• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: EDEBİYATTA, SİNEMADA VE ÇEVİRİDE KÜLTÜR

3.1. Ömer Zülfü Livaneli ve Hayatı

3.1.1. Livaneli ve Sanat

3.1.1.1. Kazandığı Ödüller

“Sürü”, 1978’de “En İyi Film Müziği” ödülünü alır.

“Yılanı Öldürseler”, 1982 yılında Ankara Yazarlar Derneği tarafından “En İyi Film Müziği” ödülüne layık görülür.

“Maria Farandouri Livaneli Söylüyor”, Yunansitan’da 1982 yılında “Yılın Plağı” ödülünü kazanır.1983’te ise Alman Plak Eleştirmenleri Derneği, “Yılın Plağı” ödülünü ve aynı yıl Hollanda’da “Edison Ödülü” alır.

“Yol” film müziği,1982 Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye ödülünü kazanır. “Livaneli-Theodorakis-Güneş Topla Benim İçin”,1986 “Altın Plak” ödülünü alır.

“Doruktakiler”,1984 “Yılın Müzisyeni” ve 1989’da “En İyi Film Yönetmeni” ödülünü alır.

111

“Yer Demir Gök Bakır”, 1987 Cannes Film Festivali ödülünü, Sen Sebastian Film Festivalinde “En İyi Yabancı Film” ödülünü ve Almanya’da “Köln Foto Kino Fuarı”nda “Altın Kamera” ödülünü alır.

“Sis”, 1989 Montpellier Festivali “Altın Antigone Birincilik Ödülü” ve Valencia Altın Palmiye Birincilik Ödülü’nde “En İyi Yönetmen Ödülü” kazanır.

“Engereğin Gözündeki Kamaşma”,1997 “Balkan Edebiyatı Ödülü” alır. “Bir Kedi Bir Adam Bir Ölüm” 2001 “Yunus Nadi Roman Ödülü” alır.

“Mutluluk”,2006 “Büyük Yazar Ödülü” ve 2007’ de 44. Antalya Altın Portakal Film Festivalinde “En İyi Film Müziği” ödülünü kazanır.1

3.1.2. “Mutluluk”

Doğu’da başlayan Batı’da biten bir romanın örneği olarak ‘Mutluluk’, Türkiye’de Doğu-Batı arasında kurulan o ince köprü üzerinde okuru sürüklemektedir. Doğu’nun sorunlarına parmak basan, insanlara başkalarının sorunlarını düşünmeyi, başkalarıyla üzülmeyi öğreten örnek bir roman örneğidir. Roman Doğunun bir ili olan Van’da başlamaktadır. Aslında bu roman, amcası tarafından tecavüze uğrayan Meryem’in ve Doğu ve Batı’da baskı altında olan, sözde töre anlayışından ötürü zulüm gören tüm kadınların romanı olma niteliğini taşımaktadır.

Meryem on yedi yaşında bir genç kızdır, Doğu’nun gelenekleri arasında sıkışmış bir

şekilde yaşamaktadır. Henüz ilkokul ikinci sınıfa giderken ‘kızların okutulması

günahtır, dinimizin emri’ denilerek okuldan alınmıştır. Okuyamamıştır, hayata karşı hazırlıksız ve tecrübesizdir. Annesi onu doğururken ölmüş, bu yüzden teyzesi tarafından büyütülmüştür ve üvey annesi ile beraber yaşamak zorunda kalmıştır. Ama teyzesi ona karşı sevgi, şefkat göstermemiş, hep bir kin, öfke gütmüştür ve Meryem de hayatının her aşamasında bunu yüreğinde hissetmiştir. Çoğu zaman annesinin ölümünden kendisinin sorumlu olduğu duygusuna kapılmıştır. İçsel huzursuzluklarına, mutsuzluklarına rağmen yine de şehrinden, kasabasından hiç dışarı çıkmamış, küçük hayallerini küçük şehrinde yaşayan itaatkâr bir genç kız olarak hayatını sürdürmüştür. Kendi yalnızlığı içerisinde yaşayan Meryem, bir gün ibadet etmek için bağ evine

1

Bu kısım, Livaneli’nin Sevdalım Hayat kitabından ve kendi sitesinden(www.livaneli.gen.tr) özetlenerek yazılmıştır.

112

kapanan amcasına yemek götürdüğü sırada amcası tarafından tecavüze uğrar ve oradan kaçarak kurtulmak istediği sırada yolda bayılır ve onu bulan iki genç tarafından evine getirilir. Doğuda çok alışılageldik bir durum olduğu için ailesi, ona tecavüz edildiğini anlar. Fakat Meryem, ona tecavüz edenin amcası olduğunu dillendiremez, korkar ve susmak durumunda kalır. Çünkü böyle bir şeyi söylemesi durumunda kimse ona inanmayacaktır bilakis bir de iftira attığı gerekçesi ile cezalandırılacaktır. Amca bir

şeyh tarikatının üyesidir, sözde çok dincidir ve her şeyi yanlış bildiği din bilgisine göre

yapmaya çalışır. Suçlu olan amca bu konuda kendini hiç suçlu görmez ve bilakis onu susturmak için iyice sert davranır ve devamlı onun cezalandırılması için bağırır çağırır. Bu yüzden ailesi, onu bir izbeye kapatır ve aile meclisi toplanarak ona ne yapacakları konusunda karar verirler. Onu İstanbul’a götürerek öldürmek görevi ise amcasının oğlu Cemal’e düşer. Cemal Şırnak’ın bir ilçesinde askerdir ve vatani görevini yerine getirmek için çabalamaktadır. Devamlı PKK ile çatışmaya girmekte ve her gün ölüm korkusunu ensesinde hisseder. Çoğu zaman yanındaki arkadaşlarının kolu bacağı kopmakta, o da bunların hepsine tanık olmaktadır. Zorluklarla bitirdiği askerlik görevinden sonra memleketine geri döner ve büyük bir heyecanla karşılanır. Zorlu bir vatani görevi yerine getirdiği ve bilhassa PKK ile çatıştığı için, ailesi onu kahraman olarak görür. Fakat bu kahramanlık kısa süre içerisinde unutulur ve aile meclisinin almış olduğu karar bildirilir ve ‘ailenin namusunun temizlenmesi’ görevinin ona verildiği söylenir. Bunun üzerine Cemal, Meryem’i alarak İstanbul’a gitmek için yollara düşer. Meryem’e İstanbul’a gideceksin dendiği zaman, ümitlenmiştir ve gördüğü tepenin arkasında olduğunu düşündüğü İstanbul’a gidince naif bir şekilde hayatının değişeceğini hayal etmektedir. İstanbul’a gitmeden son kez de olsa babasını görmek istemiştir; fakat babası onu görmek dahi istememiştir. Babası, romanda oldukça silik bir karakterdir ve çok da söz sahibi değildir. Söz sahibi olan saygı duyduğu, büyüğü abisidir ve onun emirleri dinin emirleriymiş gibi önemlidir onun için.

Cemalle İstanbul’a gitmek için yola düştüklerinde, insanlar onunla ‘kutlu olsun’ ‘İstanbul’a gitmek her kula nasip olmaz’ diye dalga geçmeye başlarlar. İnsanların neden böyle davrandığını anlamasa da Meryem, İstanbul’a gideceği için mutludur. Çünkü hayatının değişeceğine dair bir ümidi vardır ve aslında Meryem böyle bir ümit

113

taşımakta haklıdır. Meryem’e göre daha kasabadan çıkar çıkmaz hayatı değişmeye başlamıştır bile.

Kasabadan çıkmış olmanın verdiği heyecanla Meryem, İstanbul’a gitme hayalleri kurmakta, kasabadan gördüğü o tepeyi geçtikten sonra İstanbul’da olacaklarını hayal etmektedir; fakat İstanbul’un ardında olduğunu düşündüğü o tepeyi kasabanın otobüsü ile çoktan geçmişlerdir. Bu esnada Meryem, İstanbul’u görememiş olmanın verdiği bir hayal kırıklığı yaşamıştır. Daha sonra büyük bir şehre gitmişlerdir. Bu şehir, camileri, lokantaları, kendi kasabalarındaki insanlardan farklı giyinmiş olan insanları ile onu etkilemiştir. İşte o zaman İstanbul’a geldiğini düşünmüştür; fakat Meryem yine yanılmaktadır. Aslında yine Doğu’da bir şehre gelmişlerdir. Buradan trene binerek

İstanbul’a gideceklerdir. Bunu Meryem “Burası İstanbul mu?” diye sorduğu bir

kadının şaşkın bakışları altında “İstanbul buraya çok uzak!” demesi ile öğrenir. Değişimin ilk adımı, bu şehirde başlamıştır Meryem için. Cemal erkekler tuvaletine gitmek için sırada beklerken, o da kadınlar tuvaletine gitmek için sıraya girmiştir. Fakat onu şaşırtan burada bekleyen hiç kimsenin utanmıyor olmasıdır ve o da bu sırada onlarla birlikte beklemektedir. Oysa kendi köylerinde böyle bir şey yanlıştır. Kadın tuvalete gittiğini erkeklere belli etmez, hamile olduğunu saklar hatta onlarla birlikte yemek bile yemez. Daha sonra yaşadığı ikinci değişim ise orada Cemalle köfte ekmek yemesidir. Oysa kendi kasabasında diğer kadınlar gibi Meryem de, hiçbir erkekle yemek yememiş, amcasının, babasının yediklerinden arta kalanları yemişlerdir hep. Bütün bu yaşadıkları Meryem için çok şey demektir. Daha İstanbul’a gitmeden bu kadar şey olduysa İstanbul’a gidince her şeyin daha çok değişeceğini düşünmektedir Meryem. Buradan Cemalle trene binerler. Trende gördükleri ve yaşadıklarından ötürü Meryem, bir anda çok şey öğrendiği duygusuna kapılır. Bilhassa trendeki kadınlar dikkatini çeker, çoğu onun gibi giyinmemiştir. Kimi kısacık etekler giymiş, saçlarını savurmuş, kimi giydiği daracık pantolonları, makyajları ile Meryem’i büyülemiştir. Başında yemenisi, ayağında şalvarı ile gördüğü kadınlardan çok farklı giyinmiş olan Meryem, İstanbul’a gidince kendisinin de böyle giyineceğini hayal etmektedir. İlk kez kasabasından dışarı çıkan ve yolculuk yapan Meryem için bütün bunları tanıma ve görme imkânı bulmak heyecan vericidir. Çünkü bütün bunlar onun için yeni bir başlangıcın işaretidir.

114

Uzun tren yolculuğundan sonra İstanbul’a varırlar ve İstanbul’un büyüleyici güzelliği karşısında önce şaşkınlık yaşar Meryem. Daha sonra İstanbul’un kenar mahallelerinde yaşayan amcasının oğlu Yakup’un evine giderken yaşamış olduğu şaşkınlık hayal kırıklığına dönüşmeye başlar. Bütün bunlar için İstanbul’a geldiğine inanamaz; çünkü gittikleri yer İstanbul değil kendi kasabasından çok daha kötüdür. Bu şehrin hem güzel hem de çirkin yüzüyle karşılaşan Meryem, başka bir hayal kırıklığı yaşar.

Amcasının oğlu Yakup, kendi köyünden, kasabasından, anasından, babasından kısacası törenin baskısından kaçmıştır, İstanbul’un en kötü yerinde yaşamanın kendi

şehrinde en iyi yerde yaşamaktan çok daha iyi olduğunu düşünmekte, töreye karşı

kendi çocuklarını, ailesini korumak için çabalamaktadır. Bu yüzden Cemal ile Meryem’in gelmesi onu mutlu etmemiş, töreden kaçarken yine töreye yakalanmıştır. Cemal’i yapacağı şeyin yani bir insanı öldürmenin yanlış olduğu konusunda ikna etmeye çalışmış, başaramadığı için de bu işi çabucak halledip, onlardan gitmelerini istemiştir.

Meryem ile konuşmayan, yüzüne dahi bakmayan Cemal, Meryem’i İstanbul’da töre cinayetlerinin işlendiği viyadüklere götürür ve oradan aşağı atmak ister. Bir anda Meryem için bir mucize gerçekleşir ve Cemal, onu öldüremez, küçükken birlikte oyunlar oynamaları, yaşadıkları şeyler aklına gelir ve bu işi yapmaktan vazgeçer. Fakat Cemal, böyle bir durumda çok daha büyük bir çıkmaza girer ve babasının, törenin peşini bırakmayacağını bilir ve İstanbul’da yaşayan askerlik arkadaşından yardım ister. Askerlik arkadaşı geçici bir süre için Cemal ile Meryem’i ege kıyılarındaki balıkçı teknesine gönderir ve orada bir müddet kalmalarını sağlar.

Şimdiye kadar hiç mucize yaşamamış olduğunu ve Allah’ın bu yüzden onu sevmediğini düşünen Meryem için burada bir mucize gerçekleşir ve Ege kıyılarında Profesör İrfan karşılarına çıkar ve onlara teknesinde iş verir. Kendi iç dünyasında hesaplaşmaları bitmeyen, ruhsal dinginliğe ulaşamayan Profesör, evini, eşini ve mesleğini bırakarak denize sığınır ve burada huzur bulmaya çalışır. Aslında Meryem ile Profesörün farkında olmadıkları ama ortak yanları vardır. Meryem, Van’dan töreden kaçmıştır; Profesör, İzmir’den ailesinden, ailesinin sefaletinden kaçmış, kendine zengin bir kadın ile hayat kurmuş ve onun sayesinde de statü atlamıştır. Profesör, Meryem’e yardımcı olur, ona okuma yazma öğretir ve bilhassa onun özgüvenini kazanmasını sağlar. Öyle ki Meryem, en çok istediği şeyi Profesör

115

sayesinde gerçekleştirir ve yemenisinden şalvarından bile kurtularak, trende,

İstanbul’da gördüğü o kadınlar gibi giyinmeye başlar, bütün bu yaşadıklarına kendisi

yer yer inanamaz ve aynaya baktığında bile kendi görüntüsüne şaşırır.

Bir gün Profesör, Meryem’in amcası tarafından tecavüze uğradığını bir tesadüf sonucu öğrenir. O da bunu bir müddet Cemal’e söylemez; fakat Cemal, Meryem ile Profesörün yakınlaşmasından oldukça rahatsız olmaktadır. Daha sonra hepsi, Ege kıyıları civarında olan bir eve yerleşirler. Burası eski bir Büyükelçinin evidir ve burada hep beraber yaşamaya başlarlar. Meryem, civarda gözlemecilik yapan Güneydoğulu bir aile ile tanışır ve onların yanında kendini çok mutlu ve rahat hisseder. Her zaman saygı duymak zorunda olduğu Profesör ya da Büyükelçinin yanında davranmak zorunda olduğu gibi değil oldukça rahat içinden geldiği gibi davranır. Kendini köyünde, kasabasındaymış gibi hisseder. Ve zamanla gözlemecinin oğluna âşık olur.

Eğlenceli biten bir gecenin ardından Cemal ve Profesör kavga ederler, Meryem ile yakınlaşmasından, onu her daim övmesinden ötürü Profesör’e kin besleyen Cemal’in eline fırsat geçer ve Profesörden bütün hırsını alır. Bu esnada Profesör ona, Meryem’e tecavüz eden kişinin babası olduğunu söyler ve o da ondan öcünü böylece almış olur. Bütün bu olanlardan sonra Profesör, Meryem’i ve Cemal’i orada bırakarak, kendi memleketine, annesinin yanına döner ve orada kendisi olarak rahat bir şekilde yaşayacağı bir hayat kurmayı düşünür.

Cemal ise öfkeden çılgına döner ve günlerce bilinçsiz bir şekilde uyur. Uyandığı gün Meryem, Cemal’e gidiyor olduğunu söyler ve gözlemecinin oğluna gider. Cemal ise Meryem’i sevmektedir; fakat onun gitmesine engel olamaz. Artık Meryem için mutlu günler başlamış, Meryem, töreye galip gelmiş demektir.

Yazar Doğu’dan Batı’ya uzanan bu romanında kullandığı iç monolog ve bilinç akımı teknikleri ile okurun, Cemal’in Meryem’in ya da İrfan’ın ne hissettiğini, nasıl bir ruh hali içinde olduğunu anlamasını kolaylaştırmış, okur ile kahramanlar arasında duygusal bir bağ kurabilmeyi başarabilmiştir. Her okuyucunun kendinden, yaşamından bir şeyler bulacağı, kiminin Meryem, kiminin ise İrfan olduğu, onlar ile aynı hayatı yaşadıkları çağımız gerçeğini yansıtan bir romandır ‘Mutluluk’. Öyle ki bu roman, gelişen ya da çağdaşlaşan Türkiye toplumunda hala Doğu’da mevcut olan töreden

116

kurtulamamış olmanın, hala törenin gölgesinde ve töre korkusuyla yaşayan insanların var olduğunu göstermektedir. Buralarda kadına toplumun en değersiz varlığı olarak davranılmakta, kimi suçsuz yere töreye kurban edilmekte kimi de hoyratça aşağılanmaktadır. Bu roman da bazı gerçekleri unutmamak gerektiğini ve belki bu yönde atılacak adımların biraz da olsa hayatları değiştireceğini hatırlatmaktadır. Romanda suçsuz olduğu halde suçlu muamelesi gören ve hayatı boyunca her daim kadın olduğu için utanan ve utandırılan Meryem, bir anlamda töreye galip gelmiş, törenin anlamsız, yersiz baskılarından kurtulmuştur. Aslında bu kurtuluş, Profesörün ona el uzatmasıyla, onu desteklemesi, kendini önemli ve değerli bir varlık olarak hissettirmesiyle olmuştur. Bu doğrultuda düşününce bir toplumun kaderinin yine o toplumun kendi insanının elinde olduğunu ve onlar sayesinde değişebileceğini anlamaktayız.