• Sonuç bulunamadı

İSRAİL’E YÖNELEBİLECEK TEHDİT

Belgede 1. Körfez Krizi ve Türkiye (sayfa 72-76)

2. KÖRFEZ SAVAŞI

2.3. ABD VE AVRUPA DEVLETLERİNİN DIŞ

2.3.1. İSRAİL’E YÖNELEBİLECEK TEHDİT

Ortadoğu’nun en önemli sorunlarından birisi de Araplarla İsrail arasındaki anlaşmazlık ve uyuşmazlıklardır. Tarihde çok eski dönemlerden beri ceryan eden bu sorun, özellikle İsrail Devleti’nin kurulduğu 1948 yılından itibaren somut bir şekilde görülmeye başlamıştır. Tarihsel olaylar, Ortadoğu’nun jeopolitik önemi ve bunda

268

Gresh- Vidal, a.g.e., s.49

269

Cumhuriyet, 18 Ocak 1991

270

Bozgeyik, a.g.e., s.112-114

rolü olan petrol ve coğrafi konumu gibi faktörlerlerle, büyük devletlerin Ortadoğu politikası, konuyu dünya ölçüsündeki boyutlara dönüştürmüştür.272

Birinci Dünya Savaşı sırasında, 2 Kasım 1917’de İngiltere Dışişleri Bakanı tarafından İngiltere Kraliçesi adına, Yahudi liderlere gönderilen ve Bakanın ismiyle anılan “Balfour Deklerasyonu”273, Yahudilerin Filistin topraklarında bir devlet kurma fikirlerine sıcak baktığının sinyallerini vererek, bu konuda İngiltere’nin her türlü desteği sağlayacağını bildiriyordu. ABD’nin de desteğini alan bu olaydan sonra Yahudiler, Filistin topraklarına yerleşmeye başlamış ve 14 Mayıs 1948’de İngiliz manda yönetiminin sona ermesinden birkaç saat önce Tel Aviv’de toplanan Yahudi Ulusal Konseyi, İsrail’in bağımsızlığını ilan etti. Bu olaydan sadece 11 dakika gibi kısa bir süre sonra ABD’nin İsrail’i tanıması,274ABD’nin 1947 Truman Doktrini ile başlayan Ortadoğu planlarında, İsrail’in ne kadar önemli olacağının da göstergesiydi.

ABD’nin İsrail desteği kurulduğu günden itibaren devam etmekle beraber, Nixon döneminde İsrail, Ortadoğu’da ABD için çok önemli bir stratejik ortak olmaya başlamıştır. Dönemin ABD Dışişleri bakanı Henry Kissinger, ABD’nin Ortadoğu üzerindeki politikasını kısaca şöyle açıklıyordu: “Sovyet etkisini azaltmak, Arap radikallerinin durumunu zayıflatmak, Arap ılımlılarını cesaretlendirmek ve İsrail’in güvenliğini garanti altına almak.”275

İsrail, kurulduğu günden beri, bölgede Batının, özellikle ABD’nin siyasal ve askeri bir uzantısı olarak algılanmıştır. ABD, kurulduğu günden itibaren İsrail’e kesintisiz olarak yardım etmektedir.276 Özellikle Nixon dönemindeki yeni doktrin bu silahlanma yardımlarında çok etkili olmuştur. Bilindiği gibi Nixon Doktrini’nde amaç, bölge güvenliği için direk Amerikan müdahalesi yerine, o bölge içerisindeki Amerikan müttefiklerine her türlü ekonomik ve askeri yardımları temin etmek suretiyle, yerel jandarmalar oluşturmayı amaçlıyordu.277Yapılan dış yardımlara bakıldığında, dünyada en fazla Amerikan dış yardımını İsrail’in aldığı ve bu yardımların yıllık ortalama değeri 3 milyar doları bulduğu görülmektedir.278Bu yardım, İsrail’i nükleer kabiliyeti de olan büyük bir askeri güç haline getirmiştir. Öyleki, bu gücü İsrail, Araplara karşı üç kez başarıyla uygulamıştır. Ne gariptir ki Saddam Hüseyin, Kuveyt’in işgali ile 45 yıllık ittifakı bozmuş, sırt sırta İsrail’e karşı

272

Erendil, a.g.e., s.5

273

Balfour Deklarasyonu; Birinci Dünya Savaşı sırasında Chaim Weizamnn önderliğindeki Siyonist hareket, İngiltere ve ABD hükümetleriyle sürekli ilişki içinde oldu. Yapılan görüşmeler sonucunda 2 Kasım 1917’de İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Balfour, Yahudi Lord Rothscield’e gönderdiği mektupta, hükümetinin Yahudi Siyonist isteklerinin sempatiyle karşılanması fikrini onayladığını, Filistin’deki Yahudi olmayan toplumların medeni ve dinsel haklarına ve başka herhangi bir ülkedeki Yahudilerin yararlandıkları haklara ve siyasal statüye zarar verecek hiçbirşey yapılmaması koşuluyla, Yahudi halkı için Filistin’de ulusal bir yurt kurulması için hertürlü kolaylığın sağlanacağını bildirdi. Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Cilt 1, İstanbul 1990, s.203 , bkz.orjinal İngilizce metin için Balfour Declaration of 1917, http://en.wikipedia.org/wiki/Balfour_Declaration_of_1917, Erişim tarihi: 14.01.2007

274 Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Cilt I, s.567

275

Gerger, a.g.e., s.367

276

Ergil, a.g.e., s.54

277

bknz. ABD Başkanlarının Ünlü Doktrinleri EK-3

savaştığı dostlarını karşısına almıştır. Yine ne gariptir ki, Arap ülkelerinin Irak’a karşı olduğu tarafta artık İsrail de vardır.279

İsrail, Ortadoğu’daki aşırı silahlanmayı her zaman kendine bir tehdit olarak algılamış ve nihayetinde, 1981 yılında Irak’ın nükleer çalışmalar yaptığı Osirak santralini bombalamıştı.280

İran-Irak Savaşı boyunca İsrail, herhangi bir saldırı olasılığına karşı devamlı tetikte beklemiş, fakat ne Irak ne de İran yeni bir cephe açmamak için böyle bir girişimde bulunmamıştı. Savaşın sona ermesiyle beraber özellikle Irak’ın tehditkâr tavırları artmaya başlamıştır.

Krizin hemen öncesi 2 Nisan’da, Saddam Hüseyin’in ordu komutanlarına verdiği söylev, radyodan bütünüyle yayımlanırken, konuşmasındaki bazı cümleler bütün dünyayı şaşkınlıktan ağzı açık bırakıyordu. Saddam, konuşmasını yeni kimyasal silahları tamamlayan Iraklı araştırmacıların elde ettikleri sonuçları hatırlattıktan sonra şöyle sürdürdü: “İsrail, Allah tarafından Irak’a karşı herhangi bir şeye kalkışırsa, öyle bir şey yaparız ki ülkenin yarısı ateşte kavrulur… Bizi atom bombasıyla tehdit edenlerin işini kimyasal silahla bitireceğiz.”281

Kriz öncesi başlayan bu tehdit, özellikle işgalden sonraki safhada kendisini sık sık göstermiştir. İsrail bu durumdan çok büyük rahatsızlık duymakla beraber, ABD’nin baskıları sonucunda, güç gösterisinde bulunmaktan kaçınmıştır. ABD, Kuveyt olayı ile Filistin sorununu, büyük bir titizlikle ayrı tutmaya çalışmıştır. Bu yüzden İsrail yönetimi, devamlı kontrol altında tutulmaya çalışılmıştı. Çünkü ABD yönetimi biliyordu ki, İsrail’in Filistinlilere uyguladığı baskı ve şiddetin dozu arttığı anda/oranda, Birleşmiş Milletler’den Irak’a yönelik bir savaş için onay alma çok zorlaşacaktı. Öte yandan, Saddam’ın, Kuveyt’in işgali ile Filistin topraklarının İsrail tarafından işgali arasında kurduğu paralellik zihinleri bulandıracaktı. İşgal altında zor günler yaşayan Filistin halkının sesi duyulduğu oranda, Kuveyt’in işgali, dünya siyasal gündemindeki birinci yerini yitirecekti. Ayrıca, Kuveyt sorununun çözümü ile Filistin sorununun çözümü birlikte düşünülecek ve kamuoyunda bunların birlikte ele alınması doğrultusunda baskılar oluşacaktı. Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı F. Mitterand, BM’de son yaptığı konuşmada, Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesi durumunda, Filistin sorununun da ele alınabileceğini belirtmişti.282

Hal böyleyken, İsrail’i uluslar arası kamuoyunda zorda bırakacak yeni bir olay daha meydana gelmişti. 8 Ekim’deki Kudüs’te Hz. Ömer Camii’nde 20 den fazla Filistinli’nin ölümünden sonra, İsrail’e karşı uluslar arası baskı yoğunlaşmıştı. BM Güvenlik Konseyi, 672 sayılı kararla, meydana gelen olaylardan dolayı İsrail’i kınıyordu. Meydana gelen en ilginç gelişme ise, alınan kararı veto etmesi beklenen ABD’nin tam aksine oyunu lehte kullanmasıydı. ABD ayrıca, BM soruşturma ekibinin çalışmalarına izin vermeyen İsrail’i sert bir dille uyarıyor ve meydana gelebilecek kötü sonuçlardan İsrail’i sorumlu tutacağını açıklıyordu. ABD’nin bu şekilde davranmasının altında yatan gerçek tabii ki İsrail’i gözden çıkarması falan 279 Ergil, a.g.e., s.54 280 a.g.e.,s.30 281

Salinger- Laurent, Körfez Savaşı, s.27

değildi. Waşington, Hz. Ömer Camii’ndeki katliamla ilgili tutumunun, iyi ya da kötü bir şekilde koalisyonu etkileyeceğini biliyordu ve İsrail’i kınamaktan kaçınması durumunda, kozların Irak’ın eline geçebileceğinin de farkında idi. ABD hükümeti, karar tasarısını desteklemekle havayı yumuşatabileceğini ve Ortadoğu’da dikkatlerin tekrar Kuveyt’e çevrileceğini ummaktaydı.283

Bu gelişmeler ışığında Saddam Hüseyin, mevcut durumdan yararlanmanın hesaplarını yapıyordu. Konuşmalarında devamlı İsrail’i kışkırtan sözler söylüyor, Arap ve dünya kamuoyunu Filistin meselesini kullanarak, gündemi Kuveyt’in işgalinden uzaklaştırmaya çalışıyordu.

Saddam kafasında canlandırdığı İsrail planını, işgal sonrası arabuluculuk yapmak için Irak’a giden FKÖ Lideri Araf’a şöyle açıklıyordu: “Açıktır ki, saldırıya uğradığım anda İsrail’e saldıracağım. Çatışmaya İsrail’in katılması, Arap dünyasının görüşlerini ve konumlarını değiştirecek ve o zaman Irak’a karşı bu düşmanlığın bir Amerikan-Siyonist komplosu olduğu kavranacaktır. Şu anda ABD’yi destekleyen birçok ülke, özellikle Mısır ve Suriye, İsrail’in savaşa girdiğini görünce tutumlarını değiştirecekler.”284

Irak, muhtemel bir savaşta İsrail’e füze fırlatılmasına özellikle önem veriyordu. Apaçık ortada ki, Bağdat bu ülkeyi savaşa sürüklemek ve böylece güç dengesini tamamıyla değiştirmek istiyordu. Hedeflenen amaç, kuşkusuz, İsrail’in “karşılık vermesi” halinde Irak’ın, o zamana değin tarafsızlığını korumuş ve hatta Irak karşıtı duygular beslemiş olan Arap (belki de genelde Müslüman) ülkelerinin desteğinden yararlanabilmesiydi.285

Bu gelişmeler altında, Irak’ın kriz boyunca savurduğu tehditler, müdahale başladığında gerçek olacak ve Irak maruz kaldığı hava bombardımanını atlattığı andan itibaren ilk füze saldırısını İsrail’e gereçekleştirecekti. Irak’ın amacı, şayet İsrail bu füze saldırısına cevap verirse, savaşın seyirini değiştirmek, ABD’nin yanında yer alan Mısır, Suriye gibi ülkelerin en azından çekimser kalmalarını, daha doğrusu çekimser davranmaya mecbur kalmalarını sağlamak olacaktı.286

Savaş kışkırtıcılığı yapan Irak’ın askeri ve ekonomik yönden çökmesi için çalışan İsrail, İran-Irak Savaşı’nda fırsat bu fırsat diyerek Irak’ın nükleer tesisini287 bombalayarak çok farklı bir tavır sergilemenin yanında, savaşa girmek için can atar gözükürken, öbür yandan tipik bir Yahudi açık gözlülüğüyle Amerika ile pazarlık yaparak, bu işten en kârlı çıkan ülkelerden birisi olacaktı. Irak’a karşı güç kullanmamak ve ABD’nin dediklerini yapmakla İsrail, 13 milyar dolar gibi büyük bir

283

Heykel, a.g.e.,s.395-396

284 Salinger- Laurent, Körfez Savaşı, s.146

285 Primakov, a.g.e., s. 94

286 Bozgeyik, a.g.e., s.138

287

İsrail'in 7 Haziran 1981'de Irak'ın Osirak ya da Temmuz olarak bilinen nükleer tesislerine yönelik saldırısı, Irak'ın nükleer çalışmalarını onarılamayacak şekilde yok etmişti. İsrail F-16 savaş uçaklarının birkaç dakika süren hava saldırısı o zaman dünyayı şok etmiş, ABD Başkanı Ronald Reagan tarafından desteklenmiş, İsrail Başbakanı Menahem Begin, ancak 8 Haziran'da saldırıyı kendilerinin yaptığını açıklayarak üslenmişti. Söz konusu saldırı, ABD'nin şimdi uyguladığı "önleyici saldırı" politikasının örneğini oluşturuyor. Osirak Nükleer Santrali, Körfez Savaşı esnasında Amerikan birlikleri tarafından tamamen yok edilmiştir.

paranın da sahibi olmuştur.288Diğer taraftan İsrail, son zamanlarda aralarına soğukluk ve mesafe giren ABD-İsrail ilişkilerini yine en üst düzeye çıkmasını sağlamıştır.289

Belgede 1. Körfez Krizi ve Türkiye (sayfa 72-76)