• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KURAMSAL ÇERÇEVE

1.1. Yaşlanma ve Yaşlılık

1.1.3. Yaşlılık Döneminin Genel Özellikleri

Yaşamın her döneminin kendine ait belirli özellikleri olduğu gibi yaşlılık döneminin de birtakım özellikleri bulunmaktadır. Yaşlılara verilen hizmetlerin etkinliği ve uygulanabilirliğini değerlendirebilmek için öncelikle yaşlılık döneminin özelliklerini analiz etmemiz gerekmektedir.

Sevil (2005: 53-54)’ e göre yaşlılık döneminin özelliklerinden;

Psikolojik özellikleri; Hislerin azalması, yalnızlık korkusu, özgüvenin azalması, hastalık ve ölüm korkusu, çekingenlik, ümitsizlik

Fizyolojik özellikleri; Zihinsel etkinliklerde ve bazı organlarda gerileme, çevreye karşı artan duyarlılık, duyu organlarında zayıflama, güç azalması ve yetmezlik

Sosyal Özellikleri; Otorite kaybı, rol ve statü değişikliği, aile ile ilişkilerinde sorun, üretici olma durumundan çıkıp tüketici olma durumuna geçme, başkalarının yardımına gereksinim duyma, faydalı olamama ve arkadaş ve dost bulamama olarak ifade edilmiştir.

Fizyolojik, psikolojik ve sosyal özelliklerine ek olarak yaşlı bireylerin çocuklarıyla, akrabalarıyla, arkadaşlarıyla, komşularıyla olan ilişkilerinde yaşadıkları farklılıklar, değişen sosyal roller, ulaşım ve barınmaya ilişkin zorluklar, zaman kullanımında yaşlanma sürecine bağlı yaşanan güçlükler, hayatlarının her evresinde olmasa da zaman zaman, karşısına baş etmek durumunda kaldıkları yeni sorunlar olarak çıkabilmektedir. (Önal Dölek, 2011: 26)

Bu dönemde karşı karşıya kalınan kronik hastalıklar ve yetersizlikler yaşla birlikte artmakta ve günlük yaşam aktiviteleri konusundaki yardıma duyulan ihtiyaçta da artış göstermektedir. 2003 yılında yapılan Ulusal Sağlık Görüşmeleri Anketi araştırmasından elde edilen verilere göre 65-74 yaş aralığındaki yaşlı bireylere kıyasla 85 yaş ve üstü bireyler yedi kat daha fazla başkalarının yardımına ihtiyaç duymaktadır. Bu araştırma, aynı zamanda yaşlı kadınların, yaşlı erkeklere göre daha çok kişisel yardıma ihtiyaç duyduklarını göstermektedir (Benjamin ve Chan, 2006: 425).

Bireylerin artan yaşlarıyla birlikte başka bireylere olan ihtiyacı artmakta ve günlük yaşam aktiviteleri sekteye uğramaktadır. Bu durum ise “yaşlılık” olgusunun olağan bir süreç gibi algılanmasını zorlaştırmakta ve korkulan ve kaçınılan bir dönem olarak algılanılmasına sebep olmaktadır. Bu dönemde karşımıza çıkan en belirgin özellik fizyolojik özellikler olmasına rağmen, artan yaşla birlikte psikolojik ve sosyal bazı durumlar da ortaya çıkabilmektedir. Özellikle, fizyolojik değişiklikler yaşlı bireyin hayatını etkilediği gibi aynı oranda aile fertlerinin de hayatlarını etkileyebilmektedir. Uygulanacak olan sosyal hizmet politikaları bu noktada kilit önem taşımaktadır.

Özellikle çalışmanın konusu olan evde bakım uygulamaları, bu aşamada bizlere yaşanılacak olan krizlerin çözüm anahtarını sunmaktadır.

Evde bakım uygulamalarının önemine değinilmeden önce, yaşlılıkta karşılaşılan psikolojik, fizyolojik ve sosyal sorunların analizinin daha ayrıntılı incelenmesi çalışmamız açısından daha sağlıklı olacaktır. Emiroğlu (1995: 23)’na göre bu değişimin psikolojik yönü başlıca üç grupta toplanmaktadır. Bunlar; fiziksel gerileme, statü kaybı ve ölüm korkusudur. Statü kaybı ile ilgili özellikler, saygınlığı kaybetme, belli yaşa gelince emekli olma, emekliliğe bağlı olarak gelir kaybına uğrama durumudur. Ölüm ile ilgili korku ise dinsel inançlara aşırı bağlılıktan, gerçekleştirilmek istenen amaçlara ulaşamama endişesinden ve yaşamın kısalığından kaynaklanmaktadır.

Yaşlılığın getirdiği psikolojik durumlara ek olarak, yaşlılık beraberinde bir takım fizyolojik değişikliler de meydana getirmektedir. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir; kan damarları, sinirler, vücut derisi ve diğer biyolojik dokular elastikiyetini kaybeder, damarlarda sertlik, eklemlerde dejenerasyon meydana gelir. İskelet yapısı bozulur, kemikler incelir ve kırılganlaşır. Refleksler ve hormonal aktiviteler yavaşlar. Genel dolaşım sisteminde ortaya çıkan bozulmalardan dolayı birçok sağlık problemleri yaşanır. Azalan kan basıncı, zihinsel aktiviteyi olumsuz yönde etkiler, kas ve diğer vücut organlarının etkililiğini azaltır. Tüm bunlardan dolayı yaşlılıkta birçok hastalık gibi felç ve kalp krizi riski de artar (Zastrow, 1991: 269).

En genel anlamıyla Emiroğlu (1995: 20)’na göre ise yaşlılıktaki fiziksel gerilemeleri üç grupta toplamak mümkündür. Bunlar;

1. Bedensel gerilemeler: Yürüme, koşma, boşaltım vb. bozukluklar,

2. Seksüel gerilemeler: Hormon ve üreme etkinliklerinin durması,

3. Entelektüel gerilemeler: Bellek kaybı, unutkanlık vb. belirtilerdir.

Ayrıca yaşlı bireylerde görme, işitme duyuları ve hareket yeteneği azalmakta, bu nedenle bireylerin kazaya yatkınlığı artmaktadır (Yaşam Kalitesi Rehberi 2003: 27).

Yaşlanma döneminin sosyal özellikleri de yaşlının hayatında önemli bir yer tutmakta ve bir takım değişikliklerin oluşmasına sebep olmaktadır.

Sosyal özelliklerin en önemlisi statü ve rol kaybının yol açtığı toplumda yaşlı bireylere karşı var olan bağımlı, eski moda, ikinci sınıf gibi tutumlar ve ön yargılardır. Kronolojik yaşı daha genç olanların yaşlılara yönelik bu olumsuz tutum ve davranışları ile kültürel ön yargılar, yaşlı bireylerin kendilerine ilişkin kişisel algılamalarını ve rollerine ilişkin davranışlarını etkilemektedir (Arber ve Evandrou, 1993: 11; akt., Danış, 2004: 18).

Kişinin yaşlılık döneminde yaşadığı fizyolojik, psikolojik ve sosyal sorunlar bir sarmal halinde onların hayatını etkilemektedir. En belirgin olan fizyolojik kayıplar sosyal aktivitelerini yeri geldiğinde doğrudan yeri geldiğinde ise dolaylı olarak etkilemektedir.

Yaşlı bireyler değişen sosyal koşullara, ortaya çıkan yeni teknolojiye ayak uydurmakta zorluk çekmektedirler. Özellikle kentlerde yaşayan ailelerde kadınların da çalışma yaşamına girmesinin etkisiyle yalnız kalabilmektedirler. Ailenin küçülmesi ve hareketlilik sonucu yetişkin çocukların yaşlılarına bakma imkanlarının azalması söz konusudur. Gittikçe daha az sayıda çocuğa sahip olma ve coğrafi uzaklık etrafta daha az sayıda evladın olmasına yol açmıştır, gelişime ve değişme aile ve akrabalar içindeki rol modellerini değiştirmiş, aile ve çevrenin sorumluluğu bir ölçüde topluma devrolmuştur (Koşar, 1996: 58-65)

Çalışma yaşamından ayrılmak, emekli olmak başlı başına insan hayatında sosyal olarak önemli değişiklik yaratan ve stresli bir olaydır. Emeklilikte, bireyin sosyal yanını devam ettirebileceği bir çevre bulması ve ona uyum gösterebilmesi önemli bir sorundur. Yaşamının büyük bir bölümünü işine ve işyerine adayan, adeta bunlarla özdeşleşen birey, emeklilikle birlikte kendisini bir boşluğun içinde bulmaktadır. Toplumla ilişkilerin zayıfladığı ve sınırlandığı yaşlılık döneminde bireyler giderek toplumdan uzaklaşmaya başlamaktadır (Danış, 2015a: 28 ).

Yaşlı kişilerin karşılaştığı bir başka sosyal sorun ise eşinin ölümüdür. Yapılan çalışmalar kadınların erkeklere oranla daha uzun yaşadığını göstermektedir. Bu nedenle kadınlar arasında eşin ölümünden sonra dul kalma olgusu daha yaygındır. Eşi ölen erkekler ise genellikle yeniden evlenmektedirler. Bu da toplum tarafından desteklenen bir durumdur. Oysa eşi ölen kadınların "dulluk" statüsünü kabul ederek yeniden evlenmesine pek sıcak bakılmamaktadır. Bu durumda, yaşlı kadınların yaşlı erkeklere oranla ekonomik ve sosyal güvence, yalnızlık gibi konularda daha fazla risk altında olduğu söylenebilir. Yaşlılık nedeniyle çalışma yaşamı dışında kalan kişinin gelirinde

azalma olduğu bir gerçektir. Bu nedenle yaşlı kişiler ülkenin içinde bulunduğu maddi krizlerden, sosyo-ekonomik sorunlardan daha fazla etkilenmektedirler. Eğer sosyal güvenlik kapsamında değillerse bu etkilerin boyutlarının çok daha ağır olacağı tartışılmaz olarak kabul görmektedir (İçağasıoğlu Çoban, 2005: 44).

Yaşlıların sosyal özelliklerinde yalnızlık duygusunu en derinden yaşamaları, ekonomik olarak gelir kaybı yaşamaları, alışmış olduğu düzenlerini sürdürememeleri, akran çevrelerini kaybetmeleri ve ölüm korkusu gibi nedenlerle sosyal kaygılar yaşamaları yaşlılık döngüsünün onların iç dünyalarında olumsuz bir şekilde yansımalar oluşturmasına neden olmaktadır.

Ayrıca toplumda yaşlılara karşı var olan önyargılar ve ayrımcılık da bir başka sosyal sorun kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin yaşlıların kullanımına göre düzenlenmemiş toplu ulaşım araçları, yüksek ve yürüyen merdiveni olmayan geçitler, sinema, tiyatro gibi sosyo-kültürel etkinliklerin düzenlendiği binaların yaşlılar için uygun olmayan biçimde düzenlenmiş olması yaşlı kişinin toplumsal yaşama katılmasını engellemekte onu eve kapanmaya, toplumdan uzak bir şekilde yaşamaya zorlamaktadır (İçağasıoğlu Çoban, 2005: 44). Bu nedenle, sosyal anlamda yaşlının izole olmaması için özellikle kentlerin düzenli ve planlı bir şekilde tasarlanması büyük önem taşımaktadır.