• Sonuç bulunamadı

YENİ NATO STRATEJİSİ

Belgede 1. Körfez Krizi ve Türkiye (sayfa 127-130)

3. İŞGAL SONRASI GELİŞMELER

3.2. ASKERİ MÜDAHALEYE İMKÂN TANIYAN FAKTÖRLER…

3.2.4. YENİ NATO STRATEJİSİ

Kısaca NATO olarak bildiğimiz Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (North Atlantic Treaty Organisation), 4 Nisan 1949 tarihinde kurulmuştur. Örgütün asıl amacı, “Batı Bloku” olarak bilinen kapitalist sistemin, “Doğu Bloku” olarak tanımlanan SSCB ve sosyalist sistem karşısında ortaklaşa savunulması olarak tanımlanmıştır.576

Aslına bakılırsa, NATO’nun kuruluşu “Batı değerlerini koruma” şeklinde ideolojileştirilse de, işin özünde ABD’nin kendini koruma ihtiyacı yatmaktadır. Batı değerlerini koruma adı altındaki bu Amerikan stratejisi, ABD’nin başlaması olası bir savaşı önce kendi kıtasından uzak tutma ve bu anlamda önce Avrupa’yı Sovyet ordularına feda edip, ardından zaman kazanıp saldırma anlayışı üzerine oturmuştur. Buna bir tür “Ön Cephe Savunma Hattı” denmiştir. ABD, bu stratejisini gerçekleştirmek için, üye ülkelere milyarlarca dolarlık askeri yardımda bulunmuştur. Zaten NATO’nun bütün faaliyetleri içerisinde ABD’nin etkin rolü hissedilmektektedir.577ABD, 1952 yılında sosyalist bloğa karşı kullanmak üzere NATO’ya kabul edilmesini sağladığı Türkiye’ye de bu bağlamda askeri yardımlarda bulunmuştur.578Soğuk Savaşın bitmesine yakın bir dönemde Türkiye’nin etkisi azalıyor gözükse de, ABD tarafından Türkiye’ye Ortadoğu’da da yeni görevler verilmeye başlanacaktır.

1989 demokrasi devriminin getirdiği şartlarda, Varşova Paktı’nın dağılma, Sovyetler Birliği’nin ise çözülme sürecine girmesiyle oluşan yeni uluslar arası konjonktür, ister istemez NATO’nun üstlenmiş olduğu misyonun da uluslar arası sistem içerisinde sorgulanmasını gündeme getirmiştir.579

NATO’nun İngiltere Daimi Temsilcisi Sir Michael Alexander’a göre Batıyı tehdit eden Sovyet güçlerinin, Doğu Avrupa’dan çekilmesi 1989 ihtilalinin doğal bir sonucudur. Bunda Sovyet lideri Gorbaçov’un önemli katkıları vardır.580

575 Bozgeyik, a.g.e., s.22-23

576 Atilla Akar, Büyük Ortadoğu Kuşatması- Yeni Dünya Düzeninin Ortadoğu Ayağı, Timaş Yayınları, İstanbul 2004, s.44

577

a.g.e., s.44

578 Sosyalist sistem karşısında Türkiye’ye düşen rol Sovyetleri, Kafkas cephesinde meşgul etmek, ABD ile Avrupa’daki saldırıların etkisini azaltacak bir tür “Tampon ülke” görevi olmuştur. Bu sayede ABD’nin ve NATO’nun zaman kazanıp, kendini toparlayıp, karşı saldırıya geçmesi mümkün diye düşünülmüştür.

579

Mendi, a.g.e.,s.57

Alexander, 1989 ihtilalinin getirdiği ve NATO’yu ilgilendiren şu önemli noktaya dikkat çekmektedir: “Bu durum, bütün gözlerin haklı olarak Batı’yı bu tehdide (Sovyet) karşı savunma amacıyla kurulmuş bir teşkilat olan NATO üzerine çevrilmesi sonucunu doğurmuştur. Bazı kimseler, tehdidin esas itibariyle değişmediğini söylemektedirler. Diğerleri ise, NATO’nun oluşma sebebinin ortadan kalktığını, söz konusu teşkilatın Doğu – Batı ilişkilerinde yer alabilecek daha geniş çaptaki gelişmeler açısından bir engel oluşturduğu ve bu yüzden tasfiye edilmesi gerektiği görüşündedirler. Her iki taraf ta yanılgı içerisindedir”

Ona göre, NATO’nun devamlılığını gerektiren dört ana neden vardır. Bu nedenler:

1- Büyük bir askeri güç olan Sovyetler Birliği’nin durumunun gelecek te ne olacağının belirsizliği,

2- Doğu Avrupa ülkelerindeki istikrarsızlık ve olabilecek sosyal ve siyasal patlamalar ve bunların müttefiklere etkisi,

3- NATO’nun çözülmesiyle Avrupa’da doğacak boşluk ve ittifak üyeleri arasındaki ittifakın sağladığı bağların gevşemesiyle oluşabilecek istikrarsızlığın getireceği sorunlar,

4- Avrupa’ya yönelen güneyden ve Ortadoğu’dan gelebilecek tehlikeler. Bu sonuncusu konumuzla ilgisi olması bakımından önem taşımaktadır.581

Her ne kadar Michael, Ortadoğu’dan gelebilecek bir tehdidin Avrupa’ya karşı olacağını değerlendiriyorsa da, bu tehdidin en çok ABD’yi ilgilendirdiği bir sır değildir. Bilindiği gibi 1980 yılı, ABD’nin dış politikasında dönüm noktası olmuştur. 1970’li yılları pasif bir şekilde geçiren ABD, SSCB’nin ve İran’ın bu durgunluk dönemimden faydalandığını geçte olsa anlamış ve Carter Doktrini dediğimiz yeni stratejisi ile Ortadoğu ile tekrar ilgilenmeye başlamıştır.

Amerikan Kongresi Dışilişkiler ve Savunma Bölümü uzmanlarınca hazırlanan 19 Eylül 1980 tarihli raporda enteresan değerlendirmeler yer almaktadır. Amerika’nın Akdeniz ve Ortadoğu bölgesi için tespit ettiği “milli güvenlik hedeflerinin” yıllardan beri aşağı yukarı değişmeden kaldığı belirtilen raporda yer alan “ özel hedefler” bölümü çok dikkat çekicidir.

Bu özel hedefler, NATO’nun Güney kanadını güvenlik altına almak, Ortadoğu’da istikrarı sağlamak, İsrail’i desteklemek, Akdeniz’de hür dünyanın destek yollarını korumak ve Ortadoğu petrolünü devamlı sağlayabilmeyi teminat altına almak şeklinde sıralanmaktadır. Sadece bu rapor bile, raporun yazılmasından 10 sene sonra cereyan eden Körfez Savaşı’nı aydınlatmaya kâfidir. Amerika, Körfez’deki krizden sonra bu temel hedeflerini gerçekleştirmiştir. Yani, İsrail’in güvenliğini garanti altına almış, Ortadoğu’da hâkimiyetini pekiştirmiş, stratejik bölgelere el koymuş ve Ortadoğu petrollerini direkt ve endirekt yollardan eline geçirmiştir.582

581

a.g.m., s.1-2

ABD ve Batılı devletlerin, Ortadoğu ile ilgili stratejilerinde NATO’ ya görev vermesi, NATO’nun kuruluş amacına tamamıyla aykırıydı. Ne ilginçtir ki, NATO’nun varlığını gerektiren ana sebep olan Sosyolist Blok dağılmıştı. Demek ki yeni bir düşman bulunmalıydı. NATO’yu diğer ittifaklardan ve uluslararası örgütlerden ayıran özelliği, üyelerinden herhangi birinin güvenliği söz konusu olduğunda etkili bir şekilde askeri güç kullanımına veya tehdidine başvurulabilmesiydi. Bu durumu daha da caydırıcı kılan ise, ittifakın çok güçlü orduları bünyesinde barındırmasıydı. Oysaki 1990’ların dünyasında tehditler, güçlü orduları olan ulusal devletlerden kaynaklanmıyordu. Artık organize suç, yasadışı göç (insan kaçakçılığı) ve terörizm gibi kaynağını sosyal ve ekonomik sorunlardan alan ve yalnızca askeri güç ile çözülemeyecek meseleler uluslararası güvenliği tehdit eder hale geliyordu. Bu meseleler karşısında NATO’nun, üyelerinin güvenliğinden sorumlu bir örgüt olarak varlığını devam ettirebilmesi için Soğuk Savaşta bağlı kaldığı anlayışın ötesine geçerek daha geniş bir coğrafyada ve çok yönlü faaliyet göstermesi gerektiği görüşü benimsendi.

Örgütlenme anlayışında ortaya çıkan bu değişime göre, Avrupa’yı “kızıl tehlike”ye karşı koruyacak bir örgütlenme yerine, seçilen bölgelerden tespit edilecek uygun müttefiklerle oluşturulacak “bölgesel güvenlik örgütlerinin” ikame edilmesi söz konusu olacaktı.583NATO, doğuşundan itibaren tümüyle Sovyetler Birliği ve komünizm tehdidi üzerine kurulu olduğunu ilan etmişti. Oysa bu tehdit fiilen ortadan kalkmış bulunuyordu. NATO’nun bundan sonra ağırlığını devam ettirebilmesi için yeni bir misyona ihtiyacı vardı. Bu yeni misyon elbette ABD eliyle yürütülse de, aslında tümüyle ABD patentli sayılmazdı. ABD’yi de kapsayan ama ABD’nin de ötesinde bir yapının planına göre “Yeni NATO”, uzun vadede kurulması beklenen “Tek Dünya Devleti”nin “Tek Dünya Ordusu”na dönüşmesinin ön hazırlığıydı.584

Ve bu yeni düzenin ilk provası Körfez Krizi esnasında uygulanacaktı. Artık düşman bir tek grup veya ülke değildi. Dünyanın herhangi bir yerinde, ABD’nin ve NATO’nun yaşamsal çıkarlarına tehdit unsuru olarak değerlendirilen her şey NATO’nun müdahale alanına giriyordu.

3.2.4.1.NATO ve “OUT OF AREA” Kavramı

Yukarda bahsedilen müdahale alanınındaki değişiklik ortaya yeni bir sorun meydana getirmişti. Bilindiği gibi NATO’nun tarifinde yer alan tehditler, üye ülkelere karşı olması muhtemel tehditlerdi. Fakat Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle yeniden tanımlanan tehdit kavramı, dünyanın herhangi bir bölgesinde olabilirdi. Bu durum NATO’nun “alan dışı” sorunlara da müdahale etmesini gerektirmekteydi.

Alandışılık (Out of Area) kavramı NATO’nun terminolojisinde ittifakın görev alanı dışında kalan bölgeleri ifade etmek için kullanılır. NATO’nun görev alanı, üye devletlerin ülkeleri ve bunların Yengeç Dönencesinin kuzeyinde ve Akdeniz’de bulunan adaları, uçakları ve gemileridir.585Hukuksal durum böyleyken alandışılık 583 Karakartal, a.g.e., s.88 584 Akar, a.g.e., s.47 585 Oran, a.g.e., s.567

sorununun ortaya çıkması ABD ve bazı ittifak üyelerinin NATO imkânlarını ittifakın bu amaçları ve alanı ötesinde kullanmak istemeleridir. Alandışılık konusu, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla yeni görev alanları arayan NATO’nun kimi girişimlerinde yine gündeme gelmiş ve ilk olarak Körfez Krizi esnasında kuvvet kullanımını yasal hale getirmek maksadıyla bir düzenleme yapılmıştır. Kasım 1991’de benimsenen ilkeye göre, “çok temel kaynaklar akışının” (yani petrolün) engellenmesi gibi “yaşamsal çıkarlar” söz konusu olduğunda görev alanı dışında kalan bölgelere de askeri güç gönderilebilinecektir.586

Körfez Krizi esnasında gündemden düşmeyen bu konu, Türk Basınında da geniş yer almıştır. O tarihte Hürriyet Gazetesi’ne yansıyan bir haberle bu konuya açıklık getirilmeye çalışılmıştır: “Irak’a yapılabilecek bir askeri müdehalenin NATO anlaşmasına uygun olması, yani bir NATO ülkesinin saldırıya uğramış olması gerekiyor. Oysa ortada saldırıya uğramış bir NATO ülkesi yok. O yüzden ABD’nin 1970’li yıllarda NATO üyesi ülkelere kabul ettirmeye çalıştığı ve NATO’nun ittifak sınırları dışındaki olaylar nedeniyle saldırıya uğramış sayılmasına imkân tanıyan görüşün diretilmesi mümkün”587

Belgede 1. Körfez Krizi ve Türkiye (sayfa 127-130)