnek modellere göre bunları "kozmoslaştırır". Bu mit sayesinde insan da yaratıcı olur. İlk başta aynı arketipal hareketi sonsuzca yeniden tekrarlar; fakat aslında o, "dünyayı yorulmadan fetheder,

doğal manzarayı kültürel ortama dönüştürür, organize eder" (Schwarz,1997:305-308).

Antik dönemde yerleşmelerin kaderini ilahi vizyonun dışında şu özellikler belirlemiştir; toprağın verimliliği, suyun varlığı, kıyıya olan mesafe, deniz trafiğinin güvenli olup olmaması (fiziksel koşullar, korsanların etkisi) ve deniz aşırı ticaretin koşulları.

Bu dönemde ve daha sonra kentlerin çoğu ana yollar üzerine ve verimli topraklara yakın kurulmuştur.

3.1.1.1 Yunan Kent Devleti ve Rasyonalist Planlamanın Doğuşu

Yunan kent devleti Polis; tek bir kent değil bölgesiyle (hinterland) birlikte bir bütündür. İki önemli özelliği vardır. Birincisi, hukuksal olarak bir devlet olması, ikincisi ise, duygusal olarak bir ülke olmasıdır (Gutkind, 1967: 463).

Yunan düşüncesindeki ideal toplum ve ideal devlet arayışları mekana da yansımış ve “ideal kent”lerin yaratılması çalışmalarına neden olmuştur. Mumford bu konudaki gelişimi şu şekilde açıklamıştır: “Önceden gerçek siteyi idealize etmekle yetinilirken, bundan böyle yazarlar, kendilerini ideal bir sitenin gerçekliğine inandırmaya çalışacaklardır” (Mumford, 1961: 223).

Geometri önce politikaya, sonra kente inmiş ve ona damgasını vurmuştur. “Darius’un orduları Millet’i fethedip yıktıklarında, ilk şehirci ütopist olan Hippodamos, kenti yeniden kurmak için plan” hazırlamıştır. “Hippodamos dama tahtasını örnek alan bir kent planı önermiştir. Kentin sokakları birbirini dik kesecektir”. Eski kentlerde dikdörtgen biçiminde olan tapınak ve anıtlara, birbirini dik kesen yollara rastlanmıştır. Fakat Hippodamos, “geometrik yasaya yalnızca bir tapınağı değil, bir kentin planını, sokakların, meydanlarını, konutlarını ve yurttaşlarını “ bağlamıştır. Kozmos yeniden bilim konusu olmaya başlamış ve kozmosun gizini çözmek için matematik ve geometrinin kuralları kullanılmaya başlanmıştır. Hippodamos’un planı için aldığı model de Kozmos olmuştur. Millet’de doğan bu çizgiler Hellenistik dönemde, Roma

İmparatorluğu’nda en çok tutulan model olmuş ve Hellen dünyasında pek çok kente şekil vermiştir (Bumin, 1990: 33).

Hippodamos, ilk şehir plancısı olarak, planlamanın gerçek rolünü “daha rasyonel bir

toplum düzeni tasarlamak ve uygulamak” olarak gören bir anlayışın da öncüsü olmuştur

(Bumin, 1990: 36).

Yunan kentinin rasyonalist planlamasına bir katkı ise Pers istilası ve oryentalizmle başlayan, doğaya duyarlı bir mekansal düzen haline gelen iç avlulu ev (megaron) geleneği olmuştur. İç avlulu konut tipi, Hindistan ve Mezopotamya’dan, Yunan ve Roma dünyalarına kadar, geniş bir kuşakta iklime uygun bir çözüm olarak yayılmıştır.

Özgür yurttaşların ayrıcalıklı yaşamı, evlerinin iç avlularıyla sınırlı olmamıştır. ‘Açık’ mekanlar, agora, tiyatro, gymnasium, yapılar ya da duvarlarla çevrili, denetimli girişli iç avlular olmuştur. Günlük işleri gören, agoraya gidip gelen ev kölelerinin yararlanabildiği tek dış mekan, penceresiz, kapısız kanallar haline gelen sokaklar olmuştur. Köleliğin yaygınlaşmasından önce, toplumsal yaşamın odağını oluşturan, meydanlarla birleşen sokak, Hellen polisinde, meydanlardan özenle ayrılmış ve yurttaşların yaşamının dışına itilerek kölelerin geçitlerine indirgenmiştir.

Hellenistik kentin “ideal” düzenini bu ayırımlar sağlamıştır. İç avlulu ev blokları, çevrili ‘kamu’ mekanları ve dik kesişen sokak ızgarası, sınıflı bir toplumda merkezileşen devletin oluştırduğu bir kent planı olmuştur. Izgara plan, Yunan kolonilerinde hızlı ve pratik bir iskan mekanizması olarak belirmiştir. Eğime, yokuşa, yöne, rüzgara bakmadan düz çizilen ve dik kesişen sokaklar ile aralarında kalan dörtgen yapı blokları, toprağı parsellemenin ve ayrıcalıklı yurttaşlara eşit bölüştürmenin en kolay tekniği olmuştur. Bu tekniğin sakıncalı sonuçları ise, gölgesiz, rüzgarlı, yokuşlu sokaklarda, sadece köle sınıfının yaşamına yansımıştır.

3.1.1.2 Helen - Roma Uygarlıkları ve Rasyonalist - Sistematik Planlamanın Gelişimi

Kolonizasyon dalgasıyla birlikte, İyonya kıyılarında ve Yunan dünyasının diğer bölgelerinde, pratik bir çözüm olarak uygulanan ızgara plan, MÖ. 6. ve 5. yy.larda,

gelişen deniz ticareti ve büyük limanlarla birlikte daha sistematik bir planlamaya ulaşmıştır. Rodos, Knidos, Halikarnassus, Kos, Miletos bu yeni rotalar üstünde, çevrelerindeki eski yerleşmelerin halklarının iskanıyla, yeniden, ünlü ‘Hippodamos Planı’na uygun olarak kurulmuşlardır (Acar,1979: 19-22).

Romalılar, Yunan kültür ve felsefesini, kendi ihtiyaçlarına göre basitleştirerek günlük ihtiyaçlarını karşılamışlar, Yunan mimarisini de alarak monumental yapılar için kullanmışlardır. Yunan geometrisini, büyük kemerler, anfitiyatro, termal-kaplıca, su- kemerleri, yol ve köprülerden oluşan düzenlemeleri için kullanmışlardır.

Roma kenti ilk dönemlerinde organik ve düzensiz bir yapıya sahipken, Yunan’la olan ilişkileri sayesinde rasyonel kent planlama yöntemlerini adapte etmiştir. Hem doğu, hem batıya gelişmesi nedeniyle de pek çok ızgara planlı kentler kurmuşlardır.

Roma yayılmacılığının aracı olan kent, hem askeri hem de sivil niteliğe sahip olmuştur. Aynı şekilde, yerleşmelerin biçimi ve strüktürü de askeri ve sivil planlamanın ürünü olmuştur. Roma kenti (garnizon) bir kare biçimindedir ve birbirini dik kesen yollarla bölünmüştür.

Yeni bir “koloni” kurulduğunda o çevredeki geniş kırsal alan buraya gelenlere belirli bir ölçek içinde dağıtılırdı. Yeni, boş topraklar ve bu toprakların merkezi olan kent ızgara planı ile paylaştırılır, kır ve kent bir bütün olarak algılanırdı.

Roma’da kentleşmenin gelişimi; iyi bir kamu yönetimi, etkin bir ordu, kentleri koruyacak duvarlar ya da toprak setler gibi bazı gereksinimler doğurmuştur. (Gutkind, 1967: 43-54).

Roma’da kent planlamada büyük teknik gelişmeler olmuştur. Yol kategorileri oluşturulmuş, araç, hayvan ve yaya yolları standartlaştırılmıştır. Roma’da gelişen sütunlu yollar daha sonra Bizans’a, Orta Çağ kentlerine, Orta Avrupa’ya, İspanya’ya ve Avrupa’nın her yerine yayılmıştır.

Romalılar mekanda yarattıkları bu fonksiyon bileşimi ile üretim ve ticaretin tüm kente yayılmasını sağlamışlardır. Bu sosyo-ekonomik sistem Doğu, Yunan ve Hellen kentlerinden temel bir ayrılık göstermiştir. (Gutkind, 1967: 43-54).

Merkezileşen otoritenin artan gücü ise mekana büyük ölçek olarak; geniş yollar, büyük meydanlar ve çok katlı kamu binaları ile yansımıştır.