• Sonuç bulunamadı

SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KRİZE VE MÜDAHALEYE

Belgede 1. Körfez Krizi ve Türkiye (sayfa 123-127)

3. İŞGAL SONRASI GELİŞMELER

3.2. ASKERİ MÜDAHALEYE İMKÂN TANIYAN FAKTÖRLER…

3.2.3. SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KRİZE VE MÜDAHALEYE

Bütün bir Soğuk Savaş dönemi boyunca, ABD ile dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi, Ortadoğu’da da bir hakimiyet savaşı yaşayan Sovyetler Birliği’nin, kriz dönemine gelindiğinde politikalarında çok büyük değişiklikler olduğu görülmektedir. Çükü eski Sovyetler Birliği, daha dağılmadan içine düşmüş olduğu büyük ekonomik sorunlar nedeniyle, askeri harcamalarını büyük ölçüde kısmak zorunda kalmış; keza, askeri programlarını yeniden gözden geçirmek zorunluğunu duymuştur.

Yukarda belirttiğimiz gibi, Sovyetler Birliği’nin Körfez Krizi öncesinde yaşadığı olayların en büyük sonuçlarından birisi Sovyetlerin, bölgesel sorunlar karşısında, Soğuk Savaş döneminin doktrinel ve ideolojiye dayalı dış politikasının terk edilmesi, ABD ile işbirliği içerisinde bir politika izlemeye başlanmasıdır. ABD Başkanı George Bush’un “Bazı ayrılıklar olmasına rağmen aramızdaki işbirliği mükemmel şekilde devam etmektedir” sözleri kriz esnasında iki ülke arasında yaşananları özetlemekteydi.556

2 Ağustos’ta, Mihail Gorbaçov, ülkesinin tutumunun, diğer Güvenlik Konseyi üyesi ülkelerle aynı olduğu ve Irak’ın Kuveyt’i işgalinin kabul edilmez olduğunu söylüyordu. Oysa Sovyetler Birliği, 1972 yılında, Irak ile imzaladığı Dostluk ve İşbirliği Anlaşması ile Irak’ın en yakın dostu haline gelmişti. Ancak Moskova, Birleşmiş Milletler’in tüm kararlarına imzasını koymuş, ambargoya aktif olarak katılmış ve Bağdat’a karşı tutumu sertleşmiş olmasına karşın, Araplar arası barışcı çözüm yollarının aranması fikrini kriz süresince savunmuştur. Çünkü güney sınırından 200 km gerisinde557savaşın patlak vermesinden endişe duymaktaydı. 25 Ağustos’ta Güvenlik Konseyi, gerekirse silahlı mücadeleye izin veren kararını aldığında, Sovyet delegesi Valerit Lozinski, “Sovyetler birliği her şeyden önce, Irak-Kuveyt krizinin politik ve diplomatik çabalarla çözülmesini arzu etmekte ama mümkün olan en az şekilde silahlı müdahale olasılığını da göz ardı etmemektedir.” şeklinde ülkesinin tavrını belirtmişti.558

Belki büyük bir tesadüftü, belki de Amerika’nın zamanlaması çok iyiydi, fakat ortada var olan gerçek, Sovyetler’in bu krizde karşı tarafta olmayacağıydı. Batının ekonomik yardımına ve teknolojisine muhtaç olan Moskova, bir önceki dönemde başlattığı yumuşama sürecini uzlaşmayla pekiştireceği bir anda Irak’ı tercih edip dengeleri alt üst edemezdi, etmedi de. Öyleki, 9 Kasım 1990’da Almanya ziyareti esnasında SSCB lideri Mihail Garbaçov “ABD ile aramıza kimse giremez” diyordu.559Görüldüğü gibi, bu değişim Soğuk Savaş yıllarında Irak’ın büyük destekçisi olan Sovyetler Birliği açısından oldukça büyük bir adımdı. Çünkü uluslar arası sistemde gücünü kaybetmeye başlamış, hatta denge unsuru olma özelliğini yitirmiş bir Sovyetler Birliği’nin, karşı politika izlemesi imkânsız hale gelmişti. Ortam, Soğuk Savaş’ın hararetli zamanlarına denk gelseydi belki durum çok farklı

556

Gresh- Vidal, a.g.e., s.131-132

557

Bu mesafe Sovyet sınırı ile Bağdat arasındaki mesafedir.

558

Atak, Körfez a.g.e., s.55

olurdu. Nitekim Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Edvard Şevardnadze: “Kriz üç yıl önce yaşanmış olsaydı bir dünya savaşına sebebiyet verirdi” demişti.560

Araştırmacı Yazar Güngör Mengi ise, meseleyi köşe yazısında çok güzel özetlemekteydi: “Artık ABD’ye karşı koyacak hiçbir güç yok. Eskiden dünyanın iki süperi olduğu halde, şimdi ABD tek başına. Şerif, başkasının çifliğine giren, atını çalan, kâhyasını öldüren birine ne yaparsa ABD’de Saddam Hüseyin’e onu yapmak isteyecek. Artık dünyanın iklimi Saddam Hüseyin için hiçte iyi şeyler vaad etmiyor”561

Sovyetler’in Irak’a karşı tavrını gösteren gelişmelerden birisi de iki Dışişleri Bakanı, Baker ve Şevardnadze arasında yapılan görüşme olmuştur. İşgalin hemen ardından bir araya gelen iki Bakan, Irak’ın Kuveyt’i işgali konusunda aynı görüşe sahip olmakla beraber, Şevardnadze, askeri müdahale konusunda Sovyetler’in olumsuz tavrını da belirtmiştir.562Kuveyt’in işgalinden hemen sonra ABD Dışişleri Bakanı James Baker ve Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Edvard Şevardnadze’nin imzasını taşıyan ortak açıklamada, Irak kınanıyor ve derhal Kuveyt’i boşaltması isteniyordu.563

Savaş öncesinde Yevgeni Primakov başta olmak üzere, büyükelçi Mihail Stenko, Dışişleri Bakan Yardımcıları Viladamir Petrouski ve Aleksandr Belogov, bölge ülkeleri arasında barış amaçlı mekik diplomasinin sürdürülmesi için çaba harcamışlardır. Primakov’a göre askeri yöntemlerin kullanımı, bir tarafın çıkarlarını korumak için “her derde deva bir formül” olarak görülmez. Savaş yöntemlerinin kullanılması kaçınılmaz olsa bile ancak politik yöntemlerle birleştirilmeleri onları tam verimli kılar.564

Sovyet diplomasinin ilk hedefi Irak ile diyaloğu koparmamaktı. Moskava, arka arkaya ilk önce Irak Başbakan Yardımcısı Sadun Hammadi’yi, daha sonra iki kere Irak Dışişleri Bakanı Tarık Aziz’i kabul etmiş, diğer yandan, Başkanın özel danışmasnı iki kez Bağdat’a gitmiştir. İkinci hedef ise soruna bir Arap çözümü bulmaktı. Sovyetler Birliği, birbirine düşman Arap ülkeleri arasında bir köprü görevi üstlenerek ilişkileri arttırmaya çalışıyordu. Sovyetlerin üçüncü ve son hedefi ise, Arapların önem verdiği sorunlara eğilmekti. Moskova tüm Körfez ülkeri ile diplomatik ilişkiye geçmesinin ödülünü, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından açılan toplam 4 milyar dolarlık kredi ile alacaktı.565

Batıda, Gorbaçov’un BM ile beraber hareket etmesinin memnuniyeti yaşanırken, aynı zamanda ikili oynadığından endişe duyulmaktaydı. Bir yandan, uluslar arası topluluğun yanında, diplomasi ve öfke kartını oynuyordu. Öte yandan, yaklaşık 20 yıldır SSCB’nin müttefiki olan Bağdat rejimine askeri yardımı, gizlice sürdürüyordu. Her halükarda, bu kuşkuların Gorbaçov’un güvenirliliğini zayıflattığı açıktı. 5 Eylül’de Gorbaçov-Aziz görüşmesinden sonra Irak’lı, gülerek şu açıklamayı

560 Hürriyet, 6 Eylül 1990

561 Güngör Mengi, “Şerif ve Haydut”, Sabah, 3 Ağustos 1990

562

Salinger- Laurent, Körfez Savaşı, s.105

563

Cumhuriyet, 4 Ağustos 1990

564

Primakov, a.g.e., s. 127

yapmıştı: “Tereddüt etmeden, SSCB’den hala bir dost olarak söz edebilirim.” Bu çarpıcı açıklamanın amacı, belki de, Helsinki’de George Bush’la yapacağı Zirve Toplantısı’ndan üç gün önce Gorbaçov’u zora sokmaktı. Bir gün önce, Vladivostok’ta konuşan Edvard Şevardnadze şöyle diyordu: “Uluslar arası topluluk, yabanil devletleri ve korsan rejimleri hoş görmez.”566 Tarık Aziz’in ortalığı karıştırmak isteyen bu ince diplomasisi ne yazık ki işe yaramamıştı. Çünkü Bush ve Gorbaçov, Helsinki’de yapılacak olan görüşmenin, herkesin istediği bir biçimde sonuçlanacağının sinyallerini ne zamandır veriyorlardı.

9 Eylül 1990’da Helsinki’de gerçekleşen Bush-Gorbaçov zirvesi, artık Sovyetler Birliği’nin zıt kutup olma yerine, global sistemde ortak çıkarlar adına beraber hareket etme devrinin resmen başladığının işareti oluyordu. Finlandiya’nın Başkenti Helsinki’de 9 Eylülde gerçekleşen bu zirvede, Sovyetler Birliği’nin tutumuna Gorbaçov şu sözleri ile açıklık getirmişti: “Irak’tan gelecek askeri bir eylem hem bölge hem de Irak halkı için bir trajedi olacaktır. Saddam’ın ağır başlı, ciddi bir biçimde davranacağını umarım. Irak yönetimi ülkeyi bir çıkmaza götürmektedir”567

Basın, Bush ve Gorbaçov zirvesi için “Körfez Krizinin Kader Zirvesi” diyordu. Zirve sonunda çıkan karar fevkalade önem taşıyordu. Çünkü Ortadoğu, yıllardır adı geçen süper güçlerin birbirlerine karşı caydırıcı ve frenleyici roller oynadıkları bir ilgi alanıydı. Artık Sovyetler bu caydırıcı ve frenleyici rolü bırakmış bulunuyordu.568

Helsinki Zirvesi’nden çıkan sonuç her iki liderin de şaşılacak derecede görüşlerinin birbirine olan yakınlaşmasıdır. Her iki lider de Irak’ın uluslar arası hukuku hiçe sayarak Kuveyt’i işgal ve ilhak ettiğini belirtmişlerdir. Irak’ın bu fiili duruma hiçbir ön koşul ileri sürmeksizin son vermesini istemişlerdir. Ayrıca Irak’ı derhal BM Güvenlik Konseyi’nin kendisine karşı aldığı kararlara uymaya davet ederek, Irak’ın bu kararlara uymaması halinde BM’de yeni kararlar için harekete geçeceklerini bildirmişlerdir.569

9 Kasım’da Almanya’yı ziyaret eden Sovyet liderinin şu sözleri de Sovyetler’in yeni dış politikasını anlamak açısından önem taşımaktadır: “Bir plan veya operasyona göre değil BM’nin kararlarına göre hareket etmeliyiz. Körfez Krizi’nde birlik içinde olmalıyız. Kimse bu ortak davranış içinde çatlak çakarmamalı. Soğuk Savaşın artık bir çözüm olduğunu sanmıyoruz. Bu olayda Sovyetler Birliği’nin dünya kamuoyu önündeki sorumluluğunu da gösteriyoruz. Dünya devletleri de bu olay nedeniyle bir sınavdan geçmektedir. Bu bölge, dünya ticareti açısından işlevini sürdürmelidir”570

19 Kasım 1990 tarihinde Paris’te toplanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) Zirvesinde, NATO ve Varşova Paktına üye yirmi iki ülke tarafından Avrupa’da Konvansiyel Silahlı Kuvvetlerin Azaltılması Antlaşması

566 Salinger- Laurent, Körfez Savaşı, s.171

567

Cumhuriyet, 9 Eylül 1990

568

Uğur Mumcu, “Yeni Süreç” , Cumhuriyet, 9 Eylül 1990

569

Milliyet, 10 Eylül 1990

(AKKA) imzalanıyordu. AKKA pek çok açıdan, İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş açısından ortak bir barış antlaşması niteliği taşıyordu. Bu antlaşma ile özellikle Varşova Paktı’na üye ülkeler büyük ölçüde silahlarına veda ederken, imzacı ülkelerin birbirlerinin silahlarını da kontrol etmeleri mümkün oluyordu.571

AKKA, iki kutuplu dünya düzeyinin ortadan kalkmakta olduğunun en büyük kanıtıydı. Sovyetler Birliği, artık Batı Bloğuna karşı bir rakip olmadığı gibi Batı ile müttefik olma arzusunda idi ve AKKA da bunun bir belgesi niteliğindeydi. Antlaşma sonrasında Sovyetler Birliği’nin Batı Bloğu ile yakınlaşması sonucu Irak’ın uluslar arası sistem içerisindeki yalnızlığı iyice belirginleşiyordu.

O günkü şartlarda Sovyetler Birliği’nin, Irak karşıtı uluslar arası cephenin politikalarını desteklemekteki amaçlarından birinin de ekonomi nitelikli olduğu söylenebilir. Bu da, Batıdan alacağı ekonomik yardım ve belki de kriz sonucu artan petrol fiyatlarından elde edeceği gelirlerdir. Sonuçta Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş döneminden oldukça farklı bir politika izlemiştir. Ulusal çıkarları, ABD ve diğer Batılı müttefikleri ile aynı çizgide hareket etmesini gerektirmiştir. Görünüşte bir Fransa gibi çıkışlar yapmamış, ancak izlediği ılımlı politik yaklaşımlarıyla bu savaştan özellikle ekonomik olarak kazançlı çıkan ülkelerden biri olmuştur. Kriz sonucu artan petrol fiyatları nedeniyle, 1990 petrol ihracat gelirinde yaklaşık 7 milyar dolar bir artış olacağının hesaplanması bunun bir göstergesidir.572

Irak, ABD’nin güç kullanmasına Sovyetler’in izin vermeyeceğini düşünmüştür. Irak’ın bu yöndeki düşüncelerinde Sovyetler Birliği’nin çelişik politikalarının da katkısı olmuştur. Nitekim Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov, 29 Ekim’de yaptığı bir açıklamada, Körfez Krizi’ne askeri bir çözümün kabul edilemez olduğunu vurgulamıştır.573Ne var ki buna rağmen, 29 Kasım’da alınan ve askeri güç kullanılmasına izin veren 678 sayılı BM kararda Sovyetler de olumlu oy kullanmıştır.

Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu sahnesinden çekilmesi, Irak tarafından büyük bir şanssızlıktı. Çünkü Sovyetler Birliği, Irak açısından Soğuk Savaş dönemimin en önemli müttefikiydi. Irak, işlerin yine bu şekilde yürüyeceğini düşünmüştü, ama yanıldığını geçte olsa anlayacaktı. Bu, Irak Dışişleri Bakanı Tarık Aziz’in ABD Dışişleri Bakanı James Baker’a, müdahaleden önceki son uzlaşma çabalarının yapıldığı 9 Ocak’taki Cenevre Görüşmesi’nde söylediği şu sözlerde ifadesini bulacaktı: “Bizim tek şanssızlığımız artık bir patronumuzun olmayışıdır”574

Sovyetler Birliği, her ne kadar barıştan yana bir görüntü veriyor olsa da, Körfez Krizi boyunca dünya siyasi tarihinde emsali görülmemiş bir ABD-Sovyet işbirliği içerisinde olmuştu. Bu yakınlaşma, genelde zayıflayan Sovyetler’in ABD ile baş edebilecek bir “Güç Dengesi” olma özelliğini kaybetmesi nedeniyle ABD’ye karşı değil, aksine uzlaşma içerisinde bir siyaset yapma tavrından kaynaklandığı şeklinde yorumlanmıştır. 571 Milliyet, 30 Kasım 1990 572 Cumhuriyet, 5 Ocak 1991 573 Cumhuriyet, 30 Ekim 1990 574 Laurent, Çöl Fırtınası, s.117

Fakat ortada bir gerçek daha vardı: Sovyetler Birliği, kendine bağlı Doğu Bloğu ülkelerle bağımsızlık konusunda sorunlar yaşamaktaydı. Körfez Savaşı esnasında Amerikan, İngiliz ve Fransız uçakları Irak’ı bombalayıp yerle bir etmeye başlarken, hemen hemen aynı anda Rus tankları ve Rus ordusu Litvanya’da harekete geçiyor ve hürriyet isteyenleri kurşun yağmuruna tutuyordu. 12-13 Ocak 1991 günü 13 Litvanyalı’nın öldürülmesinden sonra bu ülkedeki saldırı devam ederken bu harekata ABD’nin hiçbir tepkisi olmayacaktı.575

Belgede 1. Körfez Krizi ve Türkiye (sayfa 123-127)