• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: YAZIN ve YAZINSAL ÇEVİRİ

1.2. Çeviri ve Yazınsal Çeviri İlişkisi

1.2.2. Yazın Çevirisi

1.2.2.1. Yazın Çevirisi Tarihi

Ortaya çıkışı insanoğlunun varlığı ile paralel olan çeviri, insan var oldukça ve farklı diller konuşuldukça varlığını sürdürebilecektir. Bu bakımdan değerlendirildiğinde çeviri tarihinin de insanın varlığıyla başladığı söylenebilir. İletişim kurma, anlama ve anlaşma

34

gereksinimi duyan insanoğlu, hayatının her döneminde çeviriye ihtiyaç duymuştur. İlk olarak sözlü başlayan çeviri geleneği daha sonra yazılı çeviri ile varlığını devam ettirmiştir.

Alman kültür tarihinde çeviribilimin temelleri, XVI. yy’da Martin Luther’in (1483-1546) İncil çevirisiyle atılır. 1534’te Wittenberg’de Hans Lufft tarafından yayımlanan bu çeviri, Alman dilinde bütünlük sağlamak açısından önemli bir rol oynayan Yeni Yüksek Almancanın evriminde dönüm noktası olarak kabul edilmiş, hatta Almanlar arasında “XVI. yy’ın en önemli yazınsal olayı” olarak nitelendirilmiştir (Burçoğlu,2010: 47).

Çeviribilimin ilk çeviribilimcileri ise Cicero ve Horace’dir. Cicero “sözcüğü- sözcüğüne” ve “anlamına göre” çeviri kuramlarını ileri sürmüştür. Cicero sözcüğü sözcüğüne çeviriyi kutsal metinlerin çevirisi, anlamına göre çeviri yaklaşımını ise diğer metinlerin çevirileri için önerir.

Avrupa’da yazın alanında ilk bilinen çeviri etkinlikleri ise, Antik Çağda Andronicius' un Cicero ve Horace çevirileriyle başlar. Bu dönem, Horatius ve Ciceró gibi, dönemin ünlü düşünür ve devlet adamları, çeviri üzerine görüşlerini açıklamışlar; özgün metni kendi dillerinde yeniden yaratma, yeniden yazma, hatta çeviri yoluyla kaynak yapıttan daha üstün bir yapıt üretme çabasında olmuşlardır (Göktaş,2012: 52).

Çeviri tarihinin çeviribilimde nihai bir hedef olmaktan çok genel çeviri olgularına ilişkin bir bilgi toplama aracı olduğu söylenebilir. Çevirinin ve çevirmenlerin geçmişini araştırma isteği aslında çevirinin bugününü daha iyi anlama isteğinden kaynaklanmaktadır (Gürçağlar,2011: 155).

1.2.2.1.1. Dünyada ve Türkiye’de Yazın Çevirisi

İnsanoğlunun varlığı ile başladığını söylediğimiz çeviri tüm dünyada olduğu gibi

Türkiye’de de bir ihtiyaç sonucu ortaya çıkmıştır. İnsanların birbirlerini tanımak, ülkelerin teknolojilerinden yararlanmak istemeleri gibi nedenler tetikleyici nedenler olmuştur. Tabiî ki tarih boyunca çeviri sadece iyi niyet doğrultusunda ortaya çıkmamış bunun yanı sıra savaşlarda ya da rekabet etme gibi durumlarda da kullanılmıştır. Fakat yazın çevirisi, biraz daha farklı bir boyuttadır. Yazınsal metinler direkt okura hitap etmekte, gerçekliği okurun düş gücüyle birleştirerek okura sunmaktadırlar. Metni

35

beğenmek, kabul etmek ya da beğenmeyip itiraz etmek okurun takdirine kalmıştır. Okur kendi düşüncesini, yorumunu katar, kendi mukayese gücünü kullanır ve sonunda yine kendisi karar verir. Kısacası yazınsal metinler daha çok okur odaklıdır. Yazınsal metinlerin ya da yazınsal çevirilerinin hepsinin iyi niyet doğrultusunda yapıldığı söylenemese de yazınsal metinler, toplumlar arasındaki mesafeleri yok saymış, ülkeler arasındaki bağları kuvvetlendirmiştir. Bu bakımdan dünyanın her yerinde çevirmenler var olmuştur ve var olmaya da devam edeceklerdir.

Avrupa edebiyatı tarihinde ise ilk edebi çevirmen Tarent Savaşında Romalılar’a esir düşmüş bir Yunanlı olan Livius Androniciusdur. Şair, rejisör ve oyuncu olan Livius Andronicius’un en önemli başarısı “Odysseia” destanını Latinceye çevirmek olmuştur. “İlham perisini Roma’ya nakletmek” onun edebi çeviri yoluyla başarmayı aklına koyduğu şeydir. “Odysseia”nın Latinceye yazılınca içeriğini aktarmakla kalmayıp sanatsal özelliklerini de vermeyi başarması, ona Avrupa’nın ilk edebi çevirmeni unvanını sağlamıştır. Latin okullarında Horatius’un ve Vergillius’un devrine kadar en önemli kitap olarak bu çeviri okutulmuştur. Latin edebiyatının Yunancaya çevrilmesi de edebi çeviri açısından anılması gerekli bir olaydır (Aytaç,2009: 42).

Livius Andronicus’dan sonra çeviri işini Latin şair ve yazarlar bizzat yürütmüşlerdir. Nevius, Ennius, Pacuvius, Accius, Plautus ve Terentius, Yunan trajedisini ve komedisini tanıtmışlardır. Cicero Sofokles’in, Aratos’un şiirlerini ve Platon’un nesrini Latinceye aktarmış, motamot çevirinin mümkün olduğu konusunda metot ve örnekler tespit etmiştir. Cicero ise edebi çevirmenliğin bir çeşit yeniden yaratıcılık olduğu görüşünü savunmuştur. Yaratıcı çevirmenlik, daha çok şair Romalıların başarısı olmuştur. Catallus ve Vergilius bu tür çevirmenlerdendir (Aytaç,2009: 42-43).

Dünyada çeviri etkinliğini başlatanlar ve böyle ön plana çıkan bu çevirmenler, sadece öncü oldukları için burada verilmiştir. Yoksa dünya edebiyat çevirisinde adı geçen ülkeler arasında köprü oluşturan çevirmenlerin hepsini burada zikretmek mümkün değildir.

Kendi sınırlarımız içinde edebiyat çevirisini incelemek istediğimizde, kültür tarihimiz boyunca devlet eliyle çeviri hareketlerinin çizelgesi, bir yerde dışa, özellikle de Avrupa’ya yönelişin tarihi tablosunu ortaya çıkaracak nitelikte bir göstergedir. Mesela Tanzimat Döneminde çeviri hareketlerinde bir yoğunlaşma söz konusudur. Çeviride

36

artık edebiyat alanına girildiğini, Avrupa, en çok da Fransız edebiyatından yapılan çeviriler aracılığıyla yeni edebi türlerle, mesela romanla tanışıldığını görüyoruz. İlk romancılarımızın Tanzimat Döneminde ortaya çıkması bir rastlantı değildir. Namık Kemal’in ilk romanı “İntibah” dan önce Avrupa’dan en çok da Fransızcadan yirmiden çok roman ve hikaye çevrilmiştir. İlk çevirmenlerimiz Şinasi, Ahmet Vefik Paşa ve Kamil Paşa’dır. Şemsettin Sami, Recaizade Ekrem ve Namık Kemal ise hem ilk roman yazarlarımız hem de ilk edebi çevirmenlerimizdendir (Aytaç,2009: 44).

Osmanlı devletinin kozmopolit yapısı yani birçok ırktan, milletten insanı içinde barındırması, Osmanlı zamanında bir etkileşim yaşanmasını zaten sağlamıştır. Birçok dini, dili, milleti tanımak böylece mümkün olmuştur. Daha sonra Cumhuriyetin ilanı ve Latin harflerinin kabul edilmesiyle, Batı’ya yönelmeye başlanılmış ve Avrupa’yı tanımak istenmiştir. Bu da yine çeviri hareketi sayesinde mümkün kılınmıştır.

Ülkemizde bilinçli bir şekilde Batı’ya yönelim söz konusu olmuş ve Batı’ya karşı bir hayranlık oluşmuştur. Yapılan çeviriler ile bilhassa Batı kültürünü tanımak mümkün olmuş ve Batı kültürü örnek alınmaya başlanmıştır. Sosyal alanda şapka, kılık-kıyafet inkılâplarının yapılması, hukuk alanında medeni kanunun çıkarılması ve benzeri örnekler, Batı ile etkileşimin her alanda olduğunu göstermektedir.

Cumhuriyet döneminde 1940’lar,Batı edebiyatlarından devlet eliyle yaptırılan çevirilerin doruğunu oluşturur. Devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Sabahattin Eyüboğlu ve Nurullah Ataç’ı görevlendirerek, Tercüme bürosunu yüklü bir programla çalıştırmaya başlar. “Dünya Edebiyatından Tercümeler” adı altında yayınlanan ve halk arasında beyaz kitaplar diye anılan bu devlet kitaplarına İsmet İnönü’nün yazdığı ön sözde amaç, Eski Yunanlılardan beri milletlerin sanat ve fikir hayatında meydana getirdikleri şaheserleri dilimize çevirmek şeklinde belirleniyor (Aytaç,2009: 45).

Kısaca verilen bilgiler sonucunda anlaşılıyor ki ülkeler arasında toplumsal, ekonomik, siyasi gibi alanlarda anlaşabilmek için çeviri şarttır. Bilhassa edebi çeviri, bir ülkenin, milletin dilsel, kültürel ve toplumsal özelliklerinin bir araya toplandığı çeviri türüdür. Çünkü yazın çevirisi, bir milletin izdüşümüdür, eserlere yansımasıdır.

37