• Sonuç bulunamadı

Yazma Eyleminde Üslup

Belgede Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak (sayfa 71-74)

5.1. Üslup Nedir?

5.1.2. Yazma Eyleminde Üslup

Yazmak daha önce rastlanılmayan bir şeyin ortaya koyulmasıdır. Yazarların bilim, sanat ya da felsefe alanında aynı temalar, aynı kavramlar ya da aynı olgular üzerine yazıyor olması bu durumu değiştirmez. Çünkü her yazar, ele aldığı temaya, kavrama ya da olguya farklı bir noktadan yaklaşacaktır. Bu nokta ile ele alınanın ortaya konduğu yazılar arasındaki farklılık, üslupla ilgilidir. Bu durumda üslup, yazarın bulunduğu noktadan gördüğü dünyayı yazma eylemine taşıması sonucunda ortaya çıkar.

Yazarın durduğu nokta, sabit bir nokta olmayabilir. Örneğin Ferit Edgü “Yazmak Eylemi” isimli kitabında bir olayı yüz bir farklı üslupla anlatarak, olaya ve dile dair farklı tasarımlarda bulunur. Edgü’ye göre eğer üslup insanın kendisi demekse, her üslubunda başka bir kişi yarattığı söylenebilir (Edgü’den aktaran Özdemir, 1983, s.20).

60

Yazma eyleminden önce dil, kendisine yeten aşkın bir görünümdedir. Yazar gerçeği ortaya koymak için aşkın olan dili bazı değişikliklere uğratarak içkinleştirir. Yazma eyleminde üslubu belirleyen tam da budur; kelime seçimini belirleyen ise yazarın kendi kurduğu evrendir (Eco, 2011, s.17). Üslubu belirleyen ilke, yazarın dünya görüşünü gerçekleştirme çabasıdır. Böylece üslup sadece biçimsel bir nitelik olmaktan çıkar ve özün bir parçası haline gelir (Lukacs, 1986, s.23).

Barthes (1987) yazar, dil ve üslup arasında bir ilişki kurar. Ona göre yazarın doğasını oluşturan dil ve üsluptur. Bu anlayışta; dil, yazarın berisinde dururken, üslup hemen ötesinde yer alır (s.17). Üsluba giden yol dilden geçtiğine göre yazar dili tüketen kişi değil, dilin özgür kaynaklarını kullanarak işleyen, yeniden inşa eden ve sunan kişidir. Yazarın, dil ile üslup arasındaki gerçekliği ise yazıyla ortaya çıkacaktır. Yazma, Barthes’e göre yatay değil dikey boyutta ele alınmalıdır. Bu yazmanın odak noktasıyla ilgilidir. Çünkü yazar, yazma eylemi sırasında dilde ya da dünyada yeni bir boyut açarak, o boyutu kendi görüsüyle ele alan kişidir. Bu da oluşturulan yeni boyuta derinlemesine bakmayı gerektirir. Brecht yazarın üslubu ve bu üslubu ortaya koyarken kullanacağı tekniği üzerine tartışmak ya da konuşmak istemeyeceğini ifade eder (Brech’ten aktaran Kula, 2014, s.42). Ona göre yazma eyleminde kullanılan teknik ve üslup öznellik karakteri taşıdığı için aktarılamazdır fakat yazarların bu tavrından vazgeçmesi gerekmektedir. Nihayetinde üslup ve tekniğe ilişkin bu belirlemeler, üslubun özünde düşüncenin açığa çıkarılma yöntemi olduğu gerçeğini ve ontolojiyle olan ilişkisi değiştirmeyecektir. Yazar, yazma eylemi sırasında oluşturduğu üslup hakkında konuşurken kendi düşüncelerini ontolojik bir bütünlükle tekrar açığa çıkaracak olandır. Çünkü yazar, eylemini bir anda tamamlayamaz, yazmanın durakları vardır. Bunlardan biri de konuşmaktır. Yazarın içerik, biçim ve üslup hakkında konuşması düşünme sürecine yeni bir boyut kazandırır.

Düşünme eyleminin, üslup kavramıyla sıkı bir bağı vardır. Sartre (2008) yazarın ne yazmak istediği sorusuna cevap verdikten sonra nasıl yazacağına karar vermesi gerektiğini söyler (s.35). Yazarın ne yazmak isteği tercih etmekle ilgilidir. Tercih etme yazmanın, düşünmeyle olan ilişkisinde ortaya çıkar. Schopenhauer (2014), üslubun kaynağının düşünme olduğu söyler. Onun için yazıdaki en önemli noktalardan biri de yazarın nasıl yazacağına karar verdiği andır. Schopenhauer, Horatius’un doğru anlamanın, yazmanın kökü ve kaynağı olduğunu görüşünü paylaşır (s.35). Nasıl yazmam gerekiyor? sorusunun

61

cevabı, üslubu belirlemeye yönelmiştir. Böylece, önce düşünme eylemi başlar; sonra üslup belirlenmiş olur.

Belirlenim olarak ortaya çıkan üslubun tercihi, yazarın dilini yerleştirmeye karar verdiği toplumsal alanın tercihidir. Örneğin Kafka’nın eserlerini Almanca değil de Çek dilinde yazarak farklı bir üslup kullanması olası bir durumdur. Tercih, bilincin tercihidir ve diğer insanları etkileme çabasından kaynaklanmamalıdır. Yazma, gerçekliğin aktarıldığı yazıyı düşünme biçimidir, yazıyı yayma biçimi değildir.

Yazarın, yazısı okunmak için vardır. Yazıyı yayma ile yazının okunması isteği aynı şey değildir. Yazıyı yayma yazarın gerçekliği sahteleştirecek biçimde çoğunluğun ilgisine çekecek bir üslup kullanması demektir. Üslubun okuyucunun niteliğine göre oluşturulması da mümkündür. Ancak yazar burada üslubunu, bilinçli bir tercihe ve içeriğe bağlı amacına uygun oluşturur. Yazar daha fazla okunmak gibi, kişisel çıkar amacı gütmek yerine, dünyaya ait olanı betimlemek, okuyucusuna ulaştırmak ya da tanıtmak isteği içerisindedir. Demek ki okuyucuya uygun üslup oluşturmanın bir sahte bir gerçek olmak üzere iki farklı yolu vardır. Sahte üslupta yazar, yazısının daha fazla okunması ve basılması yönünde maddi ve psikolojik çıkarları gözetir. Gerçek bir üslupta ise yazar, yazısının kimler tarafından okunacağını düşünerek yazar. Örneğin alanında uzman insanlar için yazılmış bir makale ile henüz uzmanlaşmamış kimseler için yazılmış bir makale arasında üslup farklılıkları olacaktır.

Yazma eyleminde “yazarın-okurla” ilişkisi bağlamında üslubun yeri Karasu’nun (1999) “bilmek ve tanımak ayrı anlamlara mı sahiptir ve öteki metni nasıl tanırız?” sorularıyla ortaya konabilir. Karasu’ya göre tanımak isteyen okurdur ve bunu yazarı irdeleyerek yapar (s.41). Okuyucunun yazarı tanıması daha önce gerçekleştirdiği okumaların ve yazara dair yaptığı tüm okumaların etkisiyle olur. Bu tanıma süreci Schleimacher’in hermenötik süreç hakkında ortaya koyduğu düşüncelere benzer. Okuyucunun, okuduğu yazıya bir ad verebilmesi, yazarı bir özne olarak tanıması, yazarın kullandığı üslubu bilmesi sayesinde olacaktır. Okuyucunun bilme-tanıma ilişkisi içinde olduğu gibi yazar da bu ilişki içindedir. Yazar, dünyayı, hayatı ve gerçekliği tanımak isteyen kişidir. Tanıma işlemi tanıdık olanın, üslup sayesinde ne yolla aktarılabileceğinin bilgisini verir. Bu ilişki de tanıyan nesne, tanınan özne pozisyonundadır.

Bu tanıma ve tanınma durumlarında üslup düşüncenin özgürleşmesindeki itici güçtür. Düşüncelerini nasıl ifade etmesi gerektiğini bilmeyen bir yazar, nasıl düşünmesi

62

gerektiğini bilmiyordur (Twardowski, 1979). Üslup, düşüncenin nasıl ifade edileceğine dairdir. Düşüncenin özgürlüğü, düşünme eyleminin ifade ile ortaya çıkması, seslendirilmesi ve seslendirildikçe daha fazla kuvvetlenmesi ve genişlemesi demektir. Çünkü üslubun belirlenmesi yazmanın nasıl olması gerektiğiyle ilgidir. Bu da, “düşüncemi nasıl aktarabilirim ya da ortaya koyabilirim?” sorusunun sorulması demektir. Yazar, hangi konuda, nasıl yazacağına ilişkin karar vermiş, kararını eyleme geçirmiş, düşünme eylemini başkalarına açmıştır. Bu bahsi geçen her aşama üslupla alakalı olduğu kadar özgürlükle de alakalıdır. Üslubun bireyselliği, yazarın özgürlüğüdür.

Belgede Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak (sayfa 71-74)