• Sonuç bulunamadı

Geleneksel Türk El Sanatlarında önemli bir alanı kitapçılık sanatları oluşturur. Kat’ı sanatı da, Hüsn-i Hat levhalarda, kitapların iç veya dış kapaklarında, sayfa kenarı süslemelerinde, tezhipten sonra gelen tezyinattır. Bu sanat kolunun kökeni İran’a kadar uzanır. Bazı kaynaklar Kat’ı sanatının kökenini Uygur Türkleri olarak kabul eder.

Türk bezeme sanatının en güzel örneklerini oluşturan dallardan birisi de Kat’ı adı verilen kâğıt oymacılığıdır.

Kat’ı sanatı Osmanlıca sözlükte; Kat’: kesme, kesilme, Kat’ı: kat’ eden, kesen, durduran, Katı’a: kat’ı sanatı ile yapılmış dantel gibi kâğıt ve deri eserler demektir. Katt’a: kat eden, kâğıt veya deriden ince oyma süsler veya yazılar yapan sanatkârlara denir. Mukatta’: Katta’ kelimesinden türemiş deri veya kâğıttan oyma şeklinde yapılan işlere verilen addır. ( Coşkun, 2004, 66)

Kat’ı: Oyma, herhangi bir şekil ve yazının kâğıt veya deriden oyularak çıkartılmasıyla meydana getirilen bir süsleme sanatıdır. ( Özen, 1998, 37)

Kat’ı; bir kâğıt veya deri üzerindeki yazıyı veya motifi bir kalemtıraşla kesip çıkartarak; içi oyulmuş parçayı veya çıkan parçayı diğer bir kâğıt, deri veya cam üzerine yapıştırmak suretiyle yapılır.

Oyulup çıkartılarak başka bir yüzeye yapıştırılan kısma “ erkek oyma”, motif veya yazıların bozulmanda oyulduğu diğer parçaya “ dişi oyma” adı verilir. Kâğıt oymacılığında, özellikle hat sanatında bu yöntemle iki ayrı yazı veya kitap elde etmek mümkündür.

Kat’ı sanatının kâğıt üzerindeki en eski örneklerine 15. ve 16. yüzyıllarda Herat’da yaşamış olan üstatların eserlerinde rastlanmaktadır. ( Mesera, 1998, 5) ( Coşkun, 2004, 66)

Günümüze gelen örnekler ve yazılı kaynaklar kâğıt oymacılığının 15. yüzyılın ikinci yarısında, Timurlular döneminde uygulandığını gösterir. Kâğıt oymacılığı 16. yüzyılın başlarından itibaren Safevi ve Osmanlı sanatında çeşitli örnekler vermiştir. Gelibolulu Mustafa Ali Safeviler döneminde, 16. yüzyılda yetişmiş, eserler vermiş ünlü kağıt oymacıları arasında, Herat’lı Abdullah’ın oğlu ve öğrencisi Şeyh Muhammed, onun öğrencisi Bedaşlı Ali, hattat Mir Ali’nin oğlu Mevlana Muhammed Bakır’dan övgüyle söz eder. Tarihten günümüze ulaşan eserler, Safevilerde kâğıt oymacılığının Hat Sanatı üzerinde yoğunlaştığını göstermektedir. ( Çağman, 1976:401- 402)

Kat’ı sanatının Osmanlı sarayındaki uygulanmış, bilinen en eski örnekleri; Kanuni Sultan Süleyman dönemindedir. Osmanlı Kat’ı sanatçıları, hat sanatının dışında da çok seçkin ve özgün eserler ortaya çıkarmışlardır. Bu sebeple Osmanlı kağıt oymacılığı Safeviler’den daha canlı, farklı ve sürekliliği olan bir gelişme göstermiştir. İçinde çeşitli ağaçlar ve çiçeklerin yer aldığı bahçeler, vazolu veya vazosuz çiçek buketleri kat’ı sanatçılarının işlediği başlıca konular olmuştur. ( Çağman, 1976: 402)

Osmanlı kat’ı sanatçıları içinde en çok üne kavuşmuş olanı; Bursalı Fahri’dir. Gelibolulu Mustafa Ali “ Menakıb-ı Hünerveran”ında ondan övgüyle bahseder. Diğer ünlü isimlerden biri de; Edirneli Nakşî’dir. Son derece ince oyma, Hüsn-i Hat yazılarına rastlanan sanatçının, saray kitaplığında bulunan bir oymasından adının Mehmet olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı kâğıt oymacılığının diğer tanınmış isimleri arasında; Defterdar Ali, Hüseyin Emini, Süleyman, Resmi, Cevri, Fikri, Reşit, Ruhi, Cambazzade Osman, Gazneli Mahmut, Halazade, Eyüplü Derviş Hasan sayılabilir. ( Çağman, 1976: 403)

17 yüzyılda ka’tı sanatı, başta Bursalı Mevlevi Fahri Dede olmak üzere, Nakşi Halazade Mehmet, Mahmut El Gaznevi gibi ünlü ka’tı ustalarıyla dönemin özelliklerine uygun şekilde ilerlemeye devam etmiştir. Döneme ait ezerlerden en bilinenleri Bursalı Mevlevi Fahri Dede’ye ait oyma manzaralar, buketlerle bezenmiş Gazneli Mahmut Albümü ve oyma çiçek süslemeli bir minyatür albümüdür. 17. yüzyılda ülkemize gelen Batılı gezginlerin beraberinde götürdükleri bazı eserler

vasıtasıyla, kat’ı sanatı Avrupa’ya geçmiştir. Bu sanatı benimseyen batı dünyası “ gölge” adını verdikleri tarzda oymalar yapmaya başlamışlardır. ( Demirtaş, 2001, 48)

18. yüzyılın ilk yarısından itibaren Kat’ı eserlerin daha çok manzara resimlerine dönüştüğü görülür. Kat’ı sanatı 18. yüzyılın ikinci yarısı ve 19. yüzyılda varlığını sürdürmüştür. Bu dönem halk sanatında görülen, aslan, leylek, Mevlevi külahı gibi yazı- resim türünde levhaların Kat’ı tekniğinde uygulandığını gösteren çeşitli örnekler vardır. Manzara uygulamalarında ise; malzeme değişikliği görülür. Giderek artan batı etkisi, üçüncü boyutu kuvvetle belirtme eğilimi, Kat’ı sanatında kağıdın yanı sıra fildişi gibi çeşitli malzemelerinde kullanılmasını gerektirmiştir. ( Çağman, 1976: 404)

Kökleri Uzak Doğu ve Orta Asya’ya dayanan Kat’ı Sanatı, Avrupa’ya Osmanlılar tarafından yayılmıştır.

Günümüzde Kat’ı Sanatı, Belediyelere bağlı çeşitli meslek kurslarında ve azda olsa üniversitelerin Geleneksel Türk El Sanatları bölümlerinde uygulamalı olarak gösterilmektedir. 19. yüzyılın sonlarında bir dönem duraklamaya uğradıysa da 20. ve 21. yüzyıllarda özel kursların da yayılmasıyla, duraklamadan kurtulmuştur.

4.3. EBRU SANATI

Geleneksel Türk Sanatlarından, ebru, yoğunlaştırılmış su üzerine toprak ve toz boyalarla resim yapma sanatıdır. Koyulaştırıcı bir madde ile kıvamı arttırılmış suyun üzerine, içine öd katılmış, suda erimeyen boyaların serpilmesi ve su yüzeyinde meydana gelen şekillerin bir kağıda geçirilmesiyle yapılır.

• Battal ebru : Su üzerine serpilen boyalara hiçbir müdahale olmaksızın yapılan ebru

• Gelgit ebru : Battal ebrudan sonra, önce enlemesine ,boydan boya, daha sonra yukarıdan aşağıya çizgiler çekildiğinde elden edilen ebru

• Şal ebru : Gelgit ebrudan sonra çapraz çizgiler çekilerek elde edilen ebru • Somaki ebru • Taraklı ebru • Bülbül Yuvası • Çiçekli ebru • Hafif ebru • Koltuk ebrusu • Hatip ebrusu • Yazılı ebru

• Akkase ebru : "Akkase", "yansıma" veya "kalıp" manasıdır. "Aks" "negatif" Arapça dilde asli ve şimdi Farsça’dan Türkçe’ye geldi. Bir oyma kağıt kalıp veya Arap zamkı kullanılarak ebrunun figür yada yazı şeklinde kapatılan yerlerinin ebru almaması sağlanarak yapılan figüratif ebru türü.

• Kumlu ebru : Yüzey gerilimi düşük bir teknede, sürekli aynı noktaya boya damlatarak yapılan ebru çeşidi.

• Neftli ebru : Battal ebru türünde tekneye atılan son boyanın içine neft katılarak yapılan ebru çeşidi.

4.3.1. Ebru Malzemeleri

Kitre

Ebru yapımında kullanılan suyun belli bir yoğunluğa sahip olması ve özel olarak hazırlanan boyayı üzerinde tutabilmesi gerekmektedir, her hangi bir suyla ebru yapılamaz. Ebrunun suyuna bu özelliği veren maddenin ismi kitredir. Kitre, Türkiye'nin güney ve güneydoğu bölgelerinde kırlarda yetişen yabani bir dikenin özsuyudur. Köylüler kırlarda geven dikeninin gövdesine bıçakla çizik atar, birkaç gün beklerler. Bitkinin özsuyu çizik bölgeden akar ve kurur. Bir ağaç kabuğuna benzer görünüm alır. Bu kabuklar tek tek toplanır. Kabuk şeklinde olan kitre aktarlarda satılmaktadır. Ebrunun suyu hazırlanırken musluk suyunun içine belli ölçülerde kitre konulur. Su ağzı kapalı bir kapta bu şekilde bir süre bekletilir. Belli zaman aralıklarıyla çalkalanarak eriyen kitre özünün dağıtılması gerekir. Suyun yeterli yoğunluğa ulaşmasından sonra, içinde kalan erimemiş kitre kalıntılarını ayırmak için, ebru suyu iyice süzülmelidir.

Kitre ebru yapımında kullanılan, suyun belli bir yoğunlukta olması için suya karıştırılan maddelerden biridir. Ünlü Ebrucu Sacid Okyay ebru yapımında en iyi sonucu salebin verdiğini ancak kitrenin daha ucuz olması sebebi ile kitre kullandığından bahseder.

Ebruda boyalar

Ebruda boya hazırlamak için özel bir hazırlık gerekmektedir. Ebruda çok çeşitli özellikte boyalar kullanılmıştır. Günümüzde bitkisel esaslı lahor, demir oksitler, oksit yeşil ve çeşitli sentetik-organik boyalar kullanılmaktadır. Toz pigment mermer veya cam tezgah üzerinde suyla ezilmelidir. Hazırlanan boyanın içine kasaptan alınan öd suyu eklenerek karıştırılarak bir süre bekletildikten sonra kullanılır. Boyanın içine katılan öd, boyanın yüzey gerilimini arttırarak yayılmasını ve şekil verilecek hale gelmesini sağlar; ne kadar çok katılırsa boya o kadar çok yayılacağından eklenen öd miktarına dikkat edilmelidir.

Fırça, tarak, bız

Kullanılan fırçalar geleneksel ebrucuların kullandığı şekilde atkılı ve kuru ağaç dallarından imal edilebilir ya da ebru için satılan fırçalardan alınabilir. Ebru yapımında kullanılan diğer malzemelerden tarak ve bız ise evde imal edilebilir ya da tığ şiş gibi bir çok araçla ikame olunabilir. Ebru için hazırlanmış tekneye aktarılan özel sudaki hava kabarcıkları "bız" denilen ve figür yapımında da kullanılan araçla alınmalıdır. Aksi takdirde kabarcık olan bölümde boya dağılamaz ve ebrunun alınacağı baskı yüzeyinin fon rengi yüzeyde leke şeklinde kalabilir.

4.3.2. Ebru Sanatının Tarihçesi

Ortaya çıkış yeri ve tarihine ilişkin kesin bir delil bulunmamaktadır. Ancak, köklerinin 9. ve 10. yüzyıla kadar uzandığı varsayılmaktadır. Bilinen o ki, bu sanat, kağıdın tarih sahnesine girmesiyle gelişmiştir. Çin'de liu-şa-cien, XII. asırdan itibaren Japonya'da suminagaşi ve beninagaşi isimleriyle sulu vasatta yapılan bir takım çalışmaların mevcudiyeti, daha sonraki asırlarda Çağatay Türkçe’si ile ebre adını alarak Türkistan'da ortaya çıkan bu sanatın tarihi gelişimi hakkında, müphem de olsa bir fikir vermektedir. Türkistan'dan en geç XVI. asır başlarında İpek yolunu takiben İran'a geçişinde ebri olarak isimlendirilen bu sanat, görünüşüyle gerçekten bulut kümelerine benzer şekiller taşıdığından, buluta nispet ifade eden bu Farsça ismi doğrulamaktadır. Osmanlı ülkesinde de revaç bulan aynı isim, telaffuz zorluğundan son yüzyılda Türkçe'de ebru'ya dönüşmüştür. Galat olmakla beraber, kaş gibi şekiller de ihtiva ettiğinden, bu sanata ebru denilmesi bir çelişki sayılmamalıdır; çünkü ebru kelimesi Farsça'da kaş manasına gelmektedir. XVI. asır ortalarında Mir Muhammed Tahir tarafından Hindistan'da yapılmaya başlandığı rivayet olunan ebruculuk, buradan İran'a ve sonra da İstanbul'a kadar yayılmıştır. Aynı yüzyılın sonlarında, İstanbul'dan Avrupalı seyyahlar tarafından kendi memleketlerine götürülen ebru kağıtları önce Almanya'da, sonra da Fransa ve İtalya'da mermer kağıdı veya Türk mermer kağıdı, hatta sadece Türk kağıdı adıyla tanınıp benimsenmiş ve oralarda da yapılmaya başlanmıştır. Zaman içinde İngiltere ve Amerika'ya da yayılan ebru kağıdı, her ülkenin sanat anlayışına göre bir başkalık gösterir. Bunda, kullanılan değişik malzemenin de rolü olmalıdır. Belgelenen en eski

ebru örneği 16. yüzyıla aittir. Kağıdın süslenmesinde, kıt'a ve levhaların iç ve dış pervazlarında, yazma ciltlerinde yan kağıdı olarak sıkça kullanılmıştır.

Ebru hakkında Türkçe kaleme alınmış bilinen en eski eser, 1615’ten sonra yazılan "Tertib-i Risâle-i Ebrî" adlı yazma kitapçıktır. Günümüzde bilinen ebru tarzındaki eserler ilk kez Orta Asya - Osmanlı coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Ebrunun tarihi ile ilgili olarak sayın Uğur Derman (Türk Sanatında Ebrû), tarihi kestirilebilen en eski ebru olarak, üzerinde Mâlikî Deylemî’ye ait bir kıt’anın bulunduğu ve Gürcistan’da yazılmış olan 1554 tarihli bir ebruyu gösterir. Bu ebrunun, hafif ebru olarak yapılmış olması ve hafif ebrunun ancak belli bir ustalaşmadan sonra yapılabildiği göz önüne alınacak olursa, ebrunun orijinin çok daha eskilere dayandığı düşünülmektedir.

Osmanlı döneminde başlı başına bir sanat ve iş kolu olan ebruculuk, 20.yüzyıl başlarına gelindiğinde unutulma noktasına gelmiştir. Bu sanatın tekrar hayat kazanması, ebru sanatına 'çiçekli ebru'yu hediye eden büyük sanatçı Necmeddin Okyay sayesinde olmuştur. Okyay'dan sonraki büyük merhale Mustafa Düzgünman'dır. Mustafa Düzgünman'ın talebelerinden Niyazi Sayın, Sabri Mandıracı,Timuçin Tanarslan,Alparslan Babaoğlu,Fuat Başar bu sanatın yeniden yaygınlaşmasında büyük gayret sarf etmişlerdir.

4.3.3. Ebru Sanatçıları

Ethem efendi, Sacid Okyay, Mehmet Necmedin Okyay, Mustafa Düzgünman, Timuçin Tanarslan, Alparslan Babaoğlu, Fuat Başar, Köksal Çiftçi, Yılmaz Eneş, Recep Aydın Güleç, Sabri Mandıracı, Sedat Altınöz, Hüseyin Yalçınkaya, Füsun Arıkan, Hikmet Barutçugil, Mukadder Kavas Siviloğlu, A.Burhan Ersan, Nilgün Çevik, Beki Almaleh, A.Mahmut Peşteli’dir.