• Sonuç bulunamadı

4.4. HAT SANATI

4.4.3. Yazı Çeşitleri

Kufi Yazı

Dördüncü Halife Hz. Ali’nin ( 656- 661) Kufe şehrini merkez yapmasından sonra, Arap yazısı burada büyük bir gelişme yaptı ve şehrin adına uygun olarak “ Kufi” adını aldı. Makıli yazı denilen, tamamıyla düz hatlardan meydana gelen yazıdan sonra Kufi yazı ortaya çıkmıştır. Kufi yazı İslamiyet’in ilk yıllarında çok rağbet görmüştür. Bilhassa Kur’an-ı Kerim’in yazılmasında yoğunlukla kullanılmıştır.

Dördüncü Halife Hz. Ali zamanında gelişmeye başlayan Kufi yazı, Emevilerin son devrinde gayet güzelleşmiştir. Abbasilerin ilk dönemlerinde de güzelliğinin zirvesine ulaşmıştır. ( Gündüz, 1994, 10)

Kufi yazı, miladi 9. yüzyıldan 15. yüzyılın sonuna kadar çeşitli değişikliklere uğrayarak kullanıldı. Bu yazı türüne en çok Selçuklu abidelerinde ve ilk Osmanlı paralarında rastlanır. ( Rado, 1984,17)

Kufi yazı 10. yüzyılda değişikliğe uğramasına rağmen, birdenbire ortadan kaybolmadı; Kur’an-ı Kerim’lerin yazılmasında kullanıldı ise de bunun dışında bir süs unsuru olarak zamanımıza kadar gelmiştir. ( Alparslan, 1984, 16)

Abbasilerin Bağdatlı meşhur veziri ve hattatı olan İbn Mukle ( 886- 940) Kufi yazıda çeşitli değişiklikler yaptı ve ıslah etti. Sahip olduğu hendese bilgisi sayesinde, yazıya yeni bir istikamet verdi. Köşeli ve sert görünümünü ortadan kaldırarak İslam yazısını yuvarlaklığa kavuşturdu. İbn Mukle yazının ana ölçülerini tespit eden bir sistem ortaya koydu. Harflerin güzelliği için, noktayı harflerin boyu, elifi dik harflerin boyu, daireyi ise çanak şeklindeki harflerin genişliği için ölçü olarak koydu. Bu ölçüler dâhilinde; Muhakkak, Reyhanî, Sülüs, Nesih, Tevki ve Rıka adında altı çeşit yazı türü ortaya çıkardı. Bu yazı ölçülerine de altı kalem manasına gelen Aklam-ı Sitte adını verdi.

Aklam-ı Sitte ( Altı Kalem)

Aklam-ı Sitte bir yazı terimi olup; altı kalem ( yazı) manasına gelir. Bunun dışında aynı manaya gelen Farsça “ Şeş Kalem” terimi de kullanılır.

İbn Bevvâb (413–1022) İbn Mukle’nin yazısını geliştirdi ve güzelleştirdi. Aynı ekolden son olarak Yâkut el-Mustasımî (698–1298) isimli hattat, aklâm-ı sittenin kâidelerini daha bir belirginleştirerek yazıyı güzelleştirmiştir. Yakut’un yazıda yaptığı en büyük değişiklik, o güne kadar düz kesilen kalemin ağzını eğri keserek, kalemin eğimini artırmasıdır. Yakut, İbn Mukle ve İbn Bevvab yazılarından istifade etmiş, onların kaidelerine bağlı kalmışsa da daha çok İbn Bevvab yazılarına zarafet kazandırıp, bir üslup meydana getirmiştir. Yakut’un bilhassa Muhakkak ve Reyhani yazılarında ortaya koyduğu estetik kurallar, âhenk ve nispet, Osmanlı hat mektebinin çıkışına kadar İslâm âleminde ideal örnekler olarak kabul edilmiştir.

(www.yagmurdergisi.com.tr)

Yakut’un Aklam-ı Sitte üslubu, Osmanlı toprakları dışında yıllarca devam etti, lakin; zaman Yakut çağından uzaklaştığı nispette bu yazı üslubu da aslından uzaklaştı. Fakat Şeyh Hamdullah, 15. asrın sonlarında Aklam-ı Sitte için yeni bir arayışa girdi. Sultan II. Beyazıt’ın teşvikiyle, Yakut’un saray hazinesinde bulunan bütün yazıları üzerinde derin bir araştırma ve inceleme yaptı. 16. yüzyılın başlangıcından itibaren Osmanlı topraklarında artık Aklam-ı Sitte yazıları Yakut’un üslubu yerine Şeyh Hamdullah’ın tarzıyla yazılmaya başlandı. ( Gündüz, 1994, 14)

Şeyh Hamdullah’tan itibaren Mushaf yazılmasına, Osmanlı Türklerinin elinde pek işlek bir hal alan Nesih hattının tahsis edilmiş olduğu bilinmektedir. Osmanlı kaynaklarında da Nesih hattından; “ Hadimü’l- Kur’an”olarak bahsedilmektedir.

Daha önceleri Nesihten başka Muhakkak ve Reyhanî ile yazılmış Mushaflara da çok rastlanmaktadır. Örneğin Yakut-el Mustasımi Mushaf yazmak için hem Nesih hem de Reyhanî’yi benimsemiştir. Hatta büyük boy Mushaflarda, Muhakkak, Sülüs, Nesih ve Reyhani hatlarını bir sayfa düzeni içinde karışık şekilde kullanmayı Yakut beklide ilk deneyenlerden olmalıdır. Zira bu tarzda yazılan Mushafların Osmanlılarda “ Yakut usulü Mushaf” diye anıldığı söylenmektedir. ( Gündüz, 1994, 14)

ancak; az da olsa 18. yüzyılın başlarına kadar kullanılmaya devam etmiştir. Muhakkak ve Reyhanî gibi, Tevki hattı da Osmanlılarda fazla benimsenmeyip, onun çok daha sanatlı şekli olan Sülüse itina edilmiştir. Rıka hattı yerini Nesih’e bırakmıştır ancak, bazı eserlerin ve vakfiyelerin bununla yazılmış olduğu da görülüyor. Ayrıca zamanımıza gelinceye kadar “icazet hattı” adıyla hattatların Aklam-ı Sitte icazetnamelerinde “icazet” cümlesinin yazılması için kullanılmıştır. Bazı Sülüs ( Celi Sülüs) ve Nesih yazılarının imza satırlarında Tevki hattı yerine onun ince şekli sayılabilecek olan Rıka hattı ile yazılması teamül haline gelmiştir. ( Gündüz, 1994, 14-15)

Aklam-ı Sitte 18. yüzyılın son çeyreğinde yine İstanbul’da bir tekâmül devresi daha geçirmiştir. Hafız Osman, Şeyh Hamdullah’ın eserlerini estetik bir değerlendirmeye tabi tutarak, bunlardan; beğendiği yeni bir tavır ortaya çıkarmıştır. Böylece Aklam-ı Sitte yeni bir süzülüp arınma devresi geçirdi. Hafız Osman’ın ortaya çıkardığı bu yeni estetik anlayışla, artık Şeyh Hamdullah devri kapanıyordu. 18. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan Hafız Osman tarzı, tüm Osmanlı topraklarına yayılmıştır. ( Derman, 1992, 33)

Aklam-ı Sitte’ye dâhil olan bu altı çeşit yazı birbirlerine benzese de küçük farklılıklarla birbirlerinden ayrılır. Bu farklı özellikleri ve yazıların tarihi seyrini inceleyelim.

Muhakkak

Lügatte, “muhkem, muntazam, sağlam söz ve sağlam dokunmuş elbise” anlamına gelmektedir. Harflerin açık seçik, vazıh ve istiften uzak bir şekilde yazılmasından dolayı bu ismi aldığı düşünülen Muhakkak yazının görünüşü itibariyle Kufi’den ilk çıkan yazı olduğu anlaşılır.

Sülüs yazının yatkın ve yatay kısımları uzun ve geniş olan cinsidir. Hat ve Hattatan’da bir buçuk hissesi düz, geri kalanı müdevverdir (eğri) deniliyor. Muhakkak yazı 16. yüzyıla kadar yoğun olarak kullanılmış, sonra yerini Sülüs yazıya bırakmıştır. ( Rado, 1984, 17)

Reyhanî

Aynen Muhakkak yazının kaidelerine bağlı olup, onun küçük yazılan şeklidir. Reyhan aslında kokulu bir çiçek adıdır. Hattatlar yazılarındaki harfleri reyhan çiçeğine benzettikleri için Reyhanî adını vermişlerdir. Reyhanî hattı ile Kur’an, dua kitapları, murakka başlarındaki Besmeleler, kasideler ve şiirler yazılmıştır. ( Gündüz, 1994, 15- 16)

Reyhanî yazıda Nesih yazının yatay kısımları daha yatkın ve uzundur. Yapısı bakımından ise daha serttir. 16. yüzyıldan sonra hemen hemen kullanılmaz olmuştur. Yerini Nesih yazıya bırakmıştır. Kalem kalınlığı Nesih kalemiyle aynıdır. ( Rado, 1984, 17)

Sülüs

Sülüs lügatte “üçte bir” demektir. Bu ismi almasıyla ilgili çeşitli görüşler varsa da, akla en uygun olanı, harflerinin her birinin üçte iki kısmında düzlük, üçte bir kısmında yuvarlaklık hâkim olduğu görüşüdür. Hakikaten bu yazı çeşidinde Muhakkak yazıya oranla yuvarlak kısımlar daha fazladır.

Sülüs yazı 10. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkmış bir yazı türüdür. Sülüs yazı 2-3mm kalınlığında kesilmiş kamış kalemle yazılır. Sülüs; yazının esasıdır, bu yüzden Ümmü’l-Hutut ( yazıların anası) diye anılır. Bütün yazı nevileri ve kuralları ondan türemiştir. ( Rado, 1984, 17)

Sülüs yazı, Nesih kadar süratli yazılamadığından, kitabet yazısı olmaktan ziyade, sanat gayesiyle kıt’a, murakka ve levhalarda daha çok kullanılmıştır. Hüsn-i Hat öğrenmek isteyen kişilere ilk olarak Sülüs yazı eğitimi verilir.

En sanatlı Kur’an-ı Kerim’lerin bir satır Sülüs ( veya Muhakkak) üç satır Nesih hattı ile yazıldığı görülür. ( Rado, 1984, 17)

Nesh ( Nesih)

Nesih; lügatte, “ ortadan kaldırmak, iptal etmek” anlamına gelir. Kitapların yazılmasında, diğer yazılardan daha fazla kullanıldığı, yani onların hükmünü ortadan kaldırdığı için bu isimle anıldığı kabul edilmektedir. Nesih yazının iptidai şekline “Nesh-i Kadim” ismi verilir.

Nesih yazı Kufi yazıdaki köşelerin tamamıyla yuvarlanması ile meydana gelen yazıdır. İlk örnekleri, Hicri 4. Miladi 10. yüzyılda görülmüş, Hicri 5. ve 6. yüzyıllarda gelişmiştir. Nesih yazı Sülüsü andırmakla beraber, bir tarife göre “ Sülüs yazının üçte ikisini almamış, üçte biri ile de ona tabi olmuştur”. Takriben ağzı 1mm kalınlığında kesilmiş kalem ile yazılır. Nesih yazı geliştikten sonra Kur2an-ı Kerim’ler artık, Kufi hat yerine (özellikle Türklerde) Nesih hat ile yazılmıştır. ( Rado, 1984, 17)

Tevki

Tevki yazı tamamen Sülüs yazının kaidelerine bağlı olmakla birlikte, ölçü bakımından onun biraz küçüğüdür. En belirgin özelliklerinden biri, birleşmeyen harflerin, bu yazıda birbirine bağlanabilmesidir. Eskiden halife ve vezirlerin mektuplarının bu yazı ile yazılmasından dolayı bu ismi almıştır. Bu yazı çeşitli vakıf işlerinde de kullanılmıştır. Hat ve Hattatanın tarifine göre yarısı düzümsü, yarısı yuvarlağımsı bir yazıdır.

“ Ekrem Hakkı Ayverdi “ Sülüs yazı gibi, iki veya üç milimetre kalınlığında kalemle, kelimeler aralarında birleştirilerek yazılan bu yazı Osmanlıların Divani yazısının esasını teşkil etmiştir” diyor.” ( Rado, 1984, 17)

Rıka

Rıka, lügatte “ küçük sayfa, yaprak ve mektuplar” demektir. Müfret ( tekil) şekli Ruka’dır. Eskiden bilhassa mektuplar, destanlar ve hikayelerin yazılmasında kullanılan bu yazı tamamen Tevki’nin kaidelerine bağlı olup, onun küçük yazılan

şeklidir. Osmanlılarda talebe icazetnamelerinde de kullanıldığından İcaze veya Hatt- ı İcaze adıyla da anılmıştır. Arap ülkelerinde hem Rıka hem de İcaze adı kullanılmıştır. Bu yazı, Kur’an-ı Kerim’lerin ve diğer ilmi eserlerin sonunda, dua ve ketebe kaydı söz konusu olduğu zaman kullanılmıştır.

Bu yazı çeşidi; Nesih yazının dişsiz, yuvarlak ve kıvrak bir nevidir. Hat ve Hattatan’da “ düzlüğü ve yuvarlaklığı değişik, çoğu harfleri bitişiktir” deniyor. Kalem kalınlığı ise değişik kalınlıklarda olabiliyor. ( Rado, 1984, 17)

Aklam-ı Sitte yazıları altı kalemdir. Bu altı çeşit yazıyı yukarıda kısaca inceledik. Bazı kaynaklarda Aklam-ı Sitte’nin altı kalem değil yedi kalem olduğu görüşü hâkimdir. Bu kaynakların değindiği yedinci yazı ise Talik yazıdır. Talik yazıyı, Aklam-ı Sitte yazılarının içine dahil etmeyen kaynaklar daha çok olduğu ve bu görüşü paylaşmamız sebebiyle, Talik yazıyı diğer yazı türleri arasında ele alacağız.

Aklam-ı Sitte dışında Gelişen Yazı Çeşitleri

Talik

Talik yazıyı İranlılar icat etmiştir. Yazı araştırmalarına göre Tevki, Rıka ve Nesih yazıları ile İran’ın İslam’dan önceki yazılarından olan Avestai ve Pehlevi’nin karışmasından meydana gelmiştir. Talik yazıda, Tevki veya onun küçüğü olan Rıka’nın etkisi görülür. Talik’in kelime anlamı; “asma, asılma, askıda kalma” dır.

Talik yazı Nestalik’in ilk şekli olup, iç içe ve birleşmeyen harfleri de birbirine bağlanarak yazılan bir yazıdır. Birleşmeyen harflerin birbirine bağlanması, süratle yazılmasından kaynaklanmaktadır.

Talik yazının her harfi yuvarlağımsıdır. Düz hatları yoktur. Makıli yazının tam tersidir. Bu yazıya İran’da Neshtalik denilir. Bir de şikeste ( kırma) nevi vardır. Talik hattı, Sülüs ile aynı kalınlıkta yazılır. ( Rado, 1984, 18)

ve 14. yüzyıllarda süratle yazılması sebebiyle, şikeste haline girdi. 16. yüzyılın başlarına kadar devam eden Talik yazı, bu tarihten sonra Nestalik yazının ortaya çıkmasıyla revaçtan düşmeye başladıysa da 19. yüzyıla kadar pek az da olsa kullanılmaya devam etti.

Nestalik ( Neshtalik)

İslam yazı tarihinde çok önemli bir yeri olan Nestalik, kırlangıç kanatlarının yayvan uçuşlarını andıran görünüşüyle, İran zekâ ve sanat anlayışının eseridir. Önceleri Nesh-i Talik şeklinde kullanılırken, fazla istimal yüzünden Neshta’lik, daha sonra da Nestalik şekline girmiş olan bu yazının, Nesih ve Talik yazıların birleşmesinden meydana geldiğini kabul edenlerin aksine, bazı hat tarihi araştırmacıları ise, talik yazının hükmünü ortadan kaldırdığı için Nesh’i Talik şeklinde düşünülmesinin daha doğru olacağını ileri sürmektedirler ki, bu izah tarzı daha tutarlı görünmektedir. Nesih; “ lağvetme, hükümsüz bırakma” demektir. Bu iki kelime Farsça gramerine göre, Nesh’i Talik şekline girince, yani isim tamlaması olunca “Talik’in Neshi” yani “ortadan kaldırılması, hükümsüz bırakılması” manası ortaya çıkmaktadır. ( Gündüz, 1994, 19)

Talik’te kelimeler, harfler birbiri içine girmiştir. Adeta kelime iplikleri birbirine karışmış bir yumak gibidir. Nestalik’te ise açıklık ve ferahlık vardır. Harf şekillerinin oranlılığı ve çizgilerinin musikisi dikkati çeker.

Divani

Divani, kelime olarak “divan”a yani bugünkü anlamıyla “bakanlar kuruluna” mensup veya ait demek ise de bir yazı terimi olarak padişahın iradelerini, buyruklarını, emirlerini yazmak için kullanılan bir yazı çeşidinin adıdır. Divani ve Celi Divani, Türkler tarafından icat edilmiş yazılardır. Divani yazının ilk örneklerine Fatih Sultan Mehmet ( 1451- 1481) devrinde rastlanmaktadır.

Divani yazı Yavuz Sultan Selim zamanında gelişmiştir. Son zamanlara kadar fermanlarda kullanılmıştır. Fermanlar dışında bu yazının kullanılması yasaklanmıştır. ( Rado, 1984, 18)

Celi Divani

İsminden de anlaşıldığı gibi bu yazı Divani yazının büyüğü, daha irisi manasına gelirse de aralarında farklar vardır. Bu yazı, Divani yazıya göre daha geniş bir kalemle yazılır. Celi Divaninin harflerinin şekilleri daha farklı ve daha süslüdür. Harflerin gövdelerinde kıvrımlılık fazladır. Celi Divani istiflidir, harfler birbirin keser birbirleri üstüne oturtulabilir. Anatomisi daha girifttir. Bu yazı en güzel şekline, 19. yüzyılın ortalarında kavuşmuştur. ( Gündüz, 1994, 23–24)

Celi Divani yazı yalnız Osmanlı Türkleri tarafından kullanılmış ve Divan-ı Hümayun’un mühim yazışmalarına tahsis edilmiştir. Oldukça zor okunan bir yazıdır.

Rik’a

Türkler tarafından icat edilen Rik’a, harflerinin bünyesinden anlaşıldığına göre, dikey harflerin boylarının küçülmesi, kavis ve meyillerinin azalması ve sadeleşmesi ile meydana gelmiştir. Bu yazıda yuvarlaklık az düzlük çoktur. Hareke ve tezyini işaretler yoktur. Rik’anın ilk belirtilerine 18. yüzyılın ortalarında rastlanır. Rıkadan bozma, yazının gündelik işlerde kullanılan, kolay, çabuk yazılan, pratik bir el yazısı çeşididir. Okullarda çocuklara ilk olarak bu yazı öğretilirdi. Latin harflerini almadan önce Türkler bu yazıyı yazmasını bilir, mektuplar, dilekçeler bu yazı ile yazılır, defterler de bu yazı ile tutulurdu. ( Rado, 1984, 17–18)

Siyakat

Sanat yazısı olmaktan ziyade, maliye, tapu ve evkafa ait kayıtlarda ve vesikalarda kullanılmıştır. Arapça bir kelime olan Siyakat’in lügatteki manası; “ bir istikamete yönelmek, ileriye götürmek, takip etmek, avlamak, tarz, usül, atmacanın ayak bağı” demektir. Siyakatin harfleri müstakil yazıldığı zaman kolaylıkla tanınabilir ise de bu harfler bir araya gelip kelime şekline girince, okunması güçleşir ve satır içinde harfleri seçebilmek ve kelimeleri okumak, adeta bir muamma haline dönüşür.

Siyakat yazısının menşei Kufi yazıdır. Bu yazı zor okunması sebebiyle çeşitli devlet evraklarında kullanılmıştır.

Celi

Celi yazı, bir tür olarak sayılmamakla beraber, daha çok bir tarzdır. Sülüs ve talik yazının kalın kalemle büyük boyda yazılmışına derler. Camilerdeki büyük levhalarda, taş üstüne yazılan kitabelerde çoğunlukla kullanılır. ( Rado, 1984, 18)