• Sonuç bulunamadı

HÜKÜMET İÇİ VE DIŞI MUHALEFET

Belgede 1. Körfez Krizi ve Türkiye (sayfa 143-149)

3. İŞGAL SONRASI GELİŞMELER

3.3. ASKERİ MÜDAHALE VE İÇ POLİTİKADA KRİZ

3.3.5. HÜKÜMET İÇİ VE DIŞI MUHALEFET

Körfez Krizi, Türk siyasi tarihinde çok hareketli ve olağanüstü durumların yaşandığı bir dönem olmuştur. Cumhurbaşkanı Özal’ın dış politika yapımına müdahalesi, Türk dış politikasının geleneksel karar alma sürecinin terk edilmesine neden olmuş, bu durum hem hükümet içinde hem de hükümet dışında Özal’a karşı muhalif görüşleri artırmıştır.642

Özal’a karşı artan bu muhalif sesler, o kadar yoğun olmuştur ki, devlet içinde birçok üst düzey yöneticinin tepki olarak görevlerini bırakmasına kadar gitmiştir. Diyebiliriz ki, Körfez Krizi’nde Türkiye’nin bakan, asker, sivil bürokrat kaybı, ABD’nin savaş zaiyatından fazla olmuştur.643Bu istifaların en önemlileri, Dışişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’nın istifalarıdır. Görev yerlerine bakıldığında bu insanların, Türk dış politikasının kritik makamlarında yer aldığı görülmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere, Özal’ın dış politikaya müdahalesi ve dış politikayı yönlendirme arzusu, siyasi bir kriz yaratmıştır.

Özal’ın bu dış politika anlayışına ilk tepki, Dışişleri Bakanı Ali Bozer’den gelmiştir. Bozer, görevi esnasında, Cumhurbaşkanı Özal’ın aksine Körfez’e asker gönderilmesine karşı çıkmış ve petrol boru hatlarının kapatılmasını basından

639 Uğur Mumcu, “Devre…”,Cumhuriyet, 8 Ağustos 1990

640 Cumhuriyet, 27 Eylül 1990 641 Cumhuriyet, 27 Eylül 1990 642 Gözen, a.g.e., s.153 643 Sazak, a.g.e., s.47

öğrenmişti.644Bardağı taşıran son damla ise, Özal’ın ABD ziyareti olmuştu. Bu gezi esnasında Özal’a sözde eşlik eden Bozer, Beyazsaray’da yaşanan diplomatik skandal sonucunda istifa etmişti. ABD Başkanı’nın, yanında Dışişleri Bakanı ile beraber katıldığı toplantıya Özal tek katılmayı tercih etmiş, Bozer, yan odada bu görüşmenin bitmesini beklemişti.645O ana kadar zaten pasif bir Dışişleri Bakanı görüntüsü çizen Bozer, onur kırıcı bir davranış olarak değerlendirilebilecek bu olayın hemen ertesinde Türkiye’ye döner dönmez istifasını sunmuştu.

Dışişleri Bakanı, istifasının gerekçesini kamuoyuna şöyle açıklamıştır: “Birleşmiş Milletler Genel Kurulu münasebetiyle Amerikada’ki temaslarımı tamamlayıp, Türkiye’ye döndükten sonra istifamı sundum. Dışişleri Bakanlığı ülkenin uluslar arası camiaya açılmış bir penceresidir. Hakkında spekülasyonlara sebebiyet verilmiş bir Dışişleri Bakanının bu görevi layikı vechile sürdürmesine imkân görmüyorum. Üstelik bu süpekülasyonlar haksız ve olaylar çarpıtılarak yapılırsa üzücü ve şevk kırıcı olur. Ülkenin çıkarlarıyla bağdaşmaz. Bu düşüncelerle görevden ayrılmayı ülkenin çıkarlarına daha uygun buluyorum”646

Dışişleri Bakanı Ali Bozer’in istifası birçok soru işaretinide beraberinde getirmiştir. Konuya ilişkin basında çıkan bir haberde şu ayrıntılara yer verilmiştir: “Cumhurbaşkanı Özal’ın kabına sığmayan dış politika anlayışı ile Dışişlerinin geleneksel politikasında ısrarlı bürokratların arasında sıkışıp kalan Dışişleri Bakanı Ali Bozer için ABD’deki Özal-Bush görüşmesi sırasında yaşanan protokol krizi, istifaya giden yolda son damla oldu. Görüşmede Özal tarafından devre dışı bırakılarak, kendisine karşı güvensizlik gösterilen Bozer, tipik bir devlet adamı gibi hiç sesini çıkarmadan ABD’deki temaslarını tamamladı. Olayın üzerinden bir hafta geçip, Türkiye’ye döndüğünde ise zaman kaybetmeden Başbakan Akbulut’a sözlü istifasını sundu.”647

18 Ekim 1990 tarihine gelindiğinde iç politikada yeni bir gelişme oluyor, Dışişleri Bakanı Ali Bozer’in istifasından sonra, bu kez de Milli Savunma Bakanı Safa Giray istifa ediyordu. İstifa gerekçesi olarak Başbakan Yıldırım Akbulut ile ters düştüğünü ileri süren Giray’ın istifası, kamuoyuna Hükümetteki görüş ayrılıkları ve ANAP’ta çatlaklar olarak yansıyordu.

Konuya ilişkin basına yansıyan bir haberde ise şu ayrıntıya yer verilmiştir: “Sayın Milli Savunma Bakanı Safa Giray’ın istifası da göstermektedir ki: Hükümet içindeki görüş ayrılıkları ve rahatsızlıklar gün geçtikçe artarak devam etmektedir. Bu istifalar aslında Cumhurbaşkanı’nın izlediği politikaya birer ciddi uyarı niteliğindedir.”648

Genelkurmay Başkanı’nın istifası ise, siyasi krizin ne boyuta geldiğini açıkca gösteriyordu. Özal’ın şahsi tutumları, “raydan çıkan devlet anlayışı” ile beraber Genelkurmay Başkanını istifa noktasına getirmişti. Bardağı taşıran son damla 1 Aralık günü Köşk’te yapılan toplantı olmuştu. Genelkurmay karargâhı, haftalardır 644 Efegil, a.g.e., s.193 645 Sazak, a.g.e., s.48 646 Milliyet, 13 Ekim 1990 647 Hürriyet, 12 Ekim 1990 648 Cumhuriyet, 20 Ekim 1990

siyasi direktif bekliyor, ancak Necip Torumtay’ın ısrarlı uyarıları sonuçsuz kalıyordu. Torumtay, Köşk’te Cumhurbaşkanı başkanlığında yapılan ancak kendisinin çağrılmadığı toplantıya sert tepki göstermişti. Sorun bununla da kalmamış, ertesi gün imza haneleri boş bir Bakanlar Kurulu Kararı ile imzasız direktif bölümünden ibaret yazı Torumtay’a iletilmiş, bunun üzerine Torumtay, devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan davranışlara ayak uyduramayacağı gerekçesiyle istifasını sunmuştu.649

Görüldüğü gibi, Özal’ın “tek adam” anlayışı, Türk siyasi tarihinde zor günlerin yaşanmasının en büyük nedeni olmuştur. Özal’ın bu konuda kendini savunarak, Körfez Savaşı’nda konumu ile ilgili açıkladığı görüşleri ilgi çekicidir: “Savaş politikasında büyük bir role sahip olduğum doğrudur. Dış politika, Yürütme kanadı tarafından yapılır ve ben de Cumhurbaşkanı olarak Yürütmenin en önemli kanadıyım. Anayasaya bakınız… Hükümleri 1961 Anayasasına benzemez. 1982 Anayasasına göre Cumhurbaşkanı, istediği zaman Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırabilir ve onun başkanlığında birçok kararlar alınabilir. Cumhurbaşkanı Başkomutandır, Milli Güvenlik Kurulunun başkanıdır ve Meclis tatilde olduğu zaman Türk askerelrini dışarıya gönderme gücüne sahiptir. Bütün bunlar, Cumhurbaşkanının geniş yetkilere sahip olduğunu göstermektedir.”650

Özal’ın kendine güvenir tavrıyla yaptığı bu konuşma elbette onun kişiliği ile yakından ilgilidir. Onun aktif politika anlayışı, olaylara zaman kaybetmeden müdahale etme isteği, fırsatlardan yararlanma düşüncesi, Özal’ı hem Türkiye’de hem de dünyada etkin bir konuma getirmiştir. Fakat unutulmaması gereken konu şudur; acaba Özal, arkasında kendi kurduğu partinin gücünü alamasa bu kadar rahat ve özgüven içinde konuşabilir, dış politikaya bu kadar rahat müdahale edebilirmiydi?

Özal’ın bu tutumu karşısında muhalefet partileri, hem azınlık durumunda bulunmaları hem de net bir tercih ve politikalarının olmaması nedeniyle, yürütmeyi etkileyici konumda olamamışlardır. Muhalefet partileri, Hükümetin, Körfez Krizi politikasının tayininde pasif kalmasını ve Özal’ın etkisinden kurtulamamasını sık sık eleştirmelerine rağmen, kendilerinin de krizle ilgili net bir politikalarının olduğu söylenemez.651

Bununla beraber muhalif partileri, Meclis görüşmelerinde Türkiye’nin yaklaşımlarının içerik olarak eleştirisini yapmakla birlikte, temel eleştirilerini Türkiye’nin dış politikasının meclis denetimi dışında, Cumhurbaşkanının kişisel değerlendirmeleri ile oluşturulmasına karşı çıkmışlardır.

Muhalefet, başta ABD olmak üzere, Batılı ülkelerin Türkiye’ye Irak’a müdehale etmesi için baskı uygulamalarına, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın bu kritik günlerde insiyatifi tümüyle ele almasına ve Başbakan Yıldırım Akbulut’un devre dışı bırakılmasına karşı tepki gösteriyordu. Türkiye’nin tek taraflı yaptırım uygulaması için yapılan çağrılara “hayır” demesini isteyen Sosyal Demokrat Halkçı Parti ( SHP ) Genel Başkanı Erdal İnönü, “Tek başımıza ortaya çıkmamız bizim Irak ile 649 Sazak, a.g.e., s.49-50 650 Gözen, a.g.e., s.163 651 a.g.e., s.171

mücadeleye tutuşmamız anlamına gelir”, diyerek uluslar arası yaptırım gücü kurulması gerektiğini vurgulamıştır. Doğruyol Partisi (DYP) Genel Başkanı Süleyman Demirel ise, “ Biz bölgenin jandarması değiliz. Kimse Türkiye’ye Körfez bekçiliği yaptırmaya kalkmasın” diyerek tepkisini göstermiştir.652

Muhalefet Partilerine ait bu görüşlerin basının bir kanadı tarafından da açıkca desteklendiği görülmüştür. Gazeteci Yazar Ali Sirmen, “Türkiye’nin Irak’ı yola getirme operasyonunda başı çekmesi hiç de akılcı olmayacaktır”653derken; Güneri Civaoğlu ise, Türkiyenin Batı’nın aleti olabileceğine dikkat çekmiş ve “Türkiye bu ortak tavırların (Irak’a karşı uluslar arası sistemin almış olduğu) ne öncüsü olacak, ne de Batı tarafından alet edilmeyi ve kullanılmayı kabul edecektir”654eleştirisini getirmiştir.

SHP ve DYP liderleri, Özal’ı kendi kişisel çıkarları nedeniyle Türkiye’yi savaşa sokmak istemesi ile suçlamışlardır.655SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, partisinin görüşlerini açıklarken, “Bir takım hayali çıkarlar, kişisel ya da partisel açıdan faydalar sağlamak için bu savaş macerasına ülkemizi atanlar en büyük sorumluluk altında kalacaklardır” diyerek Cumhurbaşkanı Özal’ın izlediği dış politikanın “emperyalist bir dış politika” olduğunu savunmuştur.656

DSP Genel Başkanı Ecevit, “ABD’nin Türkiye’yi oltanın ucuna taktığı yem olarak kullanmak amacında olduğunu” savunarak Özal ve hükümete defalarca çağrıda bulunmuştur. Ecevit’e göre, ABD’nin gerçek amacı Kuveyt’in kurtarılması değil, Irak’ın çok kaygı veren boyutlara ulaşan askeri gücünün yok edilmesi idi. Ecevit, Türk halkının, ülkesinin Körfez Savaşı’na doğrudan ve dolaylı olarak katılmasına kesinlikle karşı olduğunu, ancak Cumhurbaşkanı Özal’ın bu istemleri göz ardı ederek devlet radyosu ve televizyonu kanalı ile kamaoyunda savaş psikolojisi oluşturmaya çalıştığını belirtiyordu. Irak’ın askeri gücünü kimler meydana getirdiyse onlar tarafından da ortadan kaldırmalıydı. Türkiye’nin bu konuda hiçbir sorumluluğu yoktu.657

Yine dönemin DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel, Türkiyenin lojistik anlamda vereceği desteğe dahi karşı çıkmış ve bunun zaten savaşa girmek anlamını taşıdığını belirtmiştir. Türkiye’nin BM’nin Irak’a karşı ambargo kararını uygulayan 120 ülkeden biri olmasına karşın yöneticilerin kendilerini birinci sırada saydıklarını anlatan Demirel, Türkiye’nin Irak sınırına 100 bin asker yığması konusunda şunları söylemiştir: “28 ülke Körfez’e asker, gemi gönderdi. Türkiye’nin Irak ile 270 km hududu var bu hududa asker koymadı mı? Koydu. Ve oradaki ahali fevkalade rahatsızdır. Öyleyse Türkiye bir şey yapmamış değil. Heralde Türkiye’nin kendi hududunu bırakıp Kuveyt hududuna asker göndermesi düşünülemez. Bir tecavüze karşın tedbirdir, bu tamam. Bununla kaldı mı Türkiye? Hayır. Resmi ağızlar diyor ki ‘Biz kesinlikle, bir saldırıya uğramazsak bu savaşa girmeyiz.’ İyi. Siyasi ikdidar kim Türkiye’de? Onun karşısında siyasi muhalefet biziz. Ama herhalde siyasi ikdidar

652 Güneş, 7 Ağustos 1990

653 Cumhuriyet, 7 Ağustos 1990

654

Güneri Civaoğlu, Sabah 5 Ağustos 1990

655

Cumhuriyet, 16 Ocak 1991

656

Cumhuriyet, 16 Ocak 1991

Çankaya değil. Çankaya siyasi ikdidara dahilse, o zaman tarafsızlığını yitirmiştir, Çankaya boştur. Resmi devlet başkanı, fiili devlet başkanı olmaktan çıkmıştır. Çankaya’nın ikide bir Türkiye’ye yön tayin etmesi siyasi bir olaydır. (...). Bu Anayasa’nın neresinde? Çankaya’nın Türkiye’nin dış politikasnıı yapacağına dair bir cümle var mı? Dış politikayı hükümet yapar(...). Biz siyasal muhalefet olarak siyasal iktidar ile muhatabız. Çankaya ile değil.”658

Muhalefet partilerinin görüşlerini iki açıdan ele almak gerekir: Genel olarak Körfez Savaşı ile ilgili görüşleri ve özellikle Türk dış politikasının yapılması ve yürütülmesi ile ilgili görüşleri. Muhalefet partilerinin bu iki noktanın ayırımında net olmadıkları gözlenmiş ve bu yüzden eleştirilerinin nereye yöneltildiği anlaşılamamıştır.

Erdal İnönü, petrol boru hatlarının çok çabuk kapatıldığı ve Irak’a karşı olmakta acele edildiği gerekçesiyle Hükümeti suçlamıştır. Türkiye’nin Irak’la ilişkilerinde dikkatli olunması gerektiğini belirterek, petrol boru hatlarının kapatılmasının Türkiye’ye faydasının olamayacağını ve Batıya fazla güvenmenin yarar sağlamayacağını belirtmiştir. Batılı ülkelerin ve Türkiye’nin Irak’la ilişkilerini karşılaştırdıktan sonra, Batılı ülkelerin aksine Türkiye’nin Irak’a karşı gelmesinin onun çıkarına uygun olmadığını vurgulamıştır. İnönü’ye göre, Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik geleneksel tarafsızlık politikasına devam etmesi, Araplarla Batılı ülkeler arasındaki savaş ve krizlerde tarafsız kalması gerekiyordu. Aksi taktirde Türkiye’nin bölgeyle arası bozulacaktı.659

İnönü, aynı zamanda, Irak’ın Kuveyt’i işgalinin uluslar arası hukuk ve adalet kurallarına uygun olmadığını, bu yüzden BM Güvenlik Konseyi ambargo kararının doğru olduğunu da kabul etti. İnönü, bu görüşü ile gerçekten bir belirsizlik içinde idi. Bir yandan Türkiye’nin Irak’la ilişkilerinde sahip olduğu çıkarlarını koruması gerektiğini söylemek ve diğer taraftan da BM’nin ambargo kararının desteklenmesini uygun bulmak, açıklanması güç bir paradokstur. Öyleyse, bunların her ikisini de gerçekleştirebilmek için Türkiye ne yapmalı idi? İnönü’nün görüşleri dikkate alındığında bu soruya çok kolay ve net bir cevap bulmak güçtür. Yine İnönü, Arap ülkelerinin birçoğunun Irak’a karşı bir araya geldiği bir durumda Türkiye’nin ne yapması gerektiği konusunda da açık değildi.

İnönü’nün görüşlerindeki paradoksun kaynağı, onun Körfez Savaşında Türkiye’nin alması gereken tutuma yönelik eleştirileri ile Özal ve Hükümete yönelik eleştirilerinin birbirine karışmış olmasında bulunabilir. Çünkü İnönü, Özal’ın aktif tutumunu ve Hükümetin pasif pozisyonunu eleştirmiş ve Özal’ın Türkiye’yi tehlikeli bir noktaya sürüklediğini iddia etmiş ve bunun Anayasaya aykırı yapıldığını söylemişti.660

DYP lideri Süleyman Demirel’in Türkiye’nin savaş politikası ile ilgili olarak ileri sürdüğü görüşler de belirsiz bir manzara ortaya koymuştur. Demirel, BM’nin Irak’a ambargo kararını “Kuveyt'in Irak'ın işgalinden kurtarılması için önemli bir adım” olarak tamamen desteklerken, Türkiye’nin aldığı kararları eleştirdi. Hükümetin petrol boru hatlarını kapatma kararını, diğer ülkelerden daha hızlı alınmış bir tercih olduğunu ileri sürdü. Ona göre, Türkiye’nin öncülük etmemesi, aktif kurtarıcı ve kahraman rolü

658

Cumhuriyet, 18 Ocak 1991

659

İnönünün meclis konuşması, TBMM Tutanak Dergisi, 12 Ağustos 1990, s.447

oynamaması gerekirdi.661Demirel de Türkiye’nin tarafsızlık politikası takip etmesi gerektiğini belirtti ve “Bakın beyler, gayet açık söyleyeyim: biz o çöllerde 400 sene şehit verdik” diye uyardı ve “Dikkat edin, yazıktır, günahtır. Türkiye'yi yanlış bir zamanda, yanlış bir ihtilafın içine sokmaya kimsenin hakkı yoktur” diye serzenişte bulundu. Demirel, Irak’tan Türkiye’ye hiçbir tehdit gelmediğini belirttikten sonra, “Irak’ı düşman olarak almak kadar yanlış bir şey düşünemediğini” de vurguladı.662

Demirel’in de esas hedefi Özal ve Hükümetin tutumuydu. Demirel, Hükümeti Özal’ın etkisi altında kalmak ve ANAP’lı parlamenterleri temsilcilik görevini yapamamakla, Özal’ı da yanlış hareket etmek ve Anayasa ve hukuk dışına çıkmakla suçladı.663

Necmettin Erbakan, Türkiye’nin Irak’la olan sıkı ekonomik, siyasi ve dini müştereklerinden dolayı bu ülke ile ilişkilerinde menfaatinin bulunduğunu belirterek, Irak’a karşı ambargo uygulanmasının ve ilişkilerin koparılmasının hem Türkiye’nin çıkarlarına aykırı olduğunu hem de onun İslam dünyasındaki prestijini yok edeceğini savundu.Erbakan, Türkiye’nin politikasının ABD’nin politikasının taklidinden başka bir şey olmadığına, bunun ise Siyonizm ve İslam düşmanlığı politikası anlamına geldiğine inanıyordu. Bu nedenle Türkiye’nin Körfez Savaşı boyunca izlediği politikanın tamamının Amerikan yanlısı bir politika olduğunu ve bunun Türkiye’yi rahatsız ettiğini söyledi.664

ABD’nin askeri taleplerine olumlu yanıt veren Cumhurbaşkanı Özal’a, meclis dışı muhalefetten de tepki gelmiştir. Çeşitli kurum, kuruluş ve üretim birimleri bazında savaş karşıtı bir söylemle mitingler düzenlenmiştir. Nükleer savaşın önlenmesi için hareket eden hekimler derneği (NÜSHED), Körfez bölgesinde 20 milyon insanın yaşamının risk altında olduğunu açıklarken, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu ve Baro Başkanları da olağanüstü toplanıyordu. Türkiye’nin bu savaşta taraf olmasını eleştiren Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Önder Sav, görüşlerini şöyle özetliyordu; “ABD’nin Ortadoğu’da ekonomik ve siyasi planları, hedefleri ve vazgeçmiyeceği çıkarları var. Sorunu savaşla çözmek istiyor. Bizim ne çıkarımız var? Ortadoğu’da hangi sorunumuzu savaşla çözmek zorundayız? Irak’a petrole giderken sudan olmayalım. Ülkemizde savaş istemeyenler çoğunlukta aydınlar, işçiler, sanatçılar, serbest çalışanlar, meslek kuruluşları, gençler, toplumun tamamına yakını savaş istemiyor. Savaş istemediği için Bakanlar koltuklarını bırakıyor, Genelkurmay Başkanları üniformalarını çıkarıyor (...). Toplumun barış istemesine karşın kimler, niçin savaş kışkırtıcılığı yapıyor? Savaş bir iç politika malzemesi yapılıyor.”665

Sonuç olarak meclis dışı muhalefetin birer parçası olan demokratik kitle örgütleri de kuvvet kullanımını reddeden, sıcak çatışmaya girilmesini kabul etmeyen bir tavır almışladır, Bu kuruluşlar, Türkiye’nin özellikle ABD başta olmak üzere Batılı devletlerin güdümünde ve onların global çkarları doğrultusunda politikalar izlemesine karşı çıkmışlar; Türkiye’nin bölgedeki sorunlara askeri olarak

661 Güneş, 8 Ağustos 1990

662 Demirelin meclis konuşması, TBMM Tutanak Dergisi, 12 Ağustos 1990 s.447–450

663

a.g.m. s.459

664

Necmettin Erbakan, Körfez Krizi Emperyalizm ve Petrol, Rehber Yayıncılık Ankara Mart 1991 s.55-60

müdahalesine neden olabilicek taahhütlerden kaçınması gerektiğini vurgulamışlardı. İşci sendikaları, meslek kuruluşları ve öğrenci ve gençlik kuruluşları gibi geniş bir tabanda oluşan bu savaş karşıtı kamuoyu, o zaman yürürlükte olan yasal çerçeveleri de zorlama pahasına Türkiye’nin Körfez’de sıcak bir çatışmadan uzak kalması yönünde toplumsal bir muhalefet oluşturmuşlardır.

Belgede 1. Körfez Krizi ve Türkiye (sayfa 143-149)