• Sonuç bulunamadı

Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak"

Copied!
142
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

FELSEFİ BİR EYLEM OLARAK YAZMAK

Salime Gülay Doğru

YÜKSEK LİSANS TEZİ

TÜRKÇE VE SOSYAL BİLİMLER EĞİTİMİ ANA BİLİM DALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

(4)

i

TELİF HAKKI VE TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU

Bu tezin tüm hakları saklıdır. Kaynak göstermek koşuluyla tezin teslim tarihinden itibaren ...(….) ay sonra tezden fotokopi çekilebilir.

YAZARIN

Adı : Salime Gülay Soyadı : Doğru

Bölümü : Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Ana Bilim Dalı

İmza :

Teslim Tarihi :

TEZİN

Türkçe Adı : Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak İngilizce Adı : Writing As a Philosophical Action

(5)

ii

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI

Tez yazma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyduğumu, yararlandığım tüm kaynakları kaynak gösterme ilkelerine uygun olarak kaynakçada belirttiğimi ve bu bölümler dışındaki tüm ifadelerin şahsıma ait olduğunu beyan ederim.

Yazarın Adı Soyadı: Salime Gülay DOĞRU

İmza:...

(6)
(7)

iv

TEŞEKKÜR

Araştırma süresince, her zaman büyük desteğini ve yardımını gördüğüm, eğitimimde ve yetişmemde emeği olan çok değerli hocam ve danışmanım Doç. Dr. Mehmet Ali DOMBAYCI’ya sonsuz teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum. Ayrıca çalışmam boyunca manevi ve moral desteğini benden esirgemeyen Sabri Celal DOĞRU’ya sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

(8)

v

FELSEFİ BİR EYLEM OLARAK YAZMAK

(Yüksek Lisans Tezi)

Salime Gülay Doğru

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

Mayıs 2018

ÖZ

Bu çalışmanın temel amacı, “yazma eyleminin” felsefi değerlendirmesini yapmaktır. Çalışma yedi bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm konuya giriş niteliğindedir. Bu bölümde çalışmanın sayıltıları, sınırlılıkları, konuyla ilgili yapılmış diğer çalışmalar ve problem durumu hakkında bilgi verilmektedir. İkinci bölümde çalışma için yapılan araştırmanın yöntem anlatılmıştır. Üçüncü bölümde yazarın ve eylem varlığı olarak insanın dünyadaki varlığı T. Mengüşoğlu’nun ontolojik görüşleri esas alınarak açıklanmıştır. Ardından eylemin felsefi olma koşulları incelenmiştir. Felsefi açıdan yazma eyleminin durumu ve insanın neden yazma eyleminde bulunduğuna ilişkin yargılarda bulunulmuştur. Dördüncü bölümde yazmanın düşünme, okuma ve konuşmayla olan ilişkisi tartışılmıştır. Beşinci bölümde yazma eylemi ve yazar “üslup”, “özgürlük”, “sorumluluk” ve “gerçeklik” kavramları açısından değerlendirilmiştir. Altıncı bölümde yazmanın felsefe eğitimindeki önemi ve düşünme eğitimindeki yeri hakkında bilgilendirme yapılmıştır. Son bölümde ise çalışmanın sonucu yazılmıştır.

Anahtar Kelimeler : Düşünme, Okuma, Konuşma, Yazma, Felsefe Eğitimi Sayfa Adedi : 130

(9)

vi

WRITING AS A PHILOSOPHICAL ACTION

(M.S. Thesis)

Salime Gülay DOĞRU

GAZI UNIVERSITY

GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES

May 2018

ABSTRACT

The current study aims “writing action” as a philosophical were evaluated. The study consist of seven parts. The first part in the subject was entered. In this part, study’s premises, limitations, other related work and state of problem about was informed. In the second part the method used for study were explicated. In the third part, writer and human being in the world as a action being were explained by base on T. Mengüşoğlu’s ontological views. Following that, action of being phisophical conditions were examined. State of writing action as philosophical and why the person is writing concerning was mad judgement. In the fourth part, the reletion of writing to thinking, reading and speaking were discussed. In fifth part, writing action and writer were evaluated in terms of “style”, “freedom”, “responsibility” and “reality”. In the six part, importance of writing in philosophy education and place of writing in thinking education was informed. In the last part the result of study was written.

Key Words : Thinking, Reading, Speaking, Writing, Philosophical Education Page Number: 130

(10)

vii

İÇİNDEKİLER

TELİF HAKKI VE TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU ... i

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI ... ii

JÜRİ ONAY SAYFASI ... iii

TEŞEKKÜR ... iv

ÖZ ... v

ABSTRACT ... vi

BÖLÜM I ... 1

GİRİŞ ... 1

1.1. Problem Durumu... 6 1.2. Araştırmanın Amacı ... 9 1.3. Araştırmanın Önemi ... 10 1.4. İlgili Araştırmalar ... 10

BÖLÜM II ... 13

YÖNTEM ... 13

2.1. Araştırmanın Yöntemi ... 13

2.2. Veri Toplama Teknikleri ... 13

2.3. Verilerin Çözümlenmesi ve Yorumlanması ... 14

BÖLÜM III ... 15

(11)

viii

3.1. Eylem Varlığı Olarak İnsan ... 15

3.2. Eylemin Felsefi Olma Koşulları ... 19

3.2.1. İnsan Neden ve Kimin İçin Yazar? ... 22

BÖLÜM IV ... 25

YAZMA EYLEMİ ... 25

4.1. Yazma-Düşünme İlişkisi ... 30

4.2. Yazma-Okuma İlişkisi ... 34

4.3. Yazma-Konuşma İlişkisi ... 39

4.3.1. Sokrates Neden Yazmadı? Platon Neden Yazdı? ... 41

4.3.2. Yazmanın Konuşma Eylemi Açısından Değerlendirilmesi ... 46

BÖLÜM V ... 49

YAZMA EYLEMİYLE İLİŞKİLİ KAVRAMLAR ... 49

5.1. Üslup Nedir? ... 51

5.1.1. Filozofun Üslubu ... 53

5.1.2. Yazma Eyleminde Üslup ... 59

5.2. Özgürlük Nedir? ... 62

5.2.1. Yazar ve Eylem Özgürlüğü ... 64

5.3. Sorumluk Nedir? ... 73

5.3.1. Yazma Eylemi ve Sorumluk ... 75

5.4. Gerçeklik Nedir? ... 80

5.4.1. Gerçek ve Gerçekliğin İfadesi Olarak Yazma Eylemi ... 83

5.4.2. Gerçeklik, Dil, Düşünce ve Yazı İlişkisi ... 89

BÖLÜM VI ... 95

FELSEFE EĞİTİMİ VE YAZMA EYLEMİ ... 95

6.1. Felsefe Eğitimi ve Felsefe Öğretimi ... 96

(12)

ix

6.3. Felsefe Eğitiminde Yazma Eylemi ... 106

BÖLÜM VII ... 114

SONUÇ ... 114

(13)

1

BÖLÜM I

GİRİŞ

İnsan birçok farklı yönü bünyesinde barındırmasına rağmen bütünlüklü yapıya sahip bir varlıktır. O, fiziki çevresiyle, hem cinsleriyle, kendisiyle kısaca dünyayla daima ilişki içinde yaşar. Bu ilişki bireyin aktif bir varlık olması koşuluna bağlıdır. Aktif bir varlık olarak birey eylemleriyle var olur. Eylem, bireyin yaşamını ve yaşayışını var eder. Çünkü insanın hayata, çevresine ve kendine yön verebilmesi için temel edimi eylemdir.

Bireyin eylem alanı yemek, içmek gibi basit işlerden, ortaya konulan en karmaşık ürünlere kadar geniş bir yelpaze içerisinde kendini gösterir. Bu noktada bir parantez açıp eylem ve hareket arasındaki fark belirtilmelidir. Burke, insan eylemlerinin doğasını araştırırken hareketi, içgüdü ya da dürtüyle açıklar; eylem ise amaçlı, tasarlanmış, bilinçli ve özgürlük alanı içerisinde ortaya konur. Eylem hareketin koşullarına indirgenemez. Hareket, eylemin temelinde yer alır. Hareketsiz eylem olmazken, eylemsiz hareket mümkündür (Burke, 2003, s.140-141).

Hareket, nefes alıp-vermek ya da teknik bir aracı kullanma biçiminde otomatikleşmiş şekilde ortaya çıkabileceği gibi giyinmek, barınmak, beslenmek gibi günlük hayat kaygılarını içeren fiziksel şeklinde de ortaya çıkabilir. Bunun yanında eylem genel olarak gerçekleşmiş her duygu, düşünce ve bunların dışavurumu olarak kendini gösterir.

Harekette fiziki ve otomatikleşmiş işin pratik yönüne ağırlık verilirken, eylem henüz pratiğe dökülmemiş zihinsel ve teorik şekilde var olabilir. Bunun yanında hem fiziksel hem zihinsel şekilde de ortaya konur. Okumak ve konuşmak bu türden eylemlerdir. Araştırmanın konusu olan yazma eylemi, zihinsel bir eylem olan düşünme ile temellenirken, okuma ve konuşma eylemiyle doğrudan ilişkilidir.

(14)

2

Uygur (1995) eylemin felsefi doğasına dikkat çekerken, eylemin ortaya çıkışının yapıca eylemi andırmayan soru ile olduğunu söyler. Bazen soru eylemi başlatırken bazen de eylem soruyu gerektirir (s.16).

Felsefede her zaman yeni soruların ortaya çıkması zorunludur. Uygur’a (1995) göre felsefe sorusu ne eylemden çıkar ne de eylemle giderilebilir (s.16). Çünkü felsefe sorusu, yanıtını eylemde bulmaz. Uygur’un eylem ile kastettiği şey, günlük yapıp-etmelerdir. Günlük yapıp-etmeler de soru ile iç içedir. Ancak bu soru felsefe sorusundan farklı olarak pratiğe yönelmiştir.

Felsefe sorusu alıkoyucu bir duraktır. Bu düşünceden yola çıkıldığında yazma eyleminde bulunan kişi, “yazma nedir?” türünden bir felsefi soru sormayabilir. Çünkü o eylemin gerçekleştiricisi olarak, yazan kişidir. “Yazma nedir?” ya da “yazma eylemi nedir?” sorusu sorulduğunda, yazma felsefenin konusu haline gelmiş demektir. Çünkü burada eylemin dışına çıkılır. Eylemin özelliklerini belirlemek ve onu sorgulamanın ve düşünmenin konusu haline getirmek amaçlanır. Bundan dolayı felsefe sorusu cevabını, ancak dil yapıtlarında ya da dil eylemlerinde bulabilir. Bu dil yapıtları düşünmek, okumak, konuşmak ve yazmaktır. Bu eylemler hem felsefe sorusunun var olduğu hem soruya felsefi nitelik kazandırıldığı hem de felsefi sorunun gösterdiği yanıt yolu olarak vardır (Uygur, 1995, s.17).

Felsefe, felsefi eylem ve soru-cevap birlikteliği bakımından yazma eyleminin önemine değinebilmek için öncelikle “felsefe nedir?” sorusuna cevap verilmelidir. Bu sorunun araştırmaya konu edinilmesi felsefi eylemin ölçütlerini oluşturmak için gereklidir.

Felsefenin ne olduğu konusunda felsefe tarihine bakıldığında, sistemli ve istikrarlı bir düşünme eylemi olarak karşımıza çıkar. Bu düşünme süreci içerisinde felsefenin işaret ettiği ya da ele aldığı gerçek aynı olmasına rağmen gerçeği ele alış tarzı farklılaşır. Çünkü konuya bakış her zaman bireysellik gösterir. Felsefe bazen Heidegger’in dediği gibi dünyanın betimlemesi, varlığın anlamıyla ilgili soru sorulması demekken; bazen de Deleuze’nin dediği gibi kavram oluşturma, keşfetme ve üretmeyi içeren bir disiplin olarak tanımlanır (Deleuze & Guattari, 2001, s.14; Heidegger, 2008, s.4).

Felsefenin ne olduğu sorusu ele alınış tarzına göre düşünsel farklılıklar sergilesede en büyük ortaklık, tarz olarak felsefi eylemin benimsenmiş olmasıdır. Bu durumda felsefi eylem nedir? Çotuksöken (1992) felsefenin; var olan, düşünme ve dil arasındaki ilişkiyi

(15)

3

inceleyen bir etkinlik olduğu söyler (s.61). Bu düşüncede öne sürülen üç kavramda birbiriyle ilişkili ve önemlidir.

İnsanı diğer varlıklardan ayıran dil yetisi ile düşünebilme becerisidir. Dil ile düşünme ilişkisi başlangıcından itibaren felsefenin konusu olmuştur. Felsefi eylem de dil ve düşünme ile var olur. Felsefe, düşünen bireyin ürünü olduğuna göre bir söylemdir. Eylem ya da tavır olarak felsefi söylem, bir tür iç monologdur. Bu monolog sırasında, soruyu soranda cevabı verende bireydir. Soru ve yanıt bakımından her felsefi söylem bir bütünlük oluşturur (Çotuksöken, 1992, s.82). Bu durumda soru sormak felsefi bir eylemken cevap vermek ya da cevap aramak da felsefi bir eylem olarak ortaya çıkmalıdır.

Felsefenin hatta filozofların varlık koşulları düşünme, konuşma ve yazma eylemlerine bağlıdır. Felsefe tarihi boyunca yazma eyleminde bulunmayan ve günümüze kadar düşünceleri gelmiş olan neredeyse tek filozof Sokrates’tir. Kierkegaard’a (2009) göre bu durum oldukça ironiktir (s.14-15). Buna rağmen Sokrates ile ilgili tüm bilgilerin sistematik ve rasyonel anlamda felsefi yazını ilk ortaya koyan Platon’dan öğrenilmesi de ironik bir durumdur. Allen’e (2011) göre Platon’un yazma kararı bilinçli ve felsefi açıdan ciddi bir karardır (s.49). Çünkü yazan kimse dili yeniden yaratarak gerçekliği ve düşünceyi açığa çıkarmaya çalışır.

Yazmanın felsefi bir eylem olarak kabul edilmesi ilk olarak üslupla ilgilidir. Üslup, dünyanın ve düşüncenin ele alış tarzını belirlediği için, yazma eylemi içerisinde büyük bir önem arz eder. Diğer taraftan Taşdelen yazmanın felsefi doğasını ele alırken özgürlük, sorumluluk ve gerçeklik kavramlarına dikkat çeker. Yazmak insanın kendi özüne bakmasını sağlar (Taşdelen, 2013, s.21). Yazarken elimizde gittikçe büyüyen bir dünya vardır. Bu sırada yabancılığımız azalır. Camus’un (2015) dediği gibi yazmak iki kez yaşamaktır (s.112). Çünkü yazma eylemi sırasında var olanın tekrar yaratımı söz konusudur. Bu yaratma eylemi insanı özgürleştirir. Bu bir devinim, bir başkaldırı, bir şeyin yerine konan başka bir şeyi ifade eder (Taşdelen, 2013, s.23). Yazmak sorumluluğu da beraberinden getirir. Çünkü yazma sonucu ortaya çıkacak yazı, dünyaya ve gerçekliğe tutulmuş bir ayna gibidir. Bu yüzden yazmak bilinçli bir yeniden yorumlama ve anlamlandırma işidir.

Bilinçli bir yorumlama ve anlamlandırma olarak yazma eylemi bilimsel faaliyetlerden entelektüel faaliyetlere kadar tüm uygulamaların daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir

(16)

4

(Sini’den aktaran Verdicchio & Burch, 2002, s.32). Çünkü yazma, yeni kavram, yeni kategori ya da yeni etkinliklerin ortaya çıktığı eylemdir.

Bugün yazma eylemine dair ortaya konan düşüncelere bakıldığında daha çok edebiyat ve sanat metinlerine yönelik olduğu görülür. Yazmak, işlevsel bir araç olarak görüldüğünden yazma eyleminin kendisinden çok yazılan içerik ya da yazım biçimi üzerinde durulmuştur.

Yazmak felsefenin, varlığını devam ettirebilmesi için, sahip olduğu en büyük güçlerden biridir. Hatta Derrida (2010), felsefenin mümkün olabilmesi için yazmanın şart olduğunu, Verdicchio ve Burch (2002) ise felsefenin, sesin transkripsiyon edildiği bir yazı uygulaması olduğunu ifade eder. Çünkü yazma eylemi filozofun varlık koşulunun bir parçasıdır. Bu rağmen yazma eylemi şimdiye kadar felsefi bir kavram olarak yeterince ele alınmamış ve irdelenmemiştir. Felsefede ve felsefe eğitimindeki rolü ve önemi üzerinde de çok az durulmuştur. Bunun sebebi, yazmanın genelde bir iletişim ya da düşüncenin iletim aracı olarak ele alınması ve bu araçsallık içerisinde yazmanın da konuşmak gibi doğal ve yapılması gereken bir eylem olarak görülmesi olabilir.

Oysa insanlık tarihine bakıldığında yazmak insanlar için konuşmak kadar kolay olmamıştır. İnsanın, yazan insan konumuna gelebilmesi için önce dili kullanabilmesi, sonra konuşabilmesi gerekir. Dil-konuşma ve yazma ilişkisinde yazma, dilin ve konuşmanın daha gelişmiş bir formu olarak ele alınabilir.

Dilin ne zaman ortaya çıktığı belli değildir ancak en azından beş bin yıllık bir tarihi olduğu ve ortaya çıkışının insanın alet yapmaya başlamasıyla ilgili olduğu bilinmektedir (Janson, 2016, s.18). Alet yapmak yeni bir kültür oluşturmaya başlamanın işaretidir. Kültürün oluşabilmesi, kültür oluşturmaya çalışan topluluğun üyeleri arasındaki anlaşmanın üst düzeyde olmasını gerekli kılar. Anlaşmanın yegane garantisi ise dildir. Dil topluluk içerisinde dayanışmayı artırır. Dili kullanarak konuşmaya başlayan insan, bir tür teknolojik devrimde bulunarak harfleri icat etmiştir.

İnsanların neden harflerin icadına yani yazmaya gerek duyduğu henüz yazı tarihinin başlangıcında kendini göstermiş bir ayrımla ilgilidir. Yazmanın kökeni harfsel dizgenin oluşumundan önce, işaret yerine geçen nesnelere ve resim yazısına dayanır (Ong, 2013, s.105). Fakat resim ya da resimsel ifadeler, herkes için aynı anlama gelmez. Bu durumda resimsel ifadeler bir ortaklık ya da dayanışma oluşturmak için yetersizdir. Diğer taraftan resim bir nesneyi, örneğin bir ağacı ya da bir kuşu olduğu gibi temsil eder fakat bu temsil, yanında ek bir şey söyleyemez olarak kalacaktır.

(17)

5

Bu durumda yazılı kültürün ya da yazma eyleminin hiyeroglif şeklinde ortaya çıkmasına rağmen, hiyerogliflerde çizilen şekillerin salt resim olarak kabul edilmemesinin sebebi, resmin ifade edebileceğinin ötesinde bir sistem kurulmuş olmasıdır. Artık yazıyla temsil edilen, resimle temsil edilen nesnelerin görüntüsü değil, birinin söylediği kelimenin temsilidir (Ong, 2013, s. 103).

Yazı bir tür teknolojidir (Ong, 2013, s. 103). Yazının toplum ve birey için sağladığı yararlar ve farklılıklar, yazı öncesi kültürlerle yazı sonrası kültürler karşılaştırıldığında ortaya çıkar. Belirli bir alfabesi olmayan kültürler, fikirlere göre değil, pratik birimler halinde düşünür. Onlar soyut kavramların ortaya koyduğu mantık iskelesine sahip değildir (Havelock’tan aktaran Verdicchio & Burch, 2002, s.34). Böyle kültürlerde yaşayan insanlar, doğru şeyin ne olduğunu bilmesine rağmen, doğrunun kavramsal açıklamasını yapamaz. Derrida, böylesi yazısız toplumlarda gerçeklik ya da kavramın olmadığını söyler (Derrida, 2010, s.169).

Yazılı kültürün varlığı toplumdan topluma değiştiği gibi, yazılı kültürün ortaya çıkmasındaki yazma eylemi de topluma göre farklılık gösterir. Bu farklılık yazmanın hangi işlevle ortaya çıkan bir eylem olduğuna bağlıdır. İlk yazılı eser örneklerine bakıldığında daha çok belirli toplumsal kurallarla ve dini inanışla ilgili olduğu görülür. Bu durum, insanlığın topluluk haline gelerek bir kültür ve gelenek kurmak için ve kurulan bu geleneği devam ettirme çabasıyla yazıyı kullandığı gösterir. Bu dönemlerde ve hala devam eden temel işlev, yazının bütünleştirici ve birleştirici özelliğidir.

Yazma öncelikle sosyal ve dini sahalarda etkili olduktan sonra, toplumsal işlevinin yanında bireye yön veren bir eylem haline dönüşmüştür. Bundan dolayı düşünsel alanda ortaya konulan söylemlerin ve deney-gözlem temelli raporların yazıya geçirilmesi insanlık tarihinin daha sonraki aşamalarında olarak ortaya çıkar. Özellikle sözlü öykü ve şiirlerde söylenen kelimelerin, hayal gücünden kaynaklanan yaratıların yani edebiyatın yazıya geçirilmesi, yazı tarihinde çok geç gerçekleşmiştir (Ong, 2013, s.106).

Bu düşünce felsefi, bilimsel ve edebi anlamda ortaya çıkan yazma eyleminin, dini inanıştan, bireyin toplumsal tarafından, yazarın içinde yaşadığı coğrafyadan, kültürden etkilenmemesi anlamına gelmez. Aksine yazının işlevinin değişmesi ve yazma eyleminin farklı biçimlerde etkili olmasının nedeni, yazarın içinde yaşadığı coğrafya, kültürel değişimler, dönemin insan anlayışı ve yazarın psikolojisidir. Yazının ve yazma eyleminin biçimi, işlevle alakalıdır. Yazmaya yüklenen işlevin değişiklik göstermesiyle yazının

(18)

6

biçimi evrim geçirmiştir. İnsanlık tarihinin farklı dönemlerinde farklı türlerde yazının ortaya çıkmasının nedeni budur. Orta Çağ’da yazılmış edebi, bilimsel ya da felsefi yazı ile Çağdaş dönemde yazılmış edebi, bilimsel ya da felsefi yazı arasındaki farkın nedeni böylece açıklanmış olur.

1.1. Problem Durumu

İnsanın birey olabilmesi için ilk eylemi var olanlar üzerine düşünmedir. Bu sırada halen var olan açığa çıkmamıştır. Açığa çıkarma, var olanın dile getirilmesi yani konuşma eylemiyle gerçekleşir. Sözlü dil olarak konuşma da bir süre sonra kendi kendine yetemeyecek ve yazıya taşacaktır (Çotuksöken, 2002, s.165).

Bu düşünceden hareketle yazma eylemine giden yolun sırasıyla düşünmek, okumak ve konuşmaktan geçtiği söylenebilir. Düşünmek, felsefenin temel eylemidir. Yazmak ise en değerli felsefi eylemlerden biridir. Çünkü yazma eylemi sonucunda ortaya çıkan yazı, düşüncenin, okumanın ve sözü edilenin yani konuşmanın açığa çıktığı yerdir.

Fakat düşünmek, okumak, konuşmak ve yazmak arasındaki bu sıra hiyerarşik bir sıra değildir. Felsefi eylem olarak nitelendirilen bu dört eylemde birbiriyle iç içe geçmiş, bütünlüklü bir yapı oluşturur. Temel eylemi düşünme olan felsefenin aynı zaman da bir iç monolog olduğu savı, düşünmenin temelinde de insanın kendi kendisiyle konuşması olduğu kabulünü beraberinde getirir. Düşünce ise düşünmenin üründür. Konuşma olmadan düşünme eylemi gerçekleşemez (Wittgenstein, 2006, s.274). Böylece düşünme başkalarına, başka bilinçlere ulaştığında düşünce haline gelir (Mengüşoğlu, 2003, s.65). Düşünmenin düşünceye dönüşmesindeki en önemli eylemlerden biri de yazmadır.

Düşüncenin aktarılması için gerçekleştirilen yazma eylemi okumadan bağımsız değildir. Yazmanın konusu olan nesneyi ortaya çıkaracak ve yazılı olanın tekrar dile gelmesini sağlayacak eylem okumadır. Yazma eylemi sonucunda ortaya çıkan yazı daima bir okuyucu bekler. Yazının varlığı bir insanın onu okumasına bağlıdır.

Okuma, sadece bilgi edinmek için değil daha önemlisi anlamak için gerçekleştirilen bir eylemdir. Yazma eyleminde de amaç anlamın ortaya çıkarılmasıdır. Okuma yalnızca yazınsal metinlere dair değildir. Yazarın temel amaçlarından biri yazma eylemiyle dünyanın bir görüntüsü sunmaktır. Bu durumda hayat ve dünyada okunabilir. Okuma eylemi bir ön görüyü ve keşfi beraberinde gerektirirken, yazma eylemi keşfedileni başka

(19)

7

tasarımla, farklı bir şekilde ortaya koymayı sağlar. Yazma eylemi beraberinde yüzleşmeyi getirmekle birlikte artık okuma eyleminde olduğu gibi bilgi edinme ve keşif süreçlerini aşmış bir eylemdir. Bu yüzden okuma her zaman yazmayı önceleyen bir eylem olacaktır. Filozof, önce okuyan sonra yazan kişidir. O birçok eyleminde tek başınadır, onun eylemi bireyseldir. Buna karşılık düşünceleri daima geçmişle ya da çağıyla bir hesaplaşma içindedir. Çünkü felsefe büyük ölçüde dündedir, tektir ve parçalanamaz (Uygur, 1995, s.159). Felsefe yapısı gereği geçmişle uğraşmayı gerektirir. Filozofun ortaya koyacağı soru bulunduğu zamanla ilgili olsada, sorusu için yol alabilmesi için felsefe tarihini okuması gerekir. Bununla beraber yazar olan filozof ya da filozof olmayan yazar içinde bulunduğu uzamı ve zamanı da okuyabilen kişidir. Bu anlamda okuma düşünmenin düşünceye dönüşmesi için bir sıçrama tahtası olarak kabul edilebilir.

Okuma metninin yaratıcısı olarak yazar, düşüncesini yazılı metinle ortaya koyar; okuma metninin okuyucusu ise düşünce ile karşılan ve bunun sonucunda düşünme eylemini başlatan kişidir. Bu durumda okuma ve yazma ilişkisinin yapısı düşünce ve düşünme ilişkisine benzer. Yazının açığa çıkması okuyucusuna, yazarın açığa çıkması ise okuma eylemine bağlıdır.

Buna rağmen felsefi okuma metni, yalıtılmış bir gerçeklik değildir. Okuma sürecinde keşfedilmiş olan, birey için farklı düşünsel olanaklara yol açar. Her okuma yeni bir bakış açısını, yeni görmeyi beraberinde getirir. Düşünme tekrar harekete geçer. Böylece düşünme konuşmaya yol açar. Daha önce de söylenildiği gibi iç monologla başlayan düşünme süreci artık diyalogla devam eder. Düşüncenin yazıya aktarılmasından önceki son durak konuşmadır.

Konuşma eyleminden yazma eylemine geçiş sürecinde birey, düşüncesi üzerine tekrar düşünmeye başlar. Yazının kendine yardım edememe özelliği, durağan yapıda olması, yazma eylemi sırasında yazılanların neyse o kalmasına yol açacaktır. Bu sabit duruşun kaygısı, ifadelerin güçlendirilmesine, dilin en etkili şekilde kullanılmasına, var olanın ve gerçekliğin apaçık şekilde ortaya konmasına yol açar. Kaygı, insanın kendi seçimleriyle ortaya koyduğu bu eylemde düşüncenin terbiye edilmesini sağlar. Bu düşünce, ana teze geri dönüşü beraberinde getirir. Yazmak felsefi bir eylemdir ve düşüncenin terbiyesi ile en iyi şekilde ifade edilmesini sağladığı için felsefenin en önemli eylemlerinden biridir.

Düşüncenin terbiyesi ancak felsefe ve düşünme eğitimiyle mümkündür. Felsefenin başlangıcı olan sistematik, istikrarlı ve akla dayanan düşünme eyleminin ortaya çıkması

(20)

8

için bireyin rehber eşliğinde eğitilmesi düşüncesi Sokrates’e kadar dayanır. Lipman (2003) önemli olan, öğrenmenin ne olduğunun öğretilmesidir, der. Düşünmek için eğitim önemlidir. Heidegger (2013) ise öğrenmeyi, eylemlerimizi ya da eylemeyi terk edişimizi gerçekliğe uygun hale getirmek olarak tanımlar (s.2). Bu durumda Heidegger’in haklı olarak eleştirdiği nokta düşüncenin ortaya konuşunda eylemlerin göz ardı ediliyor olmasıdır. Ona göre günümüzde birçok insan felsefeye ilgi duyar. Fakat bir sonraki aşamada bu kişi felsefeye kayıtsız kalmaktadır. Dolayısıyla felsefeyle ilgilenmek bireyin gerçekten düşündüğü ve felsefi eylemde bulunduğu anlamına gelmez.

Bu noktada sorulması gereken “düşünmek ne demektir ve düşünmenin eğitimi mümkün müdür?” sorularıdır. İlk olarak düşünme eğitimi felsefe eğitimiyle iç içedir. Felsefe eğitiminde kullanılan düşünme yöntemi ise reflektif düşünmektir. Gündelik anlamda kullanılan düşünmeden farklı olarak reflektif düşünme, düşüncenin kendi üzerine kapanması yani kendi kendini düşünmesi anlamına gelir. “Nasıl düşünüyorum?” sorusu bu noktada sorulur. Bireyin nasıl düşündüğünü fark etmesi için bilgi gereklidir. Bilgi konuya hakim olmamızı sağlar. Hakim olma sürecinde reflektif düşünce bizi muhakemeye (sorgulamaya) götürür. Muhakeme sonunda bir hüküm verilir. Böylece düşünme eylemi düşünceye dönüştürülür.

Reflektif düşünmeyle, düşüncenin kökü ve bu kökün düşünceye uygunluğu araştırılır. Reflektif düşünmeye yön veren şey meraktır. Düşünme eğitimi sırasında düşünce ile merak ilişkilendirilmeli, daha sonra rehberin ya da öğretmenin yönlendirilmesiyle bu merakın temeli incelenmelidir (Dewey, 1957, s.34).

Felsefe eğitim sırasında en fazla kullanılan felsefi eylemler okuma ve tartışmadır. Okumak ve tartışmak ya da konuşmak felsefi düşüncenin ortaya çıkması için çok önemlidir. Ancak yeterli değildir. Heidegger (2013), bu konuyla ilgili şöyle bir tespitte bulunur: “Nasıl ki yüzmeyi yüzmek üzerine yazılan bir makaleden öğrenemiyorsak düşünmeyi de düşünmek üzerine yazılan bir makaleden öğrenemeyiz” (s.15). Bu durumda düşünmeyi öğretmek, öğrencinin düşünme eyleminde bulunması anlamına gelmez. Reflektif şekilde işlenen ders, kişiye reflektif düşünme özelliği kazandırmayabilir. Düşünme eyleminin tekilliğinden dolayı düşünme eğitilebilir fakat öğretilemez olarak vardır.

Düşünmek kişinin kendi bakış açısını oluşturabilmesi demektir. Felsefe eğitiminde bu bakış açısının oluşturulmasına yönelik en sık kullanılan yöntem filozoflara ait metinlerin okutulmasıdır. Felsefe metinleri filozofun düşüncelerini açmak ve açıklamak üzerine

(21)

9

kurulmuştur. Bu metinler öğrencilerin felsefi problemlerle karşı karşıya geldikleri ilk alandır. Felsefi problemle karşılaşan öğrenci bir sonraki aşamaya geçmeli ve bu felsefi problemin üstesinden gelmeye çalışmalıdır. Öğrencinin problemin üstesinden gelmeye çalışması için yazma eylemine yönlendirilmesi gerekir.

Yazma, düşünmenin en yoğun olduğu eylemlerden biridir. Yazmak kavramlar arası ilişkilerin ve bağlantıların açık bir şekilde görülmesini sağlar. Yazma, sorunun açığa çıktığı yerdir. Aynı zamanda sorunun cevabına yöneliktir. Yazma eylemi dilin gücünün en fazla hissedildiği yerdir. Aristoteles’in ortaya attığı “varlığın, düşüncenin ve dilin formlarının birbirine bağlı olduğu” tezinden yola çıkılarak, dilin gücü arttıkça düşünmenin de gücünün arttığı söylenebilir.

Bu bağlamda çalışmanın ana problemi “Yazmak felsefi bir eylem midir?” şeklinde belirlenmiştir. Ele alınacak alt problemleri ise;

- Yazma eyleminin düşünme, okuma ve konuşma eylemleriyle nasıl bir ilişkisi vardır? - Üslup, özgürlük, sorumluluk ve gerçeklik kavramlarıyla beraber yazma eylemi nasıl değerlendirilebilir?

- Yazı ve yazma eylemi felsefe tarihinde, filozoflar tarafından nasıl ele alınmıştır?

-Yazma eyleminin felsefe eğitimindeki önemi nedir ve eğitim içerisinde nasıl kullanılabilir?

1.2. Araştırmanın Amacı

Çalışmanın amaçlarından biri yazı, yazının alt boyutları ve belirlenen kavramların ele alınmasıyla, yazmanın felsefi bir eylem kabul edilip edilmeyeceğine dair soruşturmayı ortaya koymaktır. Bu konuda ortaya konulan düşüncelere bakıldığında bazı düşünürler ve akımlar tarafından yazmak felsefi bir eylem olarak kabul edilirken, bazı düşünürler yazmanın felsefi bir eylem olmadığını söyler. Çalışma, yazma eylemi konusunda ortaya konan, tez ve antitez karşıtlığının değerlendirilmesini amaçlamaktadır. Ulaşılmak istenen sonuç yazma eyleminin felsefi bir eylem olarak kabul edilmesidir.

Çalışmanın bir diğer amacı ise yazma eyleminin felsefe eğitimindeki önemine vurgu yapmaktır. Felsefi okuma ve tartışmanın yanında yazma eyleminin de felsefenin bir parçası olduğu vurgulanmaktadır. Felsefi bir eylem olarak yazmanın doğası irdelenerek, bu

(22)

10

doğrultuda hem lisans eğitimi öncesinde hem de lisans ve lisansüstü eğitimde yazmanın önemini ortaya koymak amaçlanmaktadır.

1.3. Araştırmanın Önemi

Ele alınan problem daha önce araştırma konusu yapılmadığı için çalışma özgünlük göstermektedir. Araştırmada felsefi okumanın yanında yazma eylemininde felsefenin bir parçası olduğuna ve felsefi tavrı kazandırmak için önemli olduğuna dikkat çekilir.

2017 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Ortaöğretim Felsefe Dersi Öğretim Programı’nda yapılan değişiklikle sadece on birinci sınıfta okutulan felsefe dersinin onuncu sınıf öğretim programına da eklenmesi kararlaştırılmıştır. 2009 yılından beri uygulanan öğretim programından farklı olarak 2017 yılında yapılan değişikliklerden biri de felsefe derslerinin öğrenciye kazandıracağı beceriler arasına felsefi okuryazarlık, ifade ve yazma becerilerinin eklenmesidir.

Bu yeni öğretim programına yapılan eklemelerden biri de, uygulanmada dikkat edilecek hususlar arasında teori-uygulama birlikteliğinin yer almasıdır. 2017’de onuncu sınıflar için hazırlanmış Ortaöğretim Felsefe Dersi Öğretim Programı’nda bulunan dördüncü ünite “felsefi akıl yürütme ve yazma” ünitesidir. Bu ünitenin içerisinde, felsefi akıl yürütme biçimlerinin diğer alanlara uygulanması, felsefi metinleri analiz edilmesi, verilen konular hakkında alternatif fikirler geliştirilmesi ve bir konu hakkında felsefi deneme yazılması şeklinde dört kazanım mevcuttur. Araştırma teorik bir alan olarak felsefenin pratik ifadesi olan yazma eylemini soruşturma konusu yapacağı için, felsefe öğretmenlerine katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

Felsefe dersine dair bu öğretim programı değişikliğiyle yazma eyleminin ders içinde öğrencide ne gibi zihinsel etkinliklere yol açacağı çalışmanın ana konularından biridir. Bundan dolayı, çalışmadaki anlatımlar ve ortaya konulan sonuçlar, felsefe öğretmenleri ve üniversite hocaları tarafından kullanılabilir.

1.4. İlgili Araştırmalar

“Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak” adını taşıyan bu çalışma için yapılan literatür taramasında ulaşılan kaynaklar çeşitlilik göstermektedir. Bu çeşitliliğin ortaya çıkmasında

(23)

11

konunun “yazma eylemi”ni genel anlamda ele alması ve yazarın felsefi bir eylemde bulunup bulunmadığının ortaya koymaya çalışılmasıdır. Bu nedenle ilgili çalışmalar içerisinde hem yazıyı ve yazma eylemini ele alan filozofların düşüncelerini ortaya koyan hem de birden fazla filozofun sanat ya da felsefi görüşlerinin karşılaştırıldığı çalışmalar vardır.

Akay Şumnu’nun (2014) “Çağdaş Yazıtlar: Yazı-Form İlişkisi” adlı sanatta yeterlik tezinde 20. yüzyıl sanatında yazı ve form arasındaki ilişki bir karşıtlık değil, ortaklık içinde ele alınır. Öncelikle, Batı sanatında yazı ve formun birbirinden uzaklaştığı süreç anlatılmıştır. Bu süreçte, sadece geleneksel yazıtlar değil, yazılı objeler ve yazılı heykeller üzerinden de yazı ve formun bir araya gelme biçimleri araştırılır. Daha sonra, Dada, Sürrealizm, Pop sanat, Fluxus, Performans sanatı ve Metin sanatı gibi akımlarla ortaya çıkan yeni düşünsel ve biçimsel anlayışlarla yazı ve formun birlikteliğine ilişkin yeni ve olası öneriler sunulmuştur.

Demir’in (2009) “Göstergebilim, Umberto Eco Ve Yapıtları Bağlamında Göstergebilime Katkıları” adlı yüksek lisans tezi çalışmasında, araştırma göstergebilimin tarihsel gelişimi ortaya konduktan sonra, bu alana büyük katkılarda bulunmuş Umberto Eco’nun çalışmalarına yer verilir. Çalışmanın amacı göstergebilim ile Eco’nun tüm yapıtları arasındaki ilişkiyi kurmaktır.

Kısakürek’in (2015) “Edebi Haz ve Roland Barthes” adlı yüksek lisans tezi çalışmasında, Barthes’in edebi yazındaki haz kaynaklarından bahsettiği “Metnin Hazzı” kitabı incelenir. Toplum odaklı perspektiften yazıyı değerlendiren Barthes’in “haz teorisi” ve bu teoriye gelen eleştiriler araştırmanın konusudur.

Delier’in (2007) “Nietzsche ve Post-Yapısalcı Felsefenin Günümüz Sanatına Yansımaları” adlı yüksek lisans tezi çalışmasında, Kıta Avrupası felsefesi filozoflarından biri olan Nietzsche’nin kullandığı kavramlar ve bu kavramların yine Kıta Felsefesi Geleneği içinde yer alan Post-Yapısalcı felsefede nasıl ele alındığı değerlendirilir. Her iki felsefi düşüncenin bu kavramlarla sanatı ele alış biçimi tartışılmıştır.

Özmakas’ın (2010) “Peirce, Saussure ve Derrida’da Gösterge Kavramı” adlı yüksek lisans tezi çalışmasında, dil felsefesinin temel kavramları olan “metin”, “yazar”, “okur”, “anlam”, “iletişim”, “gösterge” gibi kavramların, yapısalcı olan Pierce ve Saussure ile Post-Yapısalcı olan Derrida’nın nasıl ele aldığı araştırılmıştır. Bu üç filozof “gösterge” kavramı

(24)

12

üzerinden karşılaştırılır “gösterge” kavramının ne gibi değişikliklere uğradığı ve dil felsefesinin temel kavramalarını nasıl etkilediği sorusuna cevap aranmıştır.

(25)

13

BÖLÜM II

YÖNTEM

2.1. Araştırmanın Yöntemi

Araştırmada “yazmak” felsefi olarak kavramsallaştırılmış bir eylemdir. Bu eylemin felsefi olarak nasıl yorumlanacağı ve açıklanacağı önemlidir. Araştırmada yorumlama, açıklama ve betimleme imkanını sağlayan nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Betimleme karmaşık şeyleri kavranılır kılmakla ilgilidir; açıklama ise karmaşık şeyleri anlaşılır kılmakla ilgilidir (Punch, 2005, s.16). Çalışma var olan bir durumun açıklanmasına ve yorumlanmasına yönelik olduğu için tarama türünden betimsel araştırma niteliği taşımaktadır (Yıldırım & Şimşek, 2006, s.224).

Nitel araştırmanın tanımını yapmak oldukça zordur. Çünkü değişik disiplinlerdeki birçok kavramı içinde barındırır (Yıldırım & Şimşek, 2011, s.39). Araştırma felsefi yöntemlerle yazma eylemini bütüncül bir bakışla ele almıştır. Felsefe, dilbilim, disiplinler arası yaklaşım hem nitel araştırmanın kuramsal temellerine katkıda bulunur hem de çalışmalarında bu yöntemi kullanır (Yıldırım & Şimşek, 2011, s.35).

2.2. Veri Toplama Teknikleri

Araştırma yönteminin tekniği doküman analizine dayanır. Doküman analizi, araştırmaya konu olan fenomen veya fenomenler hakkında bilgi getiren yazılı materyalin analizini içermektedir (Yıldırım & Şimşek, 2011, s.187). Bu araştırmanın temel problemini çözmek için literatüre dayalı veriler ele alınmıştır. Çalışmanın temel verileri, yazmanın felsefi bir eylem olduğu düşüncesine dayanarak oluşturulmuştur.

(26)

14

Araştırmada bilgi toplama teknikleri içinden, belgelerden yararlanma tekniği kullanılmıştır. Belgelerdeki verilerin toplanması için, öncelikle konuyla ilgili literatür taraması yapılmıştır. Literatür taraması araştırmanın konusuyla doğrudan ve dolaylı ilgili olan kaynaklara yönelmiştir. Kaynak seçimi, yazma eylemi ve yazıyla ilgili ortaya konan bakış açılarına göre seçilmiştir. Bu bakış açıları, araştırmanın temel amacını destekleyen ve ulaşılmak istenen sonuca karşı ortaya konan görüşlerin yer aldığı kaynaklar olarak iki şekilde kategorize edilmiştir. Yapılan tarama sonucunda kaynaklara ulaşılmıştır. Ulaşılan kaynaklar doğrudan konuyla ilgili kaynaklar ve dolaylı ilgisi olan kaynaklar şeklinde incelenmiştir. Kullanılan kaynaklar, kitap, makale, mektup, öğretim programı, bildiri, röportaj ve yazılmış tezlerden oluşmaktadır. Daha sonra bu belgeler ve kaynaklar tüm yönleriyle incelenerek, karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır.

2.3. Verilerin Çözümlenmesi ve Yorumlanması

Toplanan kaynaklar ve belgeler okunurken doğrudan çözümleme yapılmıştır. Doğrudan çözümleme hem yüzeydeki hem derindeki anlama odaklandığı için, kaynağın daha iyi anlaşılmasını ve anlamlandırılmasını sağlar (Punch, 2005, s.220). Kaynakların çözümlemesi yapılırken eleştirel bir bakış açısı kullanılmıştır. Dokümanlar, araştırmanın amacına göre kapsamlı bir içerik analizine tabi tutulmuştur (Yıldırım & Şimşek, 2011, s.197).

Kaynakların yorumu, araştırmanın amacına ve alt problemlerine dayalı oluşturulmuş kavramlar açısından yapılmıştır. Bu kavramlar; yazmak, düşünmek, okumak, konuşmak üslup, sorumluluk, özgürlük, gerçeklik ve felsefe eğitimi olarak belirlenmiştir. Doküman analizinden toplanan veriler, filozof düşüncelerinin ve bu konuda yapılan çalışmaların betimlenmesi ve yorumlanmasına dayanır. Betimleme, araştırma konusu hakkında daha önce ne söylendiği üzerine dururken; yorumlama, söylenenlerin ne anlama geldiği hakkında bilgi verir. Araştırmanın kavramsal yapısı araştırma öncesinde açıkça belirlendiği için, araştırma betimsel analize dayanır (Yıldırım & Şimşek, 2011, s.223).

Öncelikle belgelerden elde edilen veriler not edilmiş ve bu notlar dikkatle analiz edilmiştir. Bunlar yazma eyleminin çeşitli yönleri ile ilişkileri bakımından kategorize edilmiş ve değerlendirilmiştir. Değerlendirme sonuçları, araştırmanın amacı, önemi ve problemin bütünlüğü korunarak elde edilen veriler doğrultusunda ortaya koyulmuştur.

(27)

15

BÖLÜM III

EYLEM VE FELSEFİ EYLEM

3.1. Eylem Varlığı Olarak İnsan

Felsefe, insan-dünya-bilgi-değer ilişkileri üzerine yoğunlaşır. Bundan dolayı ontoloji, epistemoloji ve etik felsefenin zemininde yer alan üç temel disiplindir. Bu disiplinler birbirinden ayrı olmamakla birlikte sıkı bir bağ içerisindedir.

Epistemoloji ve etiğin zemini, ontolojidir. Çünkü bilgi ve değer var olan, dünya ve insan üzerine yargıda bulunulan alanlardır. Etiğin zemininde ise ontoloji ve epistemoloji vardır. Var olan, dünya ve insan hakkında edinilen bilgiyle insanın eylemesi bu düzeyde gerçekleşir. Demek ki bilgi ve değer, ontoloji üzerine kurulur. Varlık-bilgi-değer arasında hiyerarşik ve yapısal bütünlük oluşturan bir ilişki vardır.

Bu disiplinler arasındaki ilişkide bilgi, insanın bilgisidir ki bu bilgi betimsel bilgidir; dünyada, insanın dünyasıdır. İnsan dünyayı kendi hayatı olarak sürekli bir biçimde yeniden oluşturmaktadır (Çotuksöken, Uygur & Şimga, 2014, s.53). Etik ise bu noktada eylemlerin hangi değerlerle ilgili olduğunu anlamaya çalışır.

Araştırmanın konusu olan yazma eylemi felsefenin temel disiplinleri olan ontoloji, epistemoloji, değer alanlarıyla ve estetikle ilgilidir. Bu düşünceler doğrultusunda yazma eyleminin doğasını soruşturmaya başlamadan yazma eylemini gerçekleştiren tek varlık olan insanın doğası ortaya koyulmalı ve eylem olarak yazmak ontolojik olarak temellendirilmelidir. Böylece yazma eylemiyle ilgili bilgilerin ve değerlendirmelerin zemininde yer alan insan ve onun varlığı hakkında ortaya konulan ontoloji ile bir bütünlük sağlanmaya çalışılacaktır.

(28)

16

Ontoloji ile ilgili görüşler ele alındığında Scheler’in (1988) kendinden önce ortaya konan insan anlayışlarına dair yaptığı tasnif önemlidir. Ontolojik görüşleri bir araya getirerek şu üç biçimde ele alır: yaratılış hikayesine dayalı teolojik ontoloji, kökleri Antik Yunan düşüncesine uzanan akıl merkezli insanın kendi bilgisine ulaşabildiği felsefi ontoloji ve insanı yeryüzünün en gelişmiş formu olarak ele alan doğa bilimlerine dayanan ontoloji (s.11). Bu ayrım gözetildiğinde teolojik ve felsefi ontoloji, klasik ontoloji içerisinde değerlendirilir. Klasik ontolojide insan benzer parçalardan oluşan aynılık ve somutluk içinde ele alınır. Fakat Scheler’in belirttiği gibi bu üç farklı ontoloji tarafından ortaya konan insan anlayışları arasında bir bütünlük yoktur.

Modern ontoloji insana özgü farklılıkları dile getirmiş ve bireyi tümel insan olmaktan kurtarmış ve ontolojiyi diğer disiplinlerle bütünlük içinde tasarlamaya başlamıştır. Kant, insanı tanımlarken herhangi bir kavramdan değil, insanın yapıp-etmelerinden hareket edilmesi gerektiğini söyler. İnsan otonom bir varlık olarak epistemolojik değil, ontolojik temellere dayanarak ele alınmalıdır. Çünkü insan, ne doğa tarafından yönetilmektedir ne de kendisine herhangi bir gelişme yönü verilmiş olan bir varlıktır (Mengüşoğlu, 1988, s.41). Yeni-Kantçılığa tabi olan Hartman da, felsefesinin temeline ontolojiyi koyar, epistemolojinin temelinde de ontoloji olduğuna dikkat çeker. Varlığı dört katmanda ele alır ve ele alınan her katman birbirleriyle bağlantı içerisindedir. Aralarında bir ayrılık ya da kopuş yoktur. Ona göre insan, manevi/tinsel varlık tabakasında yer alarak birçok katmanı içinde barındıran bütünlüklü bir canlıdır.

Araştırma içerisinde insan parçalanamaz bir bütünlük ve konkre bir varlık olarak ele alınacaktır. Çünkü insan ve eylemleri uzam ve zamana tabidir. İnsanı bölünmeyen konkre bir varlık olarak ele alan ontolojik görüşlerden biri de Mengüşoğlu’nun ortaya koyduğu antropolojik ontolojidir. Antropolojik ontoloji, ontolojik antropolojiden farklıdır. Çünkü ontoloji açıklamalarından yola çıkarak insanı temel alır. Kant’ın sorduğu her soruyu “insan nedir?” sorusuna bağlaması bu düşüncenin oluşmasında oldukça etkili olmuştur. Antropolojik ontolojiye göre var olana dair ontoloji, insanı temel alarak oluşturulur. Çünkü var olanı gerçekten var olan yapan insanın dili ve düşünmesidir (Çotuksöken vd., 2014, s.52).

Mengüşoğlu, Kant ve Hartmann’ın ortaya koyduğu ontolojiden yola çıkarak insana özgü etkinlikleri değerlendirir. Onun için insanın hareket ve faaliyetleri bir bütünlük oluşturur (Mengüşoğlu, 1965, s.11). Çalışma içerisinde Mengüşoğlu’nun ortaya koyduğu felsefi

(29)

17

antropoloji ya da antropolojik ontolojinin tercih edilme sebebi, yeni ya da herhangi bir insanlık kavramı getirme çabasından ziyade insanı tarihsel ve zamansal yanıyla ele alarak insanın varlık yapısını ve niteliklerini araştırıp ortaya çıkarmak amacında olmasıdır (Kaynardağ, 1982, s.13).

Bir var olan olarak insan diğer tüm var olanlarla da bir bütünlük oluşturmalıdır. Varlığı bir bütün olarak kavrayabilmek, bütünlüklü yapı içerisinde açıklamak ve yorumlamak temel bir ilke bulmak ve bu ilke doğrultusunda tutarlı bütünlük ortaya koymak insani yaratımların temelinde yer alır (Hill vd., 2014, s.9).

Mengüşoğlu (2003) varlık dünyasını real-varlık ve ideal-varlık olarak ikiye ayırır. İnsan, real-varlık-dünyasında; düşünce ve değerler ise ideal-varlık-dünyasında yer alır (s.20-23). Her iki varlık dünyası da iç içe geçmiş ve birbirleriyle ilişki halinde olmasına rağmen farklı yapıdadır ve kendi başına var olan fenomenlerdir.

Real-varlık-dünyası içerisinde bulunan insanın sahip olduğu fenomenler Mengüşoğlu (1988) tarafından; bilme, eyleme, değer verme, tavır takınma, isteme, özgür olma, tarihsel yanı olma, idelleştirme, kendini bir şeye adama, çalışma, eğitme, eğitilebilme, devlet kurma, inanma, sanatsal yaratıcılığa sahip olma, biyopsişik bir yapıda olma ve konuşma olarak belirlenir. Bu fenomenler insanın varlık koşuludur.

İnsan bir eylem varlığıdır. Kültür üretmesi, ahlaki bir varlık olması, anlam arayışı içinde olması ve her şeyden önemlisi hayatta kalabilmesi, onun eylemesiyle alakalıdır. İnsanın eylemesi için ilk koşul bilgi sahibi olmasıdır. Bu bilgi soyut, kuramsal, mantıksal bir bilgiden ziyade somut, yaşantısal, bireyin kendisine, var olana ve hayata dair edinilmiş bilgidir. Bu bilgi tamamlanmış bir bilgi değildir. Zamansal ve oluş halindedir. Bilginin elde edilmesi keşif, tanıma ve betimlemeye bağlıdır. Bu tür bilgi diğer tüm bilgilerin ve eylemlerin kaynağını oluşturur. Ayrıca yapıp-etme fenomenine sahip insanın yazma eylemini ortaya koymasındaki temel itici güçtür.

Eylemi yöneten temel ilke ise değerlerdir (Mengüşoğlu, 2003, s.133). Değer; olayın, hayatın, var olanların değerlendirilmesi ve değer biçilmesi demektir. Hayatın içinde insanın eylemesi için karar vermesi gerekir. Bu gereklilik, insanın zamansal oluşuyla alakalıdır. Çünkü her karar gelmekte olanla ilgilidir (Mengüşoğlu, 1988, s.97). Eylemek ve değerlendirmek insanın tavır takınmasına bağlıdır. Tavır takınmak; karar vermek, kabul etmek, hesaplaşmak, taraf olmak arasında bir tercih yapmaktır. Tercih yapmak ise anlam

(30)

18

vermekle ilgilidir. Anlam verilecek olan, bir istemenin yani iradenin sonucunda seçilir. İrade ve isteme ile yöneldiği var olana bireyin kendini adaması gerekir.

Kendi bütünlüğünde insan, çelişkileri de içinde barındırır. Çelişkili yapısı onun olanak varlığı olmasıyla ilgilidir. Sınırsız olanağa sahip insan, tercih etme ile olanaklarını sınırlandırmalıdır. Kuçuradi insanı bir “olanaklar varlığı” ve “açık bir varlık” olarak değerlendirir (Çotuksöken vd., 2014, s.9). Ona göre, insan problemleri üzerine kafa yormalı, görme ve yaşantı olanaklarını genişletmelidir (Kuçuradi, 2013, s.103). Böylece Kuçuradi, Mengüşoğlu tarafından belirlenen insana ait fenomenlerin olanaklılık içinde olduğunu söyleyerek etiğin temelinde yer alan değer ve değerlendirme konusunu gündeme getirir.

Konkre bir varlık olarak insanın eylemesi değerlendirmeyle somutlaşacaktır. İnsanı değerlendirmek antropolojik ontolojinin de temel savı olan insanın bir bütün olarak kavranılmasına bağlıdır (Kuçuradi, 2013, s.76). Kuçuradi’ye göre her eylemin temelinde etik yer alır. Etik ilişki, sadece insanlar arasındaki ilişkiyi kapsamaz, insan ve yöneldiği var olan arasındaki ilişkide etiğin konusudur. Etik ilişkinin özelliği, durum değerlendirmesine dayanır. Durum, an içinde ortaya çıkan koşulların tümüdür. An, şimdi içinde sınırlı kalmaz, yıllar boyu sürecek uzunlukta olabilir.

Varolan olarak nitelenen tüm fenomenler, yine bir fenomen olan bireyin kendini dille ifade etmesinde yer bulur. Dil, insan ve insan dünyası için taşıyıcı bir rol oynamaktadır (Mengüşoğlu, 1988, s.212). Çünkü dil tüm var olanlar içinde var olan üzerine düşünebilen tek varlık olan insana ait bir alandır. Bu yüzden varlık-dil-düşünce ilişkisi her dönemde ele alınan konulardan biri olmuştur.

Dünyaya dair ve dilin ürünü olan düşünceler ya yazıyla saptanır ya da sözlü gelenekten gelir. Düşünceler zamana bağlı olmadığı için değişmeyen yapıya sahiplerdir (Mengüşoğlu, 2003, s.131). Bunun yanında düşünce “bilindiği zaman diliminde” yeniden canlandırılabilir ve inceleme nesnesine dönüşebilir. İnceleme nesnesi haline getirilen düşünce, düşünme eylemi için itici bir güç veya bir kalkış noktası olabilir. Buna rağmen bireyin bir düşünceyi kabul etmesi, reddetmesi, desteklemesi ya da onu çürütmeye çalışması geçmişte yazma ya da konuşmayla ortaya konan düşünce içeriğini değiştirmez.

Değer ya da düşüncenin değişmez yapısı onların yaşanılan çağ içinde farklılaşmayacakları anlamına gelmez. Var olan her şey bir bütünlük oluşturduğundan, dönem içinde yaşanılan değişim değer ve düşüncenin ele alınışını da değiştirebilir. Bununla beraber ortaya konan

(31)

19

değer ya da düşünce dönemin şartları el vermediği için o çağ içerisinde etkisiz kalmış da olabilir.

Dünya, düşünme ve dilden ne anlaşıldığı, bu alanların birbiriyle nasıl bir etkileşim içinde olduğu veya ilişkilerinin nasıl yorumlanacağı felsefi söylemleri birbirinden ayırır (Çotuksöken vd., 2014, s.7). Dünya, düşünme ve dil arasındaki ilişkiler kurgulanırken aslında insana dair görüşler kurgulanıyor demektir.

İnsana dair görüşlerin kurgusu yazma eyleminin hangi biçimde, hangi yolla ortaya çıkacağına dair işaretlemelerde bulunur. Çünkü yazma insanın varlık koşulu olarak ortaya çıkan birçok fenomene ilişiktir. Yazmanın fenomenler içerisindeki bu ilişikliği en fazla dil ve düşünce fenomeninde ortaya çıkar. Çünkü insanlık; devlet kurma, eğitme, eğitebilme, sanatsal yaratımda bulunma ve tarihsel olma gibi fenomenlerini, dil ve düşünce fenomenleriyle bir gelenek oluşturarak aktarma eğilimi içerisinde olmuştur. İnsanın dilsel ve düşünsel devamlılığını sağlayarak bu aktarımı gerçekleştirmesi için yegane eylemi ise yazmadır. Böylece yazma ve yazı da insanın varlık koşullarından biri sayılır ve yazan bir varlık olarak insan ve yazma da bir tür fenomen olarak kabul edilebilir.

Diğer fenomenlerde göz önüne alındığında yazma eylemi yapısal olarak bireyin değer, karar, tavır, tercih ve kendini adama süreçlerine bağlanır. Eyleme fenomenine sahip birey artık eylemini yazma fenomeni şeklinde ortaya koyar. Bir olanak varlığı olarak insanın yazması kendi hayatını ve dünyayı değerlendirmesi demektir. Diğer taraftan yazarın yazma fenomeniyle değerlendirdiği dünya başkasına sunulduğunda, hem yazarın değerlendirmesi hem de değerlendirilen dünyanın yeniden değerlendirilmesi ortaya çıkacaktır. Böylece değerlendirme An’ı şimdi içerisinde yazar ve okuyucuyu tarafından tekrarlanacaktır.

3.2. Eylemin Felsefi Olma Koşulları

Dünyanın ve var olanın bilgisine yönelmiş, değerlendirme yeteneği olan, eylem varlığı olarak yazan insanın felsefi bir eylemde bulunuyor olduğu savını güçlendirmek için eylemin ve felsefi eylemin yapısı ortaya konulmalıdır.

Eylem, insanın yapıp-etme fenomenine sahip olmasıyla ilgilidir. Eylem felsefesinin kurucusu Blondel’in belirttiği gibi eylem Ben’siz kendi kendine meydana gelemez (Blondel’den aktaran Gündoğan, 2004). Bundan dolayı aktif bir eyleyenliğin zorunlu olduğu eylem, eyleyen özneye bağlı olarak zaman ve mekan içerisinde ortaya konulur.

(32)

20

Eyleyen olarak özne akıl ve irade gücüne sahip, bu gücün sınırları dahilinde özgün, özgür, üretken olmasıyla kültür ve uygarlık ürünleri ortaya koyan, kendini ve çevresini değiştiren, anlamlı kılandır. Eylem ise eyleyenin kendisi tarafından kendi gücünü ortaya koyup gerçekleştirdiği ve bu gerçekleştirme sonunda olumlu ve olumsuz sorumlu tutulacağını şeydir (Reid’ten aktaran Açıköz, 1997, s.105).

Eylem ve eyleyen kavramlarının bu tanımlarında ortak kullanılan kavram güç kavramıdır. Eyleyenin hareket ve düşüncelerine yön veren bu güç, aktif bir güçtür ve değişime yol açar. Reid’e (2007) göre insan aktif gücü olduğu bilincine sahiptir (s.3). Böylece en sıradan günlük eylemlerinden dil eylemlerine kadar uzanan geniş bir alanda düşüncelerini düzenleyebilir ve yön verebilir.

Eylemlerinde böylesi aktif bir güce sahip insan, felsefi eylemde bulunurken anlama, sorgulama, değerlendirme, anlamlandırma, yaratma ve tavır takınma ile hareket eder. Bunun için felsefeyle ilişki kurmaya çalışan kişiden beklenen yalnızca felsefe okumaları yapması ve felsefeyi bilmesi değil, felsefi davranabilmesi, felsefi bir tutum ve tavır takınabilmesidir (Koç, 2009). Üstelik felsefi eylemde bulunan insan tavır ve tutum değişikliği de önerebilir (İnam, 2008, s.14). Çünkü ortaya konan felsefi eylemin bir parçası olan düşünme sonucunda ortaya konmuş düşünce “gerçeklik kavrayışını tam manasıyla yansıtamaz”. Her düşünce gerçekliğin ve var olanın imasıdır (Melikhov, 2016). Felsefi eylem var olanı tanımaya yönelmiştir. Böylece onu tartışarak yeniden düzenleyebilir. İnsanın kendini ve çevresini tanıması eylemleriyle olur. Aktif insanın ortaya koyduğu eylemi yönelimsellik ilişkisine ve bilince dayanır. Yönelimsellik ilişkisinde eylemin epistemolojik yönelimi ve ontolojik imzası için özne-nesne ayrımı yapılması önemlidir (Açıköz, 1997, s.98). Özne olarak eyleyenin nesne olarak var olana yönelmesi, nesnesinde bir dönüşüm ve başkalaşıma yol açar (Bayraktar, 2013, s.3). Tanımanın sonunda gerçekleşen dönüşüm insanı bireye, şahsı şahsiyete dönüştürür. Böylece insan, varlığına ve varoluşuna kimlik kazandırır. Kimlik kesintisiz, sürekli ve bölünmez bir varlığı işaret eder (Reid’ten aktaran Açıköz, 1997, s.168).

Bireyin eylemindeki aktiflik onun kimliğine bağlıdır. Kimlikteki sürekliliğin ve bölünmezliğin garantisi hafızadır. Hafıza eyleyen öznenin eylemlerinde zamansal ve ontolojik bütünlük sağlar. Böylece felsefi eylemin temellerinden bir diğeri, bireye dönüşmüş insanın zaman algısı olarak belirginleşir. Bu birey şimdi içinde yaşamaz.

(33)

21

Zamanın üç boyutlu realitesi içinde yaşar (Bayraktar, 2013, s.4). Böylece bireyin eylemleri zamanın üç boyutunda da bütünlük içinde sergilenir.

Felsefi eylemde bulunuyor olmanın bir diğer koşulu bireyin kendini kavramasıdır. Eylemin dünyaya ve Öteki’ne yönelmesi bundan sonra gerçekleşir. Bu anlayışta insan sadece eylem, his ya da düşünce olarak nitelendirilmez. Çünkü Reid’in de belirttiği gibi eylemin, düşüncenin ya da hissedişin daimi sürekliliği yoktur, her an değişebilir ya da kesintiye uğrayabilir bir yapısı vardır. Fakat bu özellik, onların bütünlük oluşturmalarını ve ardışık olmalarını engellemez. Bütünlük içerisinde birbirini takip eden eylemler, düşünce ve hisler kendilik kimliğinden ortaya çıkar (Açıköz, 1997, s.170). Düşünme ve hissetmenin temelinde eylem olması ve insanın var olanlarla ilişkisini eylemleri üzerinden sürdürdüğü göz önüne alındığında, birey eylemleri yoluyla incelenebilir. Bireyin eylemi ele alındığında özgür iradeye bağlı olduğu görülür. Bu durumda insanın bireye dönüşmesi ve ötekine yönelmesinde ortaya koyduğu kimlik özgür iradedir. İnsan adeta onunla kimliklendirilir (Davis’ten aktaran Açıköz, 1997, s.151).

Eylem, bireyin kimliği durumundaki özgür iradeyle ortaya konur. Özgürlük ve iradenin kimliğin oluşturucuları olarak kabul edilmesi, eylemin ahlaki bir karakter taşıdığı anlamına gelir. Bu ahlaki nitelik ve eyleyenin yönelimselliği, eylemi aksiyoloji alanına taşır. Aksiyoloji, insanın insanla ilişkisinde ve onun kendine nesne edindiği herhangi bir var olana yönelişinde ortaya çıkan eylemleri, bu eylemlerin değerini; bunun yanı sıra değerin ve değerlerin ne’liğini ve gerçekliğini konu ve problem edinip inceleyen bir alandır (Girgin, 2014, s.261). Bu durumda yazma eyleminin öznesi olan yazar, var olana yönelmiş, var olanla ilişkisini aktaran birey olarak aksiyoloji alanının içerisinde hareket ediyor demektir. Yazar, yönelimselliği içerisinde var olan, dünya, diğer özneler ve nesnelerle ilişkisi bakımından kendi kimliğini ortaya koymaya çalışır.

Uygur (1996) eylemin, eylem-kuram bağlamında felsefi çözümlemesini yapar. Ona göre eylem ve kuram bir ayrılmazlık içerisindedir. Eylem ve kuramın analizi yapıldığında, eylemin iş ve yapma ile kuramın ise söz, dil ve düşünme ile ilgili olduğu sonucuna ulaşılır. Söz, konuşma ya da yazmayla insan tarafından ortaya konan anlamlı seslerdir. Sözün ortaya konulmasında kullanılan araç dildir. Dil, evreni yapıca değiştirip, değişiklikler getiren işin ve eylemin en önemli özelliğini paylaşır (Uygur, 1996, s.37). İş ise bir şeyi var etmek, değiştirmek ya da sürdürmek için insanın ortaya koyduğu çaba ve bu çabanın sonucuna verilmiş bir addır (Uygur, 1996, s.34). Yapma ortaya konulan, meydana

(34)

22

getirilen, var olan şeyleri göstererek, nesnelere yeni nesneler katıp, nesnelerin sayısını artırmaya yöneliktir (Uygur, 1996, s.50). Yapmanın amacını, sınırını, sonucunu, adını, ereğini belirlemek adına her yapma, düşünmeyi gerektirir. Var olan ve nesneye dair olan düşünme, yapmanın planını oluşturarak, ona dayanak sağlar.

Yazma, var olan şeyleri gösterdiğinden ve eylem sonunda ortaya çıkan yazıyla nesneye yeni bir nesne katmasından dolayı hem yapma hem de bir iştir. Yapmanın özce düşünmeden ayrı olmamasından dolayı yazma düşünmeyi gerektirir. Düşünme kuramla, sözle ve insan ürünü olan dil ile ilgili olduğundan ve var olanı ele aldığından felsefi eylemin temelinde yer alır. Düşünmenin temelinde de bir tavır alış olduğundan, kuramla bir değildir. Fakat düşünür, kuram üzerine düşünen kişidir. Düşünme-yapma birlikteliği, eylem-kuram birlikteliğiyle yan yana olduğu için yazmak düşünce içerikli bir eylemdir. Yazar eylemini özgür, sorumlu ve iradi bir biçimde düşüncesiyle temellendirir. Bundan dolayı yazma tikellik karakterine sahiptir. Bu tikelliği içerisinde yazmak değerlendirme, anlamlandırma, tanıma, değiştirme, tavır takınma ve yaratma süreçlerini muhtevasında barındıran felsefi bir kavram olarak ele alınmalıdır.

3.2.1. İnsan Neden ve Kimin İçin Yazar?

Yazma kararının sebebiyle ilgili farklı düşünceler ortaya konabilir. İnsan para için yazabileceği gibi, gelecek kaygısıyla ötekine ulaşmak içinde yazabilir (Taşdelen, 2013, s.26-28). Yazmaya yol açan birçok neden olduğundan, tek bir şemsiye altında toplamak güçtür. Felsefi bir eylem olarak yazma eylemi işlevsel yazmadan farklıdır. Yazma burada pazar için oluşturulmuş listeden farklı bir yazımdır. Bu bölümde insanın neden ve kimin için yazdığı sorusu belirli filozofların bakış açıları ele alınarak ifade edilecektir.

İnsan, kendini başkalarına duyurmak için, varolduğunu ilan etmek için yazabilir. Nietzsche’nin dediği gibi bu durum “gerçeğin elinde ölüp gitmekten kurtulmak” için bir çabadır (Nietzsche’den aktaran Taşdelen, 2013, s.27). Çünkü yazmak bir ifade türüdür ve insanı birey olarak var eden eylemlerden biridir.

Fenomonolojik ontolojisinde hermenötiği temel alan Heidegger hakikatin ancak dil ile ortaya çıkacağını söylerken, dilsel ve yazınsal yapıtlara ayrı bir önem vermiştir. Bu durumda yazmanın bir diğer nedeni gerçeği ve var olanı ortaya çıkarma isteğidir. Aynı şekilde Sartre’de (2008) yazarın, örtüleri kaldırma yoluyla eylemde bulunduğunu ve

(35)

23

okunmak için yazdığını söyler (s.32). Bu durumda yazma eylemi geleceğe açıldığında “ben varım” demenin başka bir yoludur.

Yazma sırasında bireysellik ve yalnızlık öne çıksada, yazmanın amaçlarından biri Öteki’yle iletişime geçmektir. Bu iletişim en nihayetinde bireyin kendiyle kurmaya çalıştığı iletişimin çabasıdır. Birebir ilişkilerde benlik hakkında verilen yargı, yazma eylemi sırasında da ortaya çıkar. Yazarın kendini yazma eylemiyle bir başkasına ifade etmesi, kendini tanıyabilmesinin hatta keşfedebilmesinin yollarından biridir.

Yazmak kişinin kendini anlatması ya da ifade etmesi için gerçekleşen bir eylemdir. Bu durum Kundera tarafından “insanın kendi hakkında bir rapor hazırlaması” olarak tasvir edilir, bazen de “başkasını anlayabilme hayali” olarak ortaya çıkan bir eylem olarak tanımlanmıştır (Kundera, 2016, s.110). Camus’da (1965) aynı vurguda bulunarak, yazarın kendisini ve dünyayı anlamak için yazdığını söyler (s.15). İnsanın kendini, diğer insanları ve dünyayı tanıma ve anlama isteği sonucunda ortaya çıkan yazı, yeni bir dünyanın yaratıldığı bir eylemdir. Birey yarattığı bu dünyayı başkalarına göstermek için yazabilir. Foucault (2016) yazma sırasında suçluluk duygusunun dindirildiğini söylerken, yazmayla ortaya konulan söylemin bazen bir şifa gibi düşünülebileceğini kastetmiş olabilir (s.42). Bununla beraber yazmanın köklendirici bir işlevi vardır. Çünkü bu eylem eski bağlantılara sarılır, bu bağlantılar arasındaki farkları ortaya koyar ve fark ile bağlantının iç içe geçmesini sağlar (Derrida, 2010, s.157).

Geçmiş ve gelecek arasında bağlantı kuran yazı, bir anlamda insanlığın belleğini oluşturur. Bu durumda insan bilgilerini aktarmak, kaydetmek ve ardından gelenleri bilgilendirebilmek için yazabilir. Bu duruma gösterilebilecek en iyi örnek M.Ö. 7. yüzyılda kendi anılarını, Sümerler’in siyasi ve ekonomik koşullarına dayanarak anlatan yazar Ludingirra’dır. Yazma amacını şöyle ifade eder:

Ben bir yazar olduğuma göre; ulusumuzun bulduklarını, başardıklarını, geçmişimizi, geleneklerimizi, ne kadar uygar olduğumuzu, gerek Sümerliliklerini unutmaya başlayan gençlerimize, gerek daha sonra gelecek kuşaklara neden yazılarımla bildirmeyeyim dedim ve yaşam öykümü yazmaya karar verdim. Böylece her tarafa, herkese, her çağa ulaşacağımı umut ediyorum (Çığ, 2007, s.13).

Yazma eyleminin geleceğe ulaşma çabası, yakın geleceği de kapsar. Bu anlamda yazma eylemi konuşmanın yerini alan bir iletişim çabası güder. Çünkü yazmak, diyalog kurmanın bir başka yoludur. Böylece yazı, ötekine cevap vermek için ortaya çıkmış olabilir ama ötekine verilen cevap iletişim ve işlevsellikten uzak bir cevapta olabilir. Bu anlamda yine

(36)

24

bireyin kendini ifade amacı vardır. Örneğin filozofların mektuplaşmaları ya da birbirine atıfta bulundukları makale ve kitaplar bu türden bir cevap özelliği taşır.

Cevap vermenin konuşma yerine yazma şeklinde ortaya çıkmasının nedeni, yazma-konuşma ve okuma-dinleme ilişkisinde yatar. Konuşarak söz söylemenin yanında, yazarak söylenen söz zaman ifade ve özgürlük açısından daha zengindir. Çünkü söz hiçbir zaman bölünmeyecektir. Bu yüzden birey konuşmak yerine yazarak cevap vermeyi tercih edebilir. Bunların yanında yazma eylemi tespit edilen aksaklıkları iyileştirmek adına şimdiki zamanla da ilgili olabilir. Amaç yazılan düşüncenin bireyleri bir araya getirmesi ve diğer eylemlere yol açabilmesidir. Bunun için Marx ve Engels (1980) yazma eylemini toplumdaki aksaklıkların giderilmesi çabası olarak yorumlar (s.37-57).

Yazma eyleminin altında yatan kararlar, yazmanın eylemsel doğasıyla ilgilidir. Bunun için yazma eyleminin felsefi doğası düşünme, okuma ve konuşma eylemleriyle ilişkilendirilerek ele alınacaktır.

(37)

25

BÖLÜM IV

YAZMA EYLEMİ

Yazmak, oluşmakta olan düşünceyi tamamlamaya çalışan bir eylemdir. Düşünce, dünyaya dairdir. Dünya; hayatı, insanı, nesneleri, kültürü kısacası tüm var olanları ifade eder. Yazma eylemiyle düşünülmekte olan dünyanın anlamı sarsılır. Sarsmak, yazma eylemine yol açan düşüncenin yerinden oynatılması, hatta bazen tam tersine döndürülmesi demektir. Bu anlamda yazma düşünceyi ve anlamı değiştiren bir etkinliktir. Değişimi tetikleyen etkinlik soru sormaktır. Soru soran yazardır ve sorusuna kesin cevap vermekten çekinir (Eco, 1992, s.35).

Kesin cevap vermekten kaçınmak ne anlama gelir? Yazma eyleminde bulunan kişi okuyucuya sorularıyla birlikte cevap da vermiş olabilir. Fakat eylem içerisinde her cevap yeni sorulara yol açar. Bu ortaya çıkan yeni sorular öncelikle yazarın kendisine sorduğu sorulardır (Rush, 2016). “Ne biliyorum, ne hissediyorum, nasıl biliyorum, bildiğim ya da inandığım şey gerçek mi?” gibi soruları yazar öncelikle kendisine sorar. Bu sorular örtük bir biçimde sorulur.

Yazma eyleminde bulunan kişi bilinçli bir biçimde gören, duyan, hisseden ve kaygılanan kişidir. Bilinç sahibi insan, yazma eylemiyle dünyayı bir kez daha yorumlamak ve anlamak ister. Anlatılan dünya gittikçe büyür. Bu dünya yazma eyleminde bulunan bireyin hayatıdır (Taşdelen, 2013, s.21). Yazmak bireysel bir eylemdir fakat yazı başka bir bilince açıldığı zaman yani okuma eyleminin nesnesi olduğu zaman bireysel eylemin dışına çıkar. Artık yazı yazara ait değildir, okuyucuya aittir.

Fakat eylem sonunda ortaya çıkan yazı hiçbir zaman tam olamaz. Bunun bir sebebi yazının sürekli oluş halinde olan dilin bir ürünü olmasıdır. Yazı, Saussure’nin de dediği gibi dilin

Referanslar

Benzer Belgeler

Ba¸ska bir ¸sey varsa (hemen sa˘ gındaki a¸sa˘ gı d¨ on¨ uk oka basılıp, listeden “more encod- ings” se¸cilip) (10 numaralı satırdaki) ISO 8859-9 se¸cildikten

BNR Yönetim Kurulu Asil Üyeleri: Hüseyin Nazlıkul, Demet Erdoğan,Tijen Acarkan, Tijen Dürer, Neslihan Öz- kan, Yusuf Tamam, Cihan Aksoy,.. BAR Yönetim Kurulu Asil Üyeleri:

Mon- cerni meydanı tanzim etmiş ve kaideyi hazırlamıştır ve nihayet Sinyor Kanonika’nın getirdiği anıt yeri­ ne konarak 8 Ağustos 1928 de o zamanki Büyük Mil­ let

Bu son grupla, Gülsoy (2012: 102) ve Stephen King’in önerdiği, hikâyesi verilmiş bir öyküyü cinsiyetlerini değiştirerek yeniden yazma denemesinin bir nevi

İnsan, her şeyi, bütün materyalleri bir anlamlandırıcı olarak iş- lerken, biri de bütün bir tarihi, kendi anlamlandırıcısı olarak bu materyaller aracılığıyla

Benzer şekilde özgüveni yüksek kişi- ler, geçmişteki olaylarla ilgili olarak, şu anki durum ister kendi davranış- larının ister başkasının davranışının sonucu

Elli yüı aşkın bir zamandanberi daha çok, aydınlanmızm küçümsenemiyecek bir ölçüde de halkımızın bildiği büyük tiyatro yazarı W Shakespeare’in

İncelediğim nüshanın çözünürlüğündeki düşüklükten ötürü sayfanın sağ üst köşesine iliştirilmiş “Onlar gibi” ibaresiyle sol alt köşesinde yer alan