• Sonuç bulunamadı

Filozofun Üslubu

Belgede Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak (sayfa 65-71)

5.1. Üslup Nedir?

5.1.1. Filozofun Üslubu

Üslup, gidilecek yolun seçilmesi demekse, filozof yolunu seçmiş olmalıdır. Filozof yolda olduğunun bilincinde olan kişidir. Yolda olan filozof tıpkı bir seyyah gibi hareket eder. Her ikisi de yeni yerler keşfetmek, yeni insanlar ve dünyalar tanımak ve yeni tecrübeler edinmek peşindedir (Bayraktar, 2013, s.13).

Filozofun malzemesi ve üslubunun kaynağı kelimelerdir. O, düşüncesini en uygun şekilde ileteceği kelimelerin seçicisidir. Çünkü bütün gücü kâğıt üzerine yazdıkları veya konuşmalarında kullandıkları sözcüklere ve kavramlara dayanır (Magee & Berlin, 2004, s.11). Filozofun dünyaya ve gerçekliğe ilişkin söylemlerini dil üzerinden gerçekleştirmesi Wittgenstein tarafından “dilin sınırları dünyanın sınırıdır” ifadesinde yer bulurken;

54

Heidegger tarafından “dil varlığın evidir” biçiminde ifade edilir (Heidegger, 2007, s.115;Wittgenstein, 2013, s.134).

Bununla birlikte Wittgenstein kavramın, Rotty ve Heidegger felsefenin yıkımından bahseder. Filozofların bu tavır alışlarından sonra sorulması gereken soru felsefenin hayatta kalabilmesi için filozofların hangi yöntemi kullanması gerektiği, sorusudur (Rush, 2016). Fakat bu soru, cevap verildiği anda kendini tekrar doğuran bir sorudur. Dolayısıyla soruya cevap mümkün olmadığı gibi soruya neden olan düşünce olarak felsefenin kavram dışına düşmesi de mümkün değildir. Çünkü Wittgenstein örneğinde de görüldüğü gibi kavramların reddi ancak yine kavramla açıklanabilir. Önerdiği sessizlik durumu da bir tür felsefedir.

Filozof, düşünceyi teşhis eder (Foucault, 2011, s.45). Düşüncenin teşhis edilmesi, anlaşılması, belirlenmesi, tanınması ve kişiselleştirilmesidir. Filozofun filozof olmasını sağlayan bu tavır Foucault’a (2011) göre iki şekilde yapılabilir; ilki düşünceye yeni yol açma şeklinde, ikincisi ise daha önce ortaya konan düşüncelerin temelini araştırma şeklinde olur (s.45).

Filozof, önce tezini belirler, taraf tutar, tezini açıklar ya da betimler. İtirazlara karşı tezini savunur, tezine yakın argümanları değerlendirir ve tüm bunlardan ne gibi sonuçlar çıkardığını belirtir (Harward College, 2008). Bunu yaparken filozofun eylemi, kelimeler ve kavramlar üzerine yapılan tartışmaları içerir. Fakat filozof kelimeleri, dil oyunlarıyla birlikte kullanır. Düşüncesinin temsili için onları dönüştürür. Çünkü dil hem hayatın temsil edicisi hem de dönüştürücüsüdür (Magee & Berlin, 2004, s.9). Kavramlar, filozof üslubunun belirleyicisiyken, üslup da filozofun dünyayla olan etkileşimini belirleyen kavramsal yönelimidir.

Filozoflar tarafından ele alınan temel kavramlar ya da disiplinler aynı olmasına ve zaman içerisinden çok az farklılık göstermesine rağmen üslupları kullandıkları biçimlerle birlikte çağdan çağa farklılık göstermiştir. Bu üslup ve biçim farklılıkları; itiraflar (A. Augustine, J.J. Rousseau), tezler (D. Hume, J. Locke), söylemler, diyaloglar (Platon, M. Heidegger, D. Hume, G. Berkeley) meditasyonlar (R. Descartes), mektuplar (Platon), tartışmalar, romanlar ya da kurgular (J. P. Sartre, A. Camus, T.S. Eliot), şiirler (T. Lucretius) şeklinde farklı yazılı ürünler verilmesine yol açar. Üslup sayesinde, felsefi düşüncenin ve filozofun tanınması, farklı okullar ve gelenekler arasında ayrım yapılması ve filozofun ötekilerden ayırılması mümkün olur (Baghramian, 2014).

55

Nussbaum, filozofun üslubu ve yazma eylemi sonunda ortaya konulan ürünler arasındaki ilişkiye dikkat çekerek, üslup tercihlerinde ilgisiz olduğu düşünülen filozofların bile anlattığı içerikle alakalı bir üslubu tercih ettiğini söyler (Nussbaum’dan aktaran Di Leo, 2000, s.102). Çünkü üslup, hem içerik hem de biçim bakımından, söylenenlerin hem özne, hem de ifade biçimindeki bazı ayırıcı özelliklerini içerir (Goodman’dan aktaran Baghramian, 2014 ).

Bu noktada “felsefi üslubun biçim ve içerikle ilişkisi nedir?” sorusu gündeme gelir. Üslubun, biçim ve içerikle ilişkisine dair ortaya konulan görüşler, filozofun yazma eylemiyle ilgili ortaya konulan görüşlerle paralellik gösterir. Fichte, üslubun felsefi düşüncenin oluşmasında hiç rolü olmadığı söyler. Onun için önemli olan düşüncenin içeriğidir. Schiller de içeriği ön plana çıkarır ama düşünce ve üslup arasındaki ilişkiyi reddetmez. Üslup içeriği ön plana çıkarırken, içeriğe en uygun kelimeleri seçilmesini sağlayarak en anlamlı ifadelere ulaşmayı sağlar (Lopez Acosta, 2017). İçerik ve biçim ayrılığına ilişkin bu tartışmanın başlaması Kant’a dayandırılabilir. Kant içeriğe karşın biçimi ön plana çıkarır. Hegel ise biçimin önemini belirterek, içeriğin daha önemli olduğunu vurgular.

Blanshard ve Sontag için üslup ve biçim aynı şeydir. Onlar, felsefi yazıda önemli olanın biçimden ziyade içerik olduğunu ve felsefi bir eserin içeriğinin edebi bir metin gibi üslup özelliklerine göre belirlenmediğini söyler (Baghramian, 2014). Ancak bu düşünce kabul edildiğinde Platon özellikle düz yazı biçimini desteklemeyerek, düz yazının karşısına diyalog biçimini koyma sebebi açıklanamaz. Çünkü diyalog bir biçimdir. Bu biçimin seçilmesi yazma eyleminin içeriğini de etkileyen düşünsel bir temele sahiptir. Bu durumda filozofun üslubu, kullandığı biçime ve ele aldığı içeriğe bağlıdır. Filozof yazma eylemini gerçekleştirirken üslubundaki değişim biçim ya da içeriğin de değişmesine neden olacaktır. Filozofun üslubu; düşüncesi, çağı ve amaçları ile belirlenir. Filozofun dil kullanımını yani üslubunu belirleyen en büyük etken kendi amaçları ve ortaya koyduğu düşüncelerin yapısıdır. Filozofun dili özel bir anlamda kullanması, felsefi amaçlarına nasıl katkıda bulunduğu veya bu dilin ortaya koyduğu felsefi düşünce sistemine nasıl hizmet ettiğini sorgulama, filozofun üslubunu açığa çıkarır. Filozofun amaçları ya da ereği doğrultusunda dili kullanması Frege’nin anlam ve kavram arasında kurduğu ilişkiyle açıklanabilir. Frege’ye göre anlam, bütünlük ve amacın toplamından oluşmaktadır. Ona göre kelime, yöneltim ve anlamdan oluşur. İki kavram aynı anlamı taşıyabilir fakat yöneltimlerinin

56

farklı olması, kavramı ele alan düşüncenin değiştiğini gösterir (Frege, 1989, s.10). Yöneltim, kavramın kullanılma amacıyla; anlam ise kavramın kullanıldığı bağlamla ilgilidir. Bağlamı belirleyen amaçtır. Böylece kavramın içkinliği içinde bağlam, filozofun üslubuna bağlı olarak ortaya çıkar. Çünkü üslup, filozofun imzasıdır. Filozofun kullandığı üslubun, özelliği, ele aldığı gerçeklik ya da varlıkla ilgilidir (Whitehead’tan aktaran Baghramian, 2014).

Felsefi düşünce, bir filozof tarafından ortaya konan düşünsel bir sunumdur. Bu sunumlara ya da dile getirişlere, tekillik özelliğini veren şey ise filozofun üslubudur. Felsefede söylem onu oluşturandan soyutlanmaz (Çotuksöken, 1994, s.62). Çünkü söylemde bulunan filozof söylemini kendi üslubuyla ortaya koymuştur. Üslup, filozofun tanınmasını sağlarken, filozofun tanınması onun anlaşılmasına, anlaşılması ise üslubunun bilinmesine bağlıdır. Bu bir kısır döngü değildir. Filozof gerçeğe dair ifadeler sergilerken onun anlaşılabilir yazma zorunluluğu yoktur. Anlaşılabilir olması, zorunluluk değil bir taleptir. Diğer taraftan anlaşılamamasının bir sebebi de filozofun bulunduğu bağlamın değerlendirilemiyor olmasıyla ilgili olabilir.

Filozofun içinde bulunduğu bağlamın bilgisi, oluşturduğu üslubun tanınması demektir. Bunun dışında filozofun anlaşılamıyor oluşu, ortaya koyduğu düşüncelerle değil, kullandığı üslupla da ilgili olabilir. Felsefenin anlaşılması zor problemlerle uğraşması, filozofun söylemlerini anlaşılır kılma çabasını zorlaştırır. Bu durumda birçok filozofun anlatımlarımda metaforlara başvurduğu görülür. Platon ideler öğretisini anlaşılır kılmak için “mağara metaforu”, Descartes’in felsefenin diğer alanlarla ilişkisini anlatmak için “ağaç metaforunu”, Farabi devletin yapısını anlatmak için “beden metaforunu” kullanmıştır. Metafor kullanımı anlamı güçlendirirken, anlaşılmayı kolaylaştırır. Ele alınacak düşüncenin bir başka düşünceyle ya da varlıkla ilişkisini kurduğundan felsefi üslubu güçlendirir (Keklik, 1984).

Filozofun üslubu konusunda buraya kadar söylenenleri değerlendirmek ve yeni yaratımlar peşinde olan filozofların üslupları yoluyla kendini nasıl ifade ettiklerini anlamak için şu iki örnek metin incelenebilir:

1. Metin:

Felsefe sözcüğünün bilgeliği inceleme anlaşılır; bilgelikten anlaşılanda yalnız işlerimizde ölçülülük değil, aynı zamanda yaşamımızı yönetmek olduğu kadar sağlımızı koruma ve zanaatlerin yaratılması için de insanın bilebildiği tüm nesnelerin tam bir bilgisi anlaşılır; bu bilginin burada belirtildiği gibi olması için de onun ilk nedenlerden çıkarılması zorunludur;

57

böylece bu bilgiyi edinme yolunu öğrenmek için (işte asıl felsefe budur) bu ilk nedenleri, yani ilkeleri aramakla işe başlamak gerekmektedir. Bu ilkelerin iki koşulu vardır: Birincisi bu ilkeler o denli açık ve belirgin olmalıdır ki onları anlamaya çalışan insan doğruluğundan herhangi bir kuşkuya kapılmasın; ikincisi, geri kalan tüm nesneler olmasına karşın ilkeler bilinmeli, ancak buna karşın ilkeler var olmadıkça başka nesneler bilinmemelidir. Bundan sonra ilkelere bağlı olan şeylerin bilgisini bu şekilde ilkelerden çıkarmalıdır ki yapılan tümdengelimler devam ettiği sürece her şey açık olsun, açık olmayan hiçbir şeyle karşılaşılmasın.

Gerçekten tam olarak bilge olan sadece Tanrı’dır, yani her şeyin gerçeğine ilişkin tam doğruyu o bilir, ancak denilir ki insanlar, daha önemli gerçekliğe ilişkin az ya da çok bilgi sahibi oldukları ölçüde az ya da çok bilgedirler. Bu noktada tüm bilgelerin üzerinde anlaşamayacağı hiçbir şeyin olmadığı sanıyorum (Descartes, 2014, s.29-30).

Bu metin 1600’lü yıllarda Descartes tarafından yazılan “Felsefenin İlkeleri” adlı kitaptan alınmıştır. Descartes bu metni “felsefenin ne olduğunu açıklamak” amacıyla yazdığını söyler. Metinde, felsefeyle ilişkili olarak, şüphe, ilke, sebep ve Tanrı kavramlarını öne çıkarır. Cümleler uzundur. Kelimeleri seçimi ve cümlelerin uzunluğu ile tüm anlatımını bir yere bağlamaya çalışır. İlke ve Tanrı kavramlarının seçimi yaşadığı çağın genel atmosferiyle ilgilidir.

2.metin:

... Felsefenin ne olduğunu sormanın vakti geldi. Daha önceleri de bunu yapmaktan geri durmadık biz; ve değişmeyen yanıtımız da esasen o zamandan beri hazırdı: Felsefe kavramlar oluşturmak, keşfetmek, üretmek sanatıdır (Deleuze & Guattari, 2001, s.12).

Her disiplinin kendi öz yanılsamalarını doğurma, özellikle de saçtığı sisler arkasına gizlenme yeteneği nedeniyle, kendisinin bazen biri bazen diğeri olduğuna inansa bile, felsefe temaşa [contemplation] değildir, düşünüm [reflexion] veya iletişim [communication] de değildir. Temaşa değildir, zira temaşa edilenler, kendi öz kavramlarının yaratılışı içinde gömülmüş bir halde, şeylerin kendileridir. Düşünüm değildir, çünkü hiç kimse, her ne üstüne olursa olsun düşünümlemek için felsefeye gereksinmez: felsefeyi düşünce sanatı yapıp çıkmakla ona pek büyük paye verildiği sanılır, oysa her şey elinden alınmaktadır, zira ne matematikçiler matematikçi olarak, matematik üzerine düşünmek için; ne de sanatçılar, resim veya müzik üzerine düşünmek için filozofları beklemişlerdir; onların o zaman filozof haline geldiklerini söylemek, düşünümleri kendi yaratılarını karşıladığı ölçüde, sadece kötü bir şaka olur. Ve felsefe, kavram değil "uzlaşma" [consensus] yaratmak için, yalnızca görüşlerin [opinions] içindeki gücüyle iş gören iletişimde de hiçbir nihai sığınak bulamaz (Deleuze & Guattari, 2001, s.15).

Bu metin de 1900’lü yıllarda Deleuze ve Guattari tarafından yazılmış “Felsefe Nedir?” adlı kitabın bir parçasıdır. Metinde felsefenin ne olduğu olumsuzlama üzerinden anlatılır. Felsefenin ne olduğunu Descartes gibi tek bir ilke altında toplamak yerine, kendinden önce yapılmış felsefe tanımlarını çözer. Felsefe ve diğer alanlar arasında ayrıma gider. Şey, düşünüm, uzlaşma, sığınak gibi farklı kelimeler ve kavramlar kullanır.

Biçim açısında bakıldığı her iki metinde deneme biçimindedir. İçerik açısından bakıldığında ise her iki parçada “felsefe nedir?” sorusuna cevap olarak, aynı amaçla yazılmıştır. Fakat metnin yazarı olan filozoflar “felsefe” kavramını farklı bağlamlarda

58

değerlendirmiştir. Dili ve amaçlarıyla beraber kullandıkları diğer kavramlar birbirinden farklıdır. Descartes yazma eylemine neden olan sorunun cevabını dolaylı yoldan verirken, Deleuze ve Guattari doğrudan cevabı vererek felsefeyi tanımlamışlardır. Cümleler Descartes kadar olmasada değilleme üzerine kurulu bir uzunluk taşır. İkinci metinde, Tanrı kavramının adı bile geçmez. Çünkü Deleuze ve Guattari’nin yaşadığı modern çağ içinde felsefe ve din arasında bir kopuş gerçekleşmiştir. Bu iki felsefi metin içinde kullanılan üslubun farklılığı, konu aynı olsa bile çağa göre düşüncenin değişimi ve ifadesini ortaya çıkarır.

Filozofun keşfi ve tecrübesi, yazma eylemiyle ve üslubuyla ortaya koyulmuş bir süreci ihtiva eder. Bu durumda filozof ne tür bir yazardır? Filozof, Eco’ya (2011) göre yazdığı metinler anlamının tamamını yitirmeden özetlenebilen ya da başka kelimelere aktarılabilen profesyonel bir yazardır. Bu tanımı yaptıktan hemen sonra filozofun yazdıklarının başka kelimelere aktarılabilmesiyle filozofun rasyonel söylemlerde bulunması arasındaki ilişkiyi inceler. Böylece ilk ortaya koyduğu yazar-filozof tanımına karşı antitez oluşturur. Yazmak hangi yoldan olursa olsun gerçekliğe dair yaratımdır, yaratıcılıktır. Filozof olan yazarı, diğer yazarlardan ayıran özellik Eco’ya göre temele sadece logosu koyması değildir (s.8- 10). Filozof yazarken eğlendirmek ya da heyecanlandırmak amacı gütmez, hikaye anlatmaz, deney yapmaz. Yazarın gerçekliğe dair ifadesini felsefi kılan, onun oluşturduğu üsluptur.

Yazar olarak filozof, varlığı ve gerçekliği kelime ve kavramlarla ifade eden kişidir. Öyleyse yazar olarak filozofu, yazar olarak sanatçı ya da yazar olarak bilim adamında ayıran üslup nasıl bir üsluptur? Yazarlar, yazma eyleminde bulunacakları alanı seçer ve üsluplarını buna göre oluştururlar. Fakat çeşitli alanlarda verilmiş yazı türleri arasında sürekli bir geçişlilik vardır. Felsefe yapıtı olarak doğan bir eser, edebi yapıta; bilim yapıtı olarak doğan eser, felsefi yapıta; edebi bir yapıt olarak doğan eser bilimsel yapıta dönüşebilir. Bu dönüşüm yazma eyleminde sonra gerçekleşen düşünsel ve yorum temelli okumayla gerçekleşir. Çünkü tarihsel düzlemde yazma eylemi ve yazılanın okunmasına ilişkin ölçütler, tanımlar, kategoriler değişiklik gösterir.

Bu değişimlere rağmen cevaplanması gereken soruya geri dönüldüğünde, filozof olan yazarın bilim adamı ya da sanatçı olan yazardan ayıran; sanatçının özne üzerine, bilim adamının nesne üzerine yazmasına rağmen filozofun kavram üzerine yazma eylemi sergilemesidir. Bu alanların yazarlarının “aşk” kavramını nasıl ele aldığı incelendiğinde,

59

ayrım açık bir şekilde ortaya çıkar. Aşk, sanatçı-yazar olarak Bronte’nin “Uğultulu Tepeler” adlı romanında kurgusal özneler olan Catherine ve Heathcliff üzerinden anlatılırken; bilim-yazarı olarak Helen Fisher “Cinsel Aşkın Anatomisi” adlı kitabında aşkı toplumsal olgulardan yola çıkarak ele alır. Filozof-yazar olarak Platon ise olay ve olgularla desteklemesine rağmen aradığı cevap kavram olarak aşkın ve aşkla ilişkili diğer kavramların ne olduğudur.

Filozof, yazma eylemiyle iletişim kurmaya çalışandır. Bu şekilde düşüncelerinin büyümesine ve gelişmesine izin verir. Bu anlamda yazar olan filozofla, filozof olmayan yazar arasındaki ortaklık, gerçekliğe yazma eylemiyle ulaşmaya çalışmasıdır.

Filozof kaynağında kelime, temelinde düşünce olan üslubunu konuşarak değil daha çok yazarak ortaya koyma taraftarıdır. Filozofun bu tutumu yazmanın ve konuşmanın temelde benzer olmasının yanında, düşünceyi muhafaza açısından yazmanın daha güvenilir olmasıyla ilişkilendirilebilir. Deleuze ve Guattari (2001) filozofun konuşma sırasında çalışmasını ilerletemeyeceğini, çünkü konuşmacıların aynı şeyden söz etmediklerini, iletişimin ya çok erken ya da çok geç devreye gireceğini söyler (s.34). Bu düşünce filozofun düşüncesini ortaya koymada konuşmanın önemini gözden kaçıran uç bir düşüncedir. Ama filozofun üslubunun konuşma eyleminden ziyade yazma eyleminde ortaya çıkmasını destekler niteliktedir.

Belgede Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak (sayfa 65-71)