• Sonuç bulunamadı

3. MURAT GÜLSOY’UN HAYATI ve ESERLERİ:

4.18. Yaşamsal Geometri:

Hikâye, kitabın sonlarındaki pek çok diğer öykü gibi küçük parçalar hâlinde yazılmıştır. Bu da metni, küçürek öykü bağlamında inceleme imkânı sunmaktadır. Küçürek öykünün temel özelliklerinden olan yüz kelime kullanımı, kahramanlar ve olayla ilgili detaya girilmemesi ve hikâyenin ortasından başlama durumu, bu metinde de söz konusudur. Hikâyenin sınırları belirlenmemiştir. Kahramanın kim olduğuna, hangi amaçla bu düşünceleri taşıdığına dair hiçbir ayrıntı belirtilmemiştir. Bu çok boşluklu yapıda, boşlukları doldurma görevi okura bırakılmıştır.

Metnin oluşumunda, çağrışım uyandıran nesnelerin geometrik şekiller olması, resim/şekil-yazı ilişkisini akıllara getirir. Gerek Türk gerek dünya edebiyatında şekiller, resimler ve semboller sıklıkla kullanılmıştır. Özellikle İslam sonrası Türk sahasında yaygınlık kazanan Divan edebiyatında resim-yazı ilişkisi zaman içerisinde, önemini oldukça arttırmıştır. İslam’da insan suretinin resmedilmesinin sakıncalı

140

bulunması sebebiyle Divan edebiyatında nakkaşlar, şiirleri hayvan veya semboller şeklinde nakşetmişlerdir.

‘’İsmail Hakkı Baltacıoğlu'na sorarsanız, Arap alfabesi de figüratif yapısını koruyanlardandır. Önceleri "İslam Yazılarının Tarihçesi" ve "lslam San'atlerinin Tedkikine Medhal" başlıklı yazılarında ve sonraları daha olgun ve ciddi olarak "Türk Sanat Gelenekleri" ile Türklerde ‘’Yazı Sanatı’’ (1958) kitabında iddiasını geliştirir. Ona göre Arap harfleri insan gövdesi ve duruşlarıyla yakından ilgilidir. Bu iddiayı çizimlerle de ispatlamaya çalışır. Dolayısıyla hat sanatı insan figürlerinin sürrealist ve kübist istifiyle oluşturulmuş camaieu (tek renkli) resim sanatıdır, fikrini savunur.141

Bu sebeple harflerin kullanılışı bir anlama işaret etmektedir. Hattatlar tarafından en sık kullanılan harf bu bağlamda ‘vav’ olmuştur. Yazılan şiirlerin anlamları çizilen sembollerle derinleşir ve yazarın okuruna ulaştırmak istediği anlamı kuvvetlendirir. ‘’Batı'nın şiirinde de bu cins figürasyona rastlanır. Güzel ve önemli örnekler için, mesela Guillaume Apollinaire hatırlanabilir.’’142

Resim/sembol ve yazı arasında böyle bir ilişki varlığı postmodern dönemde de sıklıkla kullanılır. Postmodern yazar, metnini bir kurmaca oyun şeklinde hazırlamıştır. Hazırladığı oyunda, zeminini genişletmek için her türlü simge, sembol ve metaforu eserinin içinde kullanır.

Murat Gülsoy da öyküsünde sembollerle vasıtasıyla hikayesini anlatmayı hedeflemektedir. Bakıldığında bu tarz sembolleri kullanmak, hikâyedeki asıl amacı tek bir hamlede vermek gibi düşünülebilir. Yazar, okuruna her zaman ihtiyaç duyan bir konumdadır ve onun ihtiyacı; anlaşılmak, fark edilmek ve bilinmeyi istemektir. Her yazar, her şeyden önce anlaşılmayı arzular. Çünkü metinlerini daima bir başkası için, öteki, yani okur için kaleme alır.

Öykü; Çember, Üçgen, Kare ve Çokgen başlıklarını taşıyan dört ana parçadan oluşmaktadır. Çember adını taşıyan bölüm, kendisine yetişmeye çalışan bir karakterin sözleriyle teşkil edilmiştir. Modern hayatın insanlığa kaybettirdiklerinden birisi de kendisidir. Her zaman ve her şartta, hayatta kalmayı ilk hedefi hâline getiren insanoğlu, kendine ayıracak özel bir zaman yaratmakta güçlük çekmektedir. Kısacısı insan, kendisine yetişememektedir. Maalesef modern dişlilerin kıskacına kendisini

141

Özgül, a.g.e., s.13

142

çoktan kaptıran insanoğlu, artık geri dönüşü ve çıkışı olmayan bir hayat çemberi içerisinde koşmaktan başka bir şey yapamaz hâle gelmiştir.

‘’Başı sonu olmayan bir macera bu. Ne kadar koşarsam koşayım hep aynı uzaklıktayım. Hep kenardayım. Mükemmele doğru bir koşu bu. Koştukça oluşuyor bu ideal. Hızlandıkça hızlanıyorum. Kendimi görüyorum, önümde koşuyor.’’ (s.269) Başı ve sonu belli olmayan bu hayat macerasında kendisine yetişmeye çalışan insan, ne kadar koşarsa koşsun mesafeyi kapatamaz. Çünkü yapılan bu hayat koşusu, mükemmele doğru giden bir yol izler. Modern dönemde hayat her zaman ideal olana doğru kilitlenmiştir. Fakat iyiye giden bu yolda insanlık kendisinden çok fazla ödün vermek zorunda kalmıştır.

Öyküsünde yazar, insanlığın içerisinde bulunduğu bu durumu ‘’çember’’le özetler. Kullanılan bu metafor, metnin anlaşılabilirliğini arttırır. Yazar, bütün bir durumu tek bir söze, tek bir imgeye indirgemeyi başarır.

Üçgen öyküsünde ise, daha bireysel bir konuya işaret edilmektedir. Modern dönemin

insanı etkilediği bir diğer nokta da seçim yapma durumudur. Modern özne, kendisinin istediğini değil, hayallerinin dışında da kalsa, en kısa sürede kendisine en faydalı olanı seçmeye mecbur bırakılmıştır. Çünkü hızlı tüketim hayatında ayakta kalabilmek için bunu yapması gerekmektedir.

Modern öznenin bu pragmatist yapısını yazar, üçgen metaforuyla ortaya koymaktadır: ‘’Nerede durursam durayım önümde iki seçenek olur. Hangisini seçersem seçeyim önümde yenileri beliriyor. Bazen tüm seçeneklerin tükeneceğinden korkuyorum. Fakat durdukça, seçme şansım saklı kalıyor.’’ (s.271)

Kare parçasında, insanın arzuları ile yapması gerekenler arasında ki kararsızlık hali

işlenir. İki seçenek arasında denge oluştuğunda ikisinden birini seçmek yerine, kararsız kalmayı seçen insan, bu noktada bir ötekiye ihtiyaç duyar. En eşit durumda, bir başkasının yardımını ister. Çünkü hata yapmaktan çekinir. Hata yapmaktansa hiçbir şey yapmayarak durmayı tercih eder. Bunun nedeni, insanın modern dönemde pragmatist bir anlayışlar hareket etmesidir: ‘’Kendilerini görecek bir gözün varlığını

özlüyorlar. Düşüncelerim. Biri diğerine baskın çıkmaya kalkışsa belki bir seçim yapma şansım olurdu. Fakat hayır, her şey inanılmaz biçimde eşit diğerine. Demokratik bir ölüm bu düşüncelerim için. Hatasızlık noktası doğrunun en büyük düşmanıymış.’’ (s.273)

Çokgen adlı parça, kahramanın ‘’Sürprizler olmasa yaşamak mümkün olur muydu?’’

sözleriyle başlar. Buradaki durum, çağın insanının içine hapsolduğu bu çemberden bir gün çıkabilme ümidine dair bir işarettir. Gülsoy, bir söyleşisinde modern insanın sarıldığı bu ‘sürpriz umudu’nu şu sözleriyle ifade etmektedir:

‘’Günümüz yarattığı acıklı durumlardan biridir bu. Olağanüstü bir şeylerin olabileceği duygusunu sürekli canlı tutan bir tüketim toplumu içinde yaşıyoruz. Sürekli duyguları en tepede tutmaya çalışan bir sistem var. (…) Korkunun ve umudun sürekli en uçlara doğru çekilmesini yaşıyoruz.’’143

Bir önceki hikâyede olduğu gibi Yaşamsal Geometri öyküsü de deneysel edebiyat ürünlerine önemli bir katkı sağlar. Çokseslilik çokkültürlülük, metinlerarasılık, üstkurmaca ve merkezsizlik gibi postmodern unsurlar da içerir.