• Sonuç bulunamadı

YABANCI DİL ÖĞRETİMİNDE KÜLTÜR DUYARLILIĞI VE İŞLEVİ

Prof. Dr. Birkan KARGI, Ondokuz Mayıs Üniversitiesi, Eğitim Fakültesi, Alman Dili Eğitimi ABD,

birkankargi@gmail.com

ÖZ

Dil öğretiminde 80 li yıllardan sonraki paradigma değişimine göre yabancı dil öğretiminde öğrenenlerin amaç dilde sadece belirli davranış biçimlerini kavramalarından daha çok, kendi ekin bilgilerindeki mevcut kültürel birikimlerinden hareketle yabancı dilin kültürü hakkında düşünceleri aktarabilecek becerileri kazanmaları öncelenmektedir. Hedef dilin Kültürünü tanımaksızın dilsel becerilerin kazanımı sadece dil öğrenimini sınırlı alan içinde kullanma imkânı yaratmaktadır. Bu durum dilin bütüncül öğrenilmesi önünde engel oluşturmaktadır. Sorunun çözümü için dil ve kültür öğretiminin birlikte yapılma zorunluluğu doğmuştur. Bu bildiride kültürel farklılıkların dil öğretiminde yarattığı güçlüklerin nasıl aşılabileceği ve bu öğrenim sürecine nasıl olumlu katkılar sağlayabileceği ele alınmıştır. Buna yönelik önerilen yaklaşım, yabancı dil öğrenenlerin hedef dilde ilişkiler kurma ve sürdürme becerilerinin, öğrenenlerin, kendi kültürü ile öteki kültürün benzer ve farklı yanlarının farkındalığının dikkate alan materyallerin seçilmesini ve bütüncül bir yaklaşımla evrensel kültür değerlerine ulaşabilmelerini amaçlar.

Anahtar Sözcükler: Kültür, Edinç, Dil Öğretimi, Materyal, Kültürlerarasılık

ABSTRACT

According to the paradigm changes in language teaching after 1980s, apart from the competency of certain behavioral habits in the target language of the learners, together with their cultural accumulation in their own literature, obtaining the skills on conveying the thoughts about the culture of the foreign language is of great importance. Without knowing the culture of the target language, the obtaining of some skills provides a limited area on using the language. This constitutes a barrier on overall learning of the target language. For the better solution of this problem, it is compulsory to teach the target language and its culture together. In this article, the solution of the hardships on cultural differences in language teaching and its positive contribution to the learning process has been examined. The proposed approach towards this is the selection of materials similar to and different from the mother tongue and target language and teach the language bearing the universal values in mind.

Key Words: Culture, Competency, Language Teaching, Material, Interculturalism

GİRİŞ

Türkiye’de ki yükseköğretim kurumlarının çoğunda dil eğitimi ilgili bölümlerin adı ‘Yabancı Diller Eğitimi’ adı altında eğitime katkıda bulunmaktadır. Bu tanımlama daha başlangıçta öğretilmek istenen hedef dili yabancı olarak nitelendirmekte ve öğrenende ön yargıları çağrıştırmaktadır. Yabancı dil öğretiminde, öğretimi olumsuz etkileyen etmenleri ortadan kaldırma ve iyileştirme amacına yönelik uğraşlar, dilin kullanıldığı toplumsal ve kültürel bağlamları önceleyen, iki boyutlu bir hedefi içermektedir: Dilsel beceri kazanımı ve kültürler arası iletişimi sağlamak. Bu yaklaşım dil ve kültür birlikteliği üzerine kuruludur. Ayrıca yabancı

Dilleri Ortak Çerçeve Sınıflandırılması’ içerisinde “kültürlerarası farkındalık ve “kültürlerarası beceri “ gibi kavramlar tanımlanarak kültürel öğelerin dil eğitimi içerisindeki önemi vurgulanmıştır. (Concil of Europe, 2011)

TDK’nun tanımına göre kültür “tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünüdür. (TDK, 2016). Dil ise en yalın haliyle insanların duygu ve düşüncelerini anlatmak için kullandıkları kendine özgü kuralları olan iletişim sistemidir. Dil ve kültür toplumların hayatını şekillendiren birbirlerini tamamlayan olgulardır ve dil öğretimi süreci içerisindeki önemi literatürde birçok defa kaydedilmiştir. Öte yandan Edward Sapir de dili, düşüncelerin, duyguların ve istemlerin özgürce yaratılan simgelerin bir dizge aracılığıyla sadece insana özgü, iç güdüden köklenmeyen aktarım yöntemi olarak tanımlar.(Edward.1972) Ayrıca dil farklı bakış açılarına uygun olarak: düşünce ürünü (Platon, Aristoteles),dışa vurum (Hegel), insana özgü varoluş, düşünce ve davranış biçimlerinin belirtisi (Humbolt, Sapir, Whorf), sözdizimsel, anlamsal ve edimsel göstergesel dizge(Moris)olarak,iletişimin birincil kodu ve dizgesi olarak, sosyal davranışın biçim ve aracı olarak (Bloomfield,Meal), tarihsel ve kültürel bakımdan biçimlendirilmiş, ayrımlaştırılmış ve değişim yeteneğine sahip davranış aracı olarak da tanımlanmıştır. Dilin çeşitli yönlerini vurgulayan bu tanımların tümünün ortak yönü, dilin toplumsal ortamda iletişimi sağlayan bir göstergeler dizgesi olduğu, taşıdığı kültürü biçimleyen ve onun tarafından biçimlenen tarihsel toplumsal gelişime koşut olarak değişime uğrayan bir birikiklik olduğudur.

Biriken dil öğelerinin standartlaşması, dil bilgisi kurallarının genel kabulü, dilsel anlatımların toplumsal alanlarda kullanılabilmesi ve bu işlevine göre biçimsel bakımdan çeşitlenmesi demektir. Uzun tarihsel bir sürem içerisinde oluşan ve gelişen standart dil, konuşulduğu coğrafyada kullanılan sosyal yöre dillerinin özelliklerini de içerisinde barındırır. Bir anlamda standart dil yöresel, sosyal ve bireysel dillerin özelliklerini kapsar ancak onların üstündedir. Bu nedenle eğitim-öğretim sürecinde hedeflenen dildir. Öte yandan dil bir iletişim aracıdır. R. Jakobson dilin iletişim işlevine yazınsal sanat anlatı işlevinide katar. İletişim, toplumsal ortamda düşünce, bilgi ve yaşantıların paylaşımıdır. Ayrıca sözcüklerin anlamı kullanımı olan dilin belirgin özelikleri; toplumsallık, tarihsellik, nedensizlik, uzlaşımsallık, ereksellik, yeniden anlamlandırılabilme, eğretilsellik, (metaforik) işlevsellik ve dizgeselliktir. Bir başka açıdan dil edinilebilir ve öğretilebilir. Dil özellikle dilsel yeteneğe sahip olan başkaları tarafından öğrenilir. Dil ile birlikte hem kurallar hem de her alanı kapsayan kültürde öğrenilir. Dil öğrenme, salt bir iletişim aracını öğrenme ile sınırlı değildir. Her dil taşıdığı yaratılan bilgileri, değerleri ve değersizlikleri de içerir ve öğrenene aktarır. Dil, dünyayı deneyimlenebilir, bilinebilir duruma getirir. Bu nedenle dil öğrenme aynı zamanda dünyayı ve kültürel birikimleri de öğrenmektir. Ekin bilgisi oluşturmaktır.

Kültür aynı zamanda dil kullanımının da başat unsurudur. Dil ve kültür birbirini tamamlayan toplumsal dinamiklerdir ve bir toplumun duygu ve düşüncelerinin ifade edilişi şeklinde somutlanır. Bir anlamda dil toplumun kültürel özellikleri ve dilin anlamlı bir bütün oluşturmasında önemli rol oynar. Bu durum dil ve kültür arasında doğrudan birbirini besleyen bir bağ meydana getirir. Ayrıca kültür, bireyin sosyal yaşam içerisindeki etkileşimini yansıtır; dolayısıyla toplum içinde üstlendiği rollerini neden sonuç içerisinde anlaşılmasını sağlar. Öte

etkileşim içinde olan farklı toplumlar dil aracılığıyla kültür sentezi yaşarken gelişimlerine katkı sağlamış olurlar. Doğal afetler, savaş, göç, ticaret, sanat, eğitim gibi durumlar farklı kültürlerin dil aracılığıyla etkileşime girmesine yol açar Yukarıda vurgulandığı gibi, dil ve kültür birbirinden bağımsız düşünülemez. Çünkü dil kültürün bireyler ve toplumlar arasındaki iletişimini sağlayan köprüdür. Kültür irdelemeleri aynı zamanda dil in incelemesidir. Bu söylemin terside doğrudur. Örneğin, Alman kültürü derken Alman Dilinin oluşturduğu kültür imlenir. Elbette ki kültür sadece dilden ibaret değildir. Ancak kültür aynı zamanda varoluşsal biçimdir. Dil aracılığıyla üretmek, kültüre katkı sağlamak bir meydan okumadır, varoluşsal meseledir. Yordamalar sonunda açığa çıkan üretim dilde başlar ve şekillenir. Buradaki sorun dilin kendisinde oluşan değişimlerdir. Zira John Searle’ın “dil eylem” kuramına göre konuşan bir kimse sadece bir şey anlatmaz, aynı zamanda bir şey yapar, bir eylemde bulunur. Ayrıca Herder’in de vurguladığı gibi tinsel bir eylemdir, bir organik sestir. (Akt. Aysevener. 2008:19).Ya da Humbolt’un vurguladığı gibi insanın iç gereksiniminden doğmuştur, bir organizmadır. Dil tamlanmış bir nesne değildir, Dil olmakta olan bir şeydir. Dil sürekli yenilenen gelişen bir şeydir. (Agm:19) Dil gelişimi geçmiş sürem içinde ‘ağaç teorisiyle’, ‘fetihler teorisiyle’ ve ‘dalga teorileri’ ile ortaya konur. Her yaşanmışlık ve yaşamışlık ona birşeyler katar. Bu nedenle dil geçmişin düşünce ve davranış şekli ile bu günün düşünce ve davranış şekillerinin sentezidir. Bir diğer söylemle kültürü yansıtan ayna dildir. Bu bir anlamda Heidegger’in “dil varlığın evidir” sözünün aynı bağlamda “dil kültürün evidir” şeklinde yorumlanmasıdır. Leo Weisgerber’e göre, dil, salt bir iletişin aracı değil, insan düşüncesini ve toplum davranışını belirleyen güçtür. Bu güç, salt düşünce tarzını değil, dillerin konuşulduğu dünyaları ve kültürleri de birbirinden ayırır. Toplumsallık dilin önkoşuludur. Ronald Barthes’e göre dil hem bir toplumsal kurumdur, hem de bir değerler dizgesidir. W. Humboldt’a göre dil hem ürün hemde bir eylemdir. Diller, gerçekliği değişik tasarımlayan dizgelerdir. Konuşan bir kimse salt bir şeyi anlatmaz, aynı zamanda bir şey yapar, bir eylemde bulunur. Bu kuramın oluşturucusu John Searle göre bir dilsel bildirimde ‘bir şey söylenir, bir şeyler yapılır ve onunla bir etki yaratılır. Toplumlarda eylem ve durumlarla dayalı yaşantı çıktıları ile dil arasında, o topluma özgü, gelenekleşmiş bir takım davranış şekilleri bulunmaktadır. İnsan ilişkileri, dilin üstlendiği bu anlamlandırma işlevine ne denli hâkim olduklarıyla doğrudan ilişkilidir. Dilin bu görevi gerek sözel gerekse yazılı olarak gerçekleşir. Bu durum dil öğretiminde dil-kültür ilişkisinin ne denli önemli olduğunu ortaya koyar

Yabancı dil öğretiminde, becer ilerin kazandırılmasının önemli işlevleri bulunmaktadır. Öğrenenlerin oluşturulan dilsel estetik bilinç sayesinde yapıcı, yaratıcı ve yorumlayıcı yeteneklerini geliştirerek önce kendi kendilerini kendi kültürlerini tanımaların ve daha sonra hedef kültürü de tanıyarak kendilerini geliştirmelerini ve böylelikle bir dünya insanı olabilmelerinin yol açılır. Bir dili öğrenirken aynı zamanda o dilin kültürünü de öğrenen birey dil vasıtasıyla kültür aktarımı gerçekleştirir. Böylece yabancı dili öğrenen kişi dil becerilerinin yanı sıra kültürünü de öğrenmiş olur ve yeni dünya görüşleri ve yeni özgün varoluşlar ortaya koyabilirler. Zira her dil ait olduğu ulusun etrafında bir daire çizer, bu dairenin dışına çıkmak ancak başka bir dilin dairesi içine girmekle olur. Bundan dolayı bir yabancı dili öğrenmek, o zamana kadar olan dünya görüşü içinde yeni bir konumu kazanmak demektir. Çünkü her dil insanlığın bir bölümünün kavramlarını durum ve eylemlerinin dokusunu oluşturur. Buradaki sorun öğrenenin kendi öz kültürü ile hedef kültür arasındaki sentezi sağlayabilmesidir.

yöntemlerin ağırlıklı olarak benimsenmiş ve "kültürel beceri" kazanımları öne çıkmıştır. Nitekim bu dönüşüm dil öğretim yöntem ve materyallerin değişiminede yansımıştır. Basılı materyallerin temeli olan ders kitapları, dil üzerine bilgi vermekten çıkıp, iletişimsel beceriyi öncelemeye, daha sonraki yıllarda kültürlerarası yaklaşımı benimsemeye ve nihayet zihinsel dönüşümü amaçlayan yaklaşımları içermeye başlamışlardır. Öteyandan, kültürün sabit olmadığı ve zaman içinde değişikliğe uğradığı gerçeği de unutulmamalıdır. Bu nedenle kültürel algıda zamanla değişikliğe uğrar. Dolayısıyla öğretmenler ders materyallerini, içerikleri ve yöntemlerini sürekli olarak öğrenenlerin ekin bilgisini göz önüne alarak değiştirmek, öğrenim çıktılarını onların yakın çevresiyle ilgili yeni bağlamlara uyarlamak zorundadırlar.

Okur odaklı öğretimi önceleyen yaklaşımlar, yabancı dil öğretiminde metinlerin önemini ortaya koyarken dil öğretiminde yazınsal metinlerin değerini de öne çıkarmıştır. Yazınsal metinlerin yabancı dil öğretiminde verimli kullanılabilirliğinden yola çıkılarak uygun metin seçimiyle dil kültür ilişkisinin daha kolay kurulabileceği ve öğrenmenin daha içselleştirilebileceği ortaya konmuştur. Ayrıca Yabancı dil öğretirken aynı zamanda çok kültürlülük, trans kültür, benlik algısı, empatik düşünce, demokratik kültür bilinci gibi değerleri öğrenciye kazandırmak da amaçlar arasında yer almaktadır

Yabancı dil öğrenilirken kültürel benzerlikler, ayrılıklar, öz ve öteki kültürün bazen karşı karşıya bazen de yan yana geldiği durumlar birlikte sunularak derslerde kültürlerarası yorumbilimle (interkulturelle Hermeneutik) öz yabancıda, yabancı ise özde keşfedilir. Ötekinin algılanması özün tanımlanmasının bir parçasıdır. Çünkü kendinden olan ve olmayanın ayırımına varan öğrenen öz kültüründe içsel bir tarama yaparak öteki olarak nitelendirebileceği kişi veya durumları ortaya koyar. Kültürlerarası içeriğe sahip metinlerde birden fazla kültür hakkında bilgiye ulaşmak mümkün olduğundan yabancı dil öğretiminde öz ve yabancı olanı karşılaştırma imkânı sunar. Başka bir deyişle bu tip metinler dil öğrenen kişinin “öz’ü ötekinde “öteki”ni ise “öz” de keşfeder. Yadırgatma tekniği ile de bir çatışma ortamı yaratarak bu metinler okuru/ öğrenciyi yorum yapmaya teşvik eder. (Dellal, 2007:71-82) Bu sayede okur (öğrenen) ötekinin kendinden farklı olmadığı bilincine vararak okuduklarını yordamada cesaretlenir ve böylelikle ortak evrensel kültürün farkına varır. Bu noktada dil öğretimi bakımından iki sorun ortaya çıkar: Diğer kültür karşısında dil öğrenenin tutumu ve kültürün gerçeği ne denli yansıttığıdır. Shumann’a göre “bir öğrenci öğrendiği dilin kültürüne ne kadar hâkim olursa, o dili o kadar iyi öğrenir.” Kültürleşme Modeline göre yabancı dil öğretimi sırasında öğrenenein başarısını veya başarısızlığını belirleyen temel tutumlar şunlardır:1) Sosyal baskınlık 2) Asimilasyon, koruma ve adaptasyon 3) Kapanma 4) Bağlılık 5) Büyüklük 6) Uyum7) Öğrenim süresidir. (Schumann, 1978). Straub’a göre (1999) eğitimcilerin kültür aktarımı sırasında akıllarında tutmaları gereken nokta öğrencilerde hedef kültürü öğrenmeden önce kendi kültürleri konusunda farkındalık oluşturmak ve bunu karşı kültürü öğrenirken karşılaştırma yapmalarına yardımcı olacak şekilde kullanabilmelerini sağlamaktır. Bir diğer güçlük ise kültürün gerçekleri ne denli doğru yansıttığı konusudur. Gerçeğin tanımlanmasında ki güçlük Platonun mağara teorisinde de dile getirilmiştir. Buna göre insan mağara çıkışına arkasını dönerek oturmuş ve zincirlenmiştir. Mağara duvarına dışardan yansıyan gölgeleri gerçek sanır. Oysa dışarı çıkabilse gerçekleri kendisi görüp kavrayabilecektir ama yapamaz. Bu kişi bireyselliği oluşmamış insandır. Zincirler kalıplar, önyargılar ve doğmalardır. Gölgeler ise, sorgulanmamış doğrulardır. O halde gerçeği engelleyen

düşünce ve davranış biçimlerinin anlaşılır hale getirilmesini, uygun yöntem ve materyal seçimini önemli hale getirir. Bu doğrultuda başarı için hedef dilin yaşayan kültürünün iletişime dönük standart dilini yansıtan basılı, görsel ve işitsel materyaller öncelenmelidir. Bir bakıma dil öğretiminde seçili materyallerde aktarılan kültürün, kendi gerçeği açısından tanımlanmaktadır. Bu durum politik ve anekronik güçlükler doğurur. Örneğin anekronik bakış yani geçmişteki bir durumun bugün yaşıyormuş gibi değerlendirilmesi ya da geçmişin yüceltilmesi veya yerilmesi, gerçeğin tanımlanmasında ve kültürün tam kavranmasında güçlükler yaratır. Dil ise gerçeğin doğrulanmasında bir gözlük gibi düzeltici görevini görse de gerçeği bazen eğip bükebilir. Zira sözcükler bireyin kendi beyninin içkin yorumlarıdır. Ve, veya nitekim gibi anlamı olmayan sözcükler, cümlelerin yanlış kurulumu, hortlak gibi karşılığı olmayan sözcükler ve anlamları birbirinden farklı bay, herif gibi kelime seçimleri hep gerçeğin tanımlanmasında güçlükler yaratırlar. Bu bağlamda ayrıca Edward Sapir ve Benjamin Wohrf ın ortaya koyduğu ‘dilin göreceliği yada görecelik kuramı ’benzer bir sorunu ortaya koyar. Buna göre bazı düşünceler ancak belli dillerde anlatılabilir. Bu nedenle dil görecelidir. Örneğin, Alman kültürünün yansıdığı dil ile Türk kültürünün yansıdığı Türkçe arasında akraba ve renk ayrımlarında farklılaşma görülür. Bu sorun öğrenenlerin seçici bir yaklaşım sergilemeleriyle aktarımda ve anlamlaştırmadaki güçlükler giderilebilir. Benzer doğrultuda Searle’nin dil eylem kuramına göre, dili kullanmak demek kurala dayalı bir davranış biçiminde (eyleminde) bulunmak demektir. Yani Almanca öğrenen birisi eyleme geçebilmesi için Almanlar gibi düşünebilmeli ve davranabilmelidir. Bu durum öğrenenin hedef dil kurallarını bilmesini ve kültürel şemanın oluşmasını gerekli kılar. Örneğin; Türkçedeki vatan kavramı ‘Anavatan’ metaforu benzetmesiyle kavramlaştırılırken Almancada ‘Baba vatan’ metaforu üzerinden tanımlanması. Almanca öğrenen bir Türk öğrenci anavatan demek isterken karşı tarafa anlamlı çağrışımlar uyandırmak için düşünüp Baba vatan demesi gerekecektir. Ev metaforu (Homeland) nu kullanmak aklına gelmeyecektir. Aynı anlamın farklı şekilde dilselleştirildiğini anlayacaktır. ( Frege .1994) Dilin ekin bilgisi sonucunda oluşan düşünce şeklini ortaya koyduğu düşünüldüğünde Alman toplumunun yapısının ataerkil bir yapıya sahip olduğu ortaya çıkacaktır

Seçili materyaller yardımıyla: hedef dilin kültürel anlamlarının tanıtılması, kültürel şema oluşturma, ön yargıları ortadan kaldırarak öğrencilerde kendi görüşlerini üretme becerisini geliştirme, farklı kültürlerde oluşan farklı davranış biçimlerini belletmek, kendi kültürü ile hedef kültür arasındaki benzer ve farklı yönleri kavramak, kendi kültürünü tanıtmak hedef kültürde tartışma sürdürebilmek için dil ve kültür eğitimi birlikte yapılmalıdır. Bu amaca ulaşmak için yöntem materyaller kadar uygun öğretmen tutumlarına ve anlayışlarına da ihtiyaç vardır. Dil öğretiminde. Basılı materyaller içinde yazın türleri ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bütün ögeleriyle dil bir kurgulama ürünü olduğu düşünülürse yazınsal türler dilsel malzemenin ikici kez kurgulanmış halini yansıtır. Her yazınsal yapıt o dilin kültürel bir görünümüdür. Zira her dilsel bildirim belli bir sosyo kültürel bağlamda gerçekleşir. Anlam yorum yoluyla ortaya çıkar burada dilsel kodların kültürel bağlamda değerlendirilmesi ve yordanması gerekir.

Yazında dil ve düşünce bir bütün oluşturur. Bir kültürü, dünya görüşünü yansıtır. Örneğin, Ortaçağda kilisenin ‘dünya düzdür’ öğretisi üzerine kurgulanmış B.Brechtin ‘Galileo Galile’in hayatı’ adlı yapıtındaki Galileo’nun doğruları yadsıması engizisyonun ne olduğunu nasıl bir işlevi yerine getirdiğinin göz ardı edilmesiyle anlaşılamaz. Burada dil kodlarının tarihsel

bilmeden H.Böll’ün ‘Sayılmamış Sevgili’ hikâyesindeki ayakları kesik savaş mağduru eski askerin genç ve güzel kadına olan bir anlık tutkusunu anlamak mümkün değildir. Burada dil kültürel bağlamda ironikleştirme aracı olarak kullanılmıştır. Aynı doğrultuda Schneider’in vurguladığı dilin yansıma özelliği bağlamında W.Borchert’in metaforik bir başlıkla yazdığı ‘üç karanlık kıral’ öyküsü dini bağlamda ‘üç kutsalın öyküsü’ bilinmeden çözümlenemez. Bir anlamda dil-kültür-düşünce birleşimini oluşturan metadile ihtiyaç duyulur.

Öte yandan dili öğretenlerin, kültürel farkındalığı yüksek, kendi kültürünü iyi özümsemiş, kendi diline ve hedef dile hakim olması ve hedef kültür ile ilgili bilgi edinme yollarını bilmesi gerekmektedir.(Peterson & Coltrane, 2003). Ayrıca hedefleri sınıfta ne amaç dille ilgili yargılamada bulunmak ne de hedef kültürü olduğundan farklı göstermeye çalışmak olmalıdır. Öğrencilerin hedef dilin kültürü ile ilgili meraklarını uyandırmak ve bu çerçevede yabancı dil sınıfını sadece dilin öğretildiği bir ortam değil aynı zamanda konuşmacılar arasında çeşitli öğrenme ortamlarını sunmak olmalıdır. Straub’a göre (1999) öğretmenlerin öncelemesi gereken nokta öğrencilerde hedef kültürü öğrenmeden önce kendi kültürleri konusunda farkındalık oluşturmak ve bunu karşı kültürü öğrenirken karşılaştırma yapmalarına yardımcı olmalarını sağlamaktır.

SONUÇ

Her dil, yeni bir yaşam ve düşünce tarzını içerir. Bu nedenle yeni bir dil öğrenmek bir bakıma yeni bir kültürü, yeni bir düşünceyi ve yeni bir bakış açısını öğrenmeye başlamak demektir. Dil öğretimi, bir kültür aktarımıdır. Bu bağlamda hedef dilde anlatmak istediğimiz duygu ve düşünceler, dil bilgisi kurallarının yanı sıra, dil-kültür öğretimini de zorunlu kılar. Bu durum uygun dil kültür ilişkisini doğru yansıtan uygun basılı ve işitsel görsel materyallerin bilinçli seçimiyle gerçekleşir. Hedef dilin kültürü ile öğrenenin kendi kültürü arasında olan eylemsel ve düşünsel farklılıklar, yakınlıklar uzam ve zaman boyutlarında zihinsel yaşamdan somut yaşama aktarılarak daha anlaşılır hale gelir. Öğrenen yeni kültürel öğelerin birçok ortak davranışın oluşturduğu üst kültür birlikteliğinin sanıldığı kadar güç olmadığını görerek öğrenme