• Sonuç bulunamadı

Yazma Eylemi ve Sorumluk

Belgede Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak (sayfa 87-92)

5.3. Sorumluk Nedir?

5.3.1. Yazma Eylemi ve Sorumluk

İnsanın sorumluluğu sahip olduğu hayat içerisindeki tüm eylemleri kapsarken, eylemlerine yön verecek olan içinde bulunduğu ontolojik durumudur. Bu yüzden yazma eylemini ortaya koyan insanın hangi ontolojik durum içinde olduğu yazının başında ele alınmıştır. Yazar, Megüşoğlu’nun ortaya koyduğu fenomenlere sahip bir insandır. Yazarın sahip olduğu bu fenomenler ona kaçınılmaz olarak sorumluluk yükler. Çünkü daha önce belirlenmemiş ve tanımlanmaktan uzak bir hayatın içinde yaşar. Bu yüzden başarı ve başarısızlıklarında, insan olmanın onuru ve sorumluluğunu taşımalıdır (Mengüşoğlu, 1988, s.5). Olanaklar içinde yaşayan insanın anlaması, gelişimi ve eylemesi için sürekli bu olanakları değerlendirirken, bu değerlendirme sırasında hem kendine hem de hemcinslerine karşı sorumluluk içerisindedir.

Sahip olduğu fenomenlerle birlikte yazarın değerlendirme, değiştirme ve yaratması ona dışarıdan gelen bir güç değildir. Yazmasına ilişkin tüm gücünü kendine borçludur. Bu borçluluk içerisinde yazar, her şeyden önce gücünün kaynağı olarak kendine karşı sorumludur.

İnsan hemcinsleriyle beraber yaşadığından, sorumluluğu kendinden başka olana da yönelecektir. Her insanın doğasında ortak olan bu fenomenler, herhangi bir yeteneğin sorumlusu değildir (Mengüşoğlu, 1988, s.203). Fenomenin işletilmesi, ortaya çıkarılması

76

bireysel farklılıklardan kaynaklanır. Ortega’nın da dediği gibi her birey eylemleri ve seçimleriyle kendi biricik hayatını inşa etmektedir (Ortega, 1995, s.70).

Sahip olduğu fenomenlerle birlikte yazarın sürekli yeni değerlendirmeler yapması, var olana ve değere yeni bir boyut kazandırması onun baş sorumluluklarından biridir (Kuçuradi, 2013, s.103). Sorumluluğun bu doğası, yazarın hakiki sorgulama yapabilmesi ve yazma konusunu irdelemesi için gereklidir.

Sorumluluk yazma eylemini düşünsel anlamda üst seviyeye çıkarmak için onun yapısına eklenmiş değildir. Sorumluluk hakiki yazma eyleminin yapısında zaten bulunan ve yazarın ontolojik olarak içinde olduğu bir durumdur. Sorumluluğu “karşılık-verebilme” olarak tasarlayan Bahtin (2001), bireyin eylemine karşı sorumlu olduğu ve eyleminden vazgeçme ya da yan çizmeye hakkı olmadığını “varoluştaki mazeretsizlik” düşüncesiyle garanti alarak, değerli bir düşünce ortaya koyar. Bu düşüncede insan, nesnel birliği olan “kültür dünyası” ve yinelemez birliği olan “yaşam dünyası” arasında bulunur. Bu farklı özelliklere sahip iki dünya arasındaki ilişki, eylem üzerinden kurulur. Bağın kurulmasını sağlayan bu eylem, içerik itibariyle “özel-karşılık-verebilen”; varlığı itibariyle “ahlaki-karşılık- verebilen” sorumluluk karakterine sahip bir eylemdir (s.21-22). Bu durumda yazarın bir yönüyle kültür dünyası bir yönüyle yaşam dünyası arasında gerçekleştirdiği eylemi, belirli bir zaman ve uzam bağlamında ortaya konan ve yazarın seçerek gerçekleştirdiği bir eylem olarak var olur.

Yazarın sorumluluktan kaçamayacak durumda olmasının bir başka belirleyicisi ise bilinç sahibi olmasıdır. Bilinç, iradenin; irade ise sorumluluğun temelinde yer alır. Hegel’e göre düşünürün ve yazarın sorumluluğu, eyleyen olarak kendisinde bulunur. Onun düşüncesine göre yazar, yazma eyleminde bulunmadan önce yazacaklarını, kendi içinde temellendirmelidir. Burada yazarın belirleyici etmeni bilinç olduğu için sorumluluğu dış etmenlere yüklemeye hakkı yoktur (Kula, 2011, s.23). Çünkü neyi, nasıl yazacağına ilişkin seçim, birey olarak yazarın kendisine aittir. Sahip olduğu sorumlulukla beraber eylemine ilişkin ilk temellendirmesini, gerekçelendirmesini ve savunmasını kendisi için kendine yapmıştır. Yazarın eylemine ilişkin kendine yaptığı bu açıklamada hem bilincini hem iradesini kullanmıştır.

Yazarın sorumluluğu “bunu neden, nasıl ve kim için yazıyorum?” sorularını sorması gerektirir. Bu açıklama yazarın sadece kendisi için yaptığı açıklamayla sınırlı kalmaz.

77

Kendisinden yola çıkar, kendisine kendisini açıklar ve eyleminin yapısını anlarken, aynı zamanda bir başkası içinde eylemini anlatmaya muktedir hale gelir.

Yazarın içinde bulunduğu özgürlükle beraber eyleminde, zorunlu dünyayı olanaklı dünya haline getirir. Yazarın sorumluluğu, özgürlüğü karşısındaki şu iki durumda seçim yapmasını gerektirir: Bunlardan ilki zorunlu dünyanın, yazmanın konusu olmasını sağlayacak gidişatın belirlenmesidir ki bu bir bakıma üslupla da ilgili bir konudur. Diğeriyse zorunluluğa ilişkin yazma eylemiyle kazandırılacak olanaklılık içerisinde, yazarın hangi olanağı seçeceğine karar vermesidir. Bu durumda yazar sorumluluğunun, özgürlüğünü ve üslubunu kapsadığı ve özgürlüğe ilişkin her belirlenimde varolduğu görülür.

Yazar Bahtin’in de dediği gibi zorunlu olarak kaçamayacağı bir sorumluluk içerisindedir. Bu kaçınılmaz sorumluluk, Kierkegaard düşüncesinde seçimler ve olanaklar karşısında bireyin kaygı duymasına neden olur. Bu türden kaygı Nietzsche’ye göre önce bir korku ve güvensizlik yaşatsa da olumlu bir durumdur. Çünkü bireyin aydınlanması sağlayacak ve onda yeni ufuklar açacaktır (Nietzsche, 2004, s.30).

Bu durumda seçimin yol açtığı kaygının sonucunda yeni ufuklar ve yeni görülerle beraber yazarın, gerçek olan ve bireysel olan karşısındaki tutumu nedir? Yazarın sorumluluğunu deneme yazarı üzerinde ele alan Adorno (2004) sorumluluğun yalnızca otoriteye değil, konuya da saygı gerektirdiğini, söyler (s.8). Yazar ele aldığı konuyu, nesneyi kısacası dünyayı sorgulayan, gören, değiştiren, bütünleyen ve başkaları tarafından da görülmesine izin veren kişidir. Adorno’ya göre yazma eylemi sırasında yazar öznelliği içerisinde keyfi durumlar sergilerken, eyleminin sona ereceği gerçeğiyle kendini, paradoksal bir şekilde keyfiliğinin izlerini silen formlara ait sorumluluk alanının içerisinde bulur (Adorno, 2004, s.15).

Yazarın keyfiliğini sona erdirerek, onu sorumluluk sahasına yiten bir diğer etmense yegane malzemesi olan dildir. Dili kullanan yazarın bu durumu Blanchot tarafından, yazarın hem gören hem işiten olarak, onun sözüne karşı hesap sorabilecek okuyucu sayesinde, yazarın keyfiliğinden vazgeçmesi olarak açıklanır (Blanchot, 1993, s.175).

Yazarın keyfiliğinde vazgeçmesi, bağlanmayı beraberinde getirir. Bağlanma, bir güçten etkilenmek ve o güce karşı sorumluluk duymak demek değildir (Uygur, 1993, s.149). Bağlanma, kendini “bir şeye adama fenomenine” sahip olan insanın durumudur. Bu adama

78

durumu, tercihe bağlı olduğuna göre, yazar hem tercihinden hem de bağlanmasından sorumlu tutulacak demektir.

Bağlanmayı sorumluluk etrafında değerlendiren Marcel, eylemin sorumlulukla bir aradalığı konusunda Bahtin gibi düşünerek, eylemde sorumluluğu reddetmek kişinin kendisini reddetmesi demektir, der (Koç, 2007). Kişinin kendiyle bütünleşebilmesi ve özgür bir varlık olarak kendini ortaya koyması için eylemlerinin sorumluluğunu almalıdır. Özgür bireyin bağlanma edimini inceleyen Marcel, bağlanmanın bütünsel ve sürekli akış halinde olan zamanda yaşayan bireyin, söz vermesi olarak görür. Özgür bireyin bağlanması için verdiği söz, onun ontolojik bütünlüğünü korumasını sağlar. Söz verme sonucu gerçekleştirilen eylem, geleceğe meydan okumak demektir. Bu bilinmez gelecek içerisinde kişinin her koşulda eyleminin sorumluluğunu üstlenmesi anlamına gelir.

Marcel’in bu düşünceleri, yazarın içinde bulunduğu sürekli ve kesintisiz zaman anlayışı içinde bulunması ve bu zamanın içerisinde özgür olması argümanı açısından değerlendirildiğinde; yazar yazma eyleminde bulunarak başta kendisine ve sonra Ötekine karşı “söz veriyor” demektir. Onun sözü, okuma ve konuşma eylemlerinden farklı olarak silinmeyecek ve değiştirilemeyecek bir söz olmasından dolayı, sorumluluğu çok daha büyüktür.

Sorumluluk sahibi yazarın kendini dille ortaya koyması; dünyayı, insanları ve hayatı açıkça gösterebilmek için seçimler yapması demektir (Sartre, 2008, s.33). Yazarın bağlanmasının koşulu, Marcel düşüncesinde söz verme, Sartre düşüncesinde dili kullanmadır. Bu durumda dili ötekine açan ve sözü veren olarak yazar, yazma eyleminde bulunurken, hem sözüne hem sözünü ettiğine hem de sözü verdiği okuyucusuna bağlanmıştır. Çünkü ilk söz yazarın, son söz okuyucunundur (Nietzsche’den aktaran Arslan, 2015, s.xvi).

Yazar sözünü okuyucusuna verirken onu ödünçlemeyle, emanet olarak verir. Bununla beraber o sözünü ve sözünü ettiği şeyi borç olarak almıştır. Yazar, eylemini dünyaya borçludur. Çünkü düşünme, okuma, konuşma ve yazma nesnesi dünyadır. Tüm bu eylemlerin varlığı yazarın dünyada ve hayatta bulunuyor olmasına bağlıdır. Bununla beraber Derrida’nın dediği gibi nesne sessizdir, varlığını yazara ya da herhangi bir var olana borçlu değildir (Derrida, 2010, s.390). Bundan dolayı borç alan ve sorumluluk alanı içinde bulunan nesne değil yazardır.

Ödünçleme ve borca dayanan bu ilişki sorumluluk alanını belirler. Sorumluluk alanı, hep bir eylemi barındırırken, potansiyele ve eksikliğe gönderme yapar. Heidegger’e göre

79

Öteki’ne karşı borçlanma sorumluluğunu artırırken, bireyin ilk başta kendine karşı sorumlulukları olduğunu fark etmesini sağlar. Bu farkındalıkla birey, karar verme bağlamında ki hakiki özellikleri ortaya koyabilecek ve varoluşsal tercih durumunu tespit edebilecektir (Mulhall, 1998, s.192).

Yazma eyleminin varoluşu, yazarın varlığından ve dünyaya karşı sorumluluğuyla onu tekrar yaratmasından gelir. Okuyucunun yazarın imzasına karşı, karşı-imza atması gereken okuma sürecini inceleyen Derrida (2010) karşı-imzayı sorumluluk bağlamında değerlendirerek “evet bu eser benden öncede vardı ve buna tanıklık ediyorum” demek olduğunu söyler (s.73). Yazarda, dünyaya karşı böyle bir tutum içerisinde olmalıdır. İmza, bireysel bir iz bırakma olduğu için, atılan her imza, söylenen her söz sorumluluk alanı içinde yer alır. Çünkü imza evetlemek demektir. Evetleme, durumun kabul edildiğini ya da benimsendiğini gösterir. Bu durumda yazma eylemi yazılana karşı bir evetleme içerisindedir.

Dünyayı anlamak, oluşmakta olan yazının ve oluş halindeki yazarının “dünyaya katılımı” ile gerçekleşir. Bir varlık olayı olarak yazmakta ancak bu katılım ile açıklanabilir. Bahtin’e göre somut gerçeklik içinde bölünmez, yinelemez Varlığa yaklaşmak ancak sorumlulukla beraber yinelemez, bütünlüklü, bölünmez ve gerçekten yerine getirilen bir eylemle sağlanabilir (Bahtin, 2001, s.60). Bu eylemsellik içerisinde, dünya ve hayat her birey tarafından ve bireyin içinde bulunduğu her durum açısından farklı algılar ve görmeler yaratır. Yazarın eylemi, her seferinde bu farklılardaki görmeyi kaydetmek ve hayata ilişkin farklı boyutlar açmaktır. Bu sırada yazar tarafından açılan bu yeni boyut, hayata ve hayatın içinde kendisine, gelecek zaman içerisinde onu okuyanın tepkilerine karşı, sorumluluk taşır.

Yazarın Ötekine karşı olan sorumluluğu Öteki-Ben ilişkisi üzerinden ele alındığında, Bahtin’e göre özne-yazar etik, estetik ve ontolojik bir varlık olarak kendi öznelliğini fark etmelidir. Çünkü yazar hayatın içinde tamamlanmamış ve bitmemiş bir varlıktır (Bahtin, 2005, s.38). Yazarın sorumluluğu da bu bitmemişliğinden gelir.

Bu anlamda yazar aksiyoloji alanında hareket eder. Kuçuradi, her etik ilişkinin bir olay ve durum içinde olduğunu söyler. Yazma eylemi bir durumun anlatımıdır. Durum içinde insanı ele alan yazma, bireyin diğer insanlarla ya da dünyayla olan ilişkisini anlatır. Bu durumda estetik ilişki nasıl anlatıldığı konusuyla ilgilenirken, etik ilişki ne anlatıldığı ve niçin anlatıldığı konusuyla ilişkilidir. Bununla beraber Kuçuradi şu soruyu sorar: Yazarın

80

bilme konusu edindiği nedir? Ona göre yazarın konu edindiği bu bilme, kişiler arası ilişki ve durumlardaki yaşantı ve eylem olanaklarıdır (Kuçuradi, 2013, s.29).

Yazar eyleminin olanaklılığı ve varoluşu içinde, “Ben” demeyi bırakmıştır, Blachot’un da dediği gibi “O” demeye başlamıştır. “O” hem yazma eyleminin konusu olarak yazarın borçlandığı dünya ya da hayattır hem de okuma eyleminin öznesi olarak yazma eyleminin devam ettiricisi yani yazarın ödünçleme yapığı kişidir. Bu anlamda Blachot’a göre yazar eyleminin bitmeyeceğinin farkına varır. “O”, yazar için hiç kimseye dönüşmüş “Ben”; Ötekine dönüşmüş başkasıdır (Blachot, 1993, s.23).

Yazarın kendini yitirdiği bu nokta, onu büyük bir sorumluluk alanı içerisine sokar. Çünkü yazarın yalnızlığı ve Gerçeklik büyük bir devinim içerisindedir (Blanchot, 1993, s.140). Oysa yazarın yalnızlığı, yazısının biteceği ve okuyucunun yazma eylemini okuyarak devam ettireceği durumlarının hepsi gerçektir. Yazarın bu noktadaki kaygısı, kurgusal gerçeklik ile görünüş gerçekliği arasındaki sorumluluktan kaynaklanır. Sorumlu ve bilinçli yazarın, mevcut gerçeklikle kurduğu ilişkinin dengesi yazma eylemindeki gerçeklik aktarımını etkiler (Bergson, 2007, s.129).

Belgede Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak (sayfa 87-92)