• Sonuç bulunamadı

Değişimle Mücadele

Belgede 1. Körfez Krizi ve Türkiye (sayfa 94-99)

2. KÖRFEZ SAVAŞI

2.5. TÜRKİYE’NİN İŞGALE YAKLAŞIMI

2.5.2. GELENEKSEL ORTADOĞU POLİTİKASININ

2.5.2.1. Türkiye’nin Cumhuriyet Tarihi Boyunca Sürdürdüğü

2.5.2.1.4. Değişimle Mücadele

1990’ların başından itibaren Türkiye’nin dış politika ortamı ve elbette Ortadoğu bölgesi çok önemli olaylara sahne oldu. Önce Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında Körfez Savaşı, ardından Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve bölgede ortaya çıkardığı sorunlar, daha sonra halen devam etmekte olan Arap-İsrail barış süreci ve nihayet Balkanlar’da savaş. Tüm bu değişimler, Türkiye’nin Ortadoğu politikasını derinden etkiledi. Türkiye’nin yukarıda belirtilen “tarafsızlık” ilkesi, en azından 1960’ların ortalarından itibaren kurulmaya çalışılan Ortadoğu’ya yakınlaşma adımları, büyük ölçüde darbe yedi. Türkiye, Körfez Savaşı’yla birlikte, hem genel olarak dış politikasında hem de özel olarak Ortadoğu’ya dönük politikasında büyük değişim 387 Gözen, a.g.e., s.14-15 388 Oran, a.g.e., s.49 389 a.g.e., s.675 390 Armaoğlu, a.g.e.,s.784 391 Gözen, a.g.e., s.18 392 a.g.e., s.784 393 Gözen, a.g.e., s.19

yaptı. Bu değişimin özünde öncelikle Körfez Savaşı ve sonrasında meydana gelen gelişmeler vardır.394

Irak’ın Kuveyt’i işgali Türkiye’yi birbiriyle çelişen iki alternatifle karşı karşıya koydu. Bir yanda, Türkiye ile Irak arasında ekonomik, ticari, mali, sosyo-kültürel ilişkiler, petrol boru hatları sistemi, ortak etnik sorunlar ve enerji gibi konular üzerine oturan bir karşılıklı bağımlılık sistemi vardı. Bu bağımlılığı sona erdirmek, kesinlikle Türkiye’nin lehine değildi, maliyeti yüksekti. Ama diğer yandan da, Irak’ın Kuveyt’i işgali hiçbir şekilde ve mazeretle kabul edilemez bir davranıştı. Türkiye, bu ikilem karşısında, tercihlerden ikincisini seçti: Yani, Türkiye 1960’ların başından itibaren dikkatle sürdürdüğü “denge” ya da “tarafsızlık” politikasını terk ederek, ABD’nin önderliğinde oluşan Birleşmiş Milletler “müşterek güvenlik” sistemi çerçevesinde bölgedeki en önemli ekonomik partneri olan Irak’la ilişkilerini kopardı. Çok sıkı ekonomik ambargo uyguladı; petrol boru hatlarını kapattı; müteahhitler ve işçiler işlerini terk edip geri döndüler; sosyal bağlantılar koptu ve siyasi-diplomatik temaslar durma noktasına geldi. Böylece Türkiye, 1973’ten itibaren Irak’la arasında büyüttüğü ilişkileri kısa süre içinde sona erdirmiş oldu.395

Körfez Krizi ve onu takip eden süreçte Türkiye’nin izlediği dış politika ABD ile olan ilişkilerinden fazla etkilenmiştir. Sonucu çok olası bir savaş ile noktalanacağı belli olan Körfez Krizi ve krize neden olan Saddam Hüseyin, Türkiye tarafından bir tehdit unsuru olarak algılanmıştır. Irak’ın Kuveyt’i işgali Türkiye’yi birbiriyle çelişen iki alternatifle karşı karşıya bırakmıştı. Bir yanda, Türkiye ile Irak arasında çok sıkı ve çok yönlü ilişkiler bulunmakta, diger taraftan, Irak’ın Kuveyt’i işgali kabul edilemez bir hareket olarak algılanmaktaydı. Eğer Irak, saldırgan tutumunu bırakmazsa, bu ileride daha büyük sorunlara yol açabilirdi. Bu nedenle Türkiye, Irak’a karşı oluşan koalisyon gücüne katılmak zorundaydı. Türkiye’nin Körfez Koalisyonu’na destek vermesi, aynı zamanda onun 1960’lı yıllardan bu yana uyguladıgı “tarafsızlık” ilkesinden ayrılması anlamına geliyordu.396

Türkiye, Irak’a karşı tutumunu, işgalin hemen ardından toplanan Bakanlar Kurulu toplantısından sonra yaptığı açıklamasında sert bir şekilde dile getirmiş ve bu açıklamasında Kuveyt’in işgalini, uluslar arası hukuka aykırı ve haksız bir fiil; Irak’ın davranışlarını da uluslar arası hukuka, komşuluk münasebetlerine ve milletler arası teamüllere uygun olmayan bir eylem olarak nitelendirmiştir. Ayrıca Bakanlar Kurulu, Irak’ın Kuveyt’ten derhal geri çekilmesini, soruna barışcıl çözümün bulunmasını ve Irak ile Kuveyt’in toprak bütünlüğünün korunmasını istemiştir.397

İlerleyen günlerde, Irak’ın ilhak kararına karşı da, ilk değerlendirmesi ışığında, “bir ülkenin hâkimiyetine, toprak bütünlüğüne vaki tecavüzü bugünkü ortamda tasvip etmenin mümkün olmadığına inandığını” belirterek reddetmiştir.398

394 Gözen, a.g.e., s.23-24 395 a.g.e., s.24-25 396 Ulutaş, a.g.e.,s.67 397 Cumhuriyet, 4 Ağustos 1990 398

Dışişleri Bakanı Ali Bozer’in Meclis Genel Kurulunda yaptığı konuşma için bkz. TBMM Tutanak Dergisi, 18. Dönem, 12 Ağustos 1990

Türkiye’yi krizin içine sürükleyen, diğer bir ifadeyle Türkiye’nin aktif rol oynama isteğinin en önemli sebeplerinden birisi, NATO çerçevesinde ülkenin özel konumunun tartışmalı hale gelmiş olmasıydı. Öyle ki Türkiye, Körfez bunalımı ile Doğu-Batı yakınlaşması ve yumuşaması döneminde, komşuları ile olan anlaşmazlıkların tehdit algılamaları açısından giderek ön plana çıktığı bir dönemde karşılaştı. 1990 yılına girilirken Türkiye’nin en önemli dış politika hedeflerinden biri, Avrupa ile bütünleşme sürecinin hızlandırılması olmuştu. Ancak Avrupa Topluluğu ile anlaşmalarla belirlenmiş ilişkilerin bile gereğince işletilmediği bir ortamda, yumuşama döneminde Batı Avrupa devletlerinin NATO dışında coğrafi olarak daha kısıtlı güvenlik arayışlarına girmeleri, Türkiye’yi endişenlendirmişti. Tükiye’nin NATO içindeki konumunun önemi giderek daha tartışmalı duruma gelmiş, uluslar arası ilişkilerde genel bir gevşeme havasının yayılması ile katkıların gerçekleşmesi tehlikeye girmişti.399

Krizin başından itibaren Türkiye’nin izlemesi gereken politika hakkında iki karşıt görüş ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin Körfez Krizi’nde izleyici politikaların “tarafsızlıktan” çok “aktif” olmasını savunan görüşe göre, Irak’ın saldırgan tutumunda karşıtlığımızı öne çıkartmanın şu yararları vardır:400

1- Irak’ta Saddam rejimi ayakta kaldığı sürece, ya da Irak koşullarını asker gücüyle tehdit etmeye devam ettiği sürece, sıra Türkiye’ye gelecektir. Zaten su sorunu nedeniyle çıkmaza giren ikili ilişkiler, zaman içerisinde daha da kötü hal alacaktır.

2- ABD ile sağlanan dirsek teması, Türkiye’ye bir dizi yarar sağlıyabilir. Askeri yardımın artırılması, iki ülke arasında ticaretin geliştirilmesi, AET’ye401 girmek konusunda ABD’nin desteği, Ermeni ve Kıbrıs konularında Türk tezinin desteklenmesi ve karşı tezlerin etkisizleştirilmesi bu türden yararlardandır.

3- Bölgede kurulacak yeni düzen esnasında Türkiye’nin aktif rol alması, Türkiye’yi Kuzey Irak ve petrol konuları başta olmak üzere söz sahibi yapabilir.

Karşıt görüşler daha ılımlı olmakla beraber “aktif tarafsızlığın” aktiflik tarafından çok “tarafsızlığına” ağırlık veren niteliklerdir. Bu görüşün savunduğu tezler kısaca şu şekildedir:402

1- Irak’ın, Kuveyt’i işgal ve ilhak etmesi, uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırı olmakla beraber Türkiye’yi doğrudan tehdit eden bir olgu değildir. Bu nedenle Türkiye ambargo kararı başta olmak üzere BM kararlarına uymakla yükümlülüğünü zaten yerine getirmektedir. Daha fazla ileri gitmek Ortadoğu ülkeleri ile olan ilişkilerin bozulmasına yol açabilecektir.

2- Savaş çıkması durumunda Irak’ın Türkiye’ye saldırması en akıl almaz şey olacaktır. Buna rağmen, sanki Türkiye’ye karşı bir Irak tehdidi varmış gibi, kuzeyden bir cephe açılmasına olanak vermek ve bu cepheden Türk veya yabancı askerlerin Irak topraklarına girmesine izin vermek son derece sakıncalıdır. Yok yere savaşta taraf olmak için hiçbir geçerli neden yoktur.

399 Atak, Körfez a.g.e., s.61-62

400

Ergil, a.g.e.,s.60-63

401

Körfez Krizi esnasında Avrupa Ekonomik Topluluğu adıyla bilinen bu kurum 1992 yılında imzalanan Maastricht Anlaşması ile AB(Avrupa Birliği) adını almıştır.

3- Irak, büyük bir yıkımla savaştan çıkarsa, petrol gelirini yitiren Arap milliyetçiliği, yoksullaşacak ve giderek radikalleşecektir. Yoksul ve radikal akımların mücadele biçimi terörizmdir. Terörizm, kuralı ve mücadele alanı olmayan gayrinizamî bir savaş türüdür. Savaşa aktif olarak katıldığı taktirde Türkiye’nin bu savaşın hedeflerinden biri olması kaçınılmaz olacaktır.

Görüldüğü gibi kriz esnasında Türkiye’nin önünde iki seçenek bulunmaktaydı. Her ne kadar krizin ilk günlerinde Türkiye, BM güvenlik Konseyi’nin 660 sayılı kararı çerçevesinde “genel ifadeler” kullanarak krizin başında genel tutumunu net olarak ortaya koymamış olmakla beraber403, Cumhurbaşkanı Özal’ın aktif politika anlayışı Türkiye’nin geleneksel Ortadoğu politikasının dışına çıkmış ve kriz boyunca etkin rol oynamıştır.

Türkiye’nin geleneksel dış politika trendindeki bu sapma oldukça dikkat çekici bir şekilde cesurca olmuştur. Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından bu yana en müdahaleci adımı atmıştır. Atatürk’ün ülkeyi, komşuları ile olan çatışmalardan uzak siyasetini sona erdiren bu adım, Türkiye’nin bölgesel güce dayalı siyasetinin doğuşuna işaret etmiştir.404

Türkiye’nin kriz ve özellikle savaş sırasındaki dış politikası, bölgeye yönelik geleneksel politikasının dışına çıkılarak başlamış ve devam etmiştir. Türkiye, BM tarafından Irak’a uygulanacak her türlü yaptırım kararına titizlikle uyacağını açıklamış ve gerek kriz sırasında gerekse savaş sonrası dönemde bu politikasını gerçekten de değiştirmemiştir. Türkiye’nin bu yeni politikasının en can alıcı noktası, BM Güvenli Konseyi’nin 6 Ağustos tarihli 661 sayılı ekonomik ambargo kararını almasının hemen ertesi günü, daha uluslar arası camianın tepkisini beklemeden petrol boru hatlarını kapatması olmuştur.405

Alınan bu karar, Türk dış politikasının Ortadoğu’ya yönelik olarak son elli yılda yaptığı en önemli tercihlerden birisi, belki de en önemlisidir. Çünkü Türkiye, bu tercihi ile Ortadoğu’ya yönelik olarak sahip olduğu ve 1960’lardan itibaren geçerli olan “tarafsızlık” politikasını terk etmiş ve aktif bir şekilde Batı’nın yanında yer almıştır.406Cumhurbaşkanı Özal başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu petrol boru hatlarının kapatılması gerekçelerini şöyle açıklamıştır: “661 sayılı karar, zorunlu mahiyet taşıyordu. Sovyetler Birliği, Avrupa ülkeleri ve Arap Dünyası kararın yanında tutum sergilemekteydi. Ekonomik ambargo, soruna barışcıl çözüm bulmak için en etkili yoldu.”407

Bunun arkasından Turgut Özal, 12 Ağustos’ta TBMM’den “Anayasanın 92. Maddesi uyarınca Hükümete izin verilmesine Dair” 107 sayılı “Meclis Kararı”nı çıkartarak Anayasanın anılan maddesindeki yetkileri hükümete devrediyordu.4085 Eylül 1990’da yine TBMM’den Körfez Krizi nedeniyle, “Türk Silahlı Kuvvetlerin yabancı ülkelere gönderilmesine ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de

403 Cumhuriyet, 4 Ağustos 1990

404 Atak, Körfez a.g.e.,s.52-53 405 Efegil, a.g.e., s.179 406 Gözen, a.g.e., s.218 407 Milliyet, 8 Ağustos 1990 408 Ergil, a.g.e., s.59

bulundurulmasına Anayasanın yine 92. Maddesi uyarınca izin verilmesine dair” 108 sayılı bir Meclis Kararı409 daha çıkartarak hükümetin bu konudaki yetkilerini çok büyük ölçüde genişletiyordu. TBMM’nin 5 Eylül 1990 akşamı yaptığı gizli oturumda hükümetin isteği üzerine verdiği izne ilişkin karar, 136 aleyhte oya karşı 246 oyla alınmıştı. 28 ANAP milletvekili oylamaya katılmamıştı.410

Hükümet, alınan bu karara sebep olarak, “Ortadoğu’da barışın ve istikrarın yeniden tesisini ve ülkemizin muhtemel tehlikelere karşı güvenliğinin idame ettirilmesini sağlamayı; kriz süresince ve sonrasında hasıl olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye’nin yüksek menfaatlerini etkili şekilde kollamayı, hadisenin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamaya yönelik süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmayı” gösteriyordu.411

Yine, 1990 Eylül’ünde BM Güvenlik Konseyi’nin 665 ve 670 sayılı kararlarını412 kabul etmek suretiyle Irak ile Kuveyt’e karşı deniz ve hava ablukasını uygulayarak katı tutumunu sürdüren Türkiye, bunalımın bir sıcak çatışmaya dönüşme olasılığı güçlendikçe, Irak sınırlarında NATO’ya bağlı bir Çevik Kuvvet’in konuşlandırılmasına dahi izin verdi.413Türkiye, Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir komşusuna karşı kendi topraklarından yapılabilecek bir harekat için yabancı askeri kuvvetlerin bölgeye gönderilmesine yönelik izin çıkartmıştı. Buna benzer bir olayın Soğuk Savaşın en ateşli dönemlerinde NATO amaçları için Sovyetler Birliği’ne karşı bile uygulanmadığı düşünüldüğünde, bu gelişmenin Türkiye’nin dış politikasında dönem itibariyle taşıdığı anlam ve geleneksel Türk Dış Politikası’ndan önemli bir sapmanın olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.414Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, BM Güvenlik Konseyi’nin Irak’a ültimaton niteliğindeki 29 Kasım 1990 tarih ve 678 sayılı kararını desteklemek konusunda yine hükümete yetki vermek için 17 Ocak’ta 126 sayılı bir “Meclis kararı” daha çıkarttı. Yukarıda sözü edilen 108 sayılı karara çok benzeyen bu kararın415 çıkmasını mütakiben 42 Amerikan savaş uçağının İncirlik’e inmesi onaylandı ve bu uçaklar İncirlik üssünden Kuzey Irak’taki hedefleri bombalamaya başlamakta geçikmedi.416

Belirtildiği gibi, geleneksel Ortadoğu politikasındaki bu sapma son derece atik ve ani olmuş, arka arkaya çıkartılan meclis kararları ile hükümette geniş yetki tanınmıştır. Üstelik Körfez’de kriz, NATO saha sınırları (out of area) dışında meydana gelmiştir. Caydırıcılık ve savunma görevi olan NATO Çevik Kuvveti’nin (Allied Mobile Force) planlı intikalini takiben, son aşamada İncirlik’te üslenenlere

409

107 ve 108 sayılı kararlar için bknz. EK-4, EK-5

410 Milliyet, 6Eylül 1990

411

Efegil, a.g.e.,s.187

412

BM Güvenlik Konseyi 665 ve 670 sayılı karararları için bkz. EK-1-E, EK-1-I

413 Efegil, a.g.e., s.198

414 NATO Çevik Kuvveti, bayrak gösteren ve tecavüz işlevi olmayan, caydırıcılık fonksiyonu üslenen bir birliktir. Hava ve kara unsurlarından oluşan Çevik Kuvvetin sadece hava unsurları Türkiye’ye davet edilmiş ve bu kapsamda 42 savaş uçağı 6-10 Ocak 1991 tarihleri arasında Türkiye’ye gelerek, Malatya Erhaç hava üssünde konuşlandırılmıştır.

415 126 sayılı karar 108 sayılı kararla içerik olarak benzer olmakla beraber bir cümle fazlaydı. Hükümet bu kararla Türkiye’de konuşlanan yabancı kuvvetlerin kullanılmalarına olanak sağlıyordu. Böylece, İncirlik üssününün, başta ABD uçakları olmak üzere, uluslar arası ittifak tarafından Irak’a karşı kullanılmasına onay vermek anlamına geliyordu. Efegil, a.g.e., s.198

ilaveten ABD’ye mensup hava birliklerinin de gelmesi ve TBMM’de iktidar çoğunluk oyları ile yabancı kuvvetlerin üsleri kullanımına ilişkin yetki çıkartılması ve bu yetkinin ABD güçlerinin kullanımına tahsis edilmesi, Türkiye topraklarını Körfez Savaşı’nda hassas bir konuma getirmiştir.417 Türk dış politikası bu anlamda sorgulanmalıdır.

Türkiye, sonuç olarak savaş koşulları içinde bir takım beklentilerle yeni bir politika benimsemiş, radikal bir şekilde geleneksel Ortadoğu politikasından sapma göstermiştir. Oysaki savaş sonrası gelişmeler bu politik tercihinin yanlış olduğunu göstermiştir. Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri ile 1980’lerin başından itibaren geliştirdiği ticari ve ekonomik ilişkiler büyük ölçüde sona ermiştir. Irak’ın gücünün zayıflamasıyla patlak veren Kuzey Irak problemi Türkiye’yi yakından etkilemiş, PKK sorununu daha da arttırmıştır. En önemli sonuçlardan birisi de, ne yazık ki, Batı ile ilişkilerin yükselmesi beklenirken, tam tersi olmuş ve özellikle insan hakları ve demokratikleşme gibi konularda daha sık eleştiriler gelmeye başlamıştır.418

Körfez Savaşı’nda izlenen dış politikanın sonuçları olumsuz olmakla beraber, “eğer Türkiye, Körfez Savaşı’nda Batı ile beraber hareket etmeseydi, bu olumsuz sonuçlara maruz kalmazdı” şeklinde bir sonuç çıkarmak ne kadar doğru olurdu, tahmin etmek çok zor. Ama ortada var olan gerçek şudur ki, Körfez Savaşı’nda Özal ve onun etkisi altındaki hükümet tarafından “aktif politika” anlayışıyla bir politika izlenmiştir. Özal’ın aktif dış politika yapımına yol açan nedenler detaylı olarak bir sonraki bölümde incelenecek olmakla beraber, Özal’ın kendi karakteristik özelliklerinden kaynaklanan etkenlerin yanısıra, dönemin hükümet ve iktidar kanadının pasif ve Özal’ın kontrolü altında kalması, Özal’a istediği gibi davranması konusunda yardımcı olmuştur.419

2.5.3. DIŞ POLİTİKANIN KİŞİSELLEŞTİRİLMESİ- “TEK ADAM”

Belgede 1. Körfez Krizi ve Türkiye (sayfa 94-99)