• Sonuç bulunamadı

Noam Chomsky, dilin doğuştan geldiğine ve bunun bir şekilde “dil yetisini ortaya çıkaran genlerin bir ifadesi” olduğuna işaret eder. Dil ile ilgili olarak doğuştan gelen şeyin dil yetisine mi özgü olduğu, yoksa zihnin başka parçalarının bir bileşkesi mi olduğu sorusunun sorulabileceğini, bulguları neticesinde ise onun, dile özgü olduğu noktasına ulaştığını ifade eder (Chomsky, 2014,

olmadığının belirlenmesi olduğunun altını çizer. O, ayrıca bir ifadenin yorumlanmasında hangi özelliklerin dil yetisinin bir parçası ve hangi özelliklerin düşünce dilinin anlam özelliklerine ait olabileceği; ya da beynin, sadece dile adanmış parçalarının olup olmadığının, araştırılması gereken diğer mevzular olduğuna dikkat çekmiştir (Chomsky, 2014, s.61-62).

Aksan ise, dil yeteneğinin, insanın diğer canlılardan farklı olan yaradılışıyla düşünme yeteneğiyle yapıcılığıyla sıkı sıkıya bağlı olduğunu vurgular. Dilin daha çok konuşma

yeteneğiyle ilişkili olduğunu ve büyümekte olan bir çocuğun, kendisini bir anadili içerisinde

bulduğunu, bu dilin seslerini duyarak ve tekrar ederek söz konusu ses dizgesini zihnine kodladığını dile getirir (Aksan, 2000, s. 50-52).

Tore Janson, yetişkinlerin sunduğu örneğe yetişemeyen çocukların, kendi başlarına dil oluşturmak zorunda kaldıkları durumlardan söz ettiği Dillerin Tarihi adlı eserinde, söz konusu durumda ortaya çıkan dil bilgisi sistemlerinin, her insanda zaten doğuştan var olduğu ve diğer insanlardan edinilen herhangi bir örnek olmadığı halde bile kendini gösterdiği varsayılan bir tür evrensel dilbilgisi örnekleri olabileceği sonucuna varmıştır (Janson, 2016, s. 245-246). Bununla birlikte o, dillerin doğuştan gelen bir evrensel dilbilgisinden türediği görüşünün, olası tek açıklama olmadığının; hatta bunun doğuştan gelen dilsel yatkınlık çalışmalarıyla doğrudan ilintili olamayabileceğinin (s.247) de altını çizerek açık kapı bırakmıştır.

Öte yandan Bickerton, bunu daha da ileri taşıyarak sadece insan türünün değil; diğer bazı canlı türlerinin de dil geliştirme yeteneklerinin olduğunu, dahası bu türlerin, dilin, çok kaba biçimlerini öğrenme yetisine sahip olduklarının deneysel olarak kanıtlandığını ve yeterince karmaşık beyne sahip tüm türlerin bir tür kök-dil edinebileceğini savunmuş; buna karşılık söz konusu türlerin böyle bir ihtiyaca gereksinim duymadıklarını vurgulamıştır (Bickerton, 2016, s. 30).

Oysa Başkan (2003, s.36), sesleri, dil sözcüklerine dönüştürebilen ve gerçek bir bildirişim yaratmış tek türün insan olduğunun ve insan türüne özgü ayrı bir dil yeteneği bulunduğunun altını çizer. Ayrıca insanoğlunun doğuştan gelen bir dil yetkinliğine sahip olmasından ötürü konuşmasının değil, konuşmamasının kuraldışı olduğunu belirtir (Başkan, 2003, s.88) ve dil

yeteneğine dayanarak eldeki sayılı sözcüklerden ve sayılı dilbilgisi kurallarından yararlanılıp

sonsuz sayıda yeni cümle oluşturulabileceğinin altını çizer (Başkan, 2003, s. 201).

Aslında bu görüş, dilin üreticiliği üzerinde duran ve üretici- dönüşümsel dilbilgisini ortaya atan Chomsky ve ekolünün, “konuşan bireylerin hiç söylemedikleri ve duymadıkları sonsuz sayıda cümleyi oluşturup yorumlamalarını sağlayan bir yeteneğin varlığı” (Vardar, 2001, s.54). savıyla birebir örtüşmektedir.

Chomsky “her çocuğun, kusursuz bir İngilizce bilgisiyle doğduğunu iddia edemeyiz. Buna karşılık, çocuğun kusursuz bir evrensel dilbilgisi bilgisiyle yani dil edinirken, daha önce anlatılan biçimde kullandığı değişmez bir şemalaştırmayla doğduğunu düşünmememiz için ortada hiçbir neden yoktur” der (Chomsky, 2002, s.276).

Perrot’a (2006, s. 11) göre ise, dil yetisi, insanlar arasında bir iletişim aracıdır ve toplum hâlinde yaşadıkları her yerde ortaya çıkar; fakat kural olarak tektir ve insanın, düşünce içeriklerinin konuşmanın ürettiği seslerle birleşmesine dayanan bir işlevini temsil etmektedir. Ona göre bu birleşme, dil yetisi sözcüğünü, en dar ve en belirgin anlamıyla sınırlandırmaktadır. Görsel ve işitsel dil yetisinin de varlığından söz eden Perrot, asıl önemli olanın “konuşulan” bir

Bu konudaki tek tartışma noktası, bu yeteneğin, insan kafasında doğaçtan düşünceler biçiminde zaten var mı olduğu, yoksa yavaş yavaş belli bir eğitim sonunda mı edinildiğidir” (Başkan, 2003, s.202). Üretimsel dilbilgisinin savunucusu Chomsky’nin doğaçtancılık görüşüne göre insandaki

dil yeteneği insan zihninde daha doğuştan yerleşiktir. Bunun yanı sıra büyük bir çoğunluk ise dil yeteneğinin varlığını kabul etmekle birlikte toplumsal ortamın temel etken olduğunu

savunmaktadır (Başkan, 2003, s.240-241).

Dil yetisine dair belki de en çarpıcı görüş; Chomsky’nin dilin doğuştan geldiği iddiasına

karşılık; Ferdinand de Saussure (ö.1913)’ün “dil yetisinin insan bireyinde bulunduğu düşünülen bakış açısının yanlış olduğu” yönündeki iddiasıdır. Ona göre; insan, eklemli bir dile sahip olarak doğmaz; eklemli dil için düzenlenmiş bir insan olarak doğar. Dil toplumsal bir olgudur. Dolayısıyla insan, konuşmak için düzenlenmiştir ve aygıtını yalnızca kendisini çevreleyen toplum içinde ve onlar sayesinde kullanabilir (Saussure, 2014, s. 177). Onun için “dil yetisi, bir olgudur; insanda bulunan bir yetinin işletilmesi, icrasıdır. Dil, bu olgunun bir bireyler topluluğunda ve belli bir çağda aldığı uyarlı biçimlerin tümüdür (Saussure, 2014, s. 133).

Ayrıca dili, toplumsal ve bireysel olan dil olarak iki kısma ayıran Saussure, bireysel dil (söz), toplumsal olan dilin kişi tarafından gerçekleştirilmesi, özel kullanılışıdır, görüşündedir. Bir başka deyişle kişinin çeşitli yetenekleri, bilgi ve kültürü ile kişisel özelliklerine göre gerçekleşir. Örneğin; aynı aileden iki kardeşin bile dili kullanımlarındabir takım farklılıklar olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu durum, dilin kişinin ruhsal durumuyla en önemlisi de

yetenekleriyle ne kadar ilintili olduğunun göstergesidir (Saussure, 1931, 29’dan aktaran Aksan,

2000, s. 52). Bu açıdan Aksan (2000) da Saussure’ün “dilin, birey tarafından özel kullanılışı” tespitini yerinde bulmaktadır.

Spolsky (1990) ve Littlewood (1989) gibi bazı araştırmacılara göre ise; tek bir faktör olmayıp bir dizi beceriyi kapsayan dil yeteneği, Carroll (1991)’a göre, bir dizi hızlı öğrenme kabiliyetidir (Yalçın Arslan ve Kılıç, 2016, s. 89).