• Sonuç bulunamadı

TEK SÜPER GÜCE DOĞRU

Belgede 1. Körfez Krizi ve Türkiye (sayfa 118-123)

3. İŞGAL SONRASI GELİŞMELER

3.2. ASKERİ MÜDAHALEYE İMKÂN TANIYAN FAKTÖRLER…

3.2.2. TEK SÜPER GÜCE DOĞRU

Sadece Avrupa’da olmak üzere Birinci Dünya Savaşı’nda yaklaşık 18 milyon insan yaşamını yitirirken, İkinci Dünya Savaşı ise 35 milyonu aşkın insanın ölümüne neden olmuştu. Bu denli büyük çaptaki kitlesel insan telefine yol açan ve ard arda gelen iki topyekûn savaş, geride kalan milyonlarca yaralı, kimsesiz insanlar, harabeye dönen kentler ve yıkılan medeniyetler, gerileyen refah düzeyi, yoksulluk, açlık ve sefalet gibi dibe vuran sosyo-ekonomik koşullardan oluşan acı tablo, insanoğlunun sürekli ibret alacağı iyi bir ders olmuş ve bu nedenle ülkeler, 1950’li yıllarla başlayan yeni süreçle birlikte artık kolay kolay savaşı göze alamamakta ve ihtilaflarını savaşarak değil, mümkün ölçüde uzlaşma yoluyla çözmeyi yeğlemekteydi. Ancak çıkar çatışması eskiden olduğu gibi bundan sonra da varolmaya devam edecekti. Yalnızca savaşların çehresi ve mahiyeti değişmiş, topyekûn sıcak savaş bitmiş; yerine, topyekün soğuk savaş başlamıştı.534

Soğuk Savaşın iki aktörü ABD ve SSCB, kendi sistemlerini yaymak için verdikleri mücadele esnasında, nükleer terör dengesinin de etkisiyle doğrudan sıcak çatışmalardan kaçınmış, sıcak savaş Kore ve Vietnam örneklerinde görüldüğü gibi çevre ülkeler üzerinden yürütülmüştür. Soğuk Savaş döneminde ekonomik mücadele, bağımsızlığını kazanan sömürgelerin, Doğu Bloku’na geçmesini önlemek amacıyla yapılan iktisadi yardımlarda odaklanmıştı. ABD, savaşta eski gücünü ve etkisini kaybetmiş olan İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya gibi Avrupa’nın büyük devletlerinin elindeki sömürgelerin bağımsızlık mücadelesini desteklemiştir. Sonuç olarak, bu ülkeler, sömürgelerinin bir bölümünden vazgeçmek zorunda kalmış ve üzerlerindeki ABD etkisi artmıştır.535

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya gibi Avrupa ülkelerinin bir güç unsuru olarak dünya politika sahnesinden çekilmesinden sonra, dünya, uluslararası güç dengesi itibariyle iki kutuplu bir sistem özelliğini kazandı. ABD ve Sovyetler Birliği gibi her biri farklı görüşlere sahip iki ayrı çekirdekten oluşan iki kutuplu yapının ve Soğuk Savaşın oluşturduğu bu durum 1970’li yıllara kadar sürecekti.536

1970’li yıllar bir yumuşama dönemi olmasına rağmen, iki süper güç özellikle askeri açıdan daha üstün olabilmek adına kıyasıya yarışıyor, uzay çağı dahil her türlü 532 Mendi, a.g.e., s.50 533 Heykel, a.g.e., s.171 534 Doğan , a.g.m., s.26 535

Mehmet Duman, “Hegemonya ve Güçler Dengesi Bağlamında Uluslararası Siyaset ve İktisat İlişkileri”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (4) 2002/2, s.3

teknolojik alanda ilk sırada yer almaya çalışıyorlardı. Her alanda sergilenen bu yarış, iki ülkenin ekonomisinde de çok derin etkiler yapmaktaydı. 1970’li yılların ortasına gelindiğinde, Sovyet Bloku’nu içerden sarsan bir olay meydana geldi. 1 Ağustos 1975 tarihinde Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de düzenlenen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’nın sonunda Avrupa ülkeleri (Arnavutluk ve Andora hariç) ile SSCB, ABD ve Kanada arasında yapılan anlaşma sonucunda Helsinki Nihai Senedi adıyla bir bildiri ilan edildi. Doğu-Batı münasebetlerinde bir yumuşama ve yakınlık getirmek isteyen bu belgenin yürürlüğe girmesinden sonra, Doğu Avrupa’daki bütün Sovyet uydusu sosyalist ülkelerde, aydınlar ve milliyetçiler arasında, insan hakları ve hürriyet hareketleri başlamış ve bu hareketler zamanla Moskova’nın hegamonyasına karşı bir mücadeleye dönüşmüştü.537

ABD açısından durum 70’lere kadar gayet iyi gitmekteydi. Amerika’nın daha iki kutuplu düzenin şekillenmeye başlamadan önce kurmuş olduğu Bretton Woods Sistemi538ve sonrasında uyguladığı Marshall Planı,539ekonomik açıdan ABD’yi egemen duruma getirirken, siyasi ve askeri alanda uyguladığı Truman Doktrini ve sonrasında kurulan NATO, ABD’nin iki kutuplu sistemde ağır basan taraf olmasını sağlıyordu.540

1970’li yıllara gelindiğinde, ABD’nin Vietnam’dan hayal kırıklığıyla dönmesi, hem psikolojik hem de ekonomik bakımdan ABD için bir bunalım olmaya başlamıştır. Diğer önemli bir gelişme de Nixon Doktrini ile ABD’nin dünya jandarmalığından çekilmesi ve kominizme karşı her ülkenin kendi mücadelesine

537 Armaoğlu, a.g.e., s.911

538

Bretton Woods sistemi, II. Dünya Savaşı sırasında Temmuz 1944'te ABD'nin küçük bir kasabası olan Bretton Woods'da toplanan Birleşmiş Milletler Para ve Finans konferansında ortaya çıkan iktisadi sistemdir. Bretton Woods uluslararası para idare sistemi, dünyanın önde gelen devletleri arasındaki ticari ve finansal işlemlerde uyulması gereken kuralları belirler. Bu sistem, dünya tarihinde ilk kez, bağımsız ulus-devletlerin kendi aralarında ortak bir parasal düzen üzerinde anlaşmaları sonucunda uygulamaya konulmuştur. Uluslararası para sisteminin kurallarını belirleyen bu anlaşma, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) kurulmasına karar vermiştir. Bu kurumlar, 1946'da, yeterli sayıda ülke anlaşmayı imzalayınca faaliyete geçmiştir. Bu sistemin getirilmesini isteyen ABD'nin önerilerini ünlü ekonomist Keynes sunmuştur. Bu konferansta altına dönüştürülebilen tek para biriminin dolar olmasına, diğer para birimlerinin değerlerinin de dolara göre ayarlanmasına karar verilmiştir. Tüm para birimlerinin dolara endeksli olması zamanla piyasalarda gerilim yaratmış ve 1971'de ABD'nin doları altına endekslemekten vazgeçtiğini açıklamasıyla sistem çökmüştür. Ayrıntılı bigi için ayrıca bkz. Baskın Oran, Türk Dış Politikası, s.480

539

Haziran 1947'de Harward Üniversitesinde bir konuşma yapan ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, Avrupa ekonomilerini tekrar kalkındırmak için çok geniş kapsamlı bir program önerdi. Marshall Planı; buna katılmak isteyen her Avrupa ülkesine Amerikan mali yardımı, malzeme ve makinasını öngörüyordu. Türkiye dahil 16 Avrupa ülkesinin üyeleri 22 Eylül'de Amerika'ya sunulmak üzere bir Avrupa Ekonomik Kalkınma Programı hazırladılar. Bu program üzerine Amerika 3 Nisan 1948'de Dış Yardım Kanunu'nu çıkardı. Amerika bu kanuna dayanarak daha ilk yılında 16'lara (İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Türkiye, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç) 6 milyar dolarlık bir ekonomik yardım yaptı. Bu yardım müteakip yıllarda 12 milyar dolara ulaştı. Marshsall planı, Sovyetler ve peyklerine de açık olmakla birlikte, Doğu Bloku üyeleri buna katılmak istemediler. Marshall yardımları sonucunda ve üç yıllık bir süre içinde Av-rupa'daki sanayi üretimi savaş öncesine oranla % 25, tarımsal üretim ise % 14'lük bir artış gösterdi. Dış Yardım Kanununun çıkması üzerine 16 Avrupa ülkesi, 16 Nisan 1948'de Avrupa iktisadi işbirliği Teşkilatı'nı kurdular. Ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz. Baskın Oran, Türk Dış Politikası, s.538-542

yönelik bir yapı oluşturulmaya başlanması olmuştur. Ekonomik alandaki sıkıntıların en önemlilerinden birisi de, Vietnam Savaşı sonrası doların değer kaybetmesiyle 1971 yılında Bretton Woods Sistemi’nin sona ermesi olmuştur.541

Bu dönemim en belirgin gelişmelerinden bir tanesi de Almanya ve Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası bunalımını atlatıp, ABD’ye karşı bir ekonomik rekabete başlamalarıdır. 1973 yılında gelen ekonomik kriz ise dünya ekonomisinde ağır bir sarsıntı yapmış, özellikle üçüncü dünya ülkeleri krizin en ağır mağdurları olmuşlardır. Bu krizin ABD’yi etkilediğini söylemek pek doğru sayılmaz. Hatta Amerikan petrol şirketlerinin artan kârları, ödedikleri vergileri de arttırmış ve ayrıca petrolün fiatının artması, ABD’nin ihraç ettiği petrol tabanlı ürünlere direk yansıdığından ABD’nin kaybı olmamıştır. Aynı şekilde Almanya ve Japonya gibi sanayisi gelişmiş ülkeler de ilk başta artan fiatlardan etkilenseler bile, sonrasında bu maliyet artışını mamul malların fiyatına yansıtarak telafi yoluna gitmişlerdir.542

1970’li yılların bu durgun akışı bir anda Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgali ile bozulmuştur. Çünkü Afganistan’ın işgali demek, SSCB’nin Körfez’e bir adım daha yaklaşması demekti. Arada daha İran vardı, ama 1979 İslam Devrimi ile Amerikan yanlısı Şah’ın yerini radikal bir Ayetullah Humeyni yönetiminin alması ve ardından çıkan İran-Irak Savaşı, ABD’yi iyice telaşlandırmıştır.543

ABD açısından yaşanan bu olumsuz gelişmeler, esasında bir noktayı işaret etmekteydi: Nixon Doktrini başarısız olmuştu. Nixon’dan sonra başkanlığa geçen Carter’ın Körfez Danışmanlarından George Ball, bu başarısızlığı şöyle özetliyordu: “Eğer İran’daki felaket bir şey kanıtlıyorsa, o da, Nixon Doktrini’nin varsaydığı gibi, stratejik bir bölgenin güvenliğini, geri bir ülkeyi silaha boğmakla garanti edemeyeceğimizdir. Bu durumda, yerel tetikçilere dayanmak yerine Hint Okyanusu’ndaki Amerikan askeri varlığı önemli ölçüde artırılmalı ve hareket kabiliyeti geliştirilmelidir.”544Bu söz esasında bir döneminde sonu oluyordu. Zaten Başkan Carter 23 Ocak 1980’de kendi adıyla anılacak olan Carter Doktrini’ni açıklarken, askeri müdahaleyi meşrulaştıran bir dönemi başlatıyordu. Bu doktrinle ABD, Basra Körfezi’nde kendi yaşamsal çıkarlarına ters düşecek herhangi bir saldırı ve müdahale karşısında askeri güçte dahil olmak üzere her türlü araçla karşı koyacaktı.545Bu doktrinin ilk uygulaması da, 1981 yılında “Acil Müdahale Kuvveti” nin (Rapid Deployment Force)546kurulması ile olmuştur.547

1980’lerde büyük ölçüde İkinci Dünya Savaşı sonrası iktisadi sistemin çöküşüne sebep olan siyasal manzaranın değişmesiyle ve bunun sonucunda Amerikan milli kapitalizminin diğer milli kapitalizmler (Japonya, Avrupa ve Uzak Doğu) karşısında güç kaybetmesiyle, diğer taraftan Amerikan sermayesinin uluslar arasılaşma sürecinde giderek ABD’ye yatırım yapma mecburiyetini hissetmemeye

541 a.g.e., s.658

542

Arı, Irak İran ABD ve Petrol, s.194-195

543 Armaoğlu, a.g.e., s.899

544 Gerger, a.g.e., s.418-419

545

Arı, Irak İran ABD ve Petrol, s.257

546

Türkiye’de “Çevik Kuvvet” olarak bilinen bu birim, Körefz Krizi esnasında hükümet içi ve dışında sert tartışmalara yol açacak ve nihayetinde Türkiye’ye davet edilecektir.

başlamasıyla ABD’nin iktisadi bakımdan hakim konumu değişmeye başlamıştır. Amerika’nın iktisadi olarak hegemonik gücünün gerilemesi ve Batıda çoğulculuğun yükselişi, süper güçler arasındaki yumuşama ve azgelişmiş ülkelerden gelen siyasal baskılar, uluslararası iktisadi sistemi, küreselleşme ve bölgeselleşme eğilimlerini içinde barındıran bir tarza dönüştürmüştür.548

Her ne kadar ABD’nin ekonomik hegomanyası, Avrupa ülkeleri ve Japonya’nın yükselişi ile zayıflamaya başlasa bile, Amerika halen iki kutuplu sistemin dominant karakteridir. ABD’nin ekonomik açıdan etkilendiği bir ortamda SSCB’nin bu ekonomik bunalımdan etkilenmemesi elbette imkânsız bir olasılıktı. Nitekim Gorbaçov’un 1985 yılında iktidara gelmesiyle Sovyetler’de başlayan değişim dünyanın dengesini de değiştirmiştir.

Şurası bir gerçektir ki, Gorbaçov iktidara geldiğinde, Batıda hiç kimse, bu olayın, SSCB tarihinin bir dönüm noktası olacağını ve SSCB’nin, Kominist Partisi’nin bu genç ve yetenekli Genel Sekreteri zamanında ve onun politikası sonucunda dağılıp gideceğini aklına bile getirmemiştir.549

1985 yılında iktidara gelen Gorbaçov, dünya politikasında bir süper güç olarak mücadele etmenin getirdiği ekonomik bunalımla karşı karşıya kalmıştı ve Sovyetler Birliği’nin, ekonomik ve toplumsal bunalım koşullarında tek alternatifi haline gelen “resmi reformculuk” sisteminin gerçekleştirilmesi zorunlu hale gelen bir döneminde yönetimi eline almıştı. Bu yeni lider, Sovyetler Birliği’nin değil, dünyanın da kaderini değiştirecekti. Rusça birer sözcük olan “glasnost” (açıklık-şeffaflik) ve perestroyka(yeniden yapılanma) sözcüklerini tüm dünya dillerine sokan Gorbaçov, yönetimi eline alır almaz, radikal bir dizi reform uygulamasını gündeme getirerek, Sovyet siyasal ve ekonomik sisteminde yeni bir yapılanmaya gitmek istemiştir.550

Özellikle 1960’lardan itibaren Sovyetler Birliği ile ABD arasında yaşanan silahlanma yarışı, artık Sovyet ekonomisini bu yarışı kaldıramayacak hale getirmişti. Bu kadar yüksek maliyete rağmen, Sovyetler bu yarışta üstünlük sağlayamamıştı. Üstelik ABD, son dönemde “Star Wars” (Yıldız Savaşları) adıyla yeni bir projeyi uygulamaya koymuş, bu durum Sovyetler’in gerçekte ABD’den her konuda ne kadar geri kaldığının bir göstergesi olmuştu.551

Gorbaçov, bütün siyasal, ekonomik ve askeri politikasını, Amerika ile rekabet çerçevesi içine sokarak, ülkesini en azından ABD ile eşit bir seviyeye getirmek istemişti. Ama ortada onun ve Sovyet Komünist sisteminin hiç istemediği bir sonuç oluşmuştu. Gorbaçov, Sovyetler Birliği’ne yeni bir güç ve dinamizm vermek isterken, aksine, Sovyet sisteminin, hem içerdeki ve hem de dünya kuvvet dengesindeki bütün zaaflarını açığa vuruyordu.552

548 Duman, a.g.m., s.12-13 549 Armaoğlu, a.g.e., s.911 550 Karakartal, a.g.e., s.9 551 Armaoğlu, a.g.e., s.915-916 552 a.g.e., s.917

Gorbaçov’un Sovyet komünist sisteminde kapitalist bir restorasyon içeren “glasnost” ve “prestroyka” politikaları başarıya ulaşmamakla beraber ortaya iki sonuç doğurmuştur: Birincisi; sosyalist uydu devletleri olan Doğu Avrupa devletleri, içerisinde yaşadıkları sistemin, yenidünya düzeni çerçevesinde ne kadar geri kalmış bir sistem olduğunu anlamışlar ve 1989 yılından itibaren birer birer bağımsızlık hareketine girişmişlerdir. Artık bu devletleri Sovyet müdahalesinin olmadığı bir iç ve dış politika beklemektedir. İkinci sonuç ise; SSCB’nin ABD ile rekabetten vazgeçerek, iki kutuplu dünya düzenini sona erdirmesi ve dahasında “bölgesel sorunlar” olarak bilinen bir dizi uluslar arası politik sorunlarda, ABD’nin yanında yer almaya başlamasıdır.553

Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin önemli sonucu, ABD’nin uluslararası sistemde tek süper güç olarak kalması gerçeğidir. Bu nedenle, Soğuk Savaş döneminin genel olarak Batının, özel olarak ABD’nin zaferi ile sonuçlandığı söylenebilir. Ayrıca, Soğuk Savaş dönemi sadece Doğu ile Batı arasında askeri alanda yaşanan bir bloklaşmayı değil, aynı zamanda iki zıt ideoloji arasındaki bir mücadeleyi de ifade ediyordu. Bu mücadelede komünist ideoloji, hem Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’ nde başarısız oldu, hem de tüm dünya ister istemez bu mücadeleden etkilenerek bir gerileme sürecine girmiş oldu.554

Böylelikle yaklaşık 50 yıldır Amerikan dış politikasının dayanak noktası olan “Soğuk Savaş” sona eriyordu. Artık ABD açısından birinci öncelik, zayıflamaya başlayan ekonomik alandaki hegomanyasını, yeniden üst seviyeye çıkarmaktı. Aynı zamanda Soğuk Savaşın ağır bilânçosu da telafi edilmeliydi.555ABD, bir taraftan kendi iç ekonomik durumunu düzeltirken, diğer bir taraftan da Avrupa devletleri ve Japonya gibi iktisadi açıdan rekabet etme durumuna gelmiş olan rakiplerine gözdağı vermesi gerekiyordu. Oyunun adı belliydi: Petrol; sahne belliydi: Ortadoğu; baş aktör ise Irak’tı; figuranı, Kuveyt. Yönetmenin adı ise, yönetmen sandalyesine yıllar öncesinden yazılmıştı: ABD

553 Karakartal, a.g.e., s.11 554 Doğan , a.g.m., s.33 555 Gerger, a.g.e., s.448

3.2.3. SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KRİZE VE MÜDAHALEYE

Belgede 1. Körfez Krizi ve Türkiye (sayfa 118-123)