• Sonuç bulunamadı

Sokrates Neden Yazmadı? Platon Neden Yazdı?

Belgede Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak (sayfa 53-58)

4.3. Yazma-Konuşma İlişkisi

4.3.1. Sokrates Neden Yazmadı? Platon Neden Yazdı?

Konuşma ve yazma eylemleri arasında bu benzerliklere karşı, bazı farklar ve karşıtlıklar vardır. Bu karşıtlık işitme ve görme, dinleme ve okuma arasındaki karşıtlılar içinde değerlendirilmelidir (Verdicchio & Burch, 2002). Konuşma, işitme ve dinleme logosla ilgiliyken; yazma, görme ve okuma mitosla ilgilidir. Bu durumda yazma ve konuşma karşıtlığı logos ve mitos ayrımına dayandırılabilir. Derrida’ya göre konuşan özne kendi sözünün babasıdır. Düşünen olarak yazar da düşüncelerinin kaynağını logostan alır. Baba logosun kaynağıdır. Konuşan sözün kendini düzeltmesi babasının onu koruması ve yardımı demektir (Derrida, 2014, s.27). Konuşulan sözün babası yoksa mitos olarak sadece bir

42

yazıdan ibarettir. Yazının yazarı, sahneden çekilmek zorunda kaldığında artık kendine yardım edemeyecek, kendini koruyamayacaktır.

Bu karşıtlıkların değerlendirilmesi hangi eylemin diğerinin öncelediği ve düşünsel açıdan hangisinin daha değerli olduğu şeklinde olmalıdır. Araştırmanın iddiası konuşma eyleminin yazma eylemini öncelediği ve düşünsel açıdan yazma eyleminin konuşma eylemine göre daha değerli olduğu şeklindedir. Konuşmak beni başkasına, başkasını ise bene açan bir eylemdir. Diyalog şeklindeki konuşmada birey başkasıyla beraber olduğundan iletişim ve yönelimsellik en yoğun düzeyde ortaya çıkar. Bu sırada birey hem düşünür hem başkasının düşüncesini anlamaya çalışır. Bu iki durumun beraberliği düşünmenin harekete geçmesi ve yeni bakış açıları oluşturabilmek adına çok önemlidir. Diğer taraftan konuşmanın her iki muhatap içinde an içinde ortaya çıkması bireyin düşüncesindeki bütünlüğü kurabilmesi için yeterli zamanı vermeyebilir. Yazma sırasında ise yazar, konuşmacı kimliğindeki toplumsallıktan uzaklaşmıştır ve yalnızdır. Yalnız gerçekleştirilen bir eylem olarak yazmak, hem konuşulan üzerine düşünme hem de konuşmada ele alınan düşüncelerle daha önce bireyde bulunan düşünceler arasında kurulan ilişkiyi sağlamlaştıracağı için düşüncenin bütünlüklü halini ortaya çıkarır.

Bu bakış açısıyla filozofların ifadeleri değerlendirildiğinde yazmanın konuşmayla ilişkisine dair soruşturma ortaya konulmuş olacaktır. Soruşturma sırasında öncelikle Sokrates’in neden yazmadığı ve onun öğrencisi olan Platon’un neden yazdığı soruları incelemeye tabi tutulmalıdır.

Platon’un neden yazma eyleminde bulunduğuna dair inceleme yapan Allen (2011) onun felsefi yaşam ile politik yaşam arasında bir ayrım yaptığı söyleyerek yazma sebebini, felsefi yaşamın yanında politik anajmanı da seçmesi olarak açıklar. Diyalogları ortaya koyması da onun politik tasarılarından biridir. Dolayısıyla onun yazma seçiminin altında Atina kültürünü yeniden düzenleme isteği vardır (s.169). Platon’un deneme tarzında değil de diyalog şeklinde yazmasının nedeni, konuşmaya yazma eyleminden daha fazla değer vermesidir.

Platon’a göre yazar kafasına göre konuşandır (Platon, 2017, s.79). Buna karşın Phaidros’ta filozofun gerçeği bilerek yazan kişi olduğunu söyler. Platon’un bazen yazma eyleminin aleyhine (Phaidros Diyaloğu ve Yedinci Mektup) bazense lehine (Devlet Diyaloğu) ortaya koyduğu düşünceleri arasında hep bir gerilim vardır. Fakat yazmak için benimsediği diyalog biçimiyle yazının tehlikelerinden tamamen kurtulduğunu düşünür (Di Leo, 2000,

43

s.45). Aynı zamanda okuyucunun söyleme katılmasını sağlayabilmek için yazı metninde Sokrates’i kullanmış ve Sokrates’in başkaları ile olan iletişimini iyice tasarlamıştır. Böylece Platon felsefi olarak uygun gördüğü uygulamanın bir temsili olarak var olur (Borutti & Luise, 2013, s.129).

Platon yazma karşısında konuşmanın üstünlüğünü kabul eder. Yazıyı konuşmaya yaklaştırmak için diyalog biçimini seçmiştir. Buna rağmen ortaya koyduğu yazı; düşünce, karşıt düşünce, itiraz, savunma şeklinde ilerlediğinden, bu ilerleyiş yazma eyleminin yapısının nasıl olması gerektiğine dair bir taslak, bir kılavuz niteliğinde ele alınabilir. Platon için yazılı metin tüm insanlığa ulaşabildiği için özel bir güce sahiptir. Fakat yazma eylemi metafizik hakikatleri ifade edecek güce sahip değildir (Platon, 1999, s.64). Yine de Devlet Diyaloğunda yazma eylemini, insanın aydınlanmasında ve diyalektiğe yönelmesinde basamak olarak kabul edilebilir bir eylem olarak yorumlar (Platon, 2012, s.83-86). Ama yazma eyleminin temelinde bireysel düşünce vardır. Bundan dolayı yazmak Platon için düşüncenin ciddiye alınmadığının bir göstergesidir. Yazı ve yazma eylemi de aynı sebeplerde dolayı ciddiye alınmamalıdır (Platon, 2017, s.100).

Onun bu görüşü irdelendiğinde hocası olan Sokrates’in neden yazmadığı sorusuna da cevap verilmiş olur. Sokrates’e göre gerçek bilginin yazma yoluyla ele edilmeye çalışılması boş bir çabadır. Çünkü yazı, soru-cevap şeklinde ilerlemez, kendini tekrar etmez ve olası yorumlara karşı kendini savunamaz (Borutti & Luise, 2013, s.133). Sokrates’e göre hakikate dair bilgi ancak bir rehberin eşliğinde gerçekleştirilen “diyalog” yoluyla ortaya çıkar. Yazma sırasında kişiyi düzelten bir rehber bulunmadığı gibi, kişinin düşüncesi diyalogda olduğunun aksine düzeltilemez ifadelerden oluşur. Çünkü yazıda dondurulmuş bir dil kullanılmaktadır. Bu nesnenin hem özünü hem niteliğini değiştirmektedir.

Platon’un yazma ile ilgili düşüncelerini Pharmakon üzerinden okuyan Derrida’ya (2014) göre Phaidros diyaloğunda, Phaidros’un Lysias’in konuşmasını ezbere bilmediği için konuşmanın yazılı metnine ihtiyaç duyması, yazma eyleminin hafıza kavramıyla ele alındığını gösterir (s.22). Platon’un yazmayı eleştirdiği noktalardan biri de budur. Yazmanın sebebi hatırlamak değildir. Çünkü hakikat bir kez bilindiğinde unutulmayacak bir şeydir (Platon, 1999, s.60).

Phaidros’ta Mısır Tanrı’sı Theuth’a sunulan yazı, gerçek bilgeliği değil, onun görüntüsünü verdiği için reddedilir. Yazma eylemi sırasında ortaya konan kelimelerden hakikati

44

vermelerini istemek, mimesis problemine bağlı olarak ele alındığında dil nesnelerin özünü değil temsili ilişkisini verecektir. Bu durumda yazı Platon’da hep göstergenin göstergesi, eklentinin eklentisi, temsilcinin temsilcisidir (Bozkurt, 2014, s.45). Yazmak, kişiyi gerçeklikten uzaklaştıracağı için onun filozof olarak var olmasını da engelleyecektir (Borutti & Luise, 2013, s.135).

Platon’un bu düşüncelerinden yola çıkarak iki eylemde de dil ve ifadenin farklılık gösterdiği söylenebilir. Dil, yazma eyleminin kökünü oluşturduğu gibi düşünme, okuma ve konuşma içinde zemin teşkil eder. Dil, gerçeğin ortaya konuşu ile ilgilidir. Dil bilimciler dili ele alırken, dilin konuşmada ve yazıda nasıl ortaya çıktığını da değerlendirir. Saussure (2001) dilin kaynağının konuşma olduğunu söyler (s.52). Konuşan kişi söylemiyle olayı ve olaya ilişkin deneyimini yeniden oluşturur ve dinleyen kişiden önce söylemi algılar (Benveniste, 1995, s.30). Dilin evrimi konuşma ile sağlanırken, yazı olduğu gibi kalma eğilimindedir. Buradan hareketle Saussure “yazı dili gizleyen bir örtüdür. Konuşmadaki seslerden biri bile kendine has bir işaretle gösterilmez. Böylece dilin gerçek görüntüsünden hiçbir iz kalmaz” sonucunu çıkarır (Saussure, 2001, s.62).

Öncelikle dil bilimciler dili ele alırken konuşmaya yazı karşısında önem atfetmişlerdir. Onların konuşma-yazı karşılaştırması bu iki kavramın zaman içinde varoluşlarının farklı olması sebebiyle sekteye uğrar. Eylem olan konuşma ile eylemin ürünü konuşulan şimdi için de ortaya konur. Ancak eylem olan yazma şimdi de ortaya konurken, eylemin ürünü olan yazı, yazma eylemini geçmişte bırakarak gelecekte muhatabıyla buluşur. Yazma ve konuşma eylemlerinin farklı zamansal yapılara sahip olması konuşma eyleminin yazma eyleminden ziyade yazıyla karşılaştırılmasına neden olur. Bu durumda iki eylem olan konuşma ve yazmanın karşılaştırılmasıyla, bu eylemlerin ürünü olan konuşulan ve yazılanın karşılaştırılması arasında bir tercih yapılmalıdır. Konuşma, karşısında kendisi gibi bir eylem olan yazma olduğunda değerlendirilebilir.

Diğer taraftan Derrida (2010) J. J. Rousseau’nun, C. Levi-Strauss’un, F. Saussure’nin dil ile yazı arasında yaptığı genel geçer ayrımın kabul edilemez olduğu şu şekilde açıklar: Saussure bir dilbilim ortaya koyarken belli kurallar geliştirmek peşinde koşmuştur fakat bu kurallar kapalı bir yapı içerisinde geçerlidir (s.79-115). Bu noktada onun ortaya koyduğu Yapısöküm bu yapının çözümlenmesiyle, Differance kavramı ise kapalı olan yapının eleştirilmesi ve aşılması gerektiği düşüncesi üzerine ortaya atılan kavramlardır (Özkan, 2014, s.378-380).

45

Bununla beraber yazı dili ve konuşma dili arasından farklar vardır. Bu da düşünülüp söylenen yazma eyleminde kullanılan dil ile kastedilerek söylenen konuşma dili arasında bir çatlak oluşturur. Yalın bir şekilde yan yana getirilen konuşma dilinde kullanılan kelimeler, yazma eylemiyle yeni bir anlam kazanarak ortaya çıkar. Çünkü yazma eyleminde kelimeler ve kelimelerin dizimi uzun düşünme süreciyle bir araya getirilir. Düşünme sürecinin uzunluğu ve yazarın yalnızlığı, yazma eylemi sırasında düşüncenin her seferinde başka bir denemeye tabi tutulması ve bu denemeler sonunda en uygun olanın keşfedilmesini sağlar.

Bu iki eylemin farklı zamansal yapılarından dolayı, yazma eylemi son bulup başkasına açıldığı an içinde kendini düzeltme imkanı yoktur. Konuşma sırasında kullanılan ifade de başkasına açıldığı anda düzeltilemez fakat başka bir bağlamda tekrar açıklanarak düzeltme şansı her zaman vardır (Günay, 2001, s.28). Çünkü konuşma an içinde ortaya çıkan bir eylemdir. Daima düzeltilebilir, yanlışlanabilir ve doğrulanabilir. Bu anlamda yazı kendi kendine yardım edememe özelliği ile konuşmadan ayrılır (Gadamer, 2002, s.20). Yazma eylemi de an içinde kendine yardım edebilir ancak bu sırada eylemin gerçekleştiricisi olarak yazarın muhatabı orada değildir. Yazma eylemi muhatabına ulaştığında ise artık bir eylem olarak değil, eylem sonunda ortaya konan bir ürün olarak vardır.

Konuşma eyleminde düşüncenin diğer insanlara ulaşması durumu niteliksel olarak daha kısıtlıdır (Özdemir, 1983, s.10). Dinleyici hiçbir zaman okuyucu kadar çok olmayacaktır. Konuşulan kelime kalıcı değildir, yitip gitmeye hazırdır (Özdemir, 1983, s.9). Gittiğinde arkasında sadece iz bırakır ve bu izi belirgin hale getirmenin yolu yoktur. Çünkü dinleyici konuşmacının her zaman gerisindedir. Yazmak, görülen ve silinmeyecek kelimeyi içerdiğinden, konuşulan kelimenin bu durumu yazılan kelime için geçerli değildir. Bununla beraber yazmak konuşmaktan daha kesin bir güvenirliğe sahiptir. Çünkü, yazmak belli bir uzam ve zamanda ortaya konan, somut bir gerçekliği olan bir eylemdir. Bireyin seçimi sonucunda ortaya koyulan bir eylem olduğu için bireyin sorumlu olduğu bir eylemdir. Yazma eyleminin konuşma eylemine karşı en büyük zayıflığı, eylemin gerçekleştiricisinin fizik olarak görülmemesi ancak onun yansıması olan yazıyla muhatap olunmasıdır. Yazı ses duymadan duyma imkanı sağlar ama dışarıdan gelen sesi duymaz, duysa da özünde hiçbir değişme olmayacaktır (Croce, 1986, s.206).

Yazmanın konuşmaya karşı bu durumu Platon’un yazma eylemi aleyhine argümanlarını ortaya koyduğu Phaidros’ta yazının, yaşayan varlıklar gibi yaratıklar yarattığını fakat biri

46

onlara soru sormaya kalkarsa heybetli sessizliklerini koruduğunu ve her zaman aynı şeyden söz ettiğini söyler (Platon, 2017, s.96). Bu diyalog da yazının sorulara yanıt veremez özelliği yüzünden diyalektiğe dahil edilemeyeceği savını öne sürer. Platon için yazıda filozof yazan değil aslında konuşandır ve yazmanın asıl değeri diyalektik için hatırlatıcılar sağlamasıdır. Fakat yazılı metin sözün bir gölge-imgesi olduğu için bilgi edinilmek istendiğinde yetersiz bir malzemedir. Bilgi için, sözlü söyleme yani diyaloğa ihtiyaç vardır. Wittgenstein ya da Platon’un eserleri yazılı olmayan, yazı yazma biçimleri olarak görülebilir (Di Leo, 2000, s.45). Her iki filozof içinde yazma eyleminin gerçekliği konuşma eyleminde aldıklarıyla oluşmuştur (Borutti & Luise, 2013, s.152).

Platon diyalog biçimini kullanırken konuşma üslubunu benimsemiştir. Bahtin’e (2004) göre yazarın konuşma üslubunu kullanması kelimelerine bir başkası tarafından verilecek karşılıkları kullanmasıdır (s.281). Bu açıdan Platon hem yazan hem konuşan yazarın nasıl yazdığının örneğini verir. Bununla beraber konuşmanın yazma eylemine kattığı dinamizmin tek biçimi diyalog değildir, yazma eyleminde kullanılacak başka biçimlerde de etkinleştirilebilir.

Belgede Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak (sayfa 53-58)