• Sonuç bulunamadı

Yazmanın Konuşma Eylemi Açısından Değerlendirilmesi

Belgede Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak (sayfa 58-63)

4.3. Yazma-Konuşma İlişkisi

4.3.2. Yazmanın Konuşma Eylemi Açısından Değerlendirilmesi

Yazma eyleminin öne çıkması konuşma eyleminin silinmesi ya da geri çekilmesi anlamına gelmez. Bu noktada Bahtin’in diyalojik söz ve monolojik söz arasında yaptığı ayrım önemlidir. Bahtin’in Dostoyevski metinlerini ele alırken ortaya koyduğu diyalojik söz, yazma sırasında diyaloğun yer aldığı devingen bir ortam sağlar. Monolojik söz, diyalojik sözden farklıdır. Monolojik söz sadece yazan yazarın sözüyken, diyalojik söz hem yazan hem konuşan yazarın sözüdür. Yazma sırasında konuşan yazar hem kendine hem Öteki bilince hitap eden öznedir. Yazma eyleminde konuşmanın etkinleştirilmesi yazarın hitabına bağlıdır. Çünkü bir iç monolog olarak düşünmeyle temellenen yazma, insanın iç sesinin resmedilmesidir ve bu da yazarın Başka’yla olan söyleşisinin resmedilmesiyle olanaklıdır (Bahtin, 2004, s.336). Bu anlamda yazma konuşmanın yavaşlatılmış halidir. Yazma eylemi konuşmayla kuşatılmış durumdadır. Çünkü konuşma, yazmanın temelinde bulunur. Böylece yazma konuşmanın bir üst basamağı olarak varolur.

Yazma ve konuşma üzerine tüm bu söylenenlerden yola çıkarak, aralarında hem ortaklık hem karşıtlık bulunmasına neden olan dil ve gerçeklik kavramları tekrar değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bunun için bu eylemlerin zaman kavramıyla ilişkisine tekrar

47

değinilmelidir. Öncelikle zaman mekana göre metaforik olarak kavramlaştırılır (Lakoff & Johnson, 2010, s.156). Yazma eylemi bu kavramsallaştırmayı pekiştirir. Yazma sırasında kelimeler mekan kazanır. Dilin yazma eylemiyle mekanlaşması, işitilebilir uzamın, görülebilir uzam haline dönüşmesi demektir. Bu durumda yazma ve konuşmanın hareket alanını sağlayan dilin mekansal yapısı görme-işitme üzerinden yazma-okuma karşıtlığına sebep olur.

Görme ve işitme aynı zamanda dilin temelinde bulunan kelimelerin oluşum kaynağıdır. Bu konuyla ilgili Uygur (2001) Almanca ve Türkçe arasında bir karşılaştırma yapar. Türkçedeki “çağlayan” kelimesinin oluşumu çağlamaktan gelir ve işitsel kaynaklıdır. Almancada çağlayan kelimesinin karşılığı ise “wasserfall” dır. Bu kelime kökenini Türkçe karşılığı dökülmek olan “fallen” kelimesinden alan, görsel kaynaklı bir kelimedir (s.84). Kelimelerin farklı dillerde işitsel ya da görsel yollarla oluşması tüm kelimeler için geçerli değildir ama büyük bir bölümü için geçerlidir. Karşılaştırılan bu iki dil yazma-konuşma ilişkisi bağlamından incelendiğinde Alman geleneğinde yazılı eserlerin, Türk geleneğinde ise sözlü eserlerin geniş bir alan kapladığı görülür. Bu durum çalışma içerisinde konuşmanın kelimenin işitsel, yazmanın ise görsel ortaya koyulması ve karşıtlık açısından bu ortaya koyuşların etkilerini göstermek için önemli bir tartışma zeminidir.

Diğer taraftan gerçeklik, yazma ve konuşma da ortak kavramken, bu iki eylem arasında farklılığa neden olur. Fark ya da karşıtlığın nedeni, gerçekliğin nasıl ele edildiğiyle ilgilidir. Dilin kültürel dünyada kuruluyor olması, kültürel dünyanın da hem birey tarafından oluşturulması hem de bireyin oluşmasını sağlaması, dil eylemlerinin gerçeklik kurgusunu etkilemesi anlamına gelir. Kişi ya da kişilerin kültürel anlamda gerçekliğe ilişkin yargılarını nasıl oluşturduğu yazma-konuşma ilişkisinin akıbetini belirler. Dil üzerinden gerçekliğe ilişkin yargılar; okuma ya da işitme üzerinden kazanılır. Okuma yoluyla ele edilen gerçeklik yazmanın önemini, işitme yoluyla elde edilen gerçeklik konuşmanın değerini artıracaktır.

Sonuç olarak yazma-konuşma ilişkisinin karmaşık yapısı hem birçok bağlantı noktası bulundurmasıyla hem de filozofların sistemlerinde ayrı bir yer işgal edip, değerlendirilmesiyle alakalıdır. Yazma ve konuşma birbirinden koparılamayacak bir ilişki içerisindedir. Konuşmak hem Öteki’yi hem Ben’i ortaya çıkarır. Bu ortaya çıkmanın bütünlüğü ise yazma eylemiyle sağlanır.

48

Konuşma insanın doğuştan getirdiği bir özellik olarak onun en doğal halini, yazma ise insanın kültürel, dilsel bir icadı olarak doğal olmayan bir görünüşünü sergiler. Ancak harflerin icadıyla başlayan yazma eylemi, ne kadar yapay bir yenilik olursa olsun, insanın diğer buluşlarından daha fazla bireyin öz kaynaklarından yararlanmasına olanak sağladığından, çok değerli bir buluştur (Ong, 2013, s.102). Çünkü yazmak, insan bilincinin en değerli eylemlerinden biridir.

Yazmanın zamanla olan ilişkisinden dolayı sorumlu olduğu; kendine ve kendinden başka olana bakmasını sağladığı için gerçeklikle her zaman iç içe olduğu; bir icat olmasından dolayı, doğal olanı aşmış ve insana özgürlük kazandıran bir eylemdir. Bu durumda yazma eyleminin yapıca daha iyi anlaşılması için, özgürlük, sorumluluk, gerçeklik ve bir ifade aracı olduğu için üslup kavramlarıyla ilişkisi ortaya koyulmalıdır.

49

BÖLÜM V

YAZMA EYLEMİYLE İLİŞKİLİ KAVRAMLAR

Yazma eylemine ilişkin buraya kadar söylenenlerle, yazmanın eylemsel doğası irdelenmiş ve değerlendirilmiştir. Ancak her yazma eylemi, yapısında bu özellikleri barındırmayabilir. Bununla ilgili Taşdelen (2013) yazının, yazma eyleminde bulunan yazar yoluyla sahteleştirildiği bazı durumlara dikkat çeker (s.29-31). Bu durumlar, eylemin yapısal özelliklerinin gözden ardı edilmesinden kaynaklanır. Yazmanın hakiki ya da sahte varoluşu, yazarın tutumuna, yazının bulunduğu konuma ve yazma eylemine yüklenen anlama bakılarak ortaya konur. Yazmanın böyle bir değerlendirmeye tabi tutulması için; üslup, özgürlük, sorumluluk ve gerçeklik kavramlarıyla ilişkisi irdelenmeli, eyleme bu kavramların açısından yaklaşılmalıdır.

Yazma eyleminin değerlendirilmesi için belirlenen bu kavramlar, yazmanın farklı felsefi disiplinlerle ilişkisine dayanır. Ele alınan kavramlardan üslup, yazmanın estetik boyutuyla; özgürlük estetik ve epistemolojik boyutuyla; sorumluluk estetik, epistemolojik ve etik boyutuyla; gerçeklik ise yazmanın estetik, epistemolojik, etik ve ontolojik boyutlarıyla ilgili kavramlardır. Bu bölümde sırasıyla üslup, özgürlük, sorumluluk ve gerçeklik kavramlarının yazma eylemiyle olan ilişkisi ayrı ayrı ele alınacaktır. Kavramların bu şekilde sıralanmasının nedeni, ilgili oldukları felsefi disiplinler arasında bulunan içlem- kaplam ilişkisidir. Öncelikle bu kavramların içlemi olarak üslup kavramından başlanarak, kaplam konumundaki gerçeklik kavramıyla soruşturma sonlandırılacaktır. Böylece yazma eylemi ve bu kavramlar arasındaki ilişkinin ortaya konulmasında tümevarımsal bir anlatı sergilenerek, kavramların biribiriyle ve yazmayla olan ilişkisi net bir şekilde ortaya konulmaya çalışılacaktır.

50

Ele alınacak kavramlar yazar-okuyucu ilişkisi ile yazma ve okuma eylemleri açısından sınıflandırılabilir. Gerçekliğin ele alınışı ve üslup hem yazma sırasında yazar tarafından belirlenmiştir hem de yazardan okuyucu ulaşarak görünür hale gelir. Fakat özgürlük ve sorumluluk kavramları tamamen yazarla ilgilidir. Yazarın özgürlüğü ve yazarın sorumluluğu yazma eylemi süresince yazar tarafından bilinir. Yazıya yansımayacağı için okuyucu için görünür değildir. Gerçeklik ve üslup yazıda ortaya çıkacağı için anlatım içerisinde bu kavramlar ele alınırken örnek metinler üzerinde açıklama yapılacaktır. Fakat özgürlük ve sorumluluk kavramları okuyucu tarafından görünür halde olmadıklarından dolayı bu kavramlar ele alınırken örnek metin üzerinde bir inceleme yapılmamıştır.

Bu kavramların birbiriyle, yazma eylemiyle ve yazarla olan ilişkisi şu şekildedir: Öncelikle kavramların zemininde bulunan gerçeklik ve ontolojik yapısı içerisinde yazar, okuduğu gerçekliğe karşı bir deneme ve keşif sürecindedir. Ancak bu gerçekliği değiştirerek sunması anlamına gelmez. Gerçeklik birçok biçimde dile getirilebilir ama bu gerçekliği çarpıtmakla aynı şey değildir. Gerçeğin çarpıtılması, bir tarafıyla ontolojik kültür dünyası içinde bulunan bir tarafıyla da doğal dünyanın bir üyesi olan insanın, bu arada olma özelliğini gözden kaçırması demektir.

Yazar, yazma eyleminde düşüncelerini ne şekilde çerçeveleyeceği konusunda özgürdür. Çerçevenin kayması ya da çerçevenin ortadan kalkması ve yazmanın sadece bir odak noktası üzerinden ortaya çıkması özgürlüğün kötüye kullanımı demektir. Böylece eylem olarak yazma, özgürleştirici özelliğini kaybeder. Bu durumda yazarda, okuyucuda düşünsel bir hapis altına girebilir.

Yazarın ideolojik ya da düşünsel bağımlılıklarının en üst seviyede olması, zihinsel özgürlüğünün kısıtlanması anlamına gelir. Zihinsel özgürlüğün kısıtlanması epistemolojik bir körelmedir. Epistemolojik körelme yazma eylemindeki açığa çıkarmaya zarar verebilir. Birey, eylemini gerçekleştirmede irade etmeyecek kadar, irade edecek durumdaysa ortaya konan eylem özgür bir eylemdir; fakat eyleyenin eylemine iradesi dışsal sebeplerden ve alternatif durumlardan kaynaklanıyorsa, eylem özgürce icra edilmiş bir eylemi değildir (Reid’ten aktaran Açıköz, 1997, s.92). İrade; seçme, tercih ve öngörüde bulunmaya bağlıdır. Bilinç ve özgürlükle varolur. Yazma eylemi de irade ve bilinç sahibi, özgür insanın eylemi olduğundan dolayı ahlaki bir karaktere sahiptir. Bundan dolayı yazar eyleminden sorumludur.

51

Yazma eylemi yazarın özelde kendine, genelde zamana ve okuyucusuna karşı sorumluluğu yapısında barındırır. Yazar henüz yazmaya teşebbüs ettiği andan itibaren bu sorumluluk duygusunun bilincinde olmalıdır. Üstelendiği sorumluluğuyla, eylemi sırasında neyi, ne şekilde değerlendirdiğini ve hangi şekilde açığa çıkaracağına karar vermelidir. Bu karar verme, yazarın sahip olduğu fenomenlerle beraber keşif ve deneme süreçlerinde ortaya çıkar.

Yazmanın düşüncenin açığa çıktığı bir eylem olması, her düşüncenin yazar tarafından dile getirilmesi anlamına gelmez. Taşdelen (2013) bu durumu, her varoluş durumunun yazmanın konusu haline gelmesiyle etik ve estetik dengeyi kaçırmak, olarak açıklar (s.30). Bu durumda yazarın var olan üzerine düşüncesini, ne şekilde açığa çıkaracağını iyi tasarlamış olması gerekir. Yazarın neyi nasıl anlatacağını bilmesi, oluşturduğu üslupla ilgili bir konudur.

Belgede Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak (sayfa 58-63)