• Sonuç bulunamadı

RORTY’NİN PRAGMATİK EPİSTEMOLOJİSİNDE DİLİN DOĞASI VE İŞLEVİ ÜZERİNE

Doç. Dr. Ferhat Akdemir, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü, Samsun/TÜRKİYE

ferhat.akdemir@omu.edu.tr

ÖZ

Bu bildiride, çağdaş liberal siyaset felsefesinin özgün isimlerinden olan ünlü Amerikalı filozof Richard Rorty’nin dilin doğası ve işlevi üzerine olan görüşleri irdelenecektir. Bilindiği üzere, Rorty önemli bir siyaset felsefecisidir ancak onun siyaset felsefesi büyük ölçüde epistemolojik kabullerine dayanmaktadır. Dolayısıyla, onun felsefesinin bütüncül resmini yakalamak için öncelikle dilin doğasına ve işlevine ilişkin görüşlerini kavramamız gerekmektedir. Ona göre, felsefe tarihinde dil, genellikle, dünyayı resmeden bir araç gibi görülmüştür; buna bağlı olarak da doğruluk insan zihnindeki ide/tasavvur ile dış dünyadaki gerçekliğin bir örtüşmesi, uyuşması olarak yorumlanmıştır. Ne var ki, Rorty’e göre, dilin dünyayı resmettiği iddiası “büyük bir yalan”dır; çünkü, dil, insanların tarihsel süreç içerisinde karşılaştıkları sorunları çözmek için ürettikleri bir araçtan başka bir şey değildir. Bu bağlamda dil, kültür dünyasının bir ürünü olduğu için onun ne dünyayı olduğu gibi resmetmesinden ne de evrensel ve mutlak bir doğruluğu ifade etmesinden söz edilebilir.

İşte bu bildiride, Rorty’nin, yukarıdaki gibi özetlemeye çalıştığımız ve büyük ölçüde “özneler arası konsensüs” olarak tanımlanabilecek olan dil anlayışı felsefi bir incelemenin o-konusu yapılmaya çalışılacaktır.

Anahtar Sözcükler: Richard Rorty, epistemoloji, dil, özneler arası konsensüs ABSTRACT

In this assertion will examine that Richard Rorty’s views on the function and nature of language who one of the orginal names of contemporary liberal political philosophy. As we know, Rorty is an important political philosopher, but his political philosophy is largely based on epistemological assumptions. Therefore, to capture a holistic picture of his philosophy, we must first understand his views on the nature and function of language According to him, language is often seen as a means of representing the world in the history of philosophy; accordingly, the truth is interpreted as an correspondence of the idea in the human mind and the reality in the world. However, according to Rorty, the claim that language represents the world is ’a great lie’; because language is nothing more than a means that people produce to solve the problems they face in the historical process. In this context, since language is a product of the world of culture, it can be mentioned that it does not portray the world as it is, nor does it express a universal and absolute truth. In this assertion, it is tried to be the subject of a philosophical analysis of Rorty’s view on language which is trying to summarize as above and which can be defined as “intersubjective consensus” to a large extent.

Key Words: Richard Rorty, epistemology, language, intersubjective consensus

GİRİŞ

Richard Rorty 20. yüzyılın önde gelen post-modern filozoflarından birisidir. İlgi alanı öncelikle siyaset felsefesi olsa da, bu felsefenin dayandığı bir epistemoloji söz konusudur. Yani epistemolojiye ilişkin görüşleri, bir diğer deyişle bilginin mahiyetine, kaynağına ve kapsamına, doğru bilginin ölçütüne ilişkin görüşleri onun felsefi sisteminin hareket noktasını oluşturmaktadır. Dolayısıyla felsefesini bir bütün olarak kavramak için öncelikle onun dilin doğası ve işlevi üzerine temellenen epistemolojisini kavramamız gerekmektedir. Bu bildiride biz de Rorty’nin dil felsefesi yani dilin kaynağına, işlevine ve amacına ilişkin görüşleri üzerinde durmaya çalışacağız.

Rorty’nin yanıt aradığı temel soru “doğru”nun/“doğru bilgi”nin ne olduğu ve ona nasıl ulaşılabileceği sorusudur. Bir başka deyişle, biz doğruluk ile neyi kastediyoruz ve onu nasıl tanımlıyoruz; dolayısıyla da ona nasıl ulaşabiliriz? Ünlü Amerikalı filozof Whitehead nasıl ki bütün felsefe tarihini Platon’a düşülmüş bir dipnot olarak görüyorsa, Rorty de, felsefenin tarihsel hikayesinin

gerçekliğin örtüşmesi ve uyuşması olarak gören mütekabiliyetçi, uyuşmacı doğruluk anlayışının bir hikayesinden başka bir şey değildir. Bu anlayışa göre, “bilmek” bir temsil etme, gerçeği olduğu gibi yansıtma işlemidir. Burada zihne biçilen misyon dolayısıyla Rorty (2006), onu bir aynaya benzetir ve bu türden bir epistemoloji anlayışını da “ayna metaforu” ile somutlaştırmaya çalışır. Bu metaforun tarihsel izleğini sürdüğümüzde ilk çağdan Platon’a, modern dönemden ise Descartes, Locke ve Kant’a kadar yol alırız. Rorty’e göre analitik felsefe geleneği de bu üç büyük modern filozofun açtığı patikadan yol alan bir gelenektir. Daha açık konuşmak gerekirse, analitik felsefe de, aslında zihnin yerine dili ikame eden bir felsefedir; dolayısıyla o da, epistemoloji merkezli bir felsefedir. Onun ifadeleriyle (2006), “Analitik felsefe… Kantçı felsefenin bir versiyonu; özde temsili zihinsel bir şey olarak değil, dilsel bir şey olarak düşünmekle… dil felsefesini gözetmekle… seçkinleşen bir versiyonudur.”

Temsilin aracı olarak ister zihni isterse de dili alalım sonuç değişmez. Sonuç olarak her ikisinde de merkez kavram ayna metaforudur. Rorty’e göre, bu metaforu merkeze alan felsefenin temel amacı insânî bilginin değişmez ve kesin “temelleri”ni bulma çabasıdır. Yani modern felsefenin ana gayesi tarihten ve zamandan bağımsız, insânî ilgilerden arınık, bütünüyle saf ve soyut, mutlak ve evrensel gerçeği bulmaktır. Ancak böylesi bir gerçeklik Rorty’e göre mevcut değildir. Ona göre, gerçekliğin insan zihni dışında bir karşılığı yoktur. Gerçek(lik), insan zihninin dışında olan ve

algılanan bir şey değil, aksine insan zihni tarafından oluşturulan, üretilen bir şeydir. Aynı şekilde

“doğruluk” da “dış dünyanın bir niteliği değil, sadece dil içerisinde değerlendirilen ve biçimlendirilen tümcelerin bir niteliği olabilir” (Kundakçı, 2015). Dolayısıyla doğruluk, “insani alanı aşan bir şeyin doğru temsili değil, insanların kendi aralarındaki “öznelerarası linguistik konsensüsüdür” (Zabala, 2009). Aşağıdaki satırlar Rorty’nin (1995) bu konudaki görüşlerinin en özlü ifadesi gibidir: “Hakikat orada, dışarıda olamaz –insan zihninden bağımsız var olamaz- çünkü tümceler bu şekilde var olamaz. Dünya orada, dışarıdadır, ama dünyaya dair betimler orada, dışarıda değildir. Yalnızca dünyanın betimleri doğru ya da yanlış olabilir. Kendi başına dünya doğru ya da yanlış olamaz.”

Dolayısıyla, yine onun ifadeleri ile (1995), “hakikatin orada, dışarıda olmadığını söylemek, basitçe, tümcelerin olmadığı yerde hakikatin de olmadığını, tümcelerin insan dillerinin ögeleri olduğunu ve insan dillerinin insan yaratımları olduğunu söylemektir.” Rorty’nin bu temel tezinin arkasında yatan varsayım onun dilin doğasına, işlevine ve gerçeklikle ilişkisine dair görüşlerinde yatmaktadır. Ona göre, dilin doğası diye bir şey yoktur; dil veya zihin, sadece dünyayı, kendimizi ve birbirimizi betimlemekte kullandığımız birçok söz dağarına (vokabülerine) sahiptir. Bunlar da tabiatı itibariyle olumsal nitelikte olup, nihayetinde bir insan yaratımıdır. Rorty’nin ifadeleri ile (1995), “dünya konuşmaz, sadece biz konuşuruz.” Bunun anlamı şudur: “Dünya, kendimizi bir dile programladıktan sonra, belli inançlara sahip olmamıza neden olabilir. Ama dünya bize konuşacağımız bir dil öneremez. Bunu yalnızca başka insanlar yapabilir” (Rorty, 1995). Dolayısıyla da gerçeklik dediğimiz şey aslında “özneler arası bir uzlaşım”dan başka bir şey değildir. Bir diğer ünlü postmodernist filozof Gianni Vattimo’nun ifadesiyle (Zabala, 2009; Vattimo, 1999), “gerçeklik insanlar arasındaki tarihsel diyaloğun bir sonucudur; gerçekliğin özüne rastladığımız için mutabık olmuyoruz, mutabık olduğumuzda gerçekliğin özüne rastladığımızı söylüyoruz.”

Rorty yazılarında, pragmatik gelenekten gelsin gelmesin bir çok isme sıklıkla referanslarda bulunur. Hatta Rorty’nin bir yandan Wittgeinstein, Dewey, Heidegger ve Thomas Kuhn’dan, diğer yandan ise Davidson, Putnam, Quine ve Sellars gibi isimlerden etkilendiği genel bir kabuldür. Ancak bunlar arasında iki isim, Wittgeinstein ve Thomas Kuhn ön plana çıkıyor gibidir. Kanımızca Rorty’nin dil anlayışının şekillenmesinde bu iki ismin özel bir yeri ve Rorty’i üzerinde özel bir etkisi var gibidir. Şöyle ki, Wittgenstein’ın Rorty üzerindeki en büyük etkisi felsefî literatüre kazandırdığı “dil oyunları” kuramı olmuştur. Rorty felsefî kariyerinin başlarında pozitivistler ve analitik filozoflar gibi felsefî sorunların aslında dilin yanlış kullanımından kaynaklandığını düşünmekte idi. Fakat daha sonra Kant’ın dogmatik uykusundan Hume sayesinde uyanması gibi o da Wittgenstein’ı okuyarak, mantıksal

yansıtan bir ayna olmadığı, aksine onun insânî amaçlar için tasarlanmış, problem çözümünde kullanılan bir alet kutusu olduğunu kabul eder. Konu ile ilgilenen herkesin bileceği gibi Wittgenstein

Felsefî Soruşturmalar’ında geliştirdiği dil oyunu kuramında dili bir alet kutusuna, sözcükleri de bu

kutudaki aletlere benzetiyor ve bir sözcüğün anlamını bir yandan onun oyundaki misyonu diğer yandan da problem çözmedeki işlevi belirliyordu. Onun içindir ki Wittgenstein (1998), “bir sözcüğün anlamı onun dildeki kullanımıdır” diyordu. Bir başka ifade ile, Wittgeistein’a göre, “bir anlama sahip olmak bir dil oyununda bir yere sahip olmaktır.” (Rorty, 1995).

Rorty de Wittgenstein’dan etkilenerek onun “dil oyununa” ya da “alet kutusuna” benzer “söz dağarı”nı felsefî literatüre kazandırır. Rorty’e göre bizim gerek kendimizi gerekse dış dünyayı betimlemek, tanımlamak için kullandığımız dilimiz, tarihsel olarak ortaya çıkmış olan “olumsal” söz dağarlarından ibarettir. Bu söz dağarlarından hiç birisi gerçekliğe tekabül etmesi açısından diğerlerinden daha “doğru” olmadığı gibi, bir söz dağarının diğerinden daha doğru olduğunu iddia etmenin de olanağı yoktur. Sadece onların göreceli olarak daha kullanışlı “metaforlar” ürettiğini söyleyebiliriz. Bu anlamda düşüncenin tarihi de doğruya ve hakikate gitgide daha fazla yakınlaşmanın değil, şeyleri sürekli yeniden betimleyerek –biraz da rastlantısal olarak- daha kullanışlı metaforlar üretmenin tarihidir.

Rorty’e göre epistemoloji merkezli Batı felsefesi de bir söz dağarıdır ve din, ahlak, sanat, doğruluk ve adalet gibi sözcükler bu söz dağarı içerisinde sadece farklı bir anlam kazanmaktadır. O sözcükler, daha başka söz dağarlarında daha başka anlamlar kazanabilirler. Burada ise o, bu söz dağarlarının değişimi ve dönüşümü konusunda Thomas Kuhn’un “paradigma”sına müracaat eder (Kaya, 2006). Hatırlanacağı üzere Kuhn, paradigma sözcüğünü felsefî literatüre kazandırdığı Bilimsel

Devrimlerin Yapısı isimli klasik çalışmasında, bilimin kümülatif olarak ilerleyen çizgisel bir karaktere

sahip olmadığını, her bilimsel etkinliğin sadece bir paradigma içerisinde gerçekleştiğini ve aslında bilimsel ilerleyişin paradigmalar arası geçişten ibaret olduğunu iddia ediyordu. Bir paradigmanın bir diğerinden daha doğru olduğunu iddia etmenin de olanağı yoktu, o sadece kendisinden önceki paradigmaların çözümsüz bıraktığı bazı soruları çözüyordu (Kuhn, 2000). Rorty (1995) de Kuhn’un etkisi ile bir söz dağarının diğerinden daha doğru olduğunu iddia etmenin olanaksız olduğunu söyler: “Alternatif dil oyunlarının örneklerini –eski Atina politikası karşısında Jefferson’ın politikası, Aziz Pavlus’un ahlaki sözcük dağarı karşısında Freud’unki, Newton’un jargonu karşısında Aristotales’inki, Blake’in deyimleri karşısında Dryhden’kileri- ele aldığımızda, dünyanın bu dil oyunlarından birini öbüründen daha iyi kıldığını, ve bunlar arasında bir seçim yapmaya zorladığını düşünmek zordur.”

Peki burada seçimi dünya değilse, kim yapmaktadır ve bu seçimin kriteri ne olmaktadır? Yani hangi dil oyununu ve sözcük dağarını seçeceğiz ve neden seçeceğiz? Rorty’e göre bu seçimi ne dünya, ne doğa, ne de Tanrı yapacaktır. Seçimi yapma görevi sadece ama sadece insana aittir. İnsan da bu seçimi katı rasyonel ölçütlerle yapamayacağı gibi salt keyfî duygulanımlarla da yapamaz. Hangi sözcük dağarını seçeceğimiz ve buna bağlı olarak şeyleri nasıl anlamlandıracağımız, biraz da onların bizim hayatımızda işlevsel olarak ne ifade ettikleri, sorunlarımızın çözümüne ne kadar katkı sundukları, kısacası ne kadar kullanışlı oldukları ile ilgilidir. Doğrusu, Rorty’nin de içerisinde yer aldığı pragmatik epistemolojiye göre, “doğruluk, soyut, sözde metafizik bir sorun değil; her zaman somut fikir, ilişki ve olgulara işaret eden pragmatik bir sorundur.” (Türer, 2009). Bu noktada, Nietzche’nin “hakikat gerçeklikle tekâbüliyet meselesi değildir, hakikat dediğimiz şeyler sadece yararlı yalanlardır” aforizmasına müracaat eden Rorty (1982), gerçekliğe ilişkin önermelerin olguya karşılık geldiği, ona uygun olduğu için doğru olmadığını; bu yüzden bir önermenin ne tür bir gerçekliğe karşılık geldiği ya da bu önermeyi neyin doğru yaptığı konusunda meraka kapılmaya hiç gerek olmadığını söyler.

SONUÇ

dilsel bir konsensüstür. Bu durumda da insanın ve dünyanın üstünde, onu aşan ya da kuşatan mutlak doğruluk ölçütlerinden söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla doğruluk zihindeki bir ide ile dış dünyadaki bir gerçekliğin örtüşmesi/uyuşması meselesi olmadığı gibi, doğruluğun/hakikatin kaynağı da ne rasyonalist filozofların iddia ettiği gibi insan zihnidir, ne empristlerin ileri sürdüğü gibi dış dünyadır ne de mistik ve metafizikçi filozofların düşündüğü gibi Tanrı’dır. Hakikat basitçe ve sadece özneler arası bir konsensüstür. Doğrusu bu yaklaşımın, bildirimizin başında da ifade ettiğimiz gibi bir takım sosyal ve siyasal sonuçlarının olacağı da muhakkaktır. Ancak bu mesele bizim bildirimizin maksadını ve sınırlarını aştığı için, şu kadarını söylemekle yetinelim ki, böylesi bir epistemolojinin toplumsal yaşamdaki karşılığı ironizm ve dayanışma, siyasal yaşamdaki karşılığı da liberalizm olmaktadır. Buradaki ironizm, genel ifadelerle, kişinin sahip olduğu sözcük dağarının olumsallığının ve kendisini ne kadar sınırladığının farkında olması ve bu nedenle de başka söz dağarları ile iletişim kurarak kendisini inşâ etmeye çalışmasıdır. Ancak daha da önemlisi, onları hakikatin bilgisinden tamamen yoksun görmemesidir. Liberalizm ise, Rorty de ekonomik ya da siyasal bir sistemin adı değildir. O ulaşılması arzulanan bir toplum projesidir. Bu da herkesin, herkesin olumsallığının farkına vardığı dolayısıyla metafizik ve özcü iddiaların terk edildiği ve bu yolla herkesin bir diğerinin özgürlüğünü onayladığı bir toplum projesidir.

KAYNAKÇA

Kaya, F. G. (2006). Richard Rorty’e Giriş. Richard Rorty, Felsefenin ve doğanın aynası, (çev. Funda Günsoy), (ss. XVII- XXIV), İstanbul: Paradigma Yayınları.

Kuhn, T. (2000). Bilimsel devrimlerin yapısı, (çev. Nilüfer Kuyas), İstanbul: Alan Yayıncılık.

Kundakçı, D. (2012) Rorty’nin Liberal Demokrat Toplumu ve Zulüm Üzerinden Temellendirilen Postmodern Bir Ütopya.

FLSF (Felsefe ve sosyal bilimler dergisi), 14, 43-64.

Ömer, F. (2001). Richard rorty ve “felsefenin ve doğanın aynası, Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Rorty, R. (1995). Olumsallık, ironi ve dayanışma, (çev. Mehmet Küçük-Alev Türker), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Rorty, R. (2006). Felsefenin ve doğanın aynası, (çev. Funda Günsoy), İstanbul: Paradigma Yayınları.

Rorty, R. (2008). Demokrasi ve felsefe. (çev. Şeyda Öztürk), Cogito 54, 260-271. Rorty, R. (1982). Consequences of pragmatism, Minneapolis: University of Minneapolis. Türer, C. (2009). Pragmatizmin doğruluk evi. Bilimnâme, XVII/2,165-185.

Tüzer, A. (2009). Din ve rasyonalite: postmodern bir yaklaşım, Ankara: Lotus Yayınları.

Vattimo, G. (1999). Modernliğin sonu: postmodern kültürde nihilizm ve hermenötik, (çev. Şehabettin Yalçın), İstanbul: İz Yayıncılık.

Wittgensetin, L. (1998). Felsefî soruşturmalar, (çev. Deniz Kanıt), İstanbul: Küyerel Yayınları.

Zabala, S. (2009). Diyalog: metafizikten sonra dinin geleceği nedir?. Dinin geleceği, (ed.) Santiago Zabala, (çev. Rahmi G. Öğdül), (ss. 57-85), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU’NUN EMİLE’İNDE (BİR ÇOCUK